Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadından, Yaşamdan ve Özgürlükten Yana Taraf Olmak: Kürt Kadın Medyası

Fatma Koçak

Kürt basın tarihi büyük bir direniş geleneğine sahiptir. Bu direniş geleneğinin azmi olmasaydı biz bugün hakikatin sözü olamazdık. Gazeteci arkadaşlarımız kendi bedenlerini siper ederek özgür basını bu günlere getirdi.[1]

Sözden yazıya, söylenceden hakikat anlatısına kadınların hafızası, kültürü, tarihini anlatmak, ne düz çizgisel tarihsel bir anlatıya ne de dün, bugün ve yarın içinde olmuş bitmiş geçmiş bir zamana ve mekana konu edilebilir. Bir yanıyla yazılmamış olmanın getirdiği sözlü tarih kültürü sistemin her türlü tahrifatına karşı korunaklı kılmıştır, diğer yandan toplumun canlı değişimine konu olan yanıyla süreklileşen, yer yer unutulan görünmez kılınan bir handikabı da bağrında taşır. İnsanlık tarihinin birçok ilkine beşiklik etmiş bir coğrafyanın ‘ilk ve son sömürge ulusu’[2] olarak, görünmez kılınan, sömürgeleştirilen, deyim yerindeyse birçok değeri çalınan yönleriyle derinlikli, toplumsal arkeoloji bağlamında ele almayı ve oradan tarihsel serüvenine ulaşmayı zorunlu kılıyor. Tarih nasıl ki biri egemenler lehine ikincisi halklar lehine iki ana nehirden akıyorsa, bunun içinde ele aldığımız her konunun da iki nehrin hangi yanında aktığını ele almak, sonuçlara doğru ulaşmanın en verimli yolu olabilir.

Kapitalist modernitenin basın tarihini 16. yüzyılda Londra-Amsterdam merkezli finans kapitalin geliştiği dönemde, savaş-para sipekülasyonlarının feodal beylere karşı burjuvalara hizmet etmek için meslek haline getirdiğini düşünürsek, gelinen aşamada egemenlere hizmet eden yönü, toplum kırım politikalarını bu kadar hızlı devreye koyması anlaşılır bir durumdur. Kitle medyası geçmişte olduğu gibi günümüzde de var olan düzeni, toplumsal normları, kolektif inanç ve değerleri, egemen ideolojiyi yeniden üreterek muhafaza etmeyi sağlayan önemli bir araç işlevi görüyor. Medya bunu, gerçeği olduğu gibi yansıtarak değil, bilakis var olanlar içinden seçerek, seçtiklerini yeniden inşa ederek ya da biçimlendirerek ve nihayet bunları farklı araçlarla okuyucuya/izleyiciye sunarak yapıyor. Medyanın gerçekliği inşa ederek sunduğu araçlarından biri de haberdir. Haber metinleri aracılığıyla egemen toplumsal anlamlar kurulup yeniden üretiliyor. Haber üretimi esnasında toplumsal gerçeklik ve sorunlar ideolojik seçme, kapalı metinler içine hapsetme, taraflılık gibi eğilimler nedeniyle farklı biçimlerde temsil ediliyor. Günümüzde bu durum haberin gerçeği değil gerçeğin çarpıtılmış ya da kurgulanmış halini aktardığı anlamına geliyor. Haber böylece, ontolojik olarak “insanın yeryüzünde varoluşundan kaynaklanan değerine ve kişilik bütünlüğüne yönelik bir ihlal metni” oluyor.

Madalyonun diğer yüzünde ise demokratik modernite nehrinin seyrinde toplumların sesi hatta bazen bellek biriktiricisi, anlatıcısı, bazen savunan, sözünü söyleyen, direnişçi basın geleneği yer alır. Tarih içinde birçok muhalif hareketin düşüncelerini gizli bir biçimde yaydığı bilinir. Eskiden kendisini daha çok mitolojik-dinsel bir söylemle ifade eden bu hareketler derviş, dede, mürit, seyit, misyoner vb. din insanları sıfatıyla ideolojik mücadele vermiş, düşüncelerinin propagandasını yapmış, ajitasyon çalışmasıyla toplulukları harekete geçirmeye çalışmışlardır. Müslümanlıkta ve Hıristiyanlıkta en iyi propaganda ve ajitasyon faaliyeti yapanlar; ermiş, aziz ve azize sıfatıyla anılmıştır. Muhalif hareketler açısından en değerli kişiler, inançları en iyi yayan kişilikler olmuştur. İlk önceleri düşünce taşırma, propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürütenler, bunu ağırlıklı olarak sözlü yapmışlardır. Kültür ve sanat insanları da her zaman yeni düşüncelerin etkili propaganda ve ajitasyonunu yapan militanlar olmuştur. Muhalif düşünce akımlarının ve siyasi hareketlerin başarısında düşüncelerin yaşamsal ihtiyaçlara cevap vermesi kadar, topluluklara iyi taşırılması da rol oynamıştır. Son yüzyıllarda ortaya çıkan çağdaş ideolojiler ve siyasi hareketler de propaganda ve ajitasyon çalışmalarına çok önem vermişlerdir. Etkili örgüt ve eylemler kadar, ajitasyon ve propagandanın önemli olduğunu vurgulamışlardır. Hatta ideolojik mücadeleyi, ajitasyon ve propagandayı iyi yapmayan hareket ve partilerin başarılı bir mücadele yürütemeyeceklerini söylemişlerdir. Bu nedenle siyasal eylem örgütlemeleri kadar, ajitasyon ve propagandayı sözlü ve yazılı yapmaya ve bunun için örgütlenmeler geliştirmeye önem vermişlerdir. İktidarcı-devletçi algının dışına çıkan medya organları 19 ve 20’nci yüzyıl boyunca kıt olanaklarla bazen devrimlere, bazen de egemenlerin savaşları önündeki en büyük muhalefete öncülük yaptı. Toplumlar lehine devrim gazeteciliğinin oynadığı rol ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte burada Iskra (Kıvılcım) Gazetesi’nin Rus Bolşevik devrimine öncülük yapması ve ABD’nin Vietnam işgaline karşı, etik gazeteciliğin oynadığı rolün önemine değinebiliriz.

