Düşünce ve Kuram Dergisi

Geleceğin Medyası?

Ragıp Duran*

Gazeteciler, iletişim akademisyenleri, yurttaşlar mevcut medyanın olumsuzluklarını inceleyip tahlil ediyor ama geleceğe ilişkin somut, zengin ve derin bir perspektif sunabilen uzman pek yok. Ancak kolektif bir çaba, geçmişten ve bugünden dersler çıkartarak yarının medyasını tasarlayabilir. Şimdiden başlamak lazım.

Gerçek mi fıkra mı belli değil, ama önce çelişkiyle benzerlik arası bir hadise:

Brejnev döneminde (1964-1982), SSCB’den bir gazeteci heyeti ABD’ye davet edilmiş. Heyette Pravda, Izvestiya ve TASS ajansından muhabirler, editörler ve çok sayıda bakanlık yetkilisi var. Yani hepsi sonuç olarak bürokrat.

New York’tan Los Angeles’e kadar süren bir aylık bir inceleme gezisi. Heyet güzergahı üzerindeki kentlerdeki radyo, televizyon ve gazeteleri ziyaret ediyor, Amerikalı gazetecilerle tanışıp mesleki konular üzerine sohbetler ediyor. Ziyaretin son günü. Amerikalı yetkili Sovyet heyet başkanına sormuş:

Umarım memnun kalmışsınızdır. Bize kısaca izlenimlerinizi aktarabilir misiniz?

Sovyet heyet başkanı biraz sıkıntılı bir ifade ile yanıt vermiş:

Teşekkür ederiz, çok memnun kaldık, çok şey gördük, çok şey öğrendik. Bir tek konuda meseleyi çözemedik.

Hangi konuda?

Biz Sovyetler Birliği’nde en küçük gazete, radyo ya da televizyon istasyonuna bile mutlaka en az iki siyasi komiser atıyoruz ki, sosyalizm, yönetim ya da halk açısından olumsuz bir yayın yapılmasını engellemeye çalışıyoruz. Yine de zaman zaman kaçak oluyor. Sizde ise bizdeki gibi, siyasi açıdan bir önlem, bir filtre, bir denetim göremedik. Buna rağmen sizin mekanizma görebildiğimiz kadarıyla neredeyse firesiz işliyor. Nasıl oluyor?

Amerikalı ev sahibi bu soruya sadece bıyık altından gülümseyerek cevap vermiş ve konuklarını yolcu etmiş.

 

Medya Mülkiyeti Tayin Edici Bir Kriter

Bu diyalogdan çıkarabileceğimiz ilk sonuç; medyanın kendi başına, bağımsız ya da özerk bir kurum olmadığı. Medya, dünyada ve tarihte hiçbir zaman lokomotif konumunda olmadı, yapısı, işlevi, konumu gereği de zaten olamazdı. Medya, siyasetin, ideolojinin, toplumsalın, ekonomi-politiğin ve kültürün, iktidar tarafından tasarlanan, işletilen ve yönetilen bir vagonu sadece. Lokomotif nereye giderse vagon da onun peşinden gidiyor. Dolayısıyla medyanın geleceği de sıkı sıkıya siyasetin, ideolojinin, toplumsalın, ekonomi-politiğin ve kültürün geleceğine bağımlı.

 

Her Yer Neo-Liberal

Mesleki alanda olsun akademik alanda olsun, son 20 yılda, Türkiye’de ve Batı’da yayınlanan çalışmaların çoğu, medyanın mevcut olumsuzlukları ve bunun nedenleri üzerinde durdu. Medyanın arkeolojisi, antropolojisi üzerine kitaplar yayınlandı.[1]  Medyanın, basının, matbuatın geçmişine dair de çok sayıda araştırma, kitap var.

