Kürt toplumu, sınıf-devlet eksenli beş bin yıllık yazılı tarih öncesi neolitik devrimi yaratan tanrıça-ANA eksenli, henüz erkek egemen sınıf-devletli uygarlığın zor ve baskısının olmadığı doğal özgürlük ortamında işleyen ahlaki ve politik bir toplumdu. Kendi ortak toplumsal sorunlarını doğal doğrudan demokrasi tarzında bir araya gelerek icra ettiği politikasıyla çözüme kavuştururken, buradan edinilen topluma yararlı deneyim birikimlerinin kural ve gelenek halinde toplumun ortak hafızasına işleyen güçlü ahlaki yargılara (özgürlük ahlakı) dönüşmesi nedeniyle bağrında sınıflaşma, sömürü, ihanet ve işbirliğinin doğuşuna da olanak tanımıyordu. Ancak yanı başındaki güçlü kurnaz erkeğin aldatıcı mitoloji temelinde inşa ettiği kent-sınıf-devlet eksenli uygarlıkla ilişkilenmeyle birlikte işbirliği ve ihanetle tanışır. En eski kent-sınıf-devlet eksenli uygarlık anlatımı olan Gılgameş Destanında geçen ova Kürdü Enkidu-Galgameş işbirliğiyle özgür dağ Kürdü Humbaba’nın öldürülmesi olayı, bu bakımdan oldukça aydınlatıcıdır. Ki o günden günümüze medeniyet-uygarlık olarak tanımlanan şehir kültürünün karşılığı olarak Kürt toplumunun ruhuna ve diline yerleşik olan “bajari” kavramı, halen de şehir kültürünü hile, aldatma, yalan, ahlaki düşüş, kendi varlığına yabancılaşma, işbirliği ve ihanetle özdeş anlamıyla kullanmaktadır. Bu durum güncelin tarihte, tarihin de hala güncel de yaşadığını gösteriyor.
Neolitik kültürü derinliğine yaşayan Kürt toplumu, yanı başında yükselen yalana-aldatıcı mitolojiye dayalı kent-sınıf-devlet uygarlığıyla hep bir çelişki ve çatışma içinde olagelmiştir. Galgameş-Enkidu ilişkisi aynı zamanda diğer toplumlardan farklı olarak Kürt egemen sınıfının tarihsel oluşumunun içsel değil, ihanet ve işbirliği temelinde dışsal bir olgu olarak varlık ve karakter kazandığını göstermektedir. Bu yüzden beş bin yıllık yazılı tarih boyunca Kürt egemen sınıfının tarihi de, çağlar boyunca hep birbirini tekrar eden işbirliği, gaflet ve ihanet tarihi olarak süregelmiştir. İlkçağda Heredot Tarihi’nde geçen Harpagos ihaneti, buna çarpıcı bir örnektir. Ortaçağda ise “Kürt beyleri çoktu ama beyinleri yoktu.” Ki İslamiyet, Arap, Türk, Fars egemen sınıfları elinde kavim birliklerini sağlama aracı olarak değerlendirilirken, Kürt egemen sınıfları/beylerinde ise tersine kendi toplumuna yabancılaşma, Araplaşma hatta kendi soylarını Araplara bağlama yarışına dönüşmüştür. Dönemin oldukça elverişli koşullarında Kürt toplumunun kavim birliğini ve iktidarını sağlamaları mümkünken, iktidar erkini, önce Emevi ve Abbasi, daha sonra Selçuklu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı Hanedanlarına peşkeş çekmişlerdir. Rahatlıkla merkezî bir sultanlık kurabilecek güçtelerdi. Ehmedê Xanî, bunun özlemini Mem û Zîn eserindeki mısralarında üzüntüyle yansıtmaktadır. Hatta o dönem Osmanlı Sultanı Yavuz Selim, İdris-i Bitlisi’ye, kendilerine bir beylerbeyi seçmelerini tavsiye etmektedir. Ama yirmi sekiz Kürt beyi, kendi aralarında anlaşamadıklarını söyler ve Yavuz’dan bizzat bir beylerbeyi atamasını isterler. Sonuç kendi kavim birliğini dert edinmeyen, daha ziyade Arap, Türk, Fars iktidarlarıyla işbirliğini tercih etmişlerdir. Bunun karşılığı olarak kendilerine bahşedilen babadan oğula geçen feodal otonomilerle yetinen, aile, aşiret, hanedan çıkarlarını her şeyin üstünde tutan beyliklerin kendi iç ihanetleri, beylerin birbirlerine karşı ihanetleri, hepsinin toplamı olarak da Kürt toplumuna ihanetleri söz konusudur. 19. yüzyılda Bedirhan Bey’e stratejik darbeyi vuran, yeğeni Yezdanşêr’dir. Sonrası birçok feodal önderliğe dayalı hareketlerin yaşadığı da aynı öykünün tekrarıdır.