 

Kadının Varlığının Bilincine, Kendi Olmanın Farkına Varması

Kadınlar cephesinde ise sözün gücüyle toplumlara ulaşarak direnişe çağırma ataerkil iktidara meydan okuma 19’uncu yüzyıldan itibaren eşitlik temelli mücadelenin temel araçlarından biri olarak gelişim göstermeye başladı. Feminist, sosyalist, anarşist mücadele içinde yer alan kadınların hemen hemen hepsinin eylemci ve aynı zamanda gazeteci kimliği ile var olduğunu görürüz. Flora Tristan, “Ev kadını ya da fahişe olmak dışında bir seçeneğimiz olmalı” başlıklı makalesini yayınlayacak bir mecra bulamayınca, dört sayfalık kendi gazetesini bildiri şeklinde basarak dağıtmıştır.[3] İki yüzyıllık bir direniş geleneğinde hak mücadelelerinde sesini gazete, dergi, bildiri ve çeşitli yöntemlerle duyuran kadınlar, 20’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise teorik-politik dergiler ve yayın organlarıyla varlığını kamusallaştırma ve sesini duyurmayı bir direniş yöntemi olarak ele almış ve bunun etrafında örgütlü mücadele geliştirmişlerdir.

Varlık ve özgürlük sorunu; bugünkü Kürt diyalektiğinde ne kadar yaşamsal, içiçe geçmiş ve devletli uygarlık saldırılarına karşı bir özsavunma direnişi olarak somutlaşmışsa, bu kadın açısından daha hayati bir gerçekliği ifade etmektedir. Cins, ulus ve sınıfsal olarak var olma sorunuyla karşı karşıyadır. Kadının varlığının bilincine, kendi olmanın farkına varması, kendini bilme ve gerçekleştirme düzeyi; toplumsal varlığın ve gerçekleşmenin özünü oluşturmaktadır. Bu özü koruma ve geliştirme tarihsel toplum bilinciyle gerçekleşir. Duygu ve düşünce dünyasını şekillendiren kölelik-egemenlik, devlet-toplum, kadın-erkek, yaşam-ölüm, özne-nesne ikilem veya karşıtlıklarını çözümleme, özgür zihniyet dünyasının gelişimine zemin oluşturur. Direniş ve toplumsallaşma bu bilince dayalı irade, kararlılık ve örgütlenme üzerinden sağlanır. “Xwebûn” tartışma ve yoğunlaşmalarının son yılların en önemli gündemini belirlemesi, varlık ve bilinç düzeyinde kazanılan gelişmenin, güvenceye alınacak bir oluşma, olgunlaşma ve forma dönüşme ihtiyacı ve zorunluluğuyla bağlantılıdır.

Abdullah Öcalan, “Kadının kölelik tarihi henüz yazılmadı, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor” diyor. Basın biraz da günün tarih olması güne bırakılanın tarihe kalmasıysa bizim nehrin tarihi o kadar derin ve o kadar uzun ki yazılmadı hala ve yazılması bir borç olarak önümüzde duruyor. Hepsini olmasa da en azından bildiğimiz kadarını anlatmak, parçaları bütünleştirmek; bütünleştikçe varlık olmak, oldukça bilince dönüşmek ve dönüştükçe bütünlüğün formunda buluşmak gerekiyor. Birey ve toplum olarak varlık kazanma; yenilenme, kimlikleşme ve kendini yeniden yaratma sürecidir. Bu süreç yeni kavramları, kuramları ve bu zihinsel yenilenmenin getirdiği yeni kurumlaşmaları ifade eder. Kısacası düşünsel, felsefik yanı kadar, yaşamsal, eylemsel ve örgütlenmede somutlaşması demektir. Bu diyalektik bağ, varlık-bilinç-form olarak bir formülasyona kavuştu. Her ülkede ayrı bir külliyatı olan kadınların basın yoluyla direnme biçimlerini Kürdistan özgünlüğünde ele aldığımız bu yazıda, Kürt kadın basın tarihinin xwebûn sürecinin uzun bir zamana yayıldığına şahit oluruz. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin gelişimiyle doğrudan paralellik gösterir ve birbirini besler. Burada varlık-bilinç-form kazanma sürecinin nasıl ‘jin jiyan azadî’ sihirli formülü, demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma ile doğrudan bağlantısı varsa Kürdistan kadın basın geleneğinin de bu ivmeye bağlı geliştiğini, kavramsal, zamansal bağlarla anlatabiliriz.

