“Ülkelerin sütü için başkaldırdık,
Tarihlerin balı için baş kaldırıldık,
Sarnıçların suyu için başkaldırdık,
Çobanların kepeneği için baş kaldırdık,
Şafakların yabani gülleri için başkaldırdık,
Karıncaların akşam yemeği için başkaldırdık,
Taşların şerefi için başkaldırdık.”
Renas Jiyan
Kürt şair Renas Jiyan bu şiirde başkaldırı eylemini Kürtlerin tarihsel ve kültürel sosyolojisi ile örtüşen içerik ve duygu yoğunluğuyla ifade ediyor. “Em Livirin” mottosu ise başkaldırının günümüzde politikleşmiş Kürt duruşuna ve kararlılığına gönderme yapıyor. 24 Haziran seçimlerinde HDP’nin seçim şarkısı ve seçim mottosu olarak kabul edilen “Em Livirin” 2009’da başlayan KCK davalarında Kürt siyasetçilerinin mahkeme salonlarında, yoklamalar sırasında ana dilinde gerçekleştirdikleri sivil itaatsizlik eylemini sembolize ediyordu. Motto, esas itibariyle kaynağını Kürtlüğün tarihsel direngenliğinin güncelendiği bağlamdan almaktadır. Kürtler bu motto ile dosta-düşmana, kadına-erkeğe, doğuya-batıya, geçmişe-geleceğe, kahramana-ihanetçiye, ölüye-diriye şunu söylüyor: “Buradayız… Bütün acımız, neşemiz, kederimizle; bütün kayıplarımız, kazanacaklarımız ve ütopyalarımızla; bütün pişmanlıklarımız, doğrularımız ve yanlışlarımızla em livirin-buradayız. Hiçbir yere gitmedik, gitmiyoruz.”
Em livirin-buradayız mottosu; politik, iktisadi ve kültürel coğrafyasıyla bütünleşen bir halkın kararlılığının kristalleşmiş hali gibidir. Kürtler gecikmiş ulusallığa, kaybedilen zamana, yapılmış ihanetlere ve kurulan tuzaklara karşı yeni bir yaşamı örüyor; hataları düzeltmek, tarihi yeniden yazmak, dünya halkları içinde hak ettiği yeri almak ve kendi kaderini kendisi belirlemek istiyor. Yaptığı bu zorunlu ve gecikmiş tercihin zamanında ödenmemiş bedelini ödüyor; değişiyor, değiştiriyor, yükseliyor. Bu yazıda yükselen Kürtlüğün yolculuğuna bakacağız. Tüm baskı, şiddet, gözaltı, sürgün, inkar, imha, asimilasyon, eliminasyon ve iç ihanetlere rağmen Kürtler nasıl ayakta kalabildi, varlığını nasıl korudu ve hangi politik bilinç ile hareket ederek bugüne gelebildi? Yazıda bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.
Öz Bilinç İle Yaşamayı Öğrenmek
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ırk ayrımına karşı mücadele eden halk önderi ve Siyah Bilinç Hareketi’nin kurucusu Steve Biko “Siyah Bilinci” adlı çalışmasında kendi öz bilinci ile düşünmenin, siyahinin varlığının bir bütün olarak görünmesini sağlar; onu daha az bağımlı yapar; insan oluşunu ifade etme yolunda daha özgür kılar ve insan oluşunun önemini küçümsemeye yönelik herhangi bir girişime tahammül etmez. Siyah bilinci, siyahi bireye bir duruş kazandırıyor. Biko, siyahların salt siyah olduğu için baskı gördüğüne inanıyordu. Baskıya karşı bütünleşmek ve birleşik bir grup olarak karşı koyabilmek için “siyahi” kavramınının daha fazla kullanılması gerektiğini düşünüyordu. Tıpkı Polat S.Alpman’ın Esmer Yakalılar adlı çalışmasında Kürt olduğu için yoksul, Kürt olduğu için sürgün, Kürt olduğu için yersiz-yurtsuz, Kürt olduğu için devletsiz, Kürt olduğu için her türlü haktan mahrum olduğunu düşünen Kürtler gibi… Direnişle inşa edilen Kürtlük bilinci de siyah bilincine benzer etki ve sonuçlar yarattı.