Kürt Egemen Sınıfının İşbirlikçi Karakterinin Sonuçları
Kürt egemen sınıfının hep tekerrürden ibaret olan işbirliği, gaflet ve ihanet tarihi, asla Kürt toplumunun (Demos) öz tarihi yerine konulamaz. Aksine Kürt toplumu, doğal demokrasiye dayalı neolitik devrimi dolayısıyla uygarlığı yaratan ANA rolündeyken, evlatları olan beş bin yıllık yalana-aldatıcı mitolojiye dayalı kentli-sınıflı-devletli uygarlığın her çağda güncellenerek katmerlenen sömürüsü altında tutulmasının sorumlusu, Kürt egemen sınıfının işbirlikçi karakteridir. Kürt toplumu bu yüzden uygarlık tarihi boyunca yanı başındaki istilacı devletler ve işbirlikçi egemen sınıfının ortaklaşa sömürü ve kuşatması altında iki katmanlı bir sömürü malzemesi nesne konumunda tutulmuştur. Bunun karşılığı olarak Kürt egemen sınıfına Ortaçağ’da babadan oğula geçen feodal otonomiler bahşedilmişti ama kapitalist çağda, sistemin merkezileşme baskılara altında bu otonomileri de ellerinden alındığından, artık işbirlikçilikleri bile kabul göremez hale gelmişti. Ki 19. yüzyılda kapitalist dünya hegemonyasını eline alan İngiltere, Rus yayılmacılığına karşı İran ve Osmanlı devletini tampon bölge olarak belirlemiş, bu temelde stratejik çıkarlarını bu devletleri ayakta tutmakta gördüğünden Kürt egemen sınıflarını çoktan gözden çıkarmıştı. Onlara biçtiği rol, sadece politik oyunlarında kullanılacak piyon rolüydü. Ki İran ve Osmanlı devletleriyle ortaklaşarak Kürt egemen sınıfının ulus-devletçi çıkışlarını da bastırmıştır. Örneğin Bedirhan Bey ve Şeyh Ubeydullah isyanlarının bastırılmasının en önemli nedeni, İngiltere’nin desteğini, Rus yayılmacılığına karşı tampon devlet rolü verdiği İran ve Osmanlı devletlerinden yana kullanmasıydı. Sonuç, 19. yüzyılda Kürt egemen sınıfının ulus-devletçi işbirlikçiliğinin dahi kabul görmemesi, feodal çağda görece olarak yarı bağımsız konumda olan Kürt beyliklerinin isyanlarının bastırılarak tasfiyesi, geriye kalan ağa, şeyh ve aşiret reislerinin ve Aşiret Mekteplerinden devşirilen çocuklarının Hamidiye Alayları tarzında sisteme daha gerici ve ihanetçi tarzda bağlanması oldu. Artık varlıklarını ancak Kürt toplumuna ihanetle sürdürebilecek bir konuma çekilmişlerdi. Ki bu durumu, Nakşibendi Şeyhi Şeyh Ubeydullah’ın görece Kürt toplumu lehine görece bağımsızlıkçı-isyancı duruşu ile oğlu Seyit Abdülkadir’in, babasının isyanını bastırmaya destek veren İngiltere güdümündeki Osmanlıya (babasını çöllere sürgüne göndererek ölümüne neden olan celladına) tümüyle teslim olmuş duruşu ve tavrı arasındaki farktan da çıkarsamak zor değildir.
19.yüzyılda İngiltere desteği olmasaydı, Osmanlı devleti daha Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanıyla çoktan tarihe karışmış olacaktı. Ancak dönemin kapitalist hegemon gücü İngiltere devreye girip M. Ali Paşa’ya geri adım attırmıştı. Dolayısıyla daha o zamanlar Osmanlı devleti demek, kapitalist hegemonya desteğiyle ayakta durmasını sağlayan İngiltere demekti. Bu gerçeklik ortadayken Seyit Abdülkadir, M. Ali Paşa gibi babasının da isyanının bastırılmasına destek veren, daha da ötesi 1916 Sykes-Picot antlaşmasıyla Kürdistan’ı dörde bölen İngiltere kontrolünde, artık gerileme sürecinin de ötesinde çoktan çöküş sürecine girmiş Osmanlı devletini savunmaya devam ediyordu. Şurayı-Devlet Başkanı olarak babasının celladı Osmanlı’yı ayakta tutan İngiltere kontrolündeki İstanbul hükümeti ne derse onu yapıyordu. O süreçte Hamidiye Alayları ve Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) Başkanı sıfatıyla yayınladıkları bildirilerinde, İngiltere kontrolündeki saltanat ve hilafeti savunmanın yanında açıkça Bolşevizm karşıtlığını da ilan etmişlerdi. Öncesinde Hamidiye Alayları Rus yayılmacılığına, Ermenilere ve Kürt toplumunda gelişebilecek modern bir halk önderliğine karşı üçlü bir görev veya rolü üstlenerek varlık kazanmıştı. Ekim devrimiyle birlikte bu rollerine, olası bir sosyalist halk önderliğinin çıkışını engelleme de eklenmişti. Babası Şeyh Ubeydullah isyanının bastırılmasından sonra artık Kürt toplumu için değil, başkalarının (babasını ölüme gönderen İngiltere ve güdümündeki Osmanlı Hükümeti) çıkarları için savaşan-savaştırılan paralı asker konumunu benimsemişlerdi. Rolleri işbirlikçiliğin de ötesine geçerek, kendi toplumunun öz çıkarlarına ihanet ile özdeşleşmiş, olası modern bir Kürt halk önderliğinin ve hareketinin çıkışını engelleme, gerektiğinde Kürt toplumunu provoke etmede kullanılan piyon rolüydü. Bu rolü sergileyerek dönemin oldukça elverişli koşullarında Kürt toplumunun tümünü ve birliğini temsil eden modern bir Kürt halk önderliğinin çıkışını da engellediler. Eğer o dönem Kürt toplumunun öz çıkarlarına dayalı ortak meclis-yürütme, ortak savunma ve ortak diplomasi yürüten birlik halindeki bir siyasi öncüsü-liderinin ortaya çıkışı engellenmeseydi, tarihin seyri Kürtler lehine farklı gelişebilirdi. Ancak sürece damgasını vuran Kürt egemen sınıfının (eşrafının) öyle veya böyle işbirlikçiliği de aşan gaflet ve ihanet karakteri oldu.