Birinci aşamayı; varlık olma süreci olarak yorumlayabiliriz. 1898 ile 1900’lerin başına kadar gelen süreçte Kürdistan gazetesiyle başlayan gelenekten tam 20 yıl sonra, kadınlarında belli bir arayışının olduğunu görüyoruz. Osmanlı’nın son döneminde Kürt kadınlarının bulundukları coğrafya ve siyasi yapı içerisinde farklı etnik grup ve inançlarla birlikte oluşturulan bir yayın politikası ve kadınlar dünyasında kendisini ifade ettiği bir dönemdir. Bu süreç Kadınlar Dünyası Dergisi’ne yazı yazan Kürdistan Kadın Teal-i Cemiyeti üyesi kadınların ilk adımlarıyla başlar. Kürt kadınlarının önemli bir entellektüel birikim oluşturduğu bu dönem, derginin dil, din, mezhep, etnik köken ayrımı gözetmeden yayın politikasının merkezine kadın sorununu alması, Kürt kadınlarını bu dergide yazmaya yönlendirmiştir. 1913 yılında çıkan dergi 1921 yılına kadar yayın hayatını sürdürmüş, Osmanlı tarihinin ilk feminist dergisi olarak kabul edilmiştir. Meziyet Bedirxan, Fexriye Bedirxan, Mes’adet Bedirxan, Fato Nalî, bu gazetede makale yazan Kürt kadınlardır. Bu kadın yazarların genel profili dönemin karakterini yansıtır. Fransız Burjuva Devrimi’nin tüm dünyayı ulus-devletleşme sürecindeki mücadelelerle etkilediği, Batı aydınlanmacı mantığın etkisinde daha çok üst sınıflardan aristokrat okuma-yazma imkanı bulabilmiş ailelere mensup kadınlardır. 20’inci yüzyılın başında ulusal mücadeleleri merkezine alan bir hatta 1918-1919’da Jîn Dergisi ile başlayan Kürt kadın basın geleneği, dönemin şartlarına göre kadın hakları, kadının eşitlik arayışı, Kürt ulusal mücadelesi anlamında modernleşme arayışlarına da tekabül ettiğini görüyoruz. Derginin içeriği ve kadın yazarların yazılarında bu arayış yoğun şekilde yansımaktadır. Kadınlar Dünyası’na yazan yukarıda ismi geçen kadınların birçoğu daha sonra bu dergiye farklı isimlerle yazı yazar.  Kadınların yer alma biçimleri yine dönem karakterini yansıtır. Burjuva-aristokrat sürgün ailelerin kızlarıdır ve toplumun genelinin aksine okuma yazma imkanı bulmuş olanlardır.  Derginin yayıncısı bir erkek olsa da kadınların kolektif emeğiyle çıkarılan bu dergiyi Kürt kadın basın deneyiminin var olma sürecinin önemli bir halkası olarak ele almakta yarar var. Sömürge bir ulusta, ‘ilk ve son sömürge’ olma gerçeğiyle kadınların varlık olma mücadelesinin basın açısından da uzun bir süreyi alması kaçınılmaz bir durumdur.

Lozan ile Kürdistan’ın sömürge konumunda tutulması yönünde hegemon güçlerin aldığı karar ve direnişlerin kırılmasıyla Kuzey Kürdistan’da kesintiye uğrayan bu süreçte Başur ve Rojava Kürdistanı’nda kadınların basın çalışmaları sürer. 1950’lerden ‘80’lere kadar Rojava ve Başur eksenli devam eder bu süreç. 1932-1950 arası, Kürt kadınlarının Kürt basınında yazar ve yönetici olarak yer aldıkları yıllardır.  Bunlardan biri olan Rewşen Bedirxan, Hawar’da Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü görevinin yanı sıra köşe yazarlığı yapar. Sadece gazetecilik değil aynı zamanda dönemin aktif kadın hakları eylemcisi olan Rewşen, Suriye Kadın Birliği Derneği çalışmalarında da yer alır. 1945’te Kahire’de yapılan kadın kongresinin hem hazırlayıcısı hem de katılımcısı olan Rewşen, yıllar sonra o döneme ait verdiği röportajında kadının sömürge olma konumu ile Kürdistan’ın sömürge olma konumunun paralelliğine dikkat çekerek ortak mücadele hattında arayışlarını dile getiriyor; “Adımız ister Türk, ister Arap, ister Fars, ister Kürt olsun, tenimiz ister beyaz, ister sarı, ister esmer olsun, kadın olarak erkeğin sömürgesi, mülkiyeti, kaba ve psikolojik şiddetinin bir hedefi, mağduruyduk. Dünyadaki tüm kadınların kurduğu ortak birliğe üye olarak, çalışmalarımı resmi bir düzeye taşımak istedim. 1934 yılında Kadınlar Birliği’ne üye oldum. Suriyeli kadınlar arasında öyle bir öncülük misyonu yüklenmişti ki bana, 1944 yılında Suriye kadınları adına Mısır’da, Dünya Kadınlar Kongresi’ne katıldım. Ama bir yanım hep, ‘Kürdistanlı bir kadın olarak, ne zaman temsil hakkı buluruz rengarenk kadınlar arasında? Kendi rengimizle ne zaman sorunlarımızı dile getiririz?’ diye sorgulamalarla yanıyordu için için… Bir yanımız gülerken, diğer yanımız hep yarım kalıyordu. Sürgün parçalıyor, ikiye bölüyordu öpüşlerimizi…”[4]

