Ortadoğu’da yaşanan çatışmalara yönelik güncel ve görünen ile sınırlı yapılan tartışmalar ve değerlendirmelerde; çözülemeyen ulus-devlet sınırlarından kaynaklı itilaflar, geçmiş yüzyılda bastırılan kimliklerin isyanı, mevcut iktidar kavgaları, enerji koridorların kontrolü, sömürgecilik, yeraltı ve yerüstü kaynakların kontrolü, kültür ve din çatışmaları vb. bir çok başlık öne çıkıyor. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar tüm bu başlıkları içinde barındıran güncel ve görünen yanlar olmakla birlikte hakikat bununla sınırlı değildir. Bu başlıklara sınırlanmış değerlendirmeler gerçeği bütünsel görmeyi engellemektedir. Bütünlüklü görememek yaşanana anlam vermeyi engellediği gibi, çıkış olanaklarının görülmesini de engellemektedir. Öyle ise yaşananı nasıl anlamlandırmamız gerekir? Toplumda yaşananlar bugün görünür olanlarla sınırlı değildir. Toplumsal tarihe bütünlük içinde bakmak gerekir. Toplumsal tarihin akışını, demokratik uygarlık ile devletli uygarlığın mücadelesindeki sürekliliği görmek gerekir. Aynı zamanda mücadeledeki mekanı es geçmemek önemlidir. Her iki uygarlığın doğuş mekanı Ortadoğu olmuştur. Güncel anlamda mücadelenin temel mekanı yine Ortadoğu olmaktadır. Bu genel tespiti yaptıktan sonra bu tarihsel akışa ve savaşa/mücadeleye bakmaya çalışalım. Geçmişten gelen bu tarihsel mücadelenin günümüze yansımaları ve sonuçlarını açmaya çalışalım.
Öncelikle tarihe bu iki ana hattan bakmak egemen tarihin, demokratik uygarlığın tarihini yok sayarak ve çarpıtarak yazmaya çalıştığı tek gerçek dayatması ile ideolojik bir hegemonya kurma isteğini açığa çıkarmak önemlidir. Bu tarihsel mücadeleyi zihinsel düzeyde başardığı oranda egemenliğini mutlak olarak ilan etmeye her dönem heveslenmiş, heveslenmeye devam etmektedir. Oluşturmak istediği zihinsel hegemonyada öncelikli çarpıttığı durum; devletin kendisini toplumla sürekli özdeş tutmasıdır. Ancak hakikat bunun tam tersidir. Toplumun varoluşu ve kendini geliştirme süreci, devletleşme ve uygarlaşma öncesi çok farklı formlarla var oldu. Halen de tüm baskılara ve kıyımlara rağmen var olma mücadelesi yürütüyor. Demokratik uygarlık, devletli uygarlık öncesi var olan, halen var olma mücadele ve direniş dinamiğini taşıyan toplumsallıktır. Demokratik uygarlığın köklerinin en güçlü olduğu Ortadoğu’ da devletli uygarlığın güncel formu olan ulus-devletin kabul görmemesi ve temel çatışma ve gerilim düzlemi olmasının altında yatan gerçek bununla alakalıdır. Ulus-devlet inşa sürecinin barındırdığı bu gerilim, çatışmayı sürekli kılmaktadır.
Demokratik uygarlığı oluş mekanının Ortadoğu olmasının yanı sıra sürekli olarak devletli uygarlık güçlerine karşı yürüttüğü direnişteki süreklilik ve bu direnişi farklı formlarla sürdürme kararlığı ile tarihsel toplum kültürünün gelişimi, önemli bir kültürel gelenek ve dinamik yaratmıştır. Bu tarihsel toplumsal kültür geleneği her dönem devletli uygarlığa karşı en güçlü direniş odağı olmuştur. Ulus-devlet eliyle geliştirilmek istenen toplum mühendisliği ile toplumsal kültür yok sayılarak, çarpıtılarak homejen bir ulus- devlet vatandaşlığı/topluluğu yaratılmak istendi. Ancak bu başarılmadı. Bir çarpıtma olarak dile getirilen bu direnişin temsilcileri; tekçi, bağnaz ve baskıcı ulus-devletle /yapılar değildir. Tam tersine görünmez kılınmaya çalışılan Ortadoğu’nun toplumsal kültürel geleneğidir.