İhanetin Sonucunun Kazananı Kapitalist Hegemonyadır
Birinci Dünya Savaşı ardından Osmanlı İmparatorluğunun çöktüğü (1918-23 arası) ve Ekim devriminin gerçekleştiği koşullar, Kürt toplumu lehine oldukça elverişli fırsatlar sunuyordu. Ancak Kürt üst tabakası, bu koşulları Kürt toplumu lehine değerlendirmeyi aklından bile geçirmiyordu. Tarih boyunca alışageldikleri işbirlikçi ve kapitalist çağda artık biçim değiştiren aşiret mekteplerinden devşirilme karakteri nedeniyle, Kürt toplumunun öz çıkarları için birlik, ortak örgütlenme, ortak savunma ve ortak diplomasiyi geliştirme gibi bir program ve stratejileri de yoktu. Aksine geleneksel işbirlikçilikte yarışırcasına o süreçte de ikiye bölünmüşlerdi. Hamidiye Alayları geleneğinden gelen Seyit Abdülkadir’in başını çektiği kesim, İngiltere güdümündeki Osmanlı Hükümetiyle; Yusuf Ziya ve Hasan Hayrilerle temsilini bulan diğer Kürt eşrafı denilen üst tabaka temsilcileri ise Mustafa Kemal ile hareket ediyordu. İngiltere’nin bölge stratejilerinden bihaber her iki kesim de oynanan oyunların (Ki İngiltere daha 1916’da Sykes-Picot anlaşmasıyla Kürtleri dört ulus-devlete kurban olarak sunmayı tasarlamıştı) farkında bile değillerdi. Nihayetinde Sykes-Picot’u tescil eden Lozan (1923) sürecinde İngiltere onayıyla her iki kesim de açıkça idama gönderildiklerinde bile hala olup bitenleri çözecek bir Kürt aklından yoksunlardı.
Bu durumun ifadesi “Cemile Çeto li kere keto” (Cemile Çeto eşekten doğdu) sözü ihanetlerinin bile artık beş metelik değerinin kalmadığını bir kez daha kanıtlıyordu. Sonuç kazanan, İngiltere öncülüğündeki kapitalist hegemonik güçler ve onların kurgulayıp inşa ettikleri cetvelle sınırları çizilen işbirlikçi acentesi ulus-devletler oldu. Kaybeden ise işbirlikçinin işbirlikçisi olmanın da ötesinde devşirilmeye dayalı ihanet konumunu aşamayan Kürt egemen sınıfı ve onların gafleti (Kürt toplumunun öz çıkarlarını/ortak aklını temsil edememe, İngiltere’nin bölge stratejilerine, oyunlarına alet olma) yüzünden Kürt toplumu oldu.
Zaten Lozan sonrası açık bir provokasyonla (Piran komplosu) başlatılan Şeyh Sait isyanı da çoktan başta İngiltere olmak üzere Lozan’ın tarafı Batılı devletlerin de onayını almış Tek Türkçülük projesine bahane edilme dışında bir sonuca yol açmadı. Bu yüzden Kürt toplumuna yarardan çok zarar getirdi; olan yine Kürt toplumuna oldu ki, bu plana dayalı tenkil, tedip ve asimilasyon uygulamalarıyla tarihten silinme sürecine alındılar. Sonraki Kürt toplumunun tümünü kapsamayan, parçalı, yöresel, lokal düzeyi aşamayan benzeri isyanlarının da bastırılmasıyla Kürtlük, Kürt egemen sınıfları şahsında çağdaş anlamıyla daha doğmadan mezara gömülmüştü. Türkiye özgülünde bu durum Ağrı dağındaki mezar karikatürü, İran özgülünde Mahabat trajedisi, Irak özgülünde ise Cezayir anlaşmasına dayalı hüsranla sembolleşti.
İkinci Dünya savaşı sonrası reel sosyalizm tarzında Rus devlet kapitalizmi olmaktan öteye gitmeyen SSCB, denge hesaplarıyla çoktan çıkar birliğine girdiği kapitalist hegemonyanın savaş sonrası yeni hegemonu ABD ve kendi kurguladıkları ulus-devletçi acentesi İran ulus-devleti ile anlaşarak, Mahabat Kürt Cumhuriyetini elli milyon dolar petrol karşılığı sattı. Bu gerçeklik ortadayken o dönem cumhuriyetin savunma bakanı Molla Mustafa Barzani, savunmakla yükümlü olduğu Mahabat’ı terk ederek, onu satan Rusya’ya teslim oldu. Rusya’dayken de Mahabat trajedisinin diğer sorumlusu ABD başkanın gönderdiği mektubunda da, Kürtlerin kaderini onlara emanet ettiğini bildirdi. Bu durum, Seyit Abdülkadir pratiğindeki “Celladına âşık olmanın” güncellenen bir diğer tekerrürüydü. Ki Kürtlerin kaderini emanet ettikleri ABD, önayak olduğu 1975 Cezayir anlaşmasıyla Irak özgülünde kendilerini bir kez daha satmıştı. Böylesi dış güçlere dayalı politika ve diplomasilerinin yarattığı hüsranın bedelini ödeyen ise yine Kürt toplumu olmuştu. Anlaşmanın ardından yüz bini aşkın peşmergenin silahsızlandırılması, özgürlük umutlarını da söndürmüş, geriye karamsar bir tablo bırakmıştı. Benzer karamsarlık Türkiye özgülünde Kürt egemen sınıfının pratikleri nedeniyle ‘Kürt’ kelimesinin bile kullanılmasının yasaklanması, Kürt sorununun, Doğu Sorununa indirgenmesiyle sonuçlanmıştı. Ki 1970’lerdeki DDKO yargılamalarının iddianamesi, başından sonuna ‘Kürt yoktur’ tezini işlerken, ‘sanıkları’ ise ‘Kürt vardır’ savunmasını yapıyordu. Bir toplumun varlık ve yokluğunun tartışılması, içine düşebileceği en vahim durumdu. Sonuç yenilgilerinden sonra Kürt egemen sınıfları, varlıklarını sürdürebilmek için ya Türk’ten daha çok Türkçü kesilmiş ya da yeri geldiğinde olası modern Kürt hareketlerine karşı Kürt toplumunu denetimlerinde tutmak adına kullanabilecek sahte bir Kürtçülüğü de hep yedekte tutuyorlardı. Ama tarihsel işbirliği ve ihanet pratikleri artık deşifre olduğundan sahte Kürtçülükleri de ilgi görmüyordu. Bütün koşullar hegemonyadan bağımsız, Kürt toplumunun öz çıkarlarına ve öz gücüne dayalı politika ve diplomasiyi esas alan demokrat sosyalist Özgür Kürtlük adına yola çıkışı dayatıyordu. Ama bu yol, hiç de kolay değildi, oldukça zorluklarla doluydu.