Steve Biko siyahlara “artık siyahlar olarak kendi meselemiz hakkında konuşmaya başlayalım” diyordu. Biko’nun siyahlarında olduğu gibi Kürtler de nihayet kendi meseleleri hakkında “konuşmaya” ve “Kürt bilinci” ile yaşamaya başladı. Başkalarının davası için hep kendini “feda” eden Kürtlerin kendileri hakkında konuşmaya başlaması, öz bilinciyle barışık yaşamı öğrenmesi ve bu bilinci örgütlemeye başlaması egemenlerin manipüle ettiği tarihin yeniden yazılmasını beraberinde getirmiştir. Yeniden yazılan tarih ile yükselen Kürtlüğün aktüel dünyasını bir arada gören yerden devam edelim.
Modern Ulus Devlet ve Kürtler
Birinci Dünya Savaşı hanedanlığın altın çağının sona erdirirken dünya siyasetinde Habsburglar, Romanovlar ve Osmanlıların sülale devri de bitmişti. Bu noktadan itibaren “ulus-devlet” küresel norm haline geldi. Ancak 20. Yüzyıla dönüp bakıldığında halkların kültür, dil ve aidiyetlerini devletleştirilerek inşa edilen ulus-devlet normunun başarısız bir proje olduğu, iki dünya savaşı sonucunda oluşan yıkım, göç, yoksulluk, faşizm, ırkçılık ve nefretten anlaşılmaktadır. Buna rağmen ulus-devlet organizasyonları hala dünya siyasetinin en belirleyici siyasi formu olarak hala varlığını koruyor.
Yeni çağın siyasi, iktisadi ve kültürel organizasyonu olarak inşa edilen ulus-devlet modelinin belirleyici olduğu yeni dünya düzeni, inceltilmiş şiddet stratejileriyle ayakta kalabildi. Ulusal şiddet ritüelleri ezilen halkların bedeni üzerinde yeni sınırlar, teller ve prosedürlerle sembolize edildi. Bu yönüyle ulus-devlet normu, ezilen halklar, sınıflar ve kimliklerin sömürgeleştirilmesi için egemenlerin inşa ettiği modern şiddet formu olarak tanımlanabilir. Hakeza sömürgeleştirme teknikleri modern ulus-devlet formuyla güncellenmiştir.
Sömürgeleştirmenin psikopatolojisi üzerine çalışmış olan Frantz Fanon’a göre sömürgecilik, kurallarını hükmedilen ülkenin bugününe ve geleceğine dayatmaktan ibaret değildir. Sömürgecilik, yalnızca bir halkı pençelerine almak ve yerli halkın beynini tüm biçim ve içerikten boşaltmakla yetinmez. Bir tür sapık mantıkla, ezilen halkların geçmişine yönelir ve onu çarpıtır, bozar ve yok eder. Kürdistan coğrafyası üzerinde yaşayan topluluklarla birlikte Fanon’un tarifiyle örtüşen, dahası bu tarifleri aşan fetih-sömürü düzeneklerine maruz kaldı. Ulus-devlet mimarisinin yarattığı sınırlar, prosedürler, fiziki imhalar ve düzenlemeler; Kürt coğrafyasına, tarihine, sosyolojisine; kültür, dil ve aidiyetlerine fazlasıyla zarar verdi. Devlet rapor ve planlarında “Kürdistan fethedilmesi[1] gereken uzak bir kolonyal diyar, Kürtler ise uysallaştırılması gereken bir koloninin mensupları” olarak kodlandı. Okullar, camiler ve piyasa ekonomisi asimilasyonun aparatları olarak işlev görürken, yakın dönemde HES’ler, maden ocakları ve yangınlarla coğrafya üzerinde sömürgeleştirme pratikleri inceltildi ve genişletildi.
Kürtler ulus-devletlerin nizami-gayri nizami şiddet ritüellerine en çok maruz kalan halkların başında gelmektedir. Monarşiden cumhuriyete, imparatorluktan ulus-devlete giden süreçte şiddet ritüelleri içerik ve yöntem bakımından değişime uğrayarak doğrudan Kürt halkına yönelik etnik temizliğe dönüştü. Abbas Wali’ye göre İttihatçıların hazırladığı imha proje ve stratejiler olduğu gibi yeni cumhuriyet rejimi tarafından uygulandı; yok etmeyen imparatorluğun yerini etnik temizlik yapan ulus-devlet aldı. 1848 ve 1880’lerde Kürt etnisitesi hedef değilken, 1925 ve 1937’de Kürt etnisitesi, dili ve kültürü doğrudan ulus-devletin hedefi haline geldi.