Devletli uygarlık ile demokratik uygarlık arasındaki önemli çatışmalardan biri merkez çevre ilişkisidir. Demokratik uygarlığın oluş ve karakteri tarım-köy toplumudur. Ancak devletli uygarlık iktidarı derinleştirme ve hükmetme karakteri gereği tarım-köy toplumu etrafında ikinci bir halka olarak gelişen kentleri temel mekan haline getirerek, toplumu parçalayıp sınıflaşmayı geliştirerek iktidarını derinleştirmeyi ve yaymayı sağlamıştır. Birbirini bütünlemesi gereken kır-kent ilişkisi bozulmuş, kent merkez alınarak tarım-köy toplumuna karşı sürekli bir savaş hali dayatılmıştır. Bu savaşta, Avrupa modernizmi ile geliştirilen ve yaygınlaştırılan demir-kömür uygarlığı, Ortadoğu’nun tarım-köy uygarlığına karşı tam bir işgal ve yağmaya girişmiştir. Doğa ve toplum kırımına dönüşen bu saldırıya karşı tüm coğrafyaya yayılan bir direnişin varlığını da görmek gerekir. Aynı zamanda sınıflaşmaya karşı bir direniş de söz konusudur. Köleleşmemek, serfleşmemek ve işçileşmemek için direnen toplulukların varlığı söz konusudur. Bastırılmayan etnisite direnişi bunu temsil etmektedir.
Demokratik uygarlığın yaratıcısı kadına yönelik saldırılar çok yönlü olmuştur. İdeolojik, siyasal ve ekonomik olarak sürdürülen bu saldırılarda; destan, efsane, felsefe, din ve bilim araçsallaştırılarak hakikat parçalanmaya çalışılmıştır. Zihniyet düzeyinde epeyce yol alan devletli uygarlık kadını her düzeyde köleleştirmek için tüm iktidar biçimleri ile kadın direnişini bastırmaya çalışmıştır. Kadın bilgeliği, ilkellik diye yaftalanarak yok sayılmış veya el konularak gasp edilmiştir. Batı biliminin doğu bilgeliğine oryantalist bakış hali bu alanda da çatışmayı yoğunlaştırmıştır. Üstü örtülmeye çalışılan bu bilgelik kanal bulduğu her yerde başak vermektedir. Kadın bilgeliği ve direnişçiliği bin yıllara dayalı hanedanlıktan tutalım, kent devletlerine oradan imparatorluklara, oradan despotik ulus- devletler aracılığı ile bastırılmıştır. Ancak bu kadın direnişçiliğinin yok olduğu sonucunu doğurmaz, tam tersine hep direniş halinde olan bu demokratik uygarlık çizgisi doğru bir önderlik ve paradigmanın yanı sıra sürekli ve kararlı bir örgütlenme ve eylem çizgisi ile “..kadının binbir kılıfa bürünmüş objektif direnme gerçeği..”[1] Ortadoğu topraklarında güçlü bir çıkış yapabilmiştir. Kürdistan’da başlayarak Ortadoğu’ya ve oradan da tüm dünyaya yayılan “Jin Jiyan Azadi” bu hakikatle ilişkilidir.
Tarihte sürekli mücadele içinde devam eden devletli uygarlık-demokratik uygarlık çatışması güncelde de farklı biçimlerde devam etmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde yürüyen bu çatışmanın en yoğun yaşandığı mekan yine Ortadoğu olmaktadır. Buna tarihsel hesaplaşmanın güncel yansıması diyebiliriz.
İki uygarlık arasında yoğunluklu çatışmalar kendi içinde aynı zamanda uzlaşıyı da barındırmıştır. Çünkü “Yok edici uçlar bulunsa bile esas olan, karşılıklı bağlılık ve birbirlerini besleyerek (simbiyotik ilişki) gelişmedir. Toplumun doğasında daha çok bu diyalektik öz işler.”[2] Ancak bugünün farkı; bu tarihsel birikimin karakterinin ağırlıklı olarak uzlaşının ve çatışmanın yoğun olarak iç içe geçişi şeklindedir. Devletli uygarlığın tarihsel olarak biriktirdiği sorunlar artık içinden çıkılmaz bir duruma gelmiştir. Özellikle derinleştirerek geliştirdiği cinsiyetçilik, sorunları büyüttüğü gibi kadın direnişçiliğini de yaygınlaştırmıştır. Artık bu haliyle kadınlar bu uygarlığı kabul etmiyor. Ayrıca insan merkezli üretim anlayışı eko-sistemin sürdürebilme sınırlarını ulaşmış durumdadır. Kapitalizmin üretim ve tüketim ilişkisi sürdürülemez olduğu için ekoloji merkezli direnişlerde gelişmiştir. Söz konusu iki durumla gelinen aşama, demokratik uygarlığın inşasının olanaklarını artırmıştır. Bu olanaklar göz önüne alındığında bu çağa “demokratik uygarlık çağı”[3] denilmesi anlamlıdır.