Özgür Kürdün Çıkışı
1970’ler dünyasında Kürt toplumu, üç katmanlı (artık ihanete evirilmiş feodal kompradorlarının, onların efendisi ulus-devletler ve hepsinin patronu kapitalist dünya sistemi) bir kuşatma altında kıpırdayamaz hale getiren nesne konumundayken, varlık-yokluk tartışmalarıyla bir yere varamazdı. Direnişe geçmeden varlığını koruyamazdı. Öncelik varlığını koruma direnişiydi, özgürlüğünü sağlama ondan sonra gelecekti. Ancak varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama adına yola çıkacak her Kürtün özgürleşmesi, yani nesne konumundan çıkıp özne (özgür insan) konumuna gelmesi, her şeyden önce anılan üç katmanlı kuşatmayı doğru çözümleyip aşabilmesine bağlıydı. Bu da her şeyden önce dört ulus-devlet içinde erime kaderine terk ederek tarihten silinmesine neden olan işbirlikçi Kürt akılsızlığına karşı, öz çıkarlarına dayalı Kürt aklının oluşturulmasını gerektiriyordu. Düşüncede kazanılmayan pratikte de kazanılamazdı. Bu amaçla Abdullah Öcalan önderliğindeki bir grup üniversite gençliği, gecesini gündüzüne katarak bütün kitapları okuyor; bütün enerjisini Kürt toplumunun kurtuluşu yararına ortak akıl (manifesto) oluşturmaya veriyordu. ‘Kürdistan Sömürgedir’ tezi ve ‘Kürdistan Devriminin Yolu’ (Manifesto) bunun için yeterli bir reçete olmasa da iyi bir başlangıçtı ki, sonrası pratikten çıkarılan derslerle sürekli yenilenme süreci olacaktı. Bu süreçte çoktan ihanet konumunda geçmiş olan yerel kompradorlarmış feodal önderlikler ise, onların temsil ettikleri çizgiyi, ‘Sosyalizmi Kürdistan’a sokmayacağız’ diyerek engelleme konumundaydı. Bu yüzden mücadele önce bunlara karşı verildi. Verildikçe de Kürt toplumunun önündeki feodal engeller, çitler adım adım aşılıyor, buna bağlı olarak da özgürlük alanları doğuyordu.
O süreçte, emperyalizmin yirminci yüzyılın başlarında Hamidiye alayları temelinde inşa ettiği ve her dönem güncellediği geleneksel işbirlikçiliğin ötesinde ihanet konumuna geçen feodal komprador yapılara dayalı üçlü kuşatmanın farkındaydılar. Bu kuşatmanın aşılmasıyla ancak özgürlük kazanılabilirdi. Hareketin kurucu önderlerinden sosyalist enternasyonal Haki Karer ve Kemal Pir Türk kökenliydi; “Kürtler özgürleşmeden Türkler de özgürleşemez” düşüncesiyle gruba katılmışlardı. Kürdistan’ı Emperyalizmin zayıf karnı olarak görüyorlardı. Dünyanın kalbi Ortadoğu, onun da kalbi Kürdistan’da gerçekleşecek bir sosyalist devrimin, domino etkisiyle iç içe yaşadığı diğer halkları da özgürleştireceğine inanılıyordu. Kürt gerçeğinde yerel ile evrenselin içi içe geçtiğini iyi tespit etmişlerdi. Dolayısıyla özgürlük mücadelesine karar kılacak her Kürt için öncelik, üçlü kuşatmayı (İşbirlikçi-hain feodal kompradorlar+efendileri ulus-devletler+hepsinin patronu kapitalist dünya-sistemi) aşmak, bir yandan tarihin başlangıcında gizlenmiş gerçekliğini bulmayı, diğer yandan çağın-modernitenin kalan parçalarını da yutan hamlelerine karşı doğru bir duruş ve tavır almayı dayatıyordu. Buna tarihsel ve güncel hakikatini keşfeden, özgürlüğü önündeki tarihsel ve güncel tüm engelleri tanıyarak hegemonyadan bağımsız, öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlük denilir. Bu kategorinin dışında kalan Kürtlük ise ya objektif olarak nesne Köle Kürtlük ya da bilinçli hain-işbirlikçi Sahte Kürtlüktü.