Ulus-devlete dayalı rejimlerin çoklu şiddet pratikleri zamana ve mekana uyarlanmış “özel hukuk” biçimleriyle hayata geçirildi. Umumi Müfettişlik, Şark Islahat Planları, Askeri darbeler, Ohal dönemleri ve Kayyım rejimi özel hukuk pratiklerinin kavramsallaştırmalarıdır. Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi, Ernst Fraenkel’in İkili Devlet tezi, George Agamben’in İstisna Hali tezi, ulus-devlet rejimlerinin dört parça Kürdistan’da işlettiği şiddet odaklı özel yönetim paradigmalarının neredeyse aynısıdır. Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Naif Bezwan, esas olarak bir müstemleke yönetim tarzı olan bu tip doğrudan yönetimlerin, Cumhuriyet hükümetleri tarafından değişik ölçekte ve yoğunlukta Kürtlerin bir millet olarak tarih sahnesine çıkmasını mümkün kılan bütün unsurların ortadan kaldırılması üzerine inşa edilen bir devlet doktrini olarak formüle edildiğini ve uygulandığını söylüyor.
Kürdistan coğrafyasının pay edildiği dört egemen devlette monarşiden cumhuriyete, imparatorluktan ulus-devlete giden süreçte şiddetin sürekliliğine karşı eş zamanlı ve doğal bir refleks olarak Kürtlerin direniş ve örgütlenme stratejileri de süreklileşti. 1920’lerin başında Rojhelat Kürdistan’ında ortaya çıkan Sımko direnişi, Güneyde Berzenci, Bakur’da Koçgiri direnişi; 1806’daki Babanlarla başlayıp Bedirxan Bey ve Şeyh Ubeydullah ile devam eden ulusal damarın uzantısıydı. Bu damar ulus-devletlerin sömürgeleştirme pratiklerine paralel şekilde 21. Yüzyıla kadar uzandı. Darbeler ve özel tekniklerle yönetilen süreçler Kürtleri bir taraftan kırımdan geçirirken diğer taraftan dönüştürdü. C.Schmitt’in dediği gibi cemaat savaş anında politikleşti. Egemenin şiddet seansları, Kürt halkında zorunlu olarak örgütlü ve politik bilincin oluşumuna yol açtı. Çok dilli, çok kimlikli yapı üzerine inşa edilen ulus-devlet ethosu şiddeti tek yol olarak kullandıkça Kürtler politikleşti, Kürt meselesi devletlerin temel krizi haline geldi.
Türklerin Neşeli, Kürtlerin Travmatik Doksanları
Doksanlı yıllar Kürt meselesinde başlı başına irdelenmesi gereken tarihsel bir parametredir. Bu süreçte Kürtler ve Türklerin doksanları arasında oluşan dramatik fark dikkat çekicidir. Türkiye’nin batısında neşeli doksanlar, Kürdistan’da ise travmatik doksanların arasında açılan makas bugünkü kırılmaların habercisiydi. Bu yıllarda neo-liberalizmin kuralsız dönüşümüne ek olarak cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan çıplak devlet şiddetinin genişletilmiş halleriyle boğuşmayı sürdüren Kürtler; monarşiden cumhuriyete, imparatorluktan ulus-devlete egemenin kesintisiz inkar, imha, asimilasyon, eliminasyon stratejisinin güncellenmiş tekniklerine karşı zorunlu olarak çeşitli direniş ritüelleri geliştirerek karşı politik-stratejik kapasiteyi büyüttüler.
12 Eylül cuntasında Diyarbakır 5 Nolu hapishanesinde yaşanan vahşetin tetiklemesiyle başlayan radikal savaş dalgası Kürt meselesini bambaşka bir aşamaya taşıdı. Savaş, ölüm, göç ve yoksulluğun yükseldiği bir eşikte Kürtler için kimlik, kültür, dil ve özgürlük mücadelesi geri dönülemez bir aşamaya geldi. Radikal devlet şiddetiyle üretilen kuşatmalar rastgele veya kendiliğinden değil, belli bir disiplin ve kararlı duruş ile aşılmaya çalışıldı. Kürt Teali cemiyeti ile başlayan ve Kürt direnişinin yükselmesinde belirleyici olan Newroz kutlamaları doksanlı yıllarda Kürt umudunun inşasında tarihsel bir momenttir. Devrimci Kawa Kürdistan’ın Spartaküs’ü olarak hafızlardaki yerini alırken, Diyarbakır beş nolu cezaevindeki vahşeti protesto ederek yaşamına son veren Mazlum Doğan ise Çağdaş Kawa olarak tarihe geçti. Med Tv, Özgür Gündem, Partileşme süreçleri ve MKM’nin kültürel faaliyetleri doksanlarda yeni Kürt direnişinin kurumsallaştığı alanlardı.