Meslek erbabı, meslek örgütleri ve iletişim akademisyenlerinin kısa, orta, uzun vadeli projeksiyon yapamamalarının herhalde birkaç nedeni olsa gerek. Medya dünyası eskisine oranla çok büyük bir hızla kabuk değiştiriyor. Mülkiyet modeli, yayın politikalarını oluşturma teknikleri, medya organının iç yapısı ve çalışma tarzı, okur, dinleyici, izleyici, abone, katılımcı kazanma yöntemleri vs. tüm bu alanlarda henüz ve hala sağlanabilmiş istikrarlı/kalıcı bir ortam, bir yapı oluşturulamadı. Klasik/geleneksel gazetecilikten e-gazeteciliğe geçiş dönemini yaşıyoruz halen.

Neo-liberalizm, adaletsizliği, yoksulluğu, tahakkümü yoğunlaştırıp genişletirken, medyayı da büyük ölçüde tahrif ve tahrip etti. Bu nedenle de çalışmalar daha çok medya krizini anlamaya/çözmeye ağırlık verdi.

Neo-liberalizmin üç temel özelliği olan Para (Maximum kâr) Odaklılık, Sürat ve Yüzeysellik kaçınılmaz olarak medya alanında da tezahür etmeye başladı.

Neo-liberal zihniyete karşı pratik alanda bir elin sayısını geçmeyecek parlak örnekler var ama onlar da kıyıda köşede kaldı.[2]

 

Çürük Zeminde Sağlam Bina Olmaz

Medyanın içine düştüğü çıkmazlardan kurtulmak için akademi ve meslek erbabı yeni döneme çare olarak “kamu yayıncılığı”, “bedava gazeteler” ve “kooperatif yapısını” (Bağımsız Medya Adacıkları, N.Chomsky) önerdi. Kamu yayıncılığı, özellikle 3. Dünya ülkelerinde kısa sürede devlet yayıncılığına dönüştü. Bedava gazeteler, Batı Avrupa metropollerinde özellikle metrolarda bir ara moda oldu ama ömrü uzun sürmedi. Sol eğilimli gazetecilerin tercih ettiği kooperatif mekanizmalı yayın organları da arzulanan hedeflere ulaşamadı.[3]

Her üç örnekteki başarısızlığın aslında tek bir nedeni vardı. Üç model de sonuç olarak neo-liberal ortamda, dolayısıyla piyasa koşullarında iş yapmaya, hayatta kalmaya çalıştı ama piyasanın buna izin vermemesi de egemenler açısından normaldi.

Gerek bugünün gerekse geleceğin medyasında tayin edici, olmazsa olmaz ve birbirine bağlı iki konu/koşul var: Mülkiyet ve Yayın Politikası.

Okurların ve profesyonellerin çoğunlukta olduğu bir kolektif mülkiyet yapısı şart. Yayın politikasında da kamu çıkarını savunmak şart.

 

Değişmeyen Bir Şey Var Ama

21. yüzyılın başında, sınıf mücadelesinin özü esas olarak değişmedi ama sınıfların niteliği, nufusu, davranış biçimleri değişiklikler göstermeye başladı. 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla sadece “reel sosyalizm” yenilmiş olmadı, genel olarak Marksizm ve sol da ideolojik olarak ağır bir darbe aldı.

İnternet’in toplumsal yaşama girmesi, e-gazetecilik, yapay zeka, algoritmalar gibi, kaçınılmaz olarak ideolojik ve siyasi etkileri de olan teknolojik gelişmeler neredeyse dört asırlık gazetecilik teori ve uygulamasını büyük ölçüde değiştirdi. Toplumla medya arasındaki ilişkiler de değişti. Çünkü yurttaş değişiyordu, onun da değişen medya ile ilişki şekilleri farklılık gösteriyordu.

Neo-liberalizm sadece ekonomi ve maliyede değil siyasette, ideolojide, kültürde, toplumsalda hatta yurttaşların günlük yaşamında da büyük ve çok olumsuz dönüşümler yarattı. Yurttaşı sadece sıradan bir müşteri, olağan bir tüketici haline getirmekti neo-liberalizmin amacı. Yurttaş kamusal bir kimliğe sahip olmamalıydı. Hatta Fransız felsefeci Bertrand Ogilvie, neo-liberalizmin pençesi altındaki yurttaş için “homme jetable” (Atılabilir insan) deyimini kullanmıştı. Artık yurttaşlar da, en fazla 3-5 defa kullanılabilen traş bıçakları gibi kullanılıp atılacaktı.