Günümüzün Güncel Enkiduları
Kapitalist çağda Hamidiye Alayları uygulamasıyla başlayıp koruculuk ve sahte Kürtçülük olarak devam eden işbirlikçi çizginin sahipleri ise hala dış güçlere dayalı politika ve diplomasilerini sürdürüyordu. Ama hiçbir işe yaramayan bu girişimlerinin kurbanı, bir kez daha Halepçe katliamı ile Kürt toplumu olmuştu. O zaman daha yerde yatan kurbanların resimleriyle, Barzani ve Talabani’nin Saddam ile görüşme resimleri yan yanaydı. Bir kez daha “Kendi celladına âşık olmanın” resmini veriyorlardı. ‘90’lardan itibaren kitleselleşen hegemonyadan bağımsız, öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün tasfiyesi karşılığında Ankara, Dublin ve Washington hattında eğitilerek parçacılık siyaseti temelinde yeniden yapılandırılarak, NATO Gladiosu bünyesinde halklar lehine hegemonyadan bağımsız öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlük hareketine karşı konumlandırıldılar. ‘92’de askeri olarak da katıldıkları tasfiye girişimi ardından özgür ve demokrat Kürtlere yönelik binlerce faili meçhul cinayet işleyenlerle de görüntü veren yine Barzani’ydi. Ki daha sonra NATO barış ödülüne layık görülmesi boşuna değildi. Öcalan’a yönelik 9 Ekim komplosundan bir ay önce de Talabani ile birlikte “Al Öcalan’ı ver otonomiyi veya al Büyük Kürdistan’ı ver Küçük Kürdistan’ı” anlaşması temelinde resim veren de yine onlardı. Bunlar Öcalan’ı da bu çizgiye çekmeyi teklif etmişler ama Öcalan’ın bunlara yanıtı; “Ben halkların binlerce yıllık özgürlük ve eşitlik ütopyasını temsil eden bir özgürlük savaşçısıyım, başkasının savaşçısı olmam” dediği için uluslararası komplo ile İmralı sürecine alındı. Öcalan şahsında hegemonyadan bağımsız, öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgürlük Kürtlük darağacı gölgesine, ardından ölüm koridoruna (Ölünceye kadar hapis sürecine) alınırken, komplodaki işbirliği ve ihanetlerinin karşılığı olarak Talabani’ye Irak cumhurbaşkanlığı, Barzani’ye de bölgesel Kürt hükümetinin başkanlığı bahşedildi. Ankara, Dublin ve Washington hattında, kapitalist hegemonik güçlerin kendilerine bağımlı ve kontrolü altında küçük bir ulus-devletçilik karşılığında Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi konusunda uzlaşılması, bir nevi Enkidu Kürtlüğünün güncellenmesiydi.
Öcalan şahsında hegemonyadan bağımsız demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün tasfiyesi, Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerinin de işbirlikçi Kürt egemenlerinin kontrolündeki küçük ulus-devletçiğe sürülerek onlar üzerinden kapitalist hegemonyanın kontrolüne verilmesini içeren Küçük Kürdistan Projesi, ABD’nin başını çektiği Büyük Ortadoğu Projesine dayalı güncellenmiş bir soykırım projesiydi. Ki 90’lardan itibaren gelişme gösteren Kürt Özgürlük hareketinin tasfiyesi karşılığında artık ihanetten başka bir rolü kalmamış geleneksel Kürt egemen sınıfları üzerinden uygulamaya konuldu. Buna, Kürt toplumunun içine sızdırılmış ve onlar adına toplumu kontrol etme ile görevlendirilmiş Truva atı rolündeki işbirlikçi-hain Kürtlük denilmektedir. Enkidu’dan beri beş bin yıllık kökenleri var. Kapitalist çağda bunlar Hamidiye Alayları, koruculuk, ‘90’lar sonrası ise parçacılık şeklinde güncellendi. Hegemonyadan bağımsız öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlük çizgisinin 90’lardaki gelişiminden sonra bunlar, Ankara-Dublin-Washington hattında, bu gelişmeye karşı bir tasfiye aracı olarak yeniden yapılandırıldılar. Amaç bunlar eliyle Kürtlerin kontrolünün hegemonyadan bağımsız, özgüce dayalı özgürlük hareketinden alınıp emperyal güçlerin eline verilmesiydi. Dolayısıyla bunların Özgür Kürtlükle bir alakası yoktur. Dıştan çizilen planların uygulayıcısıdırlar. Sırf kendi hanedanlıklarını kurtarmak için özgür ve demokrat Kürtlüğün tasfiyesinde kapitalist hegemonya ve yerel ulus-devletlerle işbirliği misyonunu sürdürüyorlar. Bu yapıların Kürt toplumunun öz çıkarlarını temsil etmediği açıktır. Bir nevi objektif olarak köle Kürt ile devlet arasındaki ara halka sayılan kâhya konumundadırlar. Kâhya ise köle tarafından sevilmediğini bilerek varlığını efendisine bağladığından, kraldan daha kralcıdır. Efendisine yaranmak için her şeyi yapar. Kim daha fazla para verirse ona uşaklık etmeyi meslekten sayar. Bunlar günümüzde, genel efendisi kapitalist hegemonya ve onun yerel acentesi ulus-devletlere para, ekonomik vd. çıkarlarla bağlanmış, buna sahte Kürtçülükle maskelemiş benzer işbirlikçi aileleri de içermektedir. Bu türden yüze yakın aile iktidarla bağlantılı olarak zenginleştirilip, holdingleştirilirken, Kürt toplumu da aç ve işsiz bırakılıp bunlara muhtaç kılınarak bağlanmakta (bio-iktidar), onlar eliyle de işbirliği ettikleri iktidarlarla ve onların da efendisi küresel sermayeye bağlanmaktadır. Gerçek Kürtlükle alakaları yoktur. Bunlara, kendilerini AKP içindeki Kürt milletvekilleri ve onlarla sıkı ilişki ve işbirliği içinde Kürt-Haması veya Kürt-İslam sentezi versiyonu rolüne soyunanlar ile birlikte kapitalist hegemonyanın kontrolüne alınmış Barzani-Talabani Kürtlüğü, Avrupa’da da devşirilmiş ilkel milliyetçi reformist sahte Kürt liderlikleri örnek verilebilir. Bunlar üzerinden ısrarla kendi mantalitelerine uygun sahte bir Kürtlük oluşturmaya çalışıyorlar. Avrupa ve ABD’de on binlerce Kürt bunun için terbiye edilmektedir. Bunlar ABD, Avrupa partisidir.