Ulusal Bilincin Yükselmesi
Kürtlerin ulusal kimlik oluşumu “uzun-mesafe milliyetçiliğinin” en güçlü örneğidir. Doksanlarla birlikte Kürtlerin ulusal bilinci yükselerek daha kalıcı olmaya başladı. Kürtler bu yıllarda ulusal aidiyetin ortak bir norm haline gelmesinde önemli mesafeler kat etti ve yeni dünya düzeninin kaosundan güçlü bir şekilde çıkarak ayakta kalmayı başardı. Bugün gelinen aşamada aklın, iradenin, emeğin, fedakarlığın ve örgütlü toplum olma bilincinin yükselmesiyle Kürtlerin yaşamında birçok şeyin değiştiğini görebiliyoruz. Modernitenin askeri, siyasi, iktisadi ve kültürel formları hala Kürtler arasında kimi ideolojik ve politik ayrışmaları tetikliyor olsa da büyük tuzağa rağmen Kürt halkı ulusal birlik arzusundan vazgeçmemiş ve bu arzu giderek güçlenmiştir. Ulus-devlet normunun ideolojik dinamikleri olan Kemalizm, Humeynicilik, Baasçılık ve Siyasal İslam’ın ortak yönleri Kürt ulusal kimliğini asimile etmekti. Bu asimilasyonist ideolojiler bugün her zamankinden daha fazla zayıflamış ve anlamsız hale gelmiştir.
Görünen o ki Kürt kimliği Kürt siyası hareketlerinin farklı okumalarına rağmen yükselmektedir. Doğu Kürdistanlı Kürt akademisyen Abbas Wali’nin bu bağlama dair analizine kulak verelim: “Irak’taki hareket Türkiye’deki hareketten oldukça farklıdır. Aynı şekilde Türkiye’deki hareket İran’daki hareketten farklıdır. Fakat tüm bu farklara rağmen, ortaya çıkmakta olan çok önemli bir gelişme var; o da ortak bir Kürt kimliğinin oluşması. Bu bölgesel farkları geçersiz kılan bir faktör. Kanımca bu bölgesel gelişmelerin en önemli, en olumlu sonucu budur. Kürtler; mücadelelerinin, süreçlerinin ve siyasetlerinin bölünmüşlüğüne rağmen ortak bir kimlik geliştirmeye başlamışlardır.”
Ulusların kimlik ve birlik oluşumu hiçbir ülke için tamamlanmış süreçler değildir. Tamamlanmamış küresel süreçlerin bir parçası olarak Kürt siyasi aktörleri açısından da aynı realite geçerlidir. Fakat Kürt siyasal hareketlerinin farklı okumalarına rağmen halkın içinde ulusun birliği konusunda asgari ölçülerde bir konsensüs sağlanmıştır. Eskisi gibi hiçbir Kürt, bir diğerinin kanını kolay kolay akıtamaz, akıtmamalıdır. Kürtler arası aleni iç şiddet kendini gururla sahnelemek yerine, şimdi utangaç bir şekilde gizlemeye başlamıştır. Burada siyasetlerin değil Kürt halkının hiçbir şekilde Kürtler arası şiddeti kabul etmeyen tavrı temel referans olarak ele alınmalıdır. Bu referansı dikkate almayana her siyaset zaman içinde aşılacaktır.
