Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadın Özgürlükçü Strateji, Toplumsal Özgürlük Stratejisidir!

Leyla Zeynep Kuran

Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür.
Abdullah Öcalan

İnsanlığa yapılmış en büyük saldırı ve kötülük nedir?

Köklü tarih ve toplum bilinci edinmiş her insan evladının buna vereceği yanıt, elbetteki “Kadının düşürülmesi ve köleleştirilmesidir” olacaktır. Kadın olgusunu tarihsel ve toplumsal bağlamı içerisinde ele almak yerine, sınıfsallığın, dinin, devlet ve iktidar ideolojisinin belirlediği dar ve eril sınırlara hapsetmek, insanlığa yapılmış en büyük kötülüktür.

Ne yazık ki bu saldırı ve kötülük, günümüzde de çeşitli biçim ve içeriklerinde kendini sürdürmektedir. Kadının kendi varlığında sönüp gitmesinin önüne konulan engeller, özünde insanın gelişim serüveninin ve toplumsal varoluşun kendisini devamlı ve yeniden oluşturmasının önüne konulan engellerdir. Çünkü insani gelişim toplumsallıkla, toplumsallık ta kadın gerçeğinin öncülüğünde anlam ve yaşam bulmuştur. Bu manada eril zihniyetin “Başlangıçta söz vardı” belirlemesinin yol açtığı yanılsamayı hafızalardan söküp atmak ve bunun yerine “Başlangıçta kadın vardı” hakikatini her gün daha vurgulu hale getirmek önemlidir.

Halk ozanı Neşet Ertaş bir röportajında “Kadın insandır. Erkek insanoğlu” derken, binlerce yıl öncesinde süzülüp gelen tarihsel ve toplumsal bir gerçeğe sezgiyle işaret eder gibidir. Görünmez hale getirileni sanatın diliyle görünür kılma arzusu, hakikate bağlı kalmanın ve hakikat yolunda yürümenin en güçlü yöntemlerinden biridir. Kadın olgusu etrafında oluşan bu bağlamın halk ozanı Neşet Ertaş ve Abdullah Öcalan’ı aynı ortak noktada buluşturması bir tesadüf değil, doğru tarih bilincinin ve toplumsal yaşam sezgisinin açığa çıkardığı bir sonuçtur. Biri müzikle gerçeğe dokunup okurken, diğeri özgürlük sosyolojisinin ve siyasal stratejinin öncülü haline getirerek yeniden ayakları üzerine kaldırmakta, söz ve eylemle donatmaktadır.

Öcalan, “Erkeği öldürmek, aslında sosyalizmin temel ilkesi. Onda iktidarı öldürmektir. Onda tek taraflı hakimiyeti, eşitsizliği öldürmektir. Onda hoşgörüsüzlüğü öldürmektir” tanımını yaptığında, dost düşman birçok çevre bunu gereğince anlamlandırmakta zorlanmış, en lehte tutum belirleyenler dahi bu konuda fazlasıyla yüzeysel kalmışlardır. Oysa Öcalan, özgürlük probleminin gerçek anlamda çözümünün, öncelikle ilk sömürge ve ilk köle olan kadının özgürleştirilmesinden geçtiğini, kadın özgürleştirilmeden toplumsal özgürlük sorusunun çözüme kavuşturulamayacağının farkında olarak bunları belirtiyor ve sosyalist toplum kuruluşunu bu ana çıkarsama üzerinden formüle ediyordu. Kadın ordulaşması, kadın partisi ve yüksek kadınlar topluluğu tarzında geliştirilen yapılanmalar, bu formülün adım adım yaşama geçirilmesinden başka bir şey değildi.