Neo-liberal ideolojinin dönemlere taktığı sıfatlara bakacak olursak, post-modernizmle başladı, ardından post-truth (Gerçek ötesi/sonrası) geldi, şimdi de post- human (İnsan-İnsanlık ötesi/sonrası) çağını öngörüyor.

Geleceği tasarlamak için kuşkusuz tarihten ve güncelden dersler çıkarmak gerekiyor. Ne var ki, otomatik hatta dogmatik olarak, rakibin, yani egemen güçlerin yaptığının tam tersini yapmak, her zaman doğru sonuç vermiyor. Mesela bugün dünyada ve Türkiye’de neredeyse tekelci bir yapıya kavuşturulan medya mekanizması, aynı yapıyı koruyarak ve sadece yayın politikasını, ideolojisini değiştirerek olumlu, yani bağımsız, özgür, demokrat, çok sesli, kamu yanlısı hale getirilemez. Yapısöküm, yeni medyayı inşa etmenin sadece birinci adımı.

 

Zengin Patron Kamu Çıkarını Savunamaz

Batı’da hatta dünyada ilk gazetenin 1605 yılında çıktığını hesaba katarsak 419 yıldır yapılan gazete yayıncılığının tayin edici unsuru, bugün medya mülkiyeti dediğimiz gazetenin kime ait olduğu meselesi. Parayı veren düdüğü çalıyor. Patron kimse, gazetede esas olarak onun sesi çıkar. Gazetenin yayın politikası, patronun çıkarlarını savunma ve genişletme temelinde oluşturulur. Patron, bir kişi ya da bir şirket olabilir, önemli değil. Patron ya da şirket kaçınılmaz olarak bir sınıfa mensuptur. Çıkardığı gazete de o sınıfın gazetesi işlevini görür.

Bu tespitten yola çıkarak geleceğin medyasının mülkiyeti konusunda bazı öneriler geliştirebiliriz:

* Kamu gücü, ulusal ya da yerel meclisin üreteceği mevzuata dayanarak medya mülkiyeti konusunda kurallar yani sınırlar koymalı. Bugün Batı ülkelerinde var olan anti-tröst yasaları ya da medya mülkiyetine getirilen bazı kısıtlamaların yeterli olmadığını saptamak gerek.

– Her bir yurttaşın ifade özgürlüğüne sahip olması, önüne gelen herkese medya mülkiyet hakkı verilmesi olarak anlaşılamaz. Düşünce ve ifade özgürlüğü yurttaşın kişisel bir hakkıdır, medya mülkiyeti ise siyasi-toplumsal-ekonomik düzeyde kamusal bir sorumluluktur.

– Medya, toplumun üstyapısını yönlendirmede hatta biçimlendirmesinde önemli bir levye/platform olduğu için medya mülkiyeti sınırlı sayıda kurumun imtiyazında olması gerekir. Bu nedenle

* Siyasi partiler

* Tüm resmi devlet kurumları

* Sanayi ve ticaret alanındaki tüm şirketler, tüm sermaye kesimleri

* Yabancı sermayeli ya da kökenli tüm kuruluşlar

Herhangi bir medya kuruluşunda mülk ya da hisse sahibi olamaz. Bir kişinin doktorluk yapabilmesi için Tıp Fakültesini bitirmesi ve meslek örgütünden onay alması gerekiyor. Keza bir kişinin inşaat yapabilmesi için Mühendislik Fakültesini bitirmesi yine meslek odasından belge alması şart. Gazetecilik yapmak için İletişim Fakültesi mezunu olmak tabiki şart değil. Ama kamu gücünün, tıpkı doktorluk ya da mühendislik gibi mesleklerde olduğu gibi gazetecilik mesleğinde de bir dizi kural koyup bazı sınırlamalar getirmesi beklenir. Sahte doktor hastayı tedavi edemez hatta yaşamını kaybetmesine neden olabilir. Sahte mühendisin yaptığı bina da çöküp sakinlerin ölümüne yol açabilir. Sahte gazeteci de yurttaşların yanlış bilgi ve dolaysıyla yanlış kanaatlere varmasını teşvik eder.

