Düşünce ve Kuram Dergisi

Devletli Uygarlık ile Demokratik Uygarlık Mücadelesinde Kadın ve Mücadele Akışı

Tayip Temel

Kapitalist modernite dönemiyle yaşamın her alanına nüfuz eden ve önemli oranda hakimiyet kuran devletli uygarlık, yaşadığı krizin derinleşmesine paralel olarak yapısallığı da daha fazla sorunsallaştırılmaya devam ediyor. Toplum ve doğaya hükmetmekle başlayan, günümüzde toplum ve doğa kırımına dönüşen devletli uygarlığın kanlı, karanlık tarihinin irdelenmesi/eleştirisi kendiliğinden gelişen bir durum değildir.

 

İnsanlığın Varoluş Biçimi Olarak Ana Kadın Toplumsallığı

Devletli uygarlığın sömürü ve tahakkümüne direnen demokratik uygaralık güçlerinin destansı mücadelesinde kadının her zaman başat bir yeri olmuştur. Ataerkil zihniyetin ilk olarak doğa ve kadına yönelmiş, ilk tahakküm ve sömürü pratiklerini kadın ve doğaya karşı hayata geçirmiştir. Hayatın hakikatı olarak kadın ve doğanın ayrılmazlığı, birinin diğerini tamamlaması ve temsil etmesi bu iki yaşam kaynağını devletli uygarlığın temel hedefi haline getirmiştir. “İlk güçlü otoritenin kadın üzerinden kurulması raastlanatı değil. Kadın organik toplum gücü ve sözcüsüdür. O aşılmadan ataerkillik zafer kazanamaz. Daha ötesi, devlet kurumuna geçilemez. Ana kadın gücünün aşılması stratejik bir anlama sahiptir.”[1]
Yönelim ideolojik ve sistemseldir. Amaç ana kadın etrafında oluşan toplumsallık ve komünal değerleri ortadan kaldırmak ve karşı bir sistem kurmaktır. Çokça değerlendirildiği gibi toplumsal iş gücünü ele geçirmek tali bir amaçtır. Nitekim tarihsel donelere bakıldığında kadının işgücü amacıyla köleleştirildiği ve çalıştırıldığı ya hiç yok ya da çok enderdir. Kadının öncelikle ideolojik ve ardından fiziki saldırı ve köleleştirmeyle karşı karşıya gelmesinin ana nedeni kurduğu toplumsallığın ve sistemin iktidar, tahakküm ve sömürünün gelişmesi önünde engel olmasıdır. Bu engel ortadan kaldırılmadan ne doğa ne de insanın köleleştirilmesi imkan dahilinde değildir.

“Şunu iyi anlamak gerekli: ilk kurulan güçlü otoritenin kadın üzerinde kurulmuş olması bir tesadüf değildir. Kadın baskı ve sömürü ilişkilerinin yaşanmadığı, doğal ve eşitlikçi toplumun gücünü temsil eder. Patriarki, kadın yenilmiş olmasaydı galip gelemezdi; ayrıca devletin kurumsallaşmasına geçiş gerçekleşemezdi. Kadın-Ana’nın gücüne son vermek bu nedenle stratejik bir anlam taşımaktadır.”[2] Bu bağlamda son beş bin yıllık tarih esas itibarıyla ana kadının oluşturduğu komünal özgürlükçü sistem ile ataerkil zihniyetin oluşturduğu iktidarcı ve tahakkümcü sistemin mücadele tarihidir. İnsanlık tarihinde, karşıt değerlerin, hakikatlerin ve sistemlerin ideolojik ve politik olarak karşı karşıya geldiği kesitini ifade etmektedir. Ana kadın toplumumun doğayla uyumlu komünal, özgürlükçü, ahlaki ve politik hakikatının yok edilerek yerine mülkiyetçi, iktidarcı ve tahakkümcü hakikatların konulması mücadele ve savaşıdır.

Bu mücadeleyi gördüğümüz bir alan mitolojidir. Burada çatışma ve mücadelenin odak noktası öncelikle değerlerdir. Aslında buradaki temel amaç bu değerleri ele geçirmenin ötesinde çalınarak yok edilmesidir. Zira kadının yarattığı toplumsal sözleşme komünal ve özgürlükçü bir ruha sahiptir. Dönemin üretim araçlarına ilişkin teknik bilgiler dışında toplumsal değerler silsilesi olarak özü itibarıyla eril sistemin sahip olmak istediği ve kullanbileceği değerler değildir.

 

Özgürlük İçin: Dağların Doruğuna, Ormanın Karanlığına, Çölün Derinliğine
Mevcut yazılı kaynaklarda demokratik uygarlık güçlerinin kadın öncülüğünde insanlığı felakete sürükleyen devletli sisteme karşı sürekli bir mücadele içinde olduğu açıktır. Yitirdiklerini almak için yeniden doğaya dönüş yolundadır. “Sümerler zamanında, anaerkil toplumdan patriyarkal-devletçi topluma geçiş noktasında, insan ilk defa özgürlüğü adlandırma ihtiyacı hissetmiştir. Amargî. Bu insanlığın ‘özgürlük’ için kullandığı ilk kelime idi. Sümer dilinde ‘anaya dönmek’ anlamına gelmekteydi. Bu demektir ki ilk erkek ve kadın köle toplulukları özgürlüklerini, ana kültürünün hâkim olduğu toplulukları yöneten yaşam biçimine ve değerlere dönmekte görmekteydiler.”[3]

 

Tek Tanrılı Dinler ve İnsanlığın İkinci Kırılımı

Ana kadın toplumsallığı dağlarda, kırlarda, çöllerde, ormanlarda özgür yaşarken; devletli uygarlık güçleri nüfuz ettikleri her alanda zamanını sıkıştığı kötülük merkezlerini genişletme uğraşıyla geçirmiştir. Bin yıllar süren bu denklemin bozulması ancak tek tanrılı dinlerle mümkün olmuştur. Mitolojik dönemde hala tanrıçalar önemli bir güce sahiptir. Tanrıları lanetleme, cezalandırma ve yaşam alanlarından kovma gücüne sahiptir. Tek tanrılı dinlerde ise iyice etkisini ve gücü yitirmiş, mutlak biat dayatmasıyla karşı karşıyadır. Artık ya Lilith’te olduğu gibi lanetlenmeyi göze alarak isyan edecek ya da Havva gibi biat edecektir. Mitlerde başlayan toplumsal sistemlerin rekabeti inanç alanının temel mücadelesi halindedir. Bu çelişki ekseninde inanç alanında da ciddi bir ayrışmın yaşandığını görüyoruz. Pagan dinleri ana kadın toplumsallığını sürdürürken kozmolojisini doğanın ikili diyalektiğine dayandıran Zerdüştlük/Ezidilik dışında diğer dinlerin tamamı eril zihniyetin yeni doğa, toplum ve insan dizaynının kozmolojik örüntüsü ve rıza üretme araçlarına dönüşüyor. Böylece eril sistem tasarımı yeni bir merhaleye taşınıyor. İnsanın dışkı sayıldığı, doğa ve kadının mülkleştirilerek şey derekesine indirgendiği toplum karşıtı sistemin anahtarı göklere çıkarılarak ebedi ve ezeli kılınmak isteniyor.

 

Mezopotamya’nın Kızı: Lilith ve Bir Güzel İsyan Mirası

Lilith’in toplumsallığına sırt çevirme ve erkeğe, yeni sistemine biat etme dayatmasına yanıtı isyan oluyor. Tek tanrılı dinlere göre ilk insan olan Adem’e itaatsizliğinin temeli devletli uygarlığın bu kurgusal hakikatine karşı çıkmaktır. Başka bir ifadeyle kendi toplumsallığında ısrar etmesidir. Adem’in ve tanrısının yeni sistemine ve bu sisteme itaat istemine karşı çıkmış, elbette karşılıksız kalmaz. Tevrat’ta “Adem’e şöyle der Tanrı: Eğer geri dönmezse her gün yüz oğlunun ölümünü görmeyi göze almalıdır.”[4] Lilith’in isyanına karşı, Tanrı intikam alma sözünü yeni eril sistem ve meşruiyet sağlama aracına dönüşen tek tanrılı dinler aracılığıyla yerine getirtiyor. Gerçek anlamda da o gün bu gündür barbar, vahşi, cadı, bedevi, baldırı çıplak, terörist diye katledilenlerin sayısı geçen süreye bölünse günde Lilith’in yüzlerce oğul ve kızının öldürüldüğü görülecektir. Ancak hiçbir cezalandırma onu durduramamıştır.

 

Hristiyanlığa Kadın Müdahalesi: Maria Magdalena

Devletli uygarlığın gelişmesinde önemli bir role sahip olan Musevilik ilk çıkışından beri safi devletli uygarlık gücü olmuştur. En belirgin figür olan Sare’nin tek çabası İbrahim’e bir erkek evlat vermektir. Kendi içinde kadın mücadelesinin gelişmesine müsamaha göstermemiştir. Devletli ve sınıflı uygarlığın ideolojik, eskatolojik temelini oluşturmak için gerekli kurguyu ve buna bağlı olarak meşruiyeti önemli oranda sağlamıştır. Museviliğe oranla Hıristiyanlık ilk çıkışında daha ılımlı yaklaşıma sahiptir. Meryem Ana ve Maria Magdalena figürleri Hıristiyanlığın oluşumunda önemli bir role sahiptir. Meryem Ana’nın pozisyonu adeta kadının erkekten yaratıldığı çarpıtmasına karşı bir düzeltmedir. Tanrı erkek olsa da bir kadından doğduğunun hatırlatılması ya da kabulu olarak da değerlendirilebilir. Maria Magdalena’nın İsa ile ilişkisi ve oynadığı rol ise hakkında söylenenlerin aksine kurucu bir niteliktedir. Manastır kültürü eşliğinde geliştirilmek istenen Aziz ve Azize kültürü önemli oranda kaynağını ana kadının komünal kültüründen almaktadır.

İslamiyet’in kadına yaklaşımı diğer İbrani dinlerden farklı değildir. İlk çıkışında Hıristiyanlığa yakın bir tutum olsa da iktidarla buluşmasından sonra Musevilikteki eril yaklaşım belirgin hale geliyor. Zaten kozmolojik ve anlatı olarak ilk iki İbrahimi dinin sentezidir. Farklılığı Arap kültürüne uyarlanma gerekliliği ya da zorunluluğu oranındadır. İbadet şekli ve icrası gibi kimi farklılıklar ise zahiridir. İlk etapta köleliğe karşı tutumu kadınlar açısından olumlu olsa da sonraki tarihi pratik içinde pek anlamlı bir fark yaratmamıştır. Dönemine göre olumlu bir yaklaşım olmakla birlikte sınırları devletli uygarlığın kadına çizdiği kapsamla sınırlıdır. Hz. Muhammed’in vefatından sonra yaşanan iktidar kavgasında Hz. Ayşe’nin, “Tanrım beni kadın yaratacağına bir taş olarak yaratsaydın” sözü kadının konumunu ifade etmek açısından oldukça öğreticidir. Komünal ahlaki ilkeleri devlet ve eril zihniyetle buluştukça zamanla ciddi bir erozyona uğramıştır.

Bu temelde Zerdüştlükteki özgünlük ve fark iktidarla ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Kozmolojisindeki dualizm varlığın anlamlandırma ve tanımlama felsefesinin esasını oluşturur. Her varlığın bir ruhu ve buna bağlı olarak cinsiyeti vardır. Ana kadının ilk inanış biçimi olan ve tüm pagan inançların esasını oluşturan animizmden alınan ikilik felsefesi önemli oranda Zerdüştlüğe taşınarak ana kadın felsefesinin tarihi akışı sağlanmıştır. Canlı cansız varlık meselesi olmadığında diğer dinlerde olduğu gibi tekliği sağlamak için ilk hangi cinsin var olduğu ya da yaratıldığı handikapına ihtiyaç duymamıştır. Varlığın kaçınılmaz koşulu olarak erkek ve kadın başta olmak üzere tüm varlıklar bir ruha, canlılığa ve cinsiyete sahip olarak eşittir. Bazı dillerde zamanla kaybolsa da Hint-Avrupa dillerinin tamamındaki eril-dişillik bu inancın yansımasıdır. Musevilik nasıl ki devletli uygarlığın zihniyet kalıplarını oluşturmuşsa; Zerdüştlük/Ezidilik de ana kadının, demokratik uygarlığın zihni kodlarını oluşturmuştur. Tarihini akış içinde dönem dönem iktidarın hakimiyetine girmesi için büyük baskı ve katliamlara maruz kalmasına rağamen bununla belli bir oranda mücadele etme kapasitesi gösterebilmiştir. Üst tabakasının yozlaşmasına karşı Mani, Mazdek, Hürrem, Babek, Cavidan gibi inanç önderleri öncülüğünde güçlü çıkışlar yaparak zamanın ruhuna uygun gerekli değişim ve dönüşümü yapabilmiş, ana kadın toplumsallığına bağlı kalabilmiştir.

Dinler tarihinde Musevilik ve Zerdüştlüğün rekabeti sonradan gelen dinleri şekillendirdiği gibi insanlık tarihine etkileri de önemlidir. İlk inancın ve ibadethanenin on iki bin yıl önce kurumsallaştığı Xirabreşk/Gire Mirazan’ın bulunduğu Urfa her iki inanç ve bağlı sistemlerin (Aden) cennetidir. Buranın hakimiyeti amansız bir mücadeleye yol açmaktadır. Toplumsallığına karşı geliştirilen devletli uygarlık sisteminin ruhani zihniyetini oluşturan Musevilikle savaşı kaçınılmazdır. Ana kadın zihniyetinin hakim olduğu pagan inançlar Yahudilik karşısında zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Zerdüştlük bir yönüyle ana kadının bu durumu görerek pagan inançlarını ideolojik ve felsefi bir bütünlük içinde zamanın ihtiyaçlarına ve ruhuna göre bir üst aşamaya taşıma girişimidir. Hz. Eyyub’un ateşe atılması, Hz. İbrahim’in Urfa’dan sürgün edilmesi iki dinin kıran kırana mücadelesinin sonucudur. Yüzyıllar boyunca bir denge içinde yürüyen bu mücadele son İbrahimi din olan İslamiyet’in çıkışıyla tersyüz olmaktadır. İslamiyet’in yayılma alanı Zerdüştlüğün nüfuz ettiği coğrafyadır. Yeni bir güç olarak kısa sürede genişlemesi ve tabanı, inananları itibarıyla demokratik uygarlık kesimlerinden oluşmasına rağmen kozmoloji olarak devletli uygarlığa yakındır. Bu nedenle kısa süre içinde iktidarlaşmıştır.

İslamiyet’in coğrafyasında baskın ve dominant yapı haline gelmesi halkları, toplumları bir ikilemle karşı karşıya bırakmıştır. Bazı kesimler tamamıyla İslamiyet’i kabul ederken; bazıları ise İsamiyet’in iktidarlaşmasına karşı gelişen Harici, Alevi, Şii gibi mezheplerle bağlar kurarak yeni sentezler geliştirmeye yönelmiştir. Bu sürecin sonucu olarak Zerdüştlük ve buna bağlı olarak ana kadının toplumsallığı ciddi bir darbe yemiş, zayıflamış ve gerilemiştir. Devletli uygarlıkla uzlaşan, iktidarlaşan İbrahimi dinler baskın hale gelmiştir. Bu tarihten sonra ana kadın toplumsallığının egemen olduğu pagan inançlı demokratik uygarlık güçleri için tam bir kıyıma uğrama sürecidir. Sapkın, heretik, din dışı ilan edilerek bastırılmışlardır. Ancak zayıflatılsa da, etkileri önemli oranda azalsa da kadın toplumsallığını, değerlerini kabullenen demokratik uygarlık güçlerinin mücadelesi durmamıştır. Zerdüştlüğün bakiyesi Kürtler, Farslara, Türkler, Araplar ve diğer bölge halkları arasında yeni hareketler zuhur etmiştir.

 

Çağları Aşan Özgürlük Akışı: Mazdeki/Hürremi Hareket

Zerdüştlüğün bin yıllarca ortak inanç olarak benimseyen Fars, Kürt, Gilek, Peştu, Beluc ve diğer Aryenik halklar hem kendi içinde iktidarlaşan ruhban sınıfına karşı hem de dışarıdan gelen eril zihniyetli dinlere karşı ciddi mücadeleler vermişlerdir. Zerdüşt ve Mani’nin ardılı olarak ortaya çıkan Mazdeki hareketin odak noktası Sasanilerle uzlaşan ve iktidarlaşmaya meyil eden, yozlaşan dinin üst tamakasına karşı Zerdüştlüğün reforme edilmesi ancak daha önemlisi ise ana kadın toplumsallığı ve değerlerinin yeniden canlandırmadır. Sasani iktidarı ve rahip sınıfı arasında gelişen eril sisteme karşı komünal ve özgürlükçü düzeni savunmuştur. Ana kadının ahlaki-politik kültürü gereği mülkiyet ve mülkleştirmeyi tüm kötülüklerin ve günahların kaynağı saymış ve buna karşı savaş açmıştır. Mazdeki hareket hiçbir istisnaya yer bırakmadan kadın erkek başta olmak üzere herkesin eşitliği savunmuştur. Aryen coğrafyasında yayılan Mazdeki hareket toplumsal tarihin önemli durak noktalarındandır.

Mazdek’in katledilmesinden sonra mücadele yoldaşı Hürrem öncülüğünde devam etmiştir. Ortakçılığı ve komünaliteyi savunduğu için diğer dinler tarafından kendisi “sapkın” taraftarları ise din dışı ilan ilan edilmiştir. Sasani İmparatorluğunun tüm saldırı, engelleme ve katliamlarına rağmen demokratik uygarlık güçleri Hürrem’in öncülüğünde destansı bir mücadelenin sahibi olmuştur. Hürremiz ya da dinlerin tanımladığı şekliyle Hüremdinilik insanlık tarihinde ilk komünalist mücadele çizgisi olduğu inkara gelmez. Hareketin ideolojik, politik ve toplumsal talepleri itibarıyla Hürremiz ile ana kadın mücadelesi ve buna bağlı olarak demokratik uygarlık güçleri tek tanrılı dinlerden sonra ilk defa bu düzeyde felsefi ve ideolojik sıkçama yapmış, geniş bir alanda hakimiyet kurmuştur. Komünalist düşünce ve akımların en az bin yıl sonra Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerindeki ortaya çıkmasına bakınca Hürremiliğin insanlık adına ne kadar ileri bir gelişme ve düşünce sıçraması olduğu açıktır. Ana kadın toplumsallığının hem ideolojik, felsefi ve politik olarak yeniden dirilişi mahiyetindedir. Hürremizm daha sonra Babek’in öncülüğünde Aryen coğrafyasının önemli bir bölümünde hakimiyet sağlamıştır. Babek’in kendi döneminde geliştirdiği toplumsal düzenle kesinlikle eşitlikçi, ortakçı yaşamı ve komünal değerleri hakim kılmasıyla ana kadın sistemidir.

 

Bedevi Toplumsallığın Alternatif Yaşam ve Sistem Örgüsü

Arap halkında da ana kadın toplumsallığı farklı izleklerde ilerlese de benzer bir gelişim kaydettiğine tanıklık ediyoruz. İslamiyet’in çıkışında önce Arap halkının çoğunluğu devletli uygarlık merkezlerine uzak, bedevi denilen yoksul halk kitlelerinden oluşuyordu. Pagan inançları ve buna bağlı ana kadın kültürünün esas alındığı, sistem dışı bir yaşama sahiptir. Devletli uygarlıkla Sümerlere uzanan erken tanışmasına rağmen Bedevi geleneği üzerinden komünal özgürlükçü yaşamda ısrar eden bir tutuma sahip olmuştur. Devletli uygarlığın kölelik sistemine karşı İslamiyet’in yanında yer almış ve çıkışında önemli rol oynamışlardır. Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslamiyet iktidarlaşınca Harici, Alevi gelenek olarak komünal özgürlükçü geleneği devam ettirmiştir. Bu gelenek Arap coğafyasında Karmatilerle tarihsel bir sıçrama yaşamıştır. Geçmişin mirası ideolojik, toplumsal ve politik olarak yenilenerek sistemleşmiştir. Arap coğrafyasının önemli bir kısmında hakimiyet kurmuş ve ana kadının komünal ve özgürlükçü sistemini hayata geçirmişlerdir. “Kişisel kurtuluş ve arınmadan ziyade, toplumsal kurtuluşu ve herkesin eşit yaşadığı bir düzene inanan, görünüşte dini, gerçekte ekonomik bir hüviyet taşıyan zenginlerin malını paylaşmayı ilke olarak kabul eden Karmatilik’te, yılda iki kez Nevruz ve Mihrican orucu tutulurdu.”

İslamiyet’te esinlenmeler olsa da Karmatilik, Zerdüştlük üzerinden akışını sürdüren ana kadının komünal, eşitlikçi felsefesini esas alıyordu. Sadece 21 Mart Newroz günü ve 16 Eylül Mihrican gününde oruç tutulması, mülkiyetin reddi, çocukların toplumun ortak değeri sayılması ve komünal yaşam kültürü Karmatilikte ana kadının politik ahlaki felsefesinin ne kadar baskın olduğunu göstermektedir.

 

Anadolu’nun Özcü Kadınları: Bacıyanlar
Asya’dan Ortadoğu ve Anadolu’ya gelen Türk ve asıl olarak Türkmen topluluklar ana kadın toplumsallığından edindikleri komünal, özgürlükçü değerleri ana kadın toplumsallığının şekillendirdiği Zerdüşti halklarla zentezleyerek sürdürmüştür.
Demokratik uygarlık gücü olarak özünü korumuş olan Türkmen topluluklarında kadının mücadeledeki yeri belirgindir. Genel mücadele içindeki rolünün yanı sıra özgün kadın örgütlemelerine gitmesi ana kadın kültünün ne kadar baskın olduğunu göstermektedir.
Fatma Bacı’nın Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra postnişinliğe geçmesi ana kadın toplumunun mirasının süreklilliği ve felsefenin Alevi-Kızılbaş kültüründeki yansıması yönünde oldukça çarpıcıdır. “Bazı zaviye ve müessiselerinin Kız Bacı, Ahi Ana, Sakarî Hatun, Hacı Fatma zaviyeleri gibi bazı zaviye şeyhlerinin da aynı suretle kadınlar olması nazarı dikkati celp etmektedir. Filhakika, bu asırda Anadolu’da kadın tekke şeyhleri görmek bizi hayrete düşürmemelidir.”[5]
Tarihsel izleği içinde ele alınmdığında kadınların tarihin farklı dönemlerinde ve dönemin eril zihniyet ve sistemine rağmen nasıl öncülük ettikleri şaşırtıcı değildir. Zira bu gelişmeler kendiliğinden, lokal ve dönemsel değildir. Eril sistemin tarihini fersah fersah aşan, kadının toplumsallığı doğru temellerde kurduğu ve insanlık tarihinin ezici çoğunluğunda varoluş biçimi olan bir toplumsallığın, ahlaki-politik sistemin mirasıdır. Tarih boyunca hiç kesintiye uğramadan her hakta, coğrafyada, toplulukta, kültürde az ya da çok kendini var etmiş, mücadele etmiş ve tarihsel akışını sürdürmüştür.

 

Mezopotamya’dan Avrupa’ya Özgürlük Hayaletinin Seyri

İlk devletin toplumsallığın ve buna karşı ilk devletin, devletli uygarlık gücünün ortaya çıktığı Mezopotamya’dan kaynağını alan ana akım kadın toplumsallığının dünyanın diğer bölgelerini etkilemesi eşyanın tabiatı gereğidir. Zira çok sonradan karşıt bir sistem olarak tezahür etmesine rağmen devlet örgütlemesi de Ortadoğu’dan dünyaya yayılmaktadır. Bu realite gereği pagan inançlarla başlayan, Mitraizm, Zerdüştük, Maniheizm biçim kazanan ve iktidarla buluşmadığı için devletli uygarlık dışı kalan kadın eksenli inanış biçimi Ortadoğu/Asya gibi Avrupa’yı da etkilemiştir. “Mitraizm kültü kendi coğrafyasının sınırlarını aşmış ve Roma İmparatorluğu coğrafyasında geniş bir alana yayılma imkânı bulmuştur. Sasaniler döneminde Zerdüştlük, Masdayasna’nın ortodoks formu olarak devletin resmi dini kabul edilmiş ve bu ortodoks form dışındaki Mitraizm, Maniheizm ve Mazdekizm baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak Mitraizm, geniş halk toplulukları arasında varlığını köklü bir şekilde devam ettirmiştir.”[6] Mitraizm’in Avrupa’da yayılması Mazdeki hareketin bu bölgedeki ana kadın değerlerine sahip topluluklarla ilişki kurma ve etkilemesini kolaylaştırmıştır. Hıristiyanlığın iktidar denetimine girmesiyle bu süreç hızlanmış ve pagan topluluklar ile Mitraizmi benimseyen kesimler Mazdeki hareketin etkilemesiyle yeni akımların ortaya çıkmıştır.

Ortodoks Hıristiyanlık ve devletli uygarlık tarafından Heretik etiketiyle din dışı olarak tanımlanan doğal toplum ardılı gruplar Hıristiyanlık içi ve Hıristiyanlık dışında onlarca tarikat, mezhep ve örgütleme geliştirmiştir. Aralarında önemli sayılacak inançsal, felsefi ve ideolojik ve yöntemsel farklılıklar olsa da ortak nokta devletli uygarlık sistemine karşı çıkan ve özünü ana kadın toplumundan alan eşitlikçi ve özgürlükçü taleplerdir. “İlk heretik Hıristiyan mezhep günümüzde mensupları kalmamış Batı kaynaklarında Marcionita, İslâm kaynaklarında Merkûniyye adıyla anılan II. yüzyılda kurulmuş olan Marsiyonizm’dir. V. yüzyılın ortalarına kadar Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaygınlık kazanan Merkûniyye mezhebinin zamanla Maniheizm’in içinde eridiği tahmin edilmektedir. Marcion’dan daha açık bir gnostik düalizmi ve zühd hayatını savunan Mani’nin öğretilerinin Merkûnîler tarafından kendilerine yakın görülmüş olması muhtemeldir. Öte yandan Marcion’un bazı öğretileriyle Mani’yi etkilediği de bilinmektedir.”[7]

 

Toplumsal Hafıza Taşıyıcıları: Bogomiler

“Mecusi öğeler Bulgaristan’da Mani’nin verdiği şekliyle ortaya çıkar. Bulgarlar Manicilikle bir sürü köylü isyancının Mani’nin reçetelerinin Leviathan karşıtı ifadesinden etkilendiği Müslüman Acemi aracılığıyla ya da bir zamanlar Türkçe konuşan Bulgarla Kutsal üçlü birliği, mucizeleri, ruhban sınıfını, İsa’nın doğuşundaki tanrısallığı, vaftizi reddeden ve evliliği ancak istek üzerine boşanabilme koşuluyla kabul eden bir Hıristiyan mezhep.”[8]

İslam gibi Hıristiyanlık da bir egemen sınıflar koalisyonunun elindeki baskı aracına dönüşen ‘devlet dini’ halini aldığı ölçüde, ‘baldırıçıplaklar’ın egemenlerce ‘heretik’ olarak nitelenen protesto ve isyanlarının hedefi olmuştur. Devletli uygarlığa karşı gelişen bu hareketler iktidar ve sömürü çarkı defalarca yenilgiye uğratarak tarihin akışını şekillendirmişler.

 

Devletli Uygarlığın Değişmeyen Düşmanı: Cadılar

Toplumsal mücadelelerin temel dinamiği olan kadınlar her geçen gün daha fazla Kilise’nin dikkatini çekiyor ve dahi korkulu rüyası haline geliyordu. Bir bütün olarak direnen ve mücadele eden kesimlere karşı aralıksız saldıran dönemin Kilise/İktidarının yeni silahı Engizisyon mahkemeleriydi. Ana kadından beri sağaltıcı tedavi kültür, deneyim ve mirası olan, doğayla ilgilenen, bilimle uğraşan bilge kadınlar öncelikli olmak üzere tüm kadınlara “büyücülük” suçlamasıyla savaş açmıştır. Milyonlarca kadın işkencelerden geçirilerek dar ağaçlarına çekilmiş, yakılmıştır. Cadı avları olarak bilinen kadın katliamlarının esas amacı devletli uygarlığa karşı kadının tekrar eşitlikçi, komünal ve özgürlükçü toplumsallığını kurma mücadelesini yenilgiye uğratmaktı. Katliamlarla karşılaşsa da demokratik uygarlık güçleri tarihsel akışlarını yeni direniş ve mücadelelerle sürdürmüşlerdir. Büyük bedelleri olsa da kilisenin mutlak otoritesi önemli oranda geriletilmiş ve daha önemlisi gelecek nesillere asla boyun eğmeyen, vazgeçmeyen, direngen ve mücadeleci bir miras bırakılmıştır. Bu miras sonraki yüzyıllarda sosyalist devrim hareketlerinde önemli bir rol oynamıştır. Aynı mücadelenin meyvesi olarak feminist düşünce ve feminist hareketler tarihsel mücadelenin akışını sürdürmüşler. Bugün mücadele olarak devletli uygarlığın tahtını sallayan küresel kadın hareketi ve mücadelesine ulaşmıştır.

 

Animizmden Kuantum’a Hakikatın İzleri 

Doğal toplumun ilk inanış biçimi olan animizle ulaştığı hakikat, paganist inançlarda, iktidarlaşmamış dinlerin tasavvuf felsefesinde, zamanın ruhuna uygun hakikati arama ve yaşama seyrini sürdürmüştür. Devletli uygarlık gibi yeni hakikat üretme zorunluluğu olmaması hakikat ve hakikat arayışını istikrarlı kılmıştır. Nitekim ana kadın toplumunun ilk inancı olan animizmde tüm varlıklar canlıdır. Her canlı varlığın bir ruhu ve cinsiyeti vardır. Bugün bilimin vardığı son nokta olan kuantum fiziği ve felsefesine göre tüm varlıkların canlı, sezgisel ve bağlantılı olduğu gerçeğidir. Yine ana kadının doğanın düalist olduğu hakikati bugün materyalist diyalektik olarak varlığın en temel işleyiş yasasıdır. Binlerce yıl geçmesine rağmen doğal toplumun ilk günkü hakikat tanımlaması ile bugün mitolojik, dinsel, felsefi ve son olarak bilimsel yöntemin geldiği noktadaki hakikat tanımlaması arasındaki fark; demokratik uygarlık güçlerinin doğaların ihtiyacına göre yaptıkları değişim ve dönüşüm kadardır ki, bu da dualist olan varlığın materyalist diyalektiğin her canlının değişim-dönüşüm esasına göre zenginleşmesi yasası gereