Düşünce ve Kuram Dergisi

Deli Gömleği: Medya

Mehtap Kıyar

“İnsanların duygu ve düşüncelerini, bilgilerini, görüşlerini paylaşma yani iletişimin (komünikasyon) insanlık tarihi kadar eski-kadim bir tarihi vardır. Yüzyıllar içerisinde, birbirimizle ortak bağlantı kurmanın şekli değişti-gelişti. Gelişen komünikasyon araçları ile sözlü-yazılı-görüntülü haber alma imkanlarımız ivme kazandı. Uzay-hız çağında yaşıyoruz. Teknolojinin gelişmiş olduğu aşama ile beraber neredeyse dünyanın her noktasından, yaşanan olayları an be an takip etme, gözlemleme olanaklarına sahibiz. İnternet ile kurmuş olduğumuz gözlemleyen-gözlemlenen ilişkisi bakış açılarımız, dünya görüşümüz üzerinde önemli bir yere sahip.

Formel (tv, gazete, tweetr, instagram, telegram vs.) olarak ikiye ayırabileceğimiz iletişim araçlarından medyanın işlevi ve önemini ele almak istiyorum.

Medya; iletişim araçlarının daha çok reklam, basın-yayın amaçlı kullanımına dayalı sektördür. Sözcük tanımını bu çerçevede yapabileceğimiz medya, toplum nezdinde neyi ifade ediyor? “Medya toplumun aynasıdır” belirlemesi bir gerçekliği ifade ediyor mu? Toplum çıkarları ile çatışıyor mu? Medya aracılığıyla doğru ve güvenilir bilgiye ulaşabiliyor muyuz? Rıza üretiminde medyanın rolü nedir? Gibi soruların içinde bulunduğumuz adı konmamış 3. Dünya Savaşı’nın ve derinleşen -kriz ve kaos ekseninde- toplumsal sorunların çözümü açısından önemlidir. Zira medya en etkili ideolojik araçlardan biri olup, yaşamlarımızda belirleyen olmaya devam etmektedir.

Medyanın genel toplum çıkarlarına hizmet ettiği belirtilse de özelde siyasal iktidara, evrensel-küresel-anlamda ise kapitalist sisteme hizmet eder. İdeolojik fetihte en önemli araç konumundadır. Siyasal iktidarı elinde bulunduranların kendi ideolojik programını, görüşünü, politikalarını benimsetmek ve meşruiyetini sağlamak amacıyla kullandığı kanaldır. Algı yönetimi ve kontrolü ile belleksizleştirilmiş, sanallaştırılmış ve direniş gücü etkisizleştirilmiş bir toplum inşa edilir. Medya bir nevi ikinci analitik akıl gibi toplum üzerinde işlevseldir. Nasıl ki analitik akıl kendi başına iyi ya da kötü değilse medya da kendi başına nötr bir araçtır. Her silah gibi rolünü kullanan belirler. Hegemonik güçler her zaman etkili sıfatlara sahip oldukları gibi medya silahının da takım gücüdür”.[1] Bu anlamda işlevi ve belirleyiciliğinin sorgulanması önemlidir.

Yeni ekonomi alanında tekelleşme bağlamında da medya irdelenmesi gereken bir konudur. Sınırlı sayıda şirket tarafından kontrol edilen, yüzlerce basın yayın kuruluşu ile korkunç bir sektör oluşturulmuştur. “ABD sermayesi çıkışlı birkaç medya şirketi neredeyse dünya sektörüne hakim olmuştur”.[2] Dünyanın en zenginleri arasında medya patronlarının yer alması tesadüf değildir. Medyanın haber alma-iletişim gibi amaçları, yerini popüler kültüre hizmet edecek şekilde eğlenceye bırakarak magazinleşmiş ve rant öncelikli “şirket medya”sını almıştır.

Kapitalist modernite, ekonomik sömürüsünün yanı sıra ideolojisini kitlelere ulaştırmada medyayı iyi kullanıyor. Özellikle 1950’ler sonrası yaşamımıza giren tv ve daha sonra internet gibi görselleşen medya ile hegemonyasını yaymada önemli bir hız kazandı. Kapitalist modernitenin toplumsallığa karşı en vahşi saldırı sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemin günlük, anlık olarak yaşamlarımıza sızma girişimini “toplumkırım”[3] olarak tanımlayabiliriz. Hegemonik güçlerin yönetimi altındaki medyanın bilinçlendirdiği söylemi bir çarpıtmadır. Özellikle bilince yönelik bir saldırı ve belleksizleştirmedir. Santre; “Bilinç ve dünya birlikte dururlar”[4]der. Kapitalist modernite medya aracılığı ile yaptığı ise bilinçleri karartıcıdır.

Basın ve medyanın egemen sistemler için temel ideolojik araç olduğunu belirtmiştik. Türkiye’deki iktidar sistemi de bu silahı, çok yönlü ve etkili konuma getirecek şekilde kullanmaktadır. Medya toplum için değil, toplumsal değerlere karşıt, tahripkar bir rol oymamaktadır. Bu durmun temel sebeplerinden biri “Başyüce”[5]ye itaat eden medya gerçekliğidir.[6] Haber niteliği yer yer farklılık gösterse de ne yazık ki toplum üzerinde oluşturulan etki bakımından “tek” bir politika ile karşı karşıyayız. Bu minvalde medyanın tek tipleştirilmesinden, faşizmin bu yolla an be an yeniden üretilişinden bahsedebiliriz. Tek dil, tek din, tek bayrak, tek vatan dörtlüsüne “tek medya” dahil edilerek “beşli çete” yaratılmıştır adeta. Devlet bünyesindeki tüm basın kuruluşları mevcut hükümete hizmet ettiği gibi, irili ufaklı özel kuruluşlarla görünürde çeşitlilik atmosferi oluşturulsa da “tek medya” propaganda aracı ile karşı karşıyayız. Bağımsız tarafsız gibi sıfatlarla kendini muhalif olarak tanımlayan yayın organları ise; kimi zaman iktidara –ana akım medyaya yönelik eleştiriler yöneltse de, iktidarın oluşturulduğu gündemden kopamamaktadır. “Doğru ve gerçek bilginin tek adresi” gibi reklam argümanları saptırmadır. Ezop dilini aşamayan bu orta yolcu tutum mevcut iktidara karşıtlık gösterse de sistemle uzlaşmaktadır.

Özgür basın gibi alternatif medya ise; “kanun hükmünde kararnameler”, “etki-ajan yasası”, “dezenformasyonla mücadele yasası” gibi uygulamalarla kıskaç altına alınmaktadır. Baskı oluşturularak, ekonomi tekelleri tarafından sınırlandırılarak yayın yapamayacak duruma getirilmiştir. Yüzlerce tutuklu gazeteci ve basın çalışanı bu durum için somut örnektir. “İfade özgürlüğü”nü fiiliyatta ortadan kaldıracak düzenlemelerle medya dizayn edilmektedir. Dinleyiciye, izleyiciye ulaşmada fırsat eşitliği olmadığı gibi, hangi konuların tartışmaya değer veya gündem niteliği taşıdığı da mevcut hükümet tarafından belirlenmektedir. İktidarın eleğinden geçemeyen haberler basında yer bulmadığı gibi; iktidarın düşüncesinden farklı, sorgulama oluşturabilecek haberler ise “halkı kin ve nefrete sevk” etme gerekçesi ile cezalandırılmaktadır.

Gerçek anlamda halkı kin ve düşmanlığa sevk eden, toplumu kutuplaştıran ise; cinsiyetçi, ırkçı, dinci retorikle ana akım medyadır. Toplumun ahlakı, politik dokuları saldırı altındayken, sürekli devlet (aslında kastedilen kişisel iktidardır) saldırı altındaymış gibi bir algı oluşturulmaktadır. Her an ‘kapıdaki’, ‘arka bahçedeki’ savaşa hazırlayan medya dili özellikle tercih edilmektedir. Kimi kanallar neredeyse 24 saat, 3. Dünya Savaşı başlıyor mu?” “saldırı bu gece gerçekleşecek mi?” gibi sansasyonel başlıklı haber servisi yapmaktadır. Bu yolla algı oluşturup eğilim belirlendiği gibi, savaş tamtamları ile propaganda yüklü haber katarak yayın formatını savaş konsepti üzerine kuran bir yayın akışı itinayla yürütülmektedir. Moderatör de dahil tartışma programlarına katılanlar (meslekleri, uzmanlık alanları ne olursa olsun) başkumandan edası ile ağızları sulana sulana “ele geçirdikleri”, “bastırdıkları” yerleri anlatır. Başka ülke topraklarındaki varlıklarını meşrulaştırarak “Türkün gücü”nü kanıtlamayı vatani görev haline getirmiş bir medya ile karşı karşıyayız. Eril ve militarist dil, konu ne olursa olsun temel basın argümanı haline getirilmiş durumdadır.

Özellikle “Kürt sorunu” bağlamında konu Kürtler olduğunda yegane sıfat “terörist” olmaktadır. Meclis’teki DEM’lilerden sokakta Kürtçe şarkı eşliğinde halaya duran, zılgıt çekene dek herkes “terörist” ve suç işliyorlar. Diyarbakır’da McDonald’s cafelere sopa ve taşlarla saldıranlara dönük haber; radikal İslam temsilcilerinin “kişiye saldırmadan demokratik yollarla tepkilerini göstermişler” ifadeleri ile verilirken, sokakta halay çeken gençlerin haberi “terör propagandası yaptılar” şeklinde verildi. Bu, özellikle algı oluşturma dilidir. Kürt sorununun kangrenleşmesinde medyanın üstlendiği misyon çarpıcıdır. Zaten Kürt sorunu başlıklı tartışma programlarında da sadece çözüm aranıyormuş gibi rol yapılır. Konunun muhatabı, hiçbir aktörün olmadığı bu tartışma programları toplumu kin ve düşmanlığa angaje ettiği gibi asimilasyon politikalarına hizmette sınır tanımamaktadır. Toplumu bölücülük doktrini ile zehirleyen iktidar, medya aracılığı ile bunu ince ince zihinlere inşa etmektedir.

Ekonomi, sanat, spor gibi her branşta aynı yaklaşımı görmek mümkün. Bu yaz Paris olimpiyat oyunlarında kendimiz kollezyum –savaş alanlarında hissetmemiz için her şey yapıldı. Beş kıtada barış ve kardeşlik teması ile gerçekleştirilen olimpiyatlar; Türkiye’de ana akım medya ile “Türk’ün gücü” ana fikriyle verildi. “filenin sultanları geçit vermedi” , “ kahramanlarımızı kimse deviremedi”, “kanımızın son damlasına kadar savaştık”, “şanlı bayrağımız dalgalandı”!

Militarizm ve cinsiyetçilik üzerine kurulan yayın akışı, şiddet eğilimi, oluşturduğu-beslediği-gibi (her gün çatışma, cinnet, kadın ve çocuk cinayetleri ile güne başlıyoruz) ırkçı bir yaklaşımla ayrımcılığı, ötekileştirmeyi de normalleştirmektedir. Bu ülkedeki nüfusun nerdeyse 2/3’sini oluşturan Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Çerkezleri, Hemşinleri yok sayan bir haber anlayışı hakim. “haber yapılırken kişinin etnik kimliğini, cinsiyetini, ırkını belirtmek suçtur”[7]. Ana akım ise ibadet edercesine Türklük vurgusu ile derin bir ayrımcılık yürütmektedir. Adeta canlı canlı “ırkçı nefrete tahrik suçu” işlemektedir.

Bu minvalde üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de cinsiyetçiliktir. Tüm medya içeriği fallus merkezli olup sembolik erkek figürü üzerinden oluşturulmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri geleneksel ve ataerkil kodlarla her haber içeriğinde sunulur. Kadını sürekli evliliğe hazırlayan, arzulanan nesne olma hayalini büyüten, erkeği güç sembolü olarak veren medya; şiddet cinsiyet, tecavüz haberlerinin verilme biçimleriyle de zararlı bir hal almaktadır.

Bu tarz haberlerin sunuluş tarzı şiddetin meşrulaştırılmasına yol açtığı gibi, hedefi magazinleştirerek ilgi arttırma kulvarlarını aşmamaktadır. Özellikle de, fişlenen, teşhir edilen şiddet veya tecavüz değildir. Birkaç hafta önce Manisa’da şiddete maruz kalan bir kadının haberi; “karısını sokak ortasında dövdü” başlığıyla verildi. Asıl sorun; kadına uygulanan şiddet ve çevredekilerin tepkisiz kalması olmalıyken, tek sorun sokak ortasında gerçekleşmesiymiş gibi verildi. Haberin verilme biçimi, öyküsü çok önemlidir. Shanta İyonger’in iddiasına gör: “eğer bir öykü epizodik biçimde mesela tek bir suçlu tarafından tek bir suçun işlenmesi gibi organize ediliyorsa bu durumda tek bir anlama türüne yol açacaktır. Ancak eğer öykünün organizasyonu daha tematik bir yayın kapsamını içerirse; örneğin bir kişinin yoksulluğuna sadece tekil bir hadise değil fakat daha ziyade bazı sosyal güçlerin bir sonucu olarak görürse bu durumda başka türlü bir anlama yol açar”.[8] Haberi bu kapsamda ele aldığımızda, verilme biçimi tek bir suçun organize edildiği öykü tasarımıdır. Esasta ise bu sosyolojik bir sorundur. Kaynağını Ilımlı İslam maskeli şeriat hükümlerinden almaktadır. Bu örnek insanlık değerlerinin ve ahlaki politik toplum dinamiğinin yerle bir edildiği yıkımın tablosudur. Medya, patriarkal aile kurumunun sürdürücülüğünü yapmaktadır. Toplumun çıkarlarını savunması gerekirken negatif ve cinsiyetçi bir dille ahlaki örgüyü hedef almaktadır.

Haftalarca sokak köpeklerini “asli düşmanımız” olarak veren haberleri izledik. Mecliste, köpeklerin katledilmesinin önünü açacak yasayı geçirtmek adına yandaş medya iktidara her türlü desteği sundu. Sonuç ise; katedilen-zehirlenen hayvanlar oldu. Poule Freide; “egemenlik altındaki bilinç bölünmüştür, kaypaktır. Korku ve güvensizlik doludur”[9]der. Parçalanmış bilinçlerimizle, sürekli dıştan bir tehdidin varlığı ile kendi dışında herkese, her şeye saldırarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Oysa bu, gerçek değil. Manipülasyon!

İşsizlik, eğitim, emeklilik, göçmen sorunları, derinleşen ekonomik kriz karşısında yasal ve demokratik yollarla hakkını arama, karşı koyma yerine intihar eden veya öldürmeye varan hastalıklı bir ruhsal durum yaratılmış durumda. Yaşadıklarını kader bağlamında ele alan kitle toplumu var karşımızda. “kitle toplumu, hala birbirleriyle ilişkisi olan, ama bir zamanlar hepsi için ortak bir anlamı olan müşterek dünyayı yitirmiş…”[10] örgütlenmiş yaşam biçimidir. Zor süreçlerden geçiyoruz. Bu krizi “yitirdiklerimizi” yeniden kazanarak aşabiliriz. Bu anlamda insanlık değerlerini canlandırmada medya iletişim araçlarına mihenk taşı misyonu yüklemek abartılı olamayacaktır.

Bu noktada Özgür Basın, tüm dönemleri aşan bir farkındalıkla görevlerine yüklenmelidir. “Hak odaklı”, “yurttaş gazeteciliğini” önceleyen, cinsiyetçi, dinci, ırkçı yaklaşım ve anlayışları aşma perspektifi ile beraber; yandaş medyanın karalama ve manipülasyon politikalarını daha güçlü bir şekilde deşifre etmelidir. Özgür toplum inşasında ideolojik konumunun farkındalığını yaşamalı-yaşatmalıdır. Ulaşılabilirliğin müthiş okut avantajı ile değişim parametrelerinde etkin olunabilir.

Yine toplum olarak; Özgür Basın’ı takip etme, informel iletişim ağlarını aktif kullanma önemlidir. Haber ve bilgileri direk almak yerine sorgulayan, araştıran-tartıştıran bir yaklaşımla yandaş medyanın ırkçı faşist karakteri yerle bir edilebilir. Ana akım medya deli gömleği misali sağlıklı düşünmemizi engelleyen bir dış baskı ve tahakküm aracı halini çoktan almıştır. Bu gömlek çıkarılıp atılmadan, sosyolojik geriye gidiş-yitiriliş durdurulamaz. Demokratik Özgür Toplum inşasında, sivil, itaatsizlik eylemi olarak “Deli gömleğini parçalayarak başlamalıyız…”

 

[1] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 3.Cilt
[2] Gazeteciliğe Başlarken, Derleyen; Sevda Alankuş
[3] Abdullah Öcalan
[4]  Ezilenlerin Pedagojisi, Paulo Freire
[5]  Başyücelik Devleti, Özdemir İnce
[6] “İtaatkarlığı, susup oturmayı kabul etmeyenlerin kolayca “düşman” ilan edilmesi, sınırsız bir tekçi egemenliği sürdürmek isteyenlerin silahı”, “Düşün Etiği”, Fatmagül Berktay
[7] Gazeteciliğe Başlarken, Derleyen; Sevda Alankuş
[8] Gazeteciliğe Başlarken, Derleyen; Sevda Alankuş
[9] Ezilenlerin Pedagojisi, Paulo Freire
[10] Geçmişle Gelecek Arasında, Hannah Arendt

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.