Başurlu Şair Pîremêrd’in kızı Rahmexan ise babasının ölümünün ardından 1950 yılında Jîn Dergisi’nin imtiyaz sahipliğini üstlenmiştir. Rahmexan daha sonra Afretê Jinan isimli bir kadın dergisinin yazı işleri müdürlüğünü üstleniyor. Bu yıllarda kayıtlara geçen kadın yayınlarının isimleri net olmamakla birlikte, ömrü çok uzun olmasa da en az 3 yayının kadınlar tarafından çıkarıldığını belirtebiliriz. Kürt kadınların basın deneyimini 1980’lere kadar olan kısmını varlığını ispat ve anlamlandırma süreci olarak ele alabiliriz. Erkek egemen, modernist kalıpların dayattığı ulusal mücadele hattında daha çok var olma kadınların ‘hak temelli’ sorunlarına ilişkin yer yer sözünü söyleme olsa da daha çok etnik kimlik mücadelesinde ‘ulusal davasına bağlı erkeklere yardımcı olma’ rolüyle hareket ederler. Geleneksel rolleri aşma mücadelesi direkt ve bilinçli bir hedef olmasa da grup ve birey ekseninde verildiği bir dönemdir. Sosyolojik bağlamda değerlendirildiğinde, hak mücadelesinde kadınların varlığının önemli bir mihenk taşı olarak ele alınacak bu süreç 1980’lerle birlikte yeni bir evreye girdi.

İkinci evreyi; 1980’ler sonrası ulusal, sınıfsal ve cins çelişkilerini tanımlama ve çözmeye dönük daha bütünlüklü bir mücadele ve bilinçlenme süreci olarak ele alabiliriz. Bu sürecin Kürdistan Özgürlük Hareketi ile paralel geliştiğine tanıklık ediyoruz. Bu dönem örgütlenerek temel çelişkilerini çözme, bu örgütlenme süreci içinde basın çalışmaları yürütme ve aktif yer alma gelişir. Ezilen ulusların kaderi, o ulusun hafızası ile aynı düzlemde bir gelişim gösterir. Kürdistan’da basın tarihi ya da Kürdistan’da kadın basın tarihi, hak arayışı, bağımsızlık arayışı, özgürlük arayışı ve bunun mücadele tarihi ile bire bir bağlantılı ve iç içe ele alınabilecek olgulardır. PKK’nin kuruluşunun hemen ardından 1978’te oluşturulan merkezi Basın-Yayın Komitesi’nde kadınlar da yer alır.  Kürdistan’da son 40 yıllık direnişin öncü basın organı olan Serxwebûn Gazetesi’nin Kuzey Kürdistan’da yayınlanan ilk sayılarında aktif yer alanlardan biri de 1985’te yaşamını yitiren PKK’nin ilk kadın kadrolarından Saime Aşkın oldu. Gazeteciliğin iktidara karşı halklar lehine devrimci bir tavırla tarih anlatısı olarak yapılması gerektiğini savunarak literatüre yerlilerin ve yoksulların sesi olacak ‘militan gazetecilik’ tanımını getiren Eduardo Galeano ise “Gazetecilik seni o küçük çevrenden çıkmaya, başkalarının dansına katılmaya zorlar” diyor. Saime Aşkın da o küçük çevrelerden çıkarak ortak dansa katılan kadınlar açısından bir ilki oluşturur.

Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin devrim okulu niteliğindeki Serxwebûn Gazetesi’nde ilk militanlığa adım atan Emel Çelebi (Mine), Zeynep Erdem (Jiyan), Bedriye Taş (Ronahi) gibi birçok kadın devrimci kalemi ile başladığı mücadeleye silahı ile devam edenlerden oldu. Bu bir geleneğin öncesi ve sonrasıyla devamıydı. Silah ve kalem sömürge bir halkın kendini savunmak için iki ayrı yöntemiydi ve bu gelenek bugün de devam ediyor. Azadîya Welat Gazetesi’nde Kürtçe’nin ahengi ile kalemiyle direnen Rosîda (Emine Demir), kalemin yetersiz kaldığı yerde silahını kuşanarak dağların yolunu tutanlardan oldu ve 21 Ağustos 2024’te yaşamını yitirdi. Yine 1983 yılında Güney Kürdistan’da Lolan’da çıkarılan Peşmerge Dergisi, bir grup kadın devrimci tarafından örgütlendirildi. 1980’lerin sonuna gelindiğinde PKK’ye kadın katılımlarının nitelik ve nicelik olarak artmasıyla birlikte yavaş yavaş ayrı örgütlenmeler gelişmeye başladı ve bu da beraberinde özgün yayınların çıkarılmasını getirdi. Özgürlük Hareketi’nin ilk özgün kadın örgütlenmesi olan Avrupa’da 1987 yılında kurulan Kürdistan Yurtsever Kadınlar Birliği (YJWK), aylık bülten yayınladı ve bu periyodik yayın uzun bir süre devam etti. Bülten daha sonra içeriğini zenginleştirerek Jina Serbilind adıyla uzun süre yayın hayatını sürdürdü.

 