Anlaşılacağı üzere Öcalan açısından kadın, albenili bir amaç olarak ele alma tutumlarına karşı bir kurucu amaç olarak belirlenmektedir. Kadın toplumsal varoluş açısından stratejik bir muhtevaya, özgür insanlığın kuruluşu açısından da temel bir inşa gücüne sahiptir. Öcalan, “Kaybettiğini kaybettiğin yerde ara” ilkesi gereği, yitirilen toplumu, kültürü, özgürlükçü zihniyet ve yaşamı, farkındalığı ve anlamı aramış, en nihayetinde yitirilen kadın gerçeğinde bulmuştur. Zira, önce kadın ve kadınla tüm bu değerler yitirilmiştir. Kadın somutunda topluma yaydırılan cinsiyetçilik, devlet ve iktidar ideolojilerinin algıladıkları eşitsizlik, adaletsizlik, ayrımcılık ve sömürü uygulamasıyla, problemlerin ana kaynağı ve temel çelişkisi konumuna getirilmiştir. Kadının düşürülmesiyle yaşanan kaybediş ve kayboluş ardından erkeğin, sonrasında toplumun düşürülmesine ve devamında birinci ve ikinci doğa arasında kurulan dengenin bozulmasına yol açmıştır. Erkek egemen zihniyetin iktidar ve devlet hali, ağır cinsiyetçi uygulamalarla bağımlı hale getirdiği kadını sistem içileştirilerek sömürü ve iktidar oyununun bir parçası, nesnesi haline getirir. “Sistem için kadın sömürü ve iktidar çoğaltımında stratejik bir rol oynar. Devletin ailedeki temsilcisi olarak erkek, kadın üzerinde hem sömürü hem de iktidarın geliştirilmesinden kendini sorumlu ve yetki sahibi olarak değerlendirir. Kadın üzerindeki geleneksel baskıyı yaygınlaştırarak, her erkeği iktidarın bir parçasına dönüştürür. Toplum bu yolla azami iktidarlaşma sendromuna girer. Kadının statüsü erkek egemen topluma sınırsız iktidar duygusu ve düşüncesi verir.”[1] Bu bağlam içerisinde ailenin, erkeğin küçük devleti haline getirilmesinin ve aile kurumunun daimî yetkinleştirilmesinin bir mantığı vardır; çünkü aile, iktidar ve devlet mekanizmasına güç taşımaktadır. Dolayısıyla Öcalan, “Kadın ve aileyi mevcut haliyle uygarlık sisteminin, iktidar ve devletin altından çekip alırsanız, düzen adına geriye çok az şey kalır.”[2] derken, olaya herhangi bir tespitte bulunmanın çok çok ötesine taşır. İktidar ve devlet aygıtının dayanağı konumundaki halka, tersyüz edilmiş bir halkadır; haliyle onun en zayıf noktasını oluşturmaktadır.

Öcalan, demokratik modernite paradigmasını kurarken tam da bu temel çelişkiden, tersyüz edilmiş kadın gerçekliğinden yola çıkarak hareket eder. Demokratik moderniteyi büyük stratejisinin bedeni haline getirirken, kadın özgürlükçü paradigmayı bu stratejisinin devrim halindeki ruhu ve kurucu gücü olarak belirler. Kapitalist modernitenin milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve pozitivist bilimcilik biçimindeki türevleriyle ideolojik hesaplaşmasını tamamladığında, toplumsal kurtuluş adına belirginlik kazanan çözüm kadın özgürlükçü paradigma olmuştur. Kadın özgürlükçü paradigma, toplumsal varoluşu meydana getiren tüm parçaların geçmişte, şimdi ve öngörülen gelecekte birbirleriyle olan ilişkilerine, birbirleri üzerindeki etkilerine ve toplumu oluşturmak için nasıl bir etkileşime girdiklerini incelemeye ve anlamaya dayanan ve bu doğrultuda tarihsel köklülük bildiren bir bilincin ürünü olarak açığa çıkmıştır. Derin bilgi ve güçlü davranışa dayalı bütüncül düşünmenin ve eylemenin sanatı olarak “Büyük Strateji” vasfını kazanması da buradan kaynaklanmaktadır.

 

Kadın Özgürlükçü Strateji Bütüncüldür ve Ana Teması İlişkidir!

 

İyi strateji, iyi antropoloji ve sosyolojiyi varsayar.
Colin S.Gray

 

Kadın özgürlükçü strateji, hareket halindeki siyaset demektir. Kadının siyasette öncülük rolünü ve misyonunu üstlenmesini, yapılanmanın ve üretmenin kaynağı haline gelmesini tanımlar. Bu da kadının ağ halinde örgütlenmesi, toplumsallığın her alanında söz ve eylem gücü işlemi kazanması, zamanı ve mekânı kadın özgürlükçü ideolojiyle örmesi anlamına geliyor.

Kadın özgürlükçü strateji bütüncüdür. Ana teması ilişkidir, ilişkisel bağ ve bağlam oluşturma ve verili ilişkileri bütünleştirme yönünde daima hareket eder. Nasıl ki insan beyni yeni nöron bağlantıları oluşturmak, kendisini sürekli yeniden kurma yeteneği gösteriyorsa, kadın özgürlükçü strateji de buna paralel bir dinamizm gösterir ve gündelik hayatın her alanına nüfuz etmeyi amaçlar. Çünkü devlet ve iktidar denen olgular, günümüzde insan yaşamına ve ilişkilerine yedirilmiş durumdadır. Dolayısıyla insanlar arasında devlet ve iktidarın kendini yeniden üretemediği ilişkilere, özgürlükçü ve komünal yeni bir hayat tarzının kurulmasına ihtiyaç var.