Kürtlerin Yüzyılı
İkibinli yıllarla birlikte modernitenin susturmaya çalıştığı madun Kürt’ten; konuşan, direnen, inşa eden yeni Kürt öznelliğine doğru büyük bir değişim süreci yaşandı. Değişim yerel ve küresel bağlamlarıyla hala sürmektedir. Kadın hareketi ile birlikte düşünüldüğünde bu kritik süreç “Kürtlerin Yüzyılı” olarak ifade ediliyor. Kürtler imparatorlukların merkezileşmesiyle başlayan dört bölgesel ulus-devletin ikili devlet rejimlerine, istisna hali adı altında inşa ettikleri egemen kurallara ve kanunlara karşı hem direndi hem de yeni bir yaşam inşa etti. Modernitenin mistifikasyonuna, kavram, kuram, kurum ve kurallarına meydan okudu. Anti-Kürtlük inşasına karşı kendine has teoriler ve pratikler ışığında öz bilinci örgütledi. Kolonyal kırım aklının karşısına dekolonyal perspektifi yerleştirerek sistemin geçici (ad hoc) tanımlamaları yerine dirençli bir politik zihin dünyası yaratarak kalıcı kimlikler inşa etti. Kadın, ekoloji, emek hareketlerini merkezine alan radikal demokrasi deneyimleri bu yaratıcılığın en önemli dinamiğidir. Demokratik siyaset ile oyun kurucu-bozucu bir konum aldı ve bu konumunu giderek güçlendiriyor.
Kürtler modernitenin kapitalizmine, patriyarkasına ve ulus-devletin hegemonyasına, karşı hegemonya ile cevap verdi. İkibinli yılların ortalarından itibaren dünyadaki solun zayıflamasına rağmen anti-kapitalist bir perspektif ile demokratik komünal ekonomi tartışmaları başlattı. Ucuz emek için taşınan fabrikalara ve Kürt halkının proleterleşmesine karşı ekoloji ve emek hareketleri kuruldu. Militarist kurumlarla içi içe inşa edilen YİBO’larda eğitim yoluyla başlatılan asimilasyona karşı politik bilinç geliştirildi. Dergi ve gazetelerle fikir ve kültür dünyası canlı tutuldu. Özgür basın geleneği ile özgür gazetecilik adeta egemenin suç geleneğinin korkulu rüyası haline geldi. TV, tarih ve edebiyat yazımı devam ederken sinemada egemen kameralar dönüşüme uğramak zorunda kaldı. Güneşe Yolculuk, Yazı Tura, Gelecek Uzun Sürer, Press, Büyük Adam Küçük Aşk gibi filmlerle sinema alanı Kürt coğrafyasındaki hakikate yüzünü çevirdi. Belediyeler, STK’lar, kadın-emek-ekoloji hareketleriyle yükselen radikal demokrasi kültürü, sadece Kürtler için değil egemen blokların arasında kalan ezilen sınıflar ve halklar için yeni bir nefes borusu açtı.
Kürt toplumunda beklenmeyen düzeyde yükselen sekülerleşme süreci ise göz ardı edilmemesi gereken sosyolojik bir parametredir. Yusuf Ekinci Kürt Sekülerleşmesi adlı çalışmasında sekülerleşmenin gelecekte süreceğini de söylüyor: “Hem genç nüfusta sekülerleşme eğiliminin güçlü olması hem de seküler ebeveynlerin çocuklarını sekülerleşme ya da açık olmasın sekülerleşmenin daha da yaygın ulaşacağı bir gelecek projeksiyonunu işaret ediyor. Dolayısıyla Kürt toplumunun bugünkü sekülerleşme eğilimini müstakbel seküler kuşakların habercisi şeklinde yorumlamak mümkündür.”
Kürt Aleviliğinin reddine karşı geniş bir direniş penceresi açılmış oldu. İç kolonyalizmin mekanları olarak Alevi yerleşim yerlerinde sol yapılar bile yer yer Kürt ve Alevi kimliğine alerji gösteren motivasyonlara sahipti. Buna karşı ittifak siyaseti ve bilinçlendirme çalışmaları geliştirildi. Siyasal koruculuk denilen iç kolonyal saldırganlık sürse de buna karşı demokratik siyasetin ilke ve ittifakları doğrultusunda bu krizler aşılıyor.
Yok sayılan, görülmeyen Kürt kadınlarının bir gerçeklik olarak yerelden evrensele doğru ilerleyen yolculuğu ise başlı başına bir devrim olarak yüzyıla damgasını vurdu, vurmaya devam ediyor. Jineoloji üzerine yapılan teorik tartışmalar ve “Jin Jiyan Azadî” düsturu ile ulus ötesi mesafeler kat edildi. Kürtlerin yükselmesinde kadının inşa ettiği mor çizginin devrimi evrenselleştirici yönü asla göz ardı edilecek bir olgu değildir. Hem hareketin ve halkın içindeki egemen eril zihniyete, hem de direniş sokağının dışında kalan iktidar, devlet ve sermaye erilliğine karşı direnen Kürtlüğün mor çizgisi enternasyonal bir bağlam inşa etmeyi başardı. En kritik başarı ise mevcut modernitenin epistemolojik üretimine ve şiddetine karşı meydan okuyan ve Kürt direnişinin mor çizgisini kavramsız, kuramsız, kurumsuz bırakmayan feminen teorik bilincin direnciydi.