Hangi Kürtlük Özgürlük Getiri?
Özgür Kürtlük, halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliği lehine, hegemonyadan bağımsız öz güce, öz iradeye dayalı demokrat sosyalist Kürtlüktür. Bu kategorideki Kürtler aslında tarihte epey direnmişler. Çok önemli direnişleri olmuş fakat sonuca gidememişler, teorik olarak kendilerini çözümleyememişler, dağ başlarına çekilmişler yazıya, siyasete, devlet olayına fazla bulaşmamış, kabileler ve aşiretler formunda varlığını devam ettirmişlerdir. Buna kapitalist çağda kabile ve aşiret dışına taşmış, beylik ve tarikat örgütlenmelerinde yer bulamamış, daha doğrusu dışlanmış geniş toplumsal kesimler de eklendi. Dolaylı da olsa kapitalist gelişme sonucunda oluşan mülksüzleşme, emeğini ücret karşılığında piyasada değerlendirme durumunda kalan bir proleterleşme de gelişti. Bunlar yarı çiftçi, ortakçı, mevsimlik ücretli işçi konumundaki kimseler, daha doğrusu kimsesizlerdi. Sayıları gittikçe artmaktaydı. Tabanda oluşan bu kesime, kategorik olarak Kurmanc, ‘Kürt insanı’ deniliyordu. Süreç içinde Kurmanclıkla Kürtlük çakıştı ki kapitalist çağda Kürt denildiğinde genellikle Kurmanc anlaşılıyordu. Bu süreçte Kürt üst tabakasının durumu, işbirlikçilikten öteye gidemiyor, iktidarda yer almanın karşılığı olarak Kürtlükten özellikle ulusal ve siyasi Kürtlükten büyük oranda kopuyor, çoğunlukla Kürtlüğe ihanet ediyordu. Onlara iktidara uşaklık etmekten başka bir yol tanınmamıştı. Dolayısıyla giderek kalabalıklaşan kesim Kurmanclardı. Kürtlük olgusu da esas olarak bu kesimin niteliği haline gelmişti. Kabile ve tarikat toplumundan ulusal topluma dönüşümün bu primitif, ilkel şekli giderek çağdaş Kürt toplumunu oluşturacak asıl kesim oldular. Serbest hale gelen işgücünün sahibi olarak Kurmanclar, sanayi devriminden yoksun oluştukları için ekseriyetle işsizdi. Ortakçılık, tarımsal alanda en çok gelişen yarı-proleterleşme biçimiydi. Ardından mevsimlik ırgatlık işgücü geliyordu. Sömürge ve yarı-sömürge toplumlarda yaşanan benzeri bir durumdu bu. Önce köylerde gelişen Kurmanclık, giderek kentlere doluşarak, varoşların esas kitlesi oldu. Yurtdışına göçün de temel kitlesiydi. Siyasi ve kültürel boşluk yaşayan bu kesimin, hegemonyadan bağımsız özgüce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün temel kitlesini oluşturması tesadüf değildi. Bunlar hegemonyadan bağımsız demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün sosyolojik ve tarihsel temelidir. Ki tarihte ilk kez 1970’lerden itibaren üçlü kuşatma altındaki nesne konumundan çıkarak kendi öz çıkarları adına politika yapan özne konumunu yakalayabildiler. Bu durum Öcalan önderliğiyle somutlaştı. Yoksul ve emekçi Kürtleri temsil eden bu çıkış, ihanet ve işbirlikçiliğe karşı sadece dar anlamda Kürt egemen sınıfı ve sınıflarını değil, Kürt halkının tarih boyunca sergilediği direnişlerini de doğru değerlendirerek, onu tarihte ilk kez kendi öz çıkarlarına dayalı politika yapan özne konumuna getirmeyi başarmıştır.