Öcalan, jineoloji (Kadın Bilimi) önermesiyle kadın özgürlükçü strateji açısından bir başlangıç noktasına işaret eder. Kadını kendisiyle buluşturmayı, kaybettirilen tarihi, bilimi ve bilinçselliği yeniden üreterek toplumsal varoluşu ve doğayı gerçek rotasına koymayı hedefler. “Yapılan stratejinin kendisidir”, doğrusundan hareketle akademilerin toplumsal yaşamın her alanına ilişkin sorunların (tarihsel, güncel, ekonomik, ideolojik, siyasal, sanatsal, felsefik, etik ve estetik bütün boyutlarıyla) irdelendiği ve çözümlerin üretildiği mekanlar tarzında inşasıyla ancak bu hedef yerine getirilebilinir. Jineoloji odaklı çalışmalar, bu nedenle radikal, çoklu ve bir o kadar da derinlikli bir muhtevaya sahip olmak zorundadır. Sahip olduğu bu içerik, ona sürekli hamle halinde olmayı dayattığı gibi yerinde örgütlenmeyi ve kendi kendini örgütlemeyi de koşullar. Tıpkı Kant’ın politikayı “insanlardan oluşmuş bir topluluk”un kendi kendini belirlemesi biçimindeki tanımına benzer bir tarzda, kadın da kendi kendini belirlemek durumundadır. Kendi kendini örgütleme, kadın özgürlükçü strateji de kilit öneme haizdir.

Jineoloji’nin yarattığı bilinçlenmeyle yerinde, özgün, otonom örgütlenmelere gitmek ve bunları bir ağ biçiminde yayarsak konfederal bir yapılanmada birleştirmek, kadının yetenek ve yaratıcılığının açığa çıkması, bilgelik ve çözüm üretme temelinde yeniden güç kaynağı haline gelmesi açısından belirleyicidir. Nihayetinde güç haline gelmek, örgütlenmekle, örgütlenme de öz bilinç kazanmakla olasıdır. Öcalan’nın ifadesiyle “Erkek egemen bakış bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak bir nevi atomu parçalamak gibidir. Bu körlüğü kırmak büyük entelektüel çaba harcamayı ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir.”[3]. İktidar ve devlet zırhına bürünmüş egemen erkeklik karşısında, kadının bilgelik düzeyinde bilinçleniyor; örgütlenerek devrimci bir güç haline gelmesi ve erkek egemen sistem oyununun dışına çıkarak kendi oyun sahasını oluşturması dışında bir seçeneği bulunmamaktadır.

Böylesi bir zeminde, yıkım ve inşanın iç içe bir gelişim diyalektiği izleyeceği aşikardır. Öcalan’ın vurguladığı gibi, “Sistem reformla düzelme şansını çoktan yitirmiştir. Gerekli olan tüm toplumsal alanlarda yürütülecek bir ‘kadın devrimi’dir. Nasıl ki kadın köleliği en derin kölelikse, kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik devrimi olmak durumundadır. Kadın devrimi hem kuramda hem de eylemde en köklü çıkışları gerektirir. Öncelikle cinsiyetçi ideolojiye karşı ardıcıl, sürekli bir savaş gereklidir. Kadın devrimi günün yirmi dört saatinde yürürlükteki tecavüzcü zihniyete karşı ahlâkî ve politik olarak da savaşın derinleştirilmesini gerektirir.”[4] Cinsiyetçi ideolojiye karşı savaşın derinleştirilmesi ve kadın devriminin örgütlendirilmesinde başarı yolunun açılması, jineoloji faaliyetlerinin gelişme/geliştirilme düzeyine bağlıdır. Zira jineoloji çalışmaları, kadın devriminin alt yapısı ve ideolojik cephaneliği demektir. Jineoloji aydınlatıp bilinç kazandırırken, örgütlenme ve eylem iradeleşmeyi yaratır. Kadın özgürlük stratejisinin çoklu örgütlenme yöntemleriyle kendini tüm yaşam alanlarına yayması ve bunun bilinciyle söylem ve eylem bütünlüğünde süreklilik sergilemesi, ahlaki ve politik savaşın derinleştirilmesinin yanı sıra kadın devriminin de güvence altına alınmasını sağlayacaktır.