“Kopuş Teorisi” ve Kadın

1990’larla birlikte ağırlık cins mücadelesinin daha görünür hale gelmesiyle oluşturulan medya organlarının yayınladığı ve bu medya organlarında kadınların aktif şekilde yer aldığına tanıklık ederiz. Bu dönem aynı zamanda Özgürlük Hareketi’nin kitleselleşmesine karşı devlet şiddetinin yoğunlaştığı ve köylerin yakıldığı, işkence tezgahlarının kurulduğu, faili meçhullerin yaşandığı bir dönem olduğunu hepimiz biliriz. Bu süreçte hakikatten ve direnişten yana gazetecilik çizgisinin de geliştiği kitleselleştiği bir dönemdir. Genel Kürt basını içinde güncel aktüel habere müdahale eden kadınların sayısı da bu dönemde artış gösterir. Kuzey Kürdistan’da yayın hayatına başlayan Özgür Gündem Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini yapan Gurbetelli Ersöz sadece Kürdistan ya da Türkiye için değil Ortadoğu için bir ilktir. 1993 yılında bombalanan Özgür Ülke Gazetesi’nin bir gün sonra “Bu ateş sizi de yakar” manşetiyle yayınlanması ise dünya basın tarihinde eşine az rastlanır bir hakikat savaşçılığının sembolü olarak tarihe geçti. Gurbetelli 1993 yılında Nadire Mater’e ceazevindeyken verdiği röportajda, hakikati kaydetmenin önemini ve Kürt kadın mücadelesi ile kadın basın kültürünün gelişmesini şöyle dile getiriyor; “Günlük gazeteleri okumadan önce, muhabirlerin ölüm, gözaltı ya da kaybolma, el konan, dağıtılmayan gazete haberleri geliyor. Bu yüzden gün avukatlarla toplantılar, telefonlarla bürolardaki gelişmeleri öğrenmek, basın açıklamaları yapmakla başlıyor; açılan ve süren davalar ve ifade vermeler… Yani, haber toplantılarına katılmak bile imkânsızlaşıyor zaman zaman. Benim bu ülkede ilk genel yayın yönetmeni olmam Kürt kadın mücadelesinin bir zaferidir. Tabii ki, bir Kürt kadının genel yayın yönetmeni olması çok önemli, son yıllarda Kürt kadını erkekten çok daha fazla mesafe katetti. Benim bugün geldiğim yer de kendi özel gayretimin yanı sıra bununla bağlantılı.”[5] Aynı dönemde bir başka mecra ise 1995 yılında Med TV’nin kuruluşu oldu. İlk Kürtçe televizyon olarak tarihe not düşülen Med TV’nin çalışanlarının büyük bir kısmı kadınlardan oluşuyordu.

Abdullah Öcalan, 1997 yılında ‘Kopuş Teorisi’ni geliştirdi. Bu kadınların kendi özgücünü kazanmaları, birbirine yabancılaştırılmış gerçeğine karşı birbirini tanıma, cins sevgisini geliştirmede önemli bir adımdı. Aynı zamanda kopuş teorisi esasta erkek egemenliğinin yarattığı duygu, düşünce yaşam alışkanlıklarından kadının kendisini arındırmasını ifade ediyordu. Köleliğin kaynaklarını güçlü bir tanımlamayla kadın üzerindeki etkilerini çözümlemeyi gerektiren ve bununla mücadele etmeyi ifade eden bir kuram olarak kadınlar cephesinde yaygınlaştı, toplumsallaştı ve karşılığını buldu.

Ordulaşma ve ayrı örgütlenme konusunda büyük yol kat eden Kürt kadınları ‘kopuş teorisi’ni geliştirmeyle birlikte özgün örgütlenme modellerini geliştirdiler.Medyada buna paralel olarak kadınların ayrı örgütlenme modellerini oluşturmaya başladı. Kadın haberciliği kategorisi oluşturuldu ve bu ihtiyaç olarak tüm basın kurumlarına yer almaya başladı. Özgün kadın basın yayın organlarının gelişimi bu süreçte dört parça Kürdistan’a yayıldı. Meysa Baki (Şilan Kobane) öncülüğünde Başurê Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde 8 Mart 1998 yılında yayın hayatına başlayan haftalık Jiyana Azad Gazetesi, belirli aralıklarla Ronai ismiyle devam etti. Son olarak Leyla Wali’nin (Viyan Soran) emeği ile 2008 yılında Trûska adıyla yeniden yayınlanmaya başladı. Ve bu yayın bugüne kadar Başurê Kürdistan’da yayınlanan en uzun süreli kadın dergisi olma özelliğini koruyor. Rojava Kürdistanı’nda 2001 yılında yayınlanan Dengê Jiyan Dergisi de bu parçanın ilk kadın yayını olarak tarihe not edildi. Yine 2003 yılında Rojhilat Kürdistanı’nda Baharê Zen yayına başladı ve üç yıl düzenli yayınlandı. Avrupa’da ise 2008 yılından itibaren Newaya Jin gazetesi aylık olarak yayınlanmaya başladı.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ise 1998’de Özgür Kadın Dergisi yayın hayatına başladı. “Kadının Sesi’’ ve ‘‘Özgür Kadının Sesi” isimleriyle yayınına devam eden dergi kadınların düşünce gücünü geliştirmesinde bir okul görevi gördü. Dergi 2007’den itibaren ise Heviye Jine ismiyle yayınlandı. 2000’lerin başından itibaren ise genel gazete içinde kadınların birikimlerini ‘kadın sayfası’ oluşturma ve kadın odaklı haberleri burada yayınlamaya başladı. Kadın sayfası kadın dilinin oluşturulması, kadın bakışının, cins mücadelesi bakışının aktüeli yorumlaması perspektifi ile hazırlandı ve dergiler dışında aktüelde kadın haberlerinin ilk yayınlandığı mecra oldu.

Bilincin forma dönüşmesini ifade eden kopuş teorisinin, kadın örgütlenmelerinin geliştiği bu süreç aynı zamanda Kürt kadın basın tarihi içinde kendi mecrasını oluşturmayı beraberinde getirdi. Kadın partileşmesi ve demokratik, ekolojik, kadın eksenli paradigmanın somut karşılığı olarak ‘kendine ait medya’ oluşturma fikri 2000’lerin sonuna doğru olgunlaştı ve bir mecraya dönüştü.

Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin diyalektiği, direniş eksenlidir. Ama kendini salt direnme üzerine kurgulamaz ve her direniş bedel, her bedel ise yeni bir hamlenin başlangıcı olarak canlı bir akışkanlıkla ilerler. Nesrin Teke, Esen Aslan gibi verilen her bedel, yitirilen her kadının ardından onun hayallerine sadık kalarak bir adım ileriye hakikati arama yolculuğunun diyalektik serüvenini belirledi. Tamamen ‘kendine ait bir medya’ oluşturma sürecinin önemli tartışmalarının sahibi olan Ayfer Serçe (Şilan Aras) bu akışkan mirası devralıp devredenlerden biri olarak Kürt kadın basın tarihinin kilometre taşlarında biri oldu. 2005 yılında yürütülen tartışmalarda “Bizim neden kendimize ait bir aktüel güncel yayınımız, ajansımız olmasın” diyen Ayfer’in 2006 yılında İran rejimi tarafından katledilmesinin ardından ajans tartışmaları yoğunlaştı ve 8 Mart 2012 yılında ilk kadın haber ajansı JINHA “Erkekler ne der diye düşünmeden yazıyoruz” sloganı ile kuruluşunu ilan etti. 2016 yılında KHK ile onlarca basın kuruluşu gibi kapatılan kadın haber ajansı yeniden yeniden başka isimlerle yayına devam etti. Sadece kadınlara ait bir televizyon deneyiminin adımı ise 2018 yılında atıldı ve Jin TV, “Kadınların sesi yaşamın yüzü” şiarıyla yayın hayatına merhaba dedi. Yine bilimsel-teorik düzlemde, Kürt kadın basın geleneğinde ortaya çıkan birikim Nagihan Akarsel öncülüğünde 2016’da yayın hayatına başlayan Jineoloji Dergisi ile önemli külliyatı oluşturdu. Nagihan’ın kadın belleğini teorik bilimsel akademik bir rotaya kavuşturma çabası onu kadın düşmanı devleti hedefi haline getirdi ve 2022’de Süleymaniye’te katledildi. Oluşturulan her mecra kadın basın kültürünün bir mihenk taşı olurken aynı zamanda, ataerkil, sömürgeci erkek-devlet erkinin de hedefi haline getirdi. KDP’nin ihaneti ile Şengal’de 2017’de katledilen Nujiyan Erhan, Ezidi kadınların ferman hikayelerini yüreğinden hissederek haberleştiriyor ve tarihe not düşüyordu. Şaristan Erkendi, Dilovan Gewer, Dilişan İbiş, Onur Artos ve son olarak Gülistan Tara ve Hero Bahadin. Gülistan, “Kalemimizi koruyan silahımızdır, bedenimizdir” diyordu. Bu döngü hayatın kendisinin döngüsü gibi durmadan akacak ve özgürlük nehirlerine dolacak kuşkusuz.

Ataerkil kurumlaşmış medyaya karşı kadınların çok sayıda mecrası oldu/olmaya devam ediyor. İnternet siteleri, dergiler ve benzeri kadınlar kendi seslerini duyuracak çok sayıda mecra buldular. Ancak var olan erkek egemen, cinsiyetçi haber dilinin bir alternatifini oluşturmak, bir karşı-anlatı aracılığıyla egemen dile meydan okumak konusunda güncel yayıncılık konusunda öncülüğü, ilklerin temelini günümüzde Kürt kadın basın geleneği oluşturuyor.

Birçoğu birkaç nüsha yayınlansa sömürge olma gerçeğiyle bir parçanın birikimlerini diğer parçanın bilmeme takip etmeme durumu olsada, nicelik olarakta Kürt kadın yayınlarının ismini yazmakta fayda var. Afretî Azad, Afret, Huner, Dengî Jinanî Kurdistan, Karwanî Afret, Afretî Kurd, Xanzad, Dengî Afret, Kadınların Kurtuluşu, Jina Kurd, Tewar, Yekbûn, Jiyan, Sêber, Jinî Emro, Dengî Afretan, Mehabad, Peyamî Xuşkan, Jina Serbilind, Jîn, Dengê Jinên Kurdistanê, Jinê Rabe, Yeksanî, Ji bo Rizgariya Jinan, New Day, Jin, Zîna Nû, Arjîn, Tiruske, Tewar-Javîn, Sinûr, Spêde / Spêdey Nwê, Dengî Jinan, Bêdarî Xuşkan, Ronahî, Roza, Dengê/Dengêk, Jujin, Çarşêw, Îlaf, Nîwey le Yadkiraw, Jiyanewe, Ayinde, Jiyanî Azad, Mîşkat, Mafî Afret, Bangeşey Rastî, Yaşamda Özgür Kadın. Nivar, Jin û Jiyar, Xanimî Ku, Jin û Jiyan, Lawêj/Awêze, Dengî Xaniman, Dengê Jiyan, Nwêkar, Rasan, Pêge, Rêwan, Şawuşka, Dengê Jinan, Dengê Jiyan, Roşnayî, Jinan, Tanrıça Zîlan, Jin û Jiyan Nû, Xatûzîn, Îştar, Behare Zen, Berbang, Hêlîn, Rasan, Berew 8’î Mars, Newaya Jin, Dayik, Komarî Roj, Seday Wê, Hêviya Jinê, Gulcar, Kiçan, Warvîn, Zînê, Rodoz, Rewşen, Raperî, Asoya Jinê, Binevş, KJA, YJA Star, YPJ Star, JINHA, Şûjın, Jilemo, Jinnews, NuJinha, Jin Tv, Jineolojî Dergisi, Jin Dergi, Afak el Mera…