Kürt coğrafyasını insansızlaştırma, Kürtleri göçertme, asimile etmeye dayalı nüfus planlamaları her zaman devredeydi. Tarihsel süreçlerde Arap, Fars ve Türk muktedirleri kendi nüfuslarının artışına denk düşebilecek şekilde Kürt nüfusunun planlı bir şekilde azaltılmasını öngörüyordu. Sınırlar, kemerler, duvarlar Kürt nüfusunun bölünmesini ve kendisinden başka bir şeye dönüşmesini murat ediyordu. Hem kendi coğrafyasında hem de zorla göçertilen yerlerde Kürt nüfusu kimliğini korudu ve aksine siyasallaşarak egemenin nüfus stratejilerine meydan okudu. Muktedirlerin stratejik nüfus planlamalarının aksine denilebilir ki asimilasyonu hızlandırmak için Kürtlerin içine taşınan kimi etnik yapılar da Kürtlerin içinde asimile oldu.
Doksanlarda başlayan ve 2015 sonrasında devam eden mekanı, zamanı ve insanı Türkleştirme pratikleri, çeşitli kanunlarla güncellenerek sürdürülmek istendi. Köy isimleri değişse de bugün hala insanlar Kürtçe isimleriyle o köyleri tanıyabiliyor. Hem doksanlarda hem de sonrasında savaşın ve şiddetin etkisiyle başlayan ve hiç durmayan zorunlu göç ve kentleşme Kürt dilinin yer yer zayıflamasına ama siyasi bilincin yükselmesine yol açtı.
Fethetme motivasyonuyla neo-kolonyal rejimi inşa etme çabasında olan Siyasal İslam, Kürdistan’da tarihin en büyük çöküşünü yaşıyor. Kürtlerin direnci sayesinde dinsel ve mezhepsel istismar ilk defa net bir şekilde teşhir ediliyor. Siyasal İslamcıların son saldırılarına bakıldığında amacın Kürt halkına pazarlanan din kardeşliği olmadığı, gerçek amacın Kürtleri siyasallaştırılmış din yoluyla asimile etmek ve Kürdistanı fethetmek olduğu aleni bir şekilde anlaşılıyor.
Evrensel ölçekte karşılık bulan siyasal bilinç mobilizasyonu ile Kürtler devletsiz bir toplum inşa ettiler. Jongerden ve Hamdi Akkaya’nın dediği gibi otoriter ulus-devlet sınırları, yaratıcı bir şekilde aşılarak “yeni bir toplum” inşa edildi. Demokratik siyaset ile meşru mücadele zeminleri güçlendirildi. Kürtlerin talepleri birçok aşamada politik talepler haline geldi.
Kürt Halkının Kırılganlığı ve Çokluk
Kürt halkı, ulus-devletin şiddet parametrelerine karşı kırılgan direnç ve politik esneklik ile karşılık verdi. Kürtler aldığı darbelerle baş ederken kırılgan bir halk haline geldi. Kırılganlık aslında Kürtler için salt son zamanların bir etiketi değil, asırların beraberinde getirdiği kadim kimliğin bir parçasıdır. Zira kırılganlık sanıldığı gibi olumsuz bir durum değildir.
Judith Butler kırılganlığı gerçek güvenliği yaratabilecek toplumsal bağların temeli olarak tanımlar. Butler’e göre kırılgan olmak sadece darbe ve yara almaya müsait olmaktan ibaret değildir; aynı zamanda ve çok daha önemlisi toplumsal dünyaya açık olmaktır. Butler başkalarıyla harekete geçirildiğinde kırılganlığın bir güce dönüşebileceğini de söyler. Hardt ve Negri ise paylaşılan kırılganlıktan, güvenliği ve refahı temin edebilecek müşterek, toplumsal kurumlar inşa edilebileceğini ifade eder. Kırılganlık Kürtlerde bir güce dönüşmüş, Kürtleri yerel ile sınırlı bir kimliğe sıkışmaktan kurtarmış ve evrensel bağlamı olan bir kimlik kazandırmıştır.