 

İşe Şimdiden Koyulmak Lazım

Fransa’da henüz Nazi işgali sürerken, 1943 yılında yeraltında yayın yapan gazeteciler “Le Cahier Bleu” (Mavi Defter) adını verdikleri metinlerde, Kurtuluş’tan sonra Fransız gazeteciliğinin nasıl bir yapıya kavuşması gerektiğini tasarlamışlardı. Bu metinlerin büyük bir kısmı bilahare yasa metni haline getirildi. “Fransız basınını yabancı devletlerin temsilcilerinden ve her türlü sermaye güçlerinden arındırmak”, dönemin Direnişçi gazetecilerinin iki temel hedefiydi.[4]

* Medya mülkiyeti, başta gazeteciler (Sendikaları ve mesleki örgütleriyle) olmak üzere, kâr amacı gütmeyen STK’lar, meslek odaları, belediyeler ve yöneticileri seçimle iş başına gelmiş benzeri kitle örgütleri, kamu yararına çalışan kuruluşlara tanınan bir hak olmalı. Mussolini döneminden kalan bir uygulamada, İtalya’da gazeteciler bizdeki lonca sistemini andıran Oda’larda örgütleniyor(du). Modernleşmeye ihtiyacı olan sendikacılık geçerli tek örgütlenme biçimi olsa gerek.

Batı’da kamu gücü (Devlet) belirli dönemlerde düzenli olarak radyo ve televizyon frekanslarını, saptadığı koşullara uyan ticari şirketlere veriyor. Radyo ve TV için uygulanan bu yöntem yazılı basın ve İnternet gazeteciliği için de pekala uygulanabilir. Yasa metninin ve uygulama tüzüklerinin ayrıntılı ve kolay anlaşılır olması yeterli.

 

Eski Ama İlginç İki Örnek

* Biri Stalin (1924-1953) Anayasası’ndan diğeri güncel Hollanda uygulamasından iki örnek geleceğin medya manzarasında yer alabilir:

SSCB Anayasası, devletin gazete, dergi çıkarmak isteyen her gruba kağıt, matbaa ve diğer gerekli malzemeleri sağlayacağını vaat ediyor. Bu madde uygulamada sadece Stalin ve Parti yanlısı kesimler için uygulandı.

Bugün Hollanda’da devlet, en az 10 bin yurttaş ya da ülkede oturma hakkına sahip kişinin kolektif başvurusu ile o gruba kendi azınlık, etnik, dini ve dilsel kültürel özelliklerini yansıtmaları için TV programı yapmalarını sağlıyor ve yayınlıyor.

Her iki uygulamada da profesyonel gazetecilik, kamu çıkarı, demokrasi gibi temel kriterlere saygı sayesinde çok sesli/çok renkli yayıncılık dünyası yaratılabilir.

* Medyanın bugün geldiği olağanüstü olumsuz konum, klasik gazeteciliğin katledilip, neredeyse bütün faaliyetlerin bir reklam/halkla ilişkiler ajansı faaliyeti gibi ajitasyon-propaganda etkinliğine dönüşmesinden kaynaklanıyor. Haber ve bilgiden çok, eğlence ve iktidar yanlısı yalanların çoğunlukta olduğu günümüz medyası, gazeteciliğin kamu çıkarını kollaması gereken niteliğinden tamamen arındırılıp, sıradan bir ticaret faaliyeti haline getirildi. Bu durumu en veciz bir şekilde TV yayıncılığı için söylenmiş bir özdeyiş ifade eder: TV yayıncılığı iki reklam kuşağının arasını boş şeylerle doldurup, izleyiciyi reklam kuşağına zinde hazırlama faaliyetidir!