Düne kadar radikalliği marjinallikte gören ve marjinalliği aşamadığından sistem karşıtı bir etki üretmekte zorlanan feminizm sınırlarındaki özgürlük arayışları, bugün Öcalan’ın kadın özgürlükçü toplumsal kurtuluş stratejisiyle yeni bir aşamaya girmiştir. İdeolojisi ve politikasıyla, partisi ve savunma gücüyle toplumsal zamana ve mekâna rengini, ahengini ve anlamını verip işleyen bir kadın gerçekliği söz konusudur. “Başlangıçta Kadın Vardır” gerçeğini vurgulu hale getiren sonra kadının dil-kültür, duygu-düşünce bütünlüğüne dayalı yaşam kurucu vasfını özgürlük alanına taşıran ve oradan da toplumsal kurtuluş görevine çağıran da Öcalan olmuştur. Sistemin cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve pozitivist bilimcilikle kadın üzerinde kurduğu sömürü tekeliyle ulus-devlet faşizimlerini tahkim etmeye çalıştığı koşullarda, Demokratik Modernite ve Kadın özgürlükçü stratejisiyle Kadın Devrimi ve uygarlığı çağını başlatmıştır.

Kadın devrimi ve uygarlığı çağı, kültürün ve kültürel direnişin ilk kaynağı olan kadının başlangıçtaki yerine yeniden konumlandığı, kendi doğasını dolayısıyla beraberinde toplumsal doğayı aydınlattığı bir çağdır. Tek tipleştirilmiş hegemonik erkek egemen dünya yerine, kültürel özgürlük ve çeşitlilik ile birleşik insanlık idealini buluşturmayı başarmış bir kültürler mozaiği dünyanın (demokratik ulus) inşasıdır. Kültürel direnme ve inşanın ahlaki ve politik temelde gerçekleştiği, özgürlüğünde bu içerikte ahlaki-politik özellik kazandığı bir etik sosyalist devrim pratikleşmesidir. Özgür kadın pratikleşmesinin, “Özü varoluşunu gerektiren şey” olarak kendisine ait doğasını var etmesi, görünüş, eylem ve konuşur hale getirmesidir. İran’da başlayıp Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya taşan ve en son Amerika’da yankılanan “Jin Jiyan Azadî” direnişi, kadın özgürlükçü paradigmanın yarattığı devrimci aydınlanmanın bir sonucudur. Basite alınmayacak değerde ve üzerinde ciddiyetle yoğunlaşılması gereken bir direniş olduğunu belirtmek lazım. Çünkü kadın somutunda insan evrenselliği ve özgürlüğü dile gelmiş olup dil, din, renk ve ülke farklılığı gözetilmeden bir söylem ve anlam birlikteliği yakalanmıştır. Kadın, yaşam ve özgürlük olguları bir slogan olmanın ötesinde, özgürlük arayışındaki insanlığın ortak manifestosu düzeyinde her geçen gün kendini daha vurgulu hale getirmektedir. Bu da insanlığın toplumsal varoluşuna yapılmış büyük bir katkı anlamına gelmektedir.

Geniş anlamda strateji, amacın gündelik hayata uyarlanması ve uygulanması olduğu kadar, aynı ölçekte de araç ile amacın örtüşmesidir. Bu perspektiften yaklaşıldığında kadın devrimi ve uygarlığı çağı, özgürlük sosyolojisi ve felsefesiyle biz-öteki ayrımını aşan ve herkesçe paylaşılabilen ortak bir demokrasi ve özgürlük anlayışını sezimlediği görülecektir. Demokrasinin ve özgürlüğün bu gerçek anlamını amaç olarak kodladığımızda, geriye bunun araçlara, yani yapısal örgütlülüklere kavuşturulması kalmaktadır. Kadın özgürlükçü ideoloji yoluyla bir “Tarihsel Blok”, bir “Kolektif İrade” nin oluşturulmasından söz ediyoruz. Kurdistan özgülünde Kadın Özgürlükçü Parti, Yüksek Kadınlar Topluluğu ve Kadın Savunma Güçleri somutunda bu kolektif irade yaşam bulurken, Ortadoğu ve dünya genelinde ise bu bir beklenti düzeyinde seyretmektedir. Dağınık ve parçalı kadın örgütlerinin, eşit ve ortak bir anlayış temelinde tek bir hedef etrafında bir araya geldiği bir kolektif irade, güncelin en çok ihtiyaç duyduğu şeydir.

Bunun içinde “Her birinin özgür gelişiminin, hepsinin özgür gelişiminin koşulu olacağı” demokratik eşdeğerliliğe dayalı bir ortak dünyanın yaratılmasına ihtiyaç var. Kadın özgürlükçü paradigmanın öz tanımı olarak “Jin Jiyan Azadî” vurgusu, sistemin ördüğü duvarda pencere açarak bu ortak dünyanın oluşması yönünde bir yankı açığa çıkarmıştır. Bundan sonrası için özgürlükçü strateji, insanlığın bulunduğu bütün coğrafyalarda yeni toplumsal ilişkiler kurmak için mücadele etmeyi, mücadeleden doğan ve mücadele ile büyüyüp yayılan ilişkiler kurmayı öngörür. “Bütünü kazanmak için bütün ortaklığı kullanmak” stratejinin başlıca ilkelerindendir. Bu açıdan kadın özgürlükçü paradigma, yakaladığı tarihsel momentum konumunu toplumsal hareket enerjisine dönüştürebildiği ve bu enerjiyi akışkan bir çoklu örgütsel sürekliliğe kavuşturabildiği düzeyde esas rolünü oynayıp 21.yüzyılı kadın özgürlük yüzyılı haline getirebilecektir.

Kadın özgürlükçü strateji, bu noktada önemli bir mesafe kat etmiş ve yaşatılan yeni mücadele gerçeğinin ana kaynağı haline gelmiştir. Kadın özgülünde güce ahlaki ve politik bir karakter giydirilmiş olması, ulaşılmak istenen toplum ve birey açısından önemli bir etik mesafenin alınması anlamına gelmektedir. Güç, kadının elinde, başkaları için güçsüzlük yaratan bir mekanizma olmaktan çıkarılıp güçsüzü güçlendirmenin manivelasına dönüştürülmüştür. Bir nevi Hannah Arendt’in özlemini duyduğu anlamına kavuşturulmuştur. “Güç ancak sözle eylem bir arada yürürse gerçekleşir. Sözlerin boş olmaması, eylemlerin gaddar olmaması, sözlerin niyetleri gizlemek için değil, gerçeklerin açıklamak için kulanılması, eylemlerinde ihlal etmek ve mahfetmek için değil, ilişkileri oluşturmak ve yeni gerçekler yaratmak için kullanılması şarttır.”

Kadın özgürlükçü paradigma, insanla insan, insanla doğa ve insanla evren arasında bir anlamlılık ve anlam yaratma ilişkisidir. Anlamlı yaşamak isteyenlerin bir anlam yaratma ve bu anlamı yaşama katma çabasıdır. Tabi ki anlamlılık, kişinin gerçeklikle nasıl yüzleştiğine bağlı olarak gelişir. Hakikat zeminindeki her yüzleşme, kişinin kendi varoluşunun ve anlamının farkına varmasını sağlar. Bu farkındalıkla kendini, toplumunu ve doğayı savunur. Bu açıdan yaklaşıldığında, kapitalist saldırganlığın toplumu yüzleştirme (kimlik ve aidiyet bilincinden yoksunlaştırma) ulus-devlet marifetiyle kişiliksizleştirme (ahlaki ve politik değerlerinden uzaklaştırma, değersizleştirme) operasyonlarına karşı kadın özgürlükçü stratejinin yüz ve kişilik sahibi olmada ısrar anlamına geldiği açıktır. Güncel dünyanın evrildiği aşama, her açıdan önümüze bir kaos, kriz ve belirsizlik anlamı çıkarsa da, bu ortamda boğulup gitmek de veya içerisinde bulunduğumuz edilgenlik çemberini kırarak düzensizlikten düzen yaratma iradesini göstermek de tamamen bizlere, yapacağımız tercihe bağlıdır.

Günü yaşayan ve kendisini bununla sınırlayan güçlerin bir stratejisinin olamayacağı gerçeği, kadın olgusu ve günümüz dünyası söz konusu olduğunda daha bir gerçeklik kazanmaktadır. Kadının verili sistem içerisindeki yeri ve ilişkisi av-avcı ilişkiselliğini ve Ortaçağ’daki cadı avı pratiğini çok da aşmış değildir, hatta bu sapma aksi yönde, uygarlıkçı biçim ve gerekçelere büründürülerek, hergün sistem tarafından bizzat beslenip canlandırılmaktadır. Kadın özgürlükçü ideoloji ve örgütlenme bu açıdan sadece kadınlar için değil, kadın-erkek tüm toplumsal varoluş açısından özgürleşme yolunda bir imkanla olanağı sunmakta ve her birimizi Öcalan’ın dilinde kendi olmaya, tercihlerimizle kendimizi oluşturmaya çağırmaktadır.

 

 

[1] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu – III – Özgürlük Sosyolojisi
[2] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu – III – Özgürlük Sosyolojisi
[3] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu – III – Özgürlük Sosyolojisi
[4] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu – IV – Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.