Kırılganlıktan Toplanmaya, Çokluktan Kuruculuğa
“Öğrenin, çünkü zekamızın tümüne ihtiyacımız olacak. Kışkırtın, çünkü coşkumuzun tümüne ihyacımız olacak. Örgütlenin, çünkü gücümüzün tümüne ihtiyacımız olacak.” Antonio Gramsci 1919
Kürtler başkalarıyla kurduğu ilişkilerde geçmişe nazaran ayakta kalmayı başarmanın özgüveniyle hareket ediyor. Özgüvenin arka planında kırılganlığın beslediği politik esneklik var. Kırılganlık politikleşerek “çokluk” formuyla yeni bir paradigmaya dönüştü; yeni mevzilere ve kurucu iktidara alan açtı. Kurucu iktidarın inşası yerel ve evrensel ölçekte ezilenler her zaman için temel bir görev olmuştur. Kürtler çağımızda kuruculuğun görev ve sorumluğunun yeni öznelliğini, yaşamın her alanında inşa etme çabasındadır.
Negri, kurucu iktidarı sadece anayasal normları üreten ve kurulu iktidarları yapılandıran bir ilke olarak değil, en başta demokratik siyaseti düzenleyen bir özne olarak tanımlar. Her şeyi kuşatan iktidar olarak kurucu iktidarı devrimin kendisi olarak görür. Öyle ki Negri’ye göre nerede kurucu iktidar varsa orada bir devrim vardır. Devrim gereklidir ve kurucu iktidar bu amacın aracıdır.
Kurucu iktidarın inşası ve örgütlenmesinde Kürtlerin yerel ve evrensel ölçekte etkisi yükseliyor. Kürtler hem Kürdistan’daki çoklu istikrarsızlık pratiklerine hem de kapitalist modernitenin bölgesel-küresel eşitsizlik, kırım ve yıkım faaliyetlerine karşı tüm ezilenleri çokluğun kurucu iktidarına davet ediyor. Dostlarıyla birlikte bugün demokratik siyaset zeminlerinde yatay ve dikey örgütlenme formları, stratejik bakış açıları geliştirerek “kurucu iktidarın inşası” için halklara, inançlara, işçi ve emekçilere, kadınlara, ekolojistlere, radikal ve muhafazakar demokratlara toplanma çağrısı yapıyor.
Çoklukta toplanma çağrısı Machiavelli’nin değişiyle erdemli olma tembihidir. Hardt ve Negri’ye göre bu erdem normatif zorunluktan ziyade ahlaki bir tutumdur. “Toplumsal zenginliğimizle kalıcı kurumlar inşa edip yeni toplumsal ilişkiler örgütleyen, bunları korumak için zorunlu bir gücün refakatiyle donanmış kurucu bir süreçtir. Çokluk toplanıp bir araya geldiğinde neyin mümkün olduğunu henüz görmüş değiliz” diyor Negri ve Hardt. Çoklukta çağımızın devrimci arzusu saklı ve Kürtler bu arzunun öznesi olmaya kararlı.
Tocqueville’ye göre geçmişin ışığını geleceğin üstüne düşürmeyi kestiği ve insanın karanlıkta dolandığı bir momentte insanlığın karanlığa mahkum edilmesine karşı direnç geliştirmek ahlaki bir tutumdur. Kürt halkı karanlığa karşı yerel ve evrensel ölçekte politik ve ahlaki bir tutum aldı. Yeni Kürtlüğün esnek politik bilinci, pratiğin her aşamasında ahlaki ve politik ilkeyi esas alarak mesafe kat etti. Kendi hayatları üzerinde konuşamaz-karar veremez hale getirme politikasına karşı her yerde örgütlenme her yerde kendini savunarak yerel ve evrensel ölçekte varolma direnci geliştirildi.
Sonuç
Sonuç olarak, Kürtlerin politik yenilik yaratma becerisi son kırk yılda şaşırtıcı şekilde arttı. 19 ve 20. Yüzyıl Kürt direnişlerinde evrensel mücadele formlarıyla dayanışmaya ve diplomasiye dayalı ilişkiler kuramaması büyük eksiklikti. Bugün bu eksiklikler diaspora ve diplomasi bilinci ile aşılıyor. Üretim süreçlerinin değişmesi, kentleşme gibi evrensel değişimler Kürtleri arafta bırakmıştı. Modern egemenlik arayışı ve geleneksel formların yarattığı çelişkiler analiz edilerek geleneğin ve modernitenin yaşanılabilir yanlarının harmanlandığı demokratik modernite bilinciyle günümüzde yeni stratejiler ve formlar üretiliyor. 19. ve 20 yüzyıl direnişlerini zaafa uğratan yetersiz örgütlenme, ideolojik ve mezhepsel ayrışmalar ulusallığı geciktiren faktör olmaktan çıkıyor. Negatif hikayeler etkisini yitiriyor.