Bir çağı kazanmak onun paradigmasını oluşturmak, örgütsel formlarını inşa etmek ve eylem gücünü-biçimini ortaya çıkarmak gerekir. Demokratik uygarlık paradigması tam da bu ihtiyaç ve tarihsel birikimin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Kendi kökleri üzerinde filizlenmesi gereği de Ortadoğu’da yaşam bulması anlaşılırdır. Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi, demokratik uygarlık güçlerinin, topluluklarının ortak mücadele formu olarak tanımlanmıştır. Güncel çatışmanın derinleşmesinde bu genel yaklaşımın olduğunu yadsımamak gerek. Demokratik Ortadoğu Konfederalizmin’in karşı kutbu olarak gelişen, ABD-AB’nin başını çektiği, despotik ulus-devletler ve işbirlikçi yapıların geliştirdiği Büyük Ortadoğu Projesi bulunmaktadır. Bugün Ortadoğu’da 3.Dünya savaşı diye tanımlanan durum tarihsel olarak var olan iki uygarlık arası çatışmanın güncel durumudur. Çatışmanın mekanı her ne kadar Ortadoğu olsa da etkileri yakın ve uzak coğrafyalara yansımaktadır. Demokratik uygarlık çağı karakteri gereği demokratik uygarlık güçleri için daha fazla olanak barındırmasına rağmen neden halen sorunlar yaşanmaktadır ve istenilen yol henüz alınmamış, görünürde devletli uygarlık güçlerinin hakimiyetinden bahsedilmektedir? Bu durumun nedenini demokratik uygarlık güçlerinin devrimi nasıl tanımladığında, nasıl yol aldığında ve yanı sıra yaşanan işbirlikçilik ve ihanetlerde aramak gerekir. İhaneti ve işbirlikçiliği salt görünen üzerinden değerlendirmek sorunun anlaşılmasını sağlayamayabilir. Görüneni tanımlamak ve çözüm bulmak kolay, ancak görünmeyen olan esas engelleyicidir ve devrimin kaybetmesine neden olmaktadır. Yazının kalan bölümlerinde daha çok bunları açmaya çalışacağım.
- Demokratik Uygarlık Çağı içinde uzun soluklu bir mücadeleyi ve uzlaşmaları da barındırarak devam etmektedir. Bundan dolayı kolay ve hızlı kazanımlarla kendini sınırlandırmak, sadece “an”a sıkışmış bir yaklaşım geliştirmek, toplumsal tarihinin bütünlüğünü görmeyi engellemektedir. Bu durum toplumsallığı yok sayan bir anlayışın gelişmesine ve kendisiyle başlatılan ve kendisi ile bitirilen bir mücadele anlayışının sonucu olarak büyük kayıpların yolunu açmaktadır. Toplumsal inşanın uzun ve meşakkatli bir durum olduğunu unutmakla birlikte, liberalizmin körüklediği bireyciliğin bir yansıması olarak “mutlak sonuç” odaklı beklentiler büyük yalpalanmalara ve çizgisel kayışlara neden olabilmektedir. “Direniş, isyan ve inşa çalışmalarını bir yaşam biçimi haline getirerek, özgürlük inisiyatifini elden bırakmadan, sistemin tüm güçleriyle yerinde ve zamanında uzlaşmalara varmak daha çok geliştirici ve kazandırıcı bir yöntemdir.”[4]
- Demokratik uygarlığın tarihsel olarak biriktirdiği direniş kültürünü kavrayamama, güçlü toplumsal gelenekler yerine devletli uygarlığın güncel sunduğu araçlar ile sınırlı yol alışlar köksüzlüğü geliştirdiği için, iktidar bloğunun hegemonyası karşısında yaşanan zemin kaybı, karşıtlık üzerinden iktidarı yeniden üretir. İktidarı direnişte yeniden üretmek bir yanıyla toplumun başarma umudunu kırarken, diğer taraftan direniş odakları içinde yeniden üretilen iktidar odakları devletli uygarlık güçlerinin genişliğine ve derinliğine yayılımını sağlamaktadır.
- Yine kolay kazanmak adına; demokratik uygarlığın inşası için Ortadoğu’da mücadele edilmesi gereken ilkel milliyetçiliğe, bağnaz dinciliğe ve dogmatik solculuğa meyletmek topluma kaybettirmektedir.