Son yüz yıllık deneyimin istatistiki verilerini tam net verilere ulaşmadan toparladığımızda Kürdistan’ın dört parçasında 100’ten fazla dergi, gazete, ajans, televizyon, bülten ve internet sitesiyle Kürt kadın basını çok önemli bir mesafe kat etti. Bunun yüzde 70’den fazlası ise Kadın Özgürlük Hareketi’nin gelişim seyriyle paralel olarak, gelişti, teorik çerçeveye kavuştu. Ve bu yayınların yüzde 90’a yakın kısmının sömürge devletler tarafından kapatıldığını hepimiz yakinen biliyoruz. Tek tek her bir yayının tarihini ele alsak, bu yazının içerik ve kapsamını aşan bir noktaya evrilir. O nedenle, bombalanan gazetede yoldaşını toprağa vermeden, ertesi gün sayı hazırlığı yapan, yaralı halde sesini duyurmak için kamerasını kapatmadan kamuoyunu bilgilendirmeye çalışan, basılan malzemelerine el konulan ancak bulduğu en küçük imkanda sesini duyuranlardan bahsediyoruz. Kurumu basılıp mühürlendiğinde Amed’e bir sokak kahvesinde haber toplantısı yapan, evde biriktirdiği altınlarını ‘bu ses susmamalı’ diyerek getirip basın kurumuna bağışlayan, kadın çocuk yaşlı demeden her gün gerçekleri ve gerçeğin paradigmasını halka ulaştırma arayışında olanlardan bahsediyoruz. Katledilen yoldaşının yasını tutmadan onun hikayesini yazma sorumluluğu olan, katledilen her bir gazetecinin ardından daha keskin bir kalemle varlığını netleştiren, bir gelenekten bahsediyoruz.

Yukarıdaki sıralamada yer alan basın yayın organlarının faşizm koşullarında isimleri değişti başka başka isimlerle yeniden inatla toprağa tutunur gibi yayınlanmaya devam etti/ ediyor. Bu inadın arkasındaki felsefeyi iyi anlamadan Kürdistan’da basın olgusunu ve Kürt kadın basın tarihini anlamak mümkün olmaz. Kuşkusuz 1900’lerin başından itibaren hak temelli itirazını yükselten feminist medyanın yaygın ataerkil medyaya karşı eleştirileri önemli bir dil ve birikim oluşturdu. Kadınlar eşitlik ve özgürlük mücadelesinde teorik-eylemsel çerçevede süreli yayınlarla var oldular. Yine ataerkil medya içinde bireysel çıkışlar, çatlaklardan sızarak kadın mücadelesini geliştirdiler. Bu önemli bir mirası beraberinde getirdi ve cinsiyetçi, erkek egemen dile karşı mücadelede belli bir aşama kaydedildi. Ancak ataerkil, cinsiyetçi sektör medyasının içinde sınırları belirlenmiş bir mücadele alanının ne kadar devrimci bir değişimi beraberinde getireceği tartışmaya açık bir husustur. Tam da bu noktada kendine ait bir dil yaratabilmek, yaşamın her anına güncelin içinde mücadele edebilmek için feminist medya eleştirisinin kapsamına bir eleştiri olarak ortaya çıkan bu yeni medya deneyimi sadece Kürdistan ve bölge için değil dünya için de bir ilk işlevi gördü ve artık geri dönülmez bir medya kültürünün başlangıcı oldu.

Kapitalist medya sektörünün üretim ilişkilerini reddeden, ataerkil haber diline müdahale eden, haberin bütün aşamalarında kadınların yer aldığı yeni kadın odaklı habercilik, -yanında ya da karşısında- beyaz, orta sınıf, erkek egemen medya tarafından görmezden gelinen, yanlış yahut eksik temsil edilen, ‘öteki’leştirilen kadınlardan hareketle görünür kılmayı hedef olarak belirledi.  Aynı zamanda kadın odaklı haberciliğin üzerine düşünüp çıkış noktası aradığı birçok noktaya da pratik çözüm üreten mecra oldu. Örneğin kadınlar, yaygın medyada maruz kaldıkları hak ihlalleri nedeniyle haber olduklarında, yani taciz, tecavüz ya da şiddete maruz kaldıklarında bile gerçeğin temsil ediliş biçimi nedeniyle bir kez daha hak ihlaline maruz kaldıklarını tartışmaya açtı.

Bir diğer nokta; Kürt kadınları kendi deneyimlerinden yola çıkarak gördü ki; egemen ulus dışında kalan farklı halklardan kadınlar sadece cinsiyet kimliğinden dolayı değil daha derin ezilme ve dışlanma biçimlerine maruz kalıyor. Kadın olmanın yanı sıra etnik kimlikleri nedeniyle de eziliyor, ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kalıyor. Ataerkil sistemin farklı kültürel yapılarda farklı biçimlerde kadını katlettiğinden yola çıkarak temel meselenin sistemsel olduğu gerçeğine eğilmek gerekiyor. Ataerkil tahakkümün sadece kadına yönelik değil yaşamın bir bütününe dönük saldırganlığını görmek gerektiği perspektifi kadın haberciliğinin odak noktası olmak zorunda. Kadın kurtuluş ideolojisi ve pratiği ile yaşamı yeniden anlama ve yorumlama faaliyetlerinin bütünü kadınları ilgilendirmektedir.