Yeni Kürtlük bilinci, doğal olarak egemenlerde kimi endişeler üretiyor. Bu nedenle Kürt direnişi uzun yollar boyunca meşru görülmedi. 21. Yüzyılın en kullanışlı kavramı olan “Terörizm” adı altında Kürt halkının ideolojik, politik ve kültürel mücadeleleri manipüle edildi. Fakat buna rağmen Kürtler her zamankinden daha fazla kendi kimlikleriyle kamusal hayata katılmayı başarıyor. Kamusal alandaki politik, iktisadi ve kültürel görünme biçimleri giderek artıyor. Sistemik kırıma ve manipülasyona karşı yeni savunma ve direnme biçimleri geliştiriliyor. Özetle; Kürtlere modernite ile birlikte dayatılan çoklu kırım biçimleri Kürt direnişi karşısında başarısızlığa mahkum oluyor. En büyük devletsiz ulus, yerli ve otokton bir halk olan Kürtler, bundan sonra nasıl yok olduklarını değil, çoklu kırım biçimlerine maruz kalmalarına rağmen nasıl ayakta kaldıklarını anlatacaklar.
Kürdistan dağlarının derinliklerinde saklı olan kadim Şanidar mağarasında[2] ortaya çıkan hakikatten Kürdistan coğrafyasının; barışın, kardeşliğin, merhametin ve ölümle başa çıkmanın coğrafyası olduğunu bir kez daha öğreniyoruz. Şanidar mağarasında kazı yapan arkeoloğun deyimiyle hem Neandertallerin hem Sapiens dönemi açısından yaşamın her zaman var olduğu bir yerde hala güncelliğini koruyan ve güncellenmesi zorunlu olan bazı soruların cevabını bulabiliriz. Kürtler Şanidar’dan bu yana buradalar (livirin) ve hiç bir yere de gitmeye niyetleri yok.
- Kaynakça
- Polat S.Alpman, Esmer Yakalılar, İletişim Yayınları
- Yusuf Ekinci, Kürt Sekülerleşmesi, İletişim Yayınları
- Benedic Anderson Hayali Cemaatler, Metis yayınları
- Antonio Negri, İsyanlar, Otonom Yayınevi
- Judith Butler, Kırılgan Hayat, Metis Yayınları
- Ernst Fraenkel, İkili Devlet, İletişim Yayınları
- Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Dipnot Yayınları
- George Agamben, İstisna Hali, Ayrıntı Yayınları
- Mehmet Bayrak, Şark Islahat Planı: Kürtlere Vurulan Kelepçe, Özge Yayınları 10.Steve Biko, Siyah Bilinci, Dipnot Yayınları
- Michael Hardt-Antonio Negri, Meclis, Ayrıntı Yayınları
- Robert Olson, Kürt Meselesi ve Türkiye İran İlişkileri, Avesta Yayınevi
- Martin Van Bruinessen, Kürtler, Ayrıntı Tarih
- Basil Nikitin, Kürtler, Örgün Yayınevi
- Abbas Vali, Kürt Tarihi Kimliği Ve Siyaseti, Avesta Yayınları
- Hamit Bozarslan, Orta Doğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim Yayınları
- Tanıl Bora, Cereyanlar, Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim Yayınları
- Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, Metis Yayınları
- Byung-Chull Han, Şiddetin Topolojisi, Metis Yayınları 20.Neandertallerin Sırları, Netflix Belgesel
- Wikipedia
[1] Fethetmek Ortadoğu toplumlarında sömürgeleştirmenin yerli adıdır.
[2] Şanidar Mağarası (Kürtçe: Şaneder veya Zewî Çemî Şaneder) Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’de Bradost Dağı’nda bulunan arkeolojik sit alanıdır. 35.000, 65.000 yıl öncesine kadar uzanan on Neandertal’in kalıntısı bu mağaranın içinde bulunmuştur. Neandertal’ler ölülerini gömdüğü kanıtlanan ilk homo türüdür.
Yoruma kapalı.