Hegemonyadan bağımsız, öz güce dayanan demokrat sosyalist Özgür Kürtlük, öyle Barzani Talabani gibi ucuz Kürtlük değildir. Derindir. Tarihte tanrıça-ANA’ya yapılan haksızlık, kulluk-köleliğe karşı ilk kadın direnişi İnanna’dan, kabilelerin direnişine, Zerdüşti ahlak devriminden, peygamberlik hareketlerinin olumlu mirasına, Spartaküs hareketinden sınıf mücadelelerine, demokratik ulus hareketlerinden kültürel, dini, ekolojist, feminist hareketlere kadar bütün sistem karşıtı deneyimlerden beslenen, nihayetinde kapitalist moderniteye alternatif demokratik modernite sistemini inşa görevlerine soyunan yerel olduğu kadar evrensel bir Kürtlüktür. Söz konusu olan Nemrut ve Firavunları daha da çoğaltan kapitalist çağın bireycilik, ulus-devlet, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik (pozitivizm) putlarını kıran çağdaş İbrahimî Kürtlüktür. Kapitalist modernitenin zihinlere hâkim kıldığı karanlığa karşı tanrıların elindeki ateşi çalıp, Kürt halkına ve halklara aydınlanmayı götüren çağdaş Prometheusçu Kürtlüktür. Ahlaki-politik toplum, demokratik özgür toplum ideolojisi ve zihniyet devrimi olarak Ortadoğu Rönesans’ını (Yeniden Doğuş) da başlatan Kürtlüktür. Roma köleciliğine karşı yoksulların ahlak ve vicdan hareketi olarak çıkış yapıp tek başına da olsa haksızlıkların, vicdansızlıkların üzerine yürüyen ve bu yüzden çarmıha gerilmeyi göze alan çağdaş İsa’nın demokratik toplum, ahlak, vicdan ve empati hareketinin güncellenmesidir. İslam’ı toplumcu, çoğulcu, ümmetçi-demokrat, hoşgörü, sevgi ve barışçıl özünden uzaklaştırarak, onu bir savaş, iktidar-saltanat ve baskı aracına dönüştüren Muaviye geleneğine ve zulmüne biat etmeyen Çağdaş Hüseyni bir Kürtlüktür.
Günümüzde de saltanat eksenli Siyasi İslam’ın tekçiliğine, kavmiyetçiliğine, milliyetçiliğine karşı toplum eksenli çoğulcu, ümmetçi, demokrat Kültürel İslamcı bir Kürtlüktür. Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik ulus-devletçi, milliyetçi, mezhepçi böl yönet çatıştır zayıflat kendine bağla oyunlarına dayalı yeni Haçlı saldırılarına karşı ümmetçiliğin demokratik güncellenmesi temelinde halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliğini savunan çağdaş Selahaddin Eyyubi iddiasındaki bir Kürtlüktür. Kapitalist dünya sistemin kâr kanuna tabi tekelci kapitalizmine karşı ahlaki politik toplum ekonomisi, anti tekel piyasa ekonomisi, doğayı ve ekolojik dengeyi tahrip eden endüstriyalizmine karşı ekolojik endüstrinin, toplumları “Demir kafese” alan ulus-devletçiliğe karşı yerel, bölgesel ve dünya demokratik konfederalizmine dayalı demokratik özyönetimin, demokratik uluslaşmanın, Ortadoğu ve dünya demokratik uluslar birliğinin öncüsü bir Kürtlüktür. Bir bütün olarak kapitalist modernite dünya sistemine alternatif demokratik modernite dünya sistemini, tüm güç dengesizliğine rağmen halklar lehine inşa etmeye soyunan direngen Kürtlüktür. Reel sosyalizmin devlet ve iktidar eksenli sosyalizm inşasının başarısızlığından çıkardığı dersler temelinde politik toplum, radikal demokrasi ve özgür ahlaka dayalı inşayı esas alan demokratik sosyalist Kürtlüktür. Kadın özgürlüğü eksenli doğa, toplum, zihniyet, ahlak ve politikanın uyumuna dayalı demokratik ekolojik uygarlığın, ilk ezilen kadınının dirilişi, özgür kadının, özgür eş yaşamın, jineolojinin temellerini atan Kürtlüktür. Özgür iradeli demokrat Kürtlüğü, özgür ve demokrat yurttaşlığı esas alan Kürtlüktür. Halkların özgür, eşit, gönüllü demokratik birliklerini savunan bir Kürtlüktür. İnkâr cumhuriyetinin çözümsüzlüğüne karşı demokratik cumhuriyeti, homojen tekçi ulus-devlet anlayışına karşı çoğulcu demokratik ulusçuluğu, üçüncü yol denilen demokratik anayasa ittifakının öncüsü bir Kürtlüktür. İşte Özgür Kürtlük böylesine özetlenebilecek kapsamlı, kadın eksenli tarihsel-toplumsal-ekolojik derinliği olan bir özgürlük çizgisidir. Öcalan ile temsilini bulan ve ‘90’lardan itibaren yerel, bölgesel ve küresel çapta Kürt halkının ilgisini çeken bu çizgiye karşı, kapitalist hegemonya, her parçada yapay, sahte ve saptırılmış bir Kürtlükle yanıt verdiler.