Yaşama dair herşey kadını ilgilendirir ve iktidarın bütünü kadını en ince ayrıntısına kadar parçalarına ayırarak, kendinden uzaklaştırma varlığını anlamsız, bilincini dumura uğratan kendi formuna sokmak için her gün yeni estetik mucizeleri üreten bir ideolojik saldırı içinde olduğu sorunu kadın basıncılığını sadece günübirlik aktüel haberleri tüketen bir mecradan ayırıyor. Hergün ataerkil medyanın meşrulaştırdığı ne varsa ona karşı bir direnme biçimi olarak haberler yapmak verilen ideolojik savaşın özüdür.

Aslolan, yaşayabileceğin bir dünya ütopyasını bugünden inşa etmek ise direniş tarih boyunca olagelmiş bir kültürdür. Ve bu kültür elinin altındaki bütün araçları kullanır; hiçbir aracı, hiçbir ifade fırsatını boşa götürme lüksünü kabul etmez. Basının ilkeleri de etik estetik değerleri de tayyül ettiğin dünya yani paradigmana göre belirlenir. Klasik bir gazetecilik tabiri ile örnek verirsek. Burjuva ana akım patron medyası meslek haline getirdiği gazeteciliği ve gazeteciyi toplumdan koparır ve toplumu nesne kendini özne kılan bir yayıncılığı benimser. Burada köpeğin insanı ısırmasında haber değeri görmez, ‘ilginçlik’ arar ki daha çok okunsun daha çok reklam alsın. O yüzden insanın köpeği ısırmasında haber değeri görür. Kadın özgürlükçü basının paradigmasında her iki durumda da canlı hakkı kutsaldır, nedenleri önlemek üzere sorgulamaya yapmak, eleştirmek ve çözümleriyle kamuoyuna sunmak esastır.

Her varlığın özneleştiği, değer gördüğü yerde iktidar olgusu zayıflar ve kendini kurumsallaştıracak alan bulamaz. Ataerkiyi kökünden sorgulama ve kopuş ve özgür yaşamı inşa için sorumluluk almak bugüne kadar kullanılan dile de müdahaleyi gerektirir. Feminist hareketin mottosu haline gelen ve Carol Hanisch’in “The Personal is Political” başlıklı 1969 tarihli yazında yer alan “Özel olan politiktir” tespiti dönem koşulları açsından yapılan radikal bir tespitti. Ancak geldiğimiz koşullarda ele aldığımız her durumda politik olanın altında ideolojik yaklaşımı sorgulamak icap ediyor. O yüzden “Özel olan ideolojiktir” yada “Kadın cinayetlerinin ideolojik” olduğu gerçeğiyle, kadın özgürlüğünden yana, halkların özgürlüğünden yana, doğanın özgürlüğünden yana tutum alan bir gazetecilik tarzını geliştirmek gerekiyor. Devletçi-ataerkil-burjuva elitin elinde ana akıma dönüşün ve halkı esir alan gazeteciliğe karşı en ideolojik ve en taraflı yayın yapmakla mükelleftir. Eski dilde, eski söylemlerde, tarihsel-toplumsal sosyolojik dönem koşullarına göre ilerici mücadeleye dair tanımların kadın hareketi açısından da aşılması çağın ve çağa çözüm olan paradigmaların yeni teorik-ideolojik tespitlerinden beslenmek gerekiyor.

Nasıl ki günümüzde artık ‘kadın eşitliği’ söylemi bütün burjuva medyanın birer kalıp cümlesi olarak moda haline getiriliyorsa -ki bu çok zihniyet dönüşümü yapıldığı ve öyle olduğu için değil çağın değişim dinamiği olan kadınların taleplerinin ehlilleştirilmesi için başvurulan bir yöntemse- kadın özgürlük mücadelesi adına mücadele edenlerin tam anlamıyla erkek egemen sistemden kopmaya, sonsuz boşanmaya ve özgür bir yaşamın inşası için rol üstlenmeye buradan yani basından başlaması gerekiyor. Çünkü 200 yıl önce Clara Zetkin’in çıkardığı dergi kadın ulusun mirasıysa, ‘kendine ait medya’ teoremi ile Emel’den, Gurbetelli’den, Ayfer’den, Nagihan’dan, Rosida’dan, Gulistan’dan kalan miras sadece Kürt kadınlara değil kadın özgürlük mücadelesi veren dünyanın her yanındaki kadınlara aittir. “21’inci yüzyılı kadın yüzyılı yapma” iddiasıyla yerelden evrensele, evrenselden yerele, kadın özgürlük mücadelesinin öncülüğünü nasıl ki Kürt kadın hareketi üstleniyorsa, özgür kadın gazeteciliğinin de etik-estetik değerlerini Kürt kadın medyasının özgün basın deneyiminin belirleyecek gibi görünüyor. İran’da Jina Emini’nin katledilmesiyle başlayan serhıldanlarla evrenselleşen “Jin jiyan azadî” sihirli formülü gibi direnen kadın medya hakikati xwebun yolunda, kendi sesi sözü ve varlığı ile kadından, yaşamdan, özgürlükten yana taraf olmaya devam edecek.

 

[1]      Gülistan Tara – https://www.youtube.com/watch?v=Afhb2OKLBn0
[2]  Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu-III
[3]  Feminizm-Adrea Michel- İletişim Yayınları
[4]  Aktaran Nihat Gültekin, PolitikArt
[5]  https://bianet.org/yazi/cernobil-ve-gurbetelli-ersoz-yuregimi-daglara-naksettim-155274
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.