- Demokratik uygarlığın inşasında temel olan kadın, ekoloji ve demokrasi kolonlarını güçlendirecek her çalışmanın önünü açmak, güçlendirmek gerekir. Buna mesafeli durma, “şimdilik zamanı değil” diyerek, önceliklere başka şeyleri koymak bu kolanları zayıflatmaktadır.
- Bu mücadelede en büyük yanılgı; devletin kendini yaşatmak için demokrasi ile cilalanmasına kanmaktır. Ayrıca demokratik uygarlık güçlerinin devlete yönelmesi; birikmiş olan devrim olanaklarının heba edilmesidir. Devlete karşı toplumu savunarak yol almak önemlidir. Bu anlamda demokratik siyasetin geliştirilmesi en önemli yol alış olurken, devletlerin demokratik siyasetin gelişiminin önünü kesmek için geliştirdiği her müdahalede bu yoldan vazgeçme hali iktidar güçlerinin istediği yola girilmesine neden olmaktadır. Demokratik siyasetin toplumun demokratikleşmesi için en temel yol alış olduğunu unutmak, demokratik uygarlık inşasından geri çekilmektir.
- Demokratik uygarlığın inşası yerellik ve evrenselliğin birlikte yol alışı ile mümkündür. Ancak Ortadoğu’da gelişen hegemonik güçlere tepkisellik adına aşırı yerele kapanma; kültürel, siyasal ve toplumsal ilişkilerin gelişmemesi ile içe kapanmayı, ittifaklarını geliştirilememesi ile yalnızlaşmayı ve akabinde yenilgileri getirmektedir. Evrensellikten kopan bu yerellik ile gelişen yerel iktidarlar aracılığı ile en büyük işbirlikçiliğin geliştiği aşikardır. Ayrıca toplum gerçekliğine ve yerele dayanmayan bir evrensellik, başka bir yerelin “evrensellik” adına kurduğu hegemonya ile homojen bir toplum mühendisliğinin aracına dönüşmektedir. Bunlar toplumsal yıkımın en önemli nedenleridir, topluma ihanettir.
- Demokratik uygarlığın inşa gücü ve paradigması ile oluşmuş programı, örgütsel formları ve eylem anlayışıyla yol almak önemlidir. Ancak geçmişten bugüne gelen alışkınlıklar ve aşırı karşıtlık üzerinden gelişen konumlanışlar sapmaları doğurmaktadır. Demokratik uygarlık paradigmasının kavramları ile düşünmek yerine egemen olan Avrupa merkezli sosyolojinin kavramları ile Ortadoğu’da yol almak mümkün değildir. Aynı zamanda iyice iğdiş edilmiş dini kavramlarla yol almak da mümkün değildir. Bundan dolayı bir an bile demokratik uygarlık paradigması ile düşünmekten, onun örgüt ve eylem anlayışında vazgeçmek devrime kaybettirmektedir. Güncel olarak bu iki uygarlık çatışması kapitalist modernite ve demokratik modernite olarak sürmektedir. Bu anlamda kapitalist moderniteden yaşanan her kopuş, demokratik modernite ile bağı güçlendirir.
- İki uygarlığın var olma hali bizim günlük yaşam pratiklerimizde ve eylemlerimizde hayat bulmaktadır. “Her gün kalkıyoruz ve kapitalizmi yaratıyoruz, neden başka bir şey yaratamıyoruz?”[5] bu soruyu her gün kendimize yeniden sormak zorundayız. Hangi eylemlerimiz toplumu, hangi eylemlerimiz devleti güçlendiriyor. Hangi eylemimiz doğayı güçlendiriyor? Hangi eylemimiz ekolojik yaşamı yok ediyor? Bu sorularla günlük eylem ve yaşamlarımızı sorgulamazsak devrimi üretiyoruz diye düşündüğümüz eylem ve yaşam pratiklerimiz bir de bakmışız bizi tam da karşı devrim yanında konumlandırmış olacaktır. Ayrıca zorunluklara ve “gerçek”liklere sığınarak kendimize bir meşruiyet aramayı hiçbir şekilde kabul etmememiz gerekir. Tam da budur ihanet.
Demokratik uygarlığın inşası bizim neyi nasıl ele aldığımız ve nasıl yaptığımızla ilgilidir.
“Yeter ki öz paradigmamızla bakmasını bilelim, seçip ayıralım ve yazmasını bilelim!”[6]
Yoruma kapalı.