Nasıl ki 20. yüzyılın başlarında Türklükle hiçbir alakası olmayan kapitalist hegemonyaya bağlı ve kontrolünde sahte bir tekçi Türkçülük yaratıldıysa, ‘90’lardan itibaren de aynı hegemonyaya bağımlı ve kontrolünde sahte bir tekçi Kürtçülük yaratılmaya çalışılıyor. Nihayetinde bu tarihe kadar işbirlikçilikleri dahi kabul görmeyip ihanet konumunda varlıklarını sürdürebilen geleneksel işbirlikçi feodalleri, hegemonyadan bağımsız özgür ve demokrat Kürtlük lehine kontrollerinden çıkan Kürt halkının başında bir kontrol aracı olarak yeniden yapılandırıldılar. Ki kapitalist çağın başlarında Hamidiye Alayları, ’80’lerden sonra Koruculuk olarak denenen bu tarzı siyaset, ‘90’lardan itibaren farklı bir şekilde parçacılık olarak güncellendi. Bunlar kullanılarak, kontrollerine girmeyen hegemonyadan bağımsız öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğe bir alternatif yaratılmaya çalışılıyor. Bu kendi Kürdünü yaratma politikasıdır. Bir nevi Osmanlı dönemindeki Hamidiye Alayları ve Seyit Abdülkadir çizgisinin güncellenmesidir. O dönem İngiltere kontrolünde İstanbul hükümeti ne derse onu yapan bu çizginin sonu da vahim olmuştu. Şimdi de ABD kontrolünde, yeşil sermaye hegemonyası ile buluşturularak, onlar ne istiyorsa onu yapıyorlar. Ulusal birlik kongresinden çekilmelerinin nedeni de budur. Hâlihazırda tüm yaptıkları, halklar lehine hegemonyadan bağımsız öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğü tasfiye karşılığında varlığını sürdürmedir. Unuttukları şey ise, kendi varlıklarının sebebi olanları tasfiye ettiklerinde, yani bindikleri dalı kestiklerinde kendilerinin de düşeceğidir. Bunlara bir kırıntı veriliyorsa bu, özgür ve demokrat Kürtlüğün tasfiyesinde rolleri karşılığındadır. Statü dedikleri de bunun ürünüdür. Öyle ABD’ye filan dayanılarak, mandacılıkla statüler elde edilemeyeceği de deneyimlenmiştir. Ki elde edilse bile sonuçları Mahabat, Cezayir örneği gibi olmaktan öteye gidemez, yani kalıcı değildir; ABD desteğini çektiği anda biterler. Bunların statü dedikleri şey, halklar lehine hegemonyadan bağımsız, öz güce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün, halkların özgür, eşit, gönüllü demokratik birlik çizgisinin tasfiyesi şartıyla tanınmış, onun yan ürünleri konumundadırlar. Dolayısıyla asıl olan (özgür ve demokrat Kürtlük) tasfiye edilirse yan ürünlerinin de tasfiye olacağını kestirmek zor değildir. Her halükarda asıl olan, Kürtler ve halklar lehine bütün gelişmelerin anası Kürt halkının özgürlüğü ve özgürlük iradesidir ki bu çizgiden asla taviz verilemez. Öcalan’ın deyimiyle işbirlikçi feodal Kürtlüğe sığınmak bir ilke ihanetidir; bunlara karşı Özgür Kürtlük çizgisi, Beritan çizgisidir.
Sonuç olarak günümüzde sahte Kürtçülüğü maske olarak takan işbirlikçi unsurların esas rolü, Özgür Kürtlüğü tasfiye karşılığında kişisel, ailevi etkinlik ve ekonomik çıkar elde etmektir. Bunu teşvik eden küresel sermayenin iktidara getirdiği yeşil sermaye hegemonyasına verdiği rol de, geleneksel katı imhacı çizgi yerine liberal yumuşak imhacı çizgiyi uygulamaya geçirmektir. Bazı işbirlikçi aileleri holdingleştirilerek işsiz, güçsüz muhtaç bırakılan Kürtleri kendilerine, kendileri üzerinden yeşil sermayeye onlarla da küresel sermayeye bağlıyorlar. En önemlisi de bunlar üzerinden sanki burjuva liberal bir Kürtlük varmış gibi bir hava yaratılmaktadır. Bunlar bireysel haklara evet, kolektif haklara hayır diyor. Oysa nasıl ki cemaatinden kopuk bir Müslüman olmazsa, toplumundan kopuk bir Kürtlüğün de olamayacağını gayet iyi biliyorlar. Ama kişisel, ailevi etkinlik ve ekonomik çıkarlarını güvenceye almak için liberalizm, milliyetçilik ve sahte Kürtçülüğü bu işte bir paravan olarak kullanıyorlar. Varlıklarını hegemonyadan bağımsız demokrat sosyalist Kürtlüğe karşıtlık üzerine inşa eden bu yapılar, sanki Kürtlüğü can veriyorlarmış gibi gösterilip gerçekte Özgür Kürtlük yerine ikame edilmeye çalışılmaktadır. Bu kendi Kürdünü yaratma politikası, işbirlikçi ağalara, aşiretlere, şeyhlere dayanıyor. Barzani ve Talabani de şeyhliğe dayanıyorlar. Bunların Nakşicilik ve Hizbullah ile bağlantıları var. Dini bir istismar aracı olarak kullanıyorlar. Bunlar, görünüşte Kürtçüdürler ama özünde özgür ve demokrat Kürtlerin büyük bedeller pahasına yarattığı değerleri içten kemiren, ağacın kökünü yiyen kurtçuklardır. Bilerek veya bilmeyerek küresel sermayenin dayattığı yumuşak imhacı çizginin hedeflediği zamana yayılmış Kürt kültürel soykırımını meşrulaştırma rolünü icra ediyorlar. Kürtlüğün özgür hiçbir alanını tanımıyorlar. Hunbabaya karşı Enkidu örneğinin günümüzdeki sürdürücüleridirler. Ekonomi, sanat, siyaset alanına kadar her alanda kullanılıyorlar. Halen varlıklarını özgür ve demokrat Kürtlüğü tasfiye şartına bağlı olarak sürdürüyorlar. Bu işi yine küresel hegemonyanın iktidara getirdiği yeşil sermaye hegemonyasıyla birlikte yürütüyorlar. Türk-İslam sentezinin Kürt-İslam sentezi versiyonudurlar. Hegemonyadan bağımsız özgüce dayalı demokrat sosyalist Özgür Kürtlüğün hedefi ise, halklar lehine demokratik modernite sistemini yerel, bölgesel ve küresel çapta inşa etme temelinde kendisiyle birlikte iç içe yaşadığı halkları özgürleştirmektir. Demokratik anayasalarla güvenceye alınmış halkların özgür eşit gönüllü demokratik birlikleri temelinde Demokratik Türkiye, Demokratik Suriye, Demokratik Irak, Demokratik İran ve hepsinin bileşimi Demokratik Ortadoğu Birliğini sağlamaktır.
Yoruma kapalı.