 

Üç Değişiklik

* Medya mülkiyeti ve yayın politikasındaki köklü değişikliklerle birlikte orta vadede yapılması gereken üç önemli değişiklik:

– İletişim Fakültelerinin müfredatı ve kadrosu, yeni döneme uygun bir şekilde topyekûn baştan tasarlanmalı.

Gazeteciler sendikasının yapısı, çalışma tarzı, üyelik koşulları da bizatihi sendika tarafından keza yeniden tasarlanmalı ve sendika tüm medya kuruluşlarının iç yapısını, kuruluş ve çalışma organizasyonunu/şemasını planlamalı.

Fransız Le Monde gazetesinde halen uygulanan, ne var ki sermaye yapısı değişikliği nedeniyle eskisi kadar etkili olmayan, önemli bir yöntem de Genel Yayın Yönetmeninin seçimle iş başına gelmesi. 80’li yıllarda BBC Dış Yayınlarda da servis sorumlusu seçimle iş başına gelirdi.

Yöneticilerin görev süresi, zorunlu rotasyon ve eş-başkanlık da geleceğin medyasının demokratik bir şekilde çalışması için gerekli koşullar.

 

Yasallık ve Meşruiyet Şart

* Mevzuat çalışması olsun, diğer aşamalardaki faaliyetler olsun mutlaka profesyonel gazetecilerin, iletişim akademisyenlerinin ve olmazsa olmaz medya okuryazarlık düzeyi yüksek yurttaş temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilmeli. Daha da ileri giderek İsviçre’deki askerlik uygulamasından esinlenerek şöyle bir öneri geliştirmek de mümkün: 18-60 yaş arasındaki her yurttaş, arzu ederse, her yıl en az 2 hafta en çok bir ay boyunca bir medya kuruluşunda stajyer olarak çalışabilir.

 

Bugünden Farklı Olarak…

* Geleceğin medyası, ortaya karışık salata gibi her konuyu içeren, Fransızların “Médias d’Information Générale” (Genel Haber Medyası) dediği türden bir yapı ve içerikte olamaz. Çağdaş toplum, herkesin her şeyle ilgilendiği, dolayısıyla her şeyden bir parça bilen, aslında hiçbir konudan hiçbir şey bilmeyen insan topluluğu değil. Bu nedenle geleceğin medyası:

Yarının medyası, genel bir başka deyişle afakî dolayısıyla muğlak hatta belki de karmakarışık bilgiler demeti değil, belirli alan ve konularda uzmanlaşan bir yayın içeriğine sahip olmalı.

Gazeteciliğin doğumunda olduğu gibi, habercilik faaliyeti esas olarak yerel sınırlar içinde kalmalı.

Medya organı yurttaşa daha iyi hizmet etmek için Batı’da proximity/proximité denilen okurla yoğun temasta, okura yakın bir mevziye konumlanacak.

* Bu metindeki öneriler kimileri tarafından devletçi, jakoben olarak nitelendirilebilir. Ne var ki, mesela neo-liberalizmin anavatanı ABD’de bile “Amerikan vatandaşı olmayan kişilerin medya mülkiyetine sahip olmaları” mümkün değil. Avustralya vatandaşı büyük medya patronu Rupert Murdoch bu nedenle ABD vatandaşı olmak zorunda kaldı. Devletçi müdahale ile kamu gücünün kamu yararını kollayan edimleri farklı uygulamalar. Sınıf devleti sermayedarları savunmak amacıyla müdahale ettiğinde susanlar hatta alkışlayanlar, kamu gücü kamu çıkarını savunmak ya da güçlendirmek için müdahale ettiğinde karşı çıkma hakkına sahip değil.

* Batıdaki örneklerin tümü kuşkusuz olumlu değil. Fransa’da Mitterrand döneminde “Loi Hersant”[5]  adıyla bilinen 23 Ekim 1984 tarihli yasa, aynı kişinin hem ulusal hem de yerel medya sahibi olmasını engellediği gibi, aynı işverenin hem yazılı hem de görsel-işitsel medya sahipliğine sınırlamalar getiriyordu. Kamu gücü bu yasa ile medyada tekelciliği önlemeye çalışıyordu. Anlaşılabilir hatta kabul edilebilir bir yaklaşım. Ne var ki yasada, çok ayrıntılı bir şekilde gazete ve dergilerin tirajlarına göre de bir medya sahipliği sistemi geliştirilmişti. Devlet, tirajları belirlemeye kalktığında kamu yararını gözetemez.

 

Bekleyeceğiz Ama Elimiz Kolumuz Bağlı Beklemeyeceğiz

Sonuç olarak geleceğin özgür, bağımsız, demokratik, kamu çıkarını kollayan, çok sesli medyasını yaratmak için elimizde sihirli bir değnek yok. Yine de yaklaşık 500 yıllık gazetecilik tecrübesi ve birikimi var. Her ülkenin hatta bölgenin kendine has özellikleri nedeniyle zaten evrensel ölçekte geçerli bir kalıp/formül mevcut değil. Ama tayin edici unsur, neo-liberal düzen ortadan kalkmadan yeni bir medya ortamının oluşması tamamen imkansız. Bu yıkılışı beklerken yine de küçük çaplı, mütevazı deneyler, girişimler gerçekleştirmek mümkün.

 

* Ragıp Duran, 1954 Istanbul. Galatasaray Lisesinden sonra Fransa’da Hukuk eğitimi aldı. Paris’te CFPJ (1983) ve Boston Harvard’da Nieman gazetecilik okullarında (2000) okudu. Istanbul, Ankara, Paris, Londra ve Köln’de Aydınlık, Hürriyet, Nokta, Cumhuriyet, Özgür Gündem, BİA’da, BBC, AFP ve Libération ile Artı TV/Artı Gerçek ve Özgürüz Radyo’da çalıştı. Galatasaray ve Marmara Üniversitelerinde gazetecilik dersleri verdi. Medya konusunda yayınlanmış 3 kitabı var. Istanbul, Paris ve New York’ta çeşitli basın özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Halen Selanik’de yaşıyor, Atina merkezli TVXS.GR sitesinde Türkiye yazıları yazıyor.
(Twitter: @d_ragip – Blog: www.apoletlimedya.blogspot.com)

 

[1]  Mihai COMAN, Pour une anthropologie des médias (Bir Medya Antropolojisi İçin) Grenoble, Presses universitaires de Grenoble, coll. Communication, médias et sociétés, 2003, 210 s. Medya Arkeolojisi Nedir? Jussi Parikka , Koç Üniversitesi Yayınları, 2017, 260 s.
[2]  Fransa’da Mediapart internet sitesi hem mülkiyet yapısı hem de yayın politikası açısından bu alanda halen iyi bir örnek. İngiltere’de The Guardian gazetesi liberal sol yayın çizgisine ve global yapısına ulaşmadan önce İşçi Partisi ve işçi sendikalarıyla organik denebilecek bir ilişkide iken ayrıca bir Vakfın mülkiyeti sayesinde nispeten iyi bir örnek sayılabilirdi. Fransa’da Libération gazetesi de Serge July yönetiminde olumlu bir örnekti. Her iki örnek de bugün bu olumlu niteliklerini büyük ölçüde yitirdi.
[3]  Bu alandaki en iyi örnek Alman Tageszeitung gazetesi sayılır.
[4]  Bkz. https://apoletlimedya.blogspot.com/2022/12/meslegin-hal-i-purmelali-ve-muhtemel.html ve https://apoletlimedya.blogspot.com/2021/12/fasizmden-demokrasiye-geciste-medya.html
[5]  Sözkonusu yasa, adını Fransa’nın o dönem en güçlü medya patronu Robert Hersant’dan alıyordu. Sağcı Hersant, Le Figaro, L’Aurore ve France Soir gazetelerinin sahibiydi ayrıca taşrada çok sayıda yerel gazeteleri, yerel radyo istasyonları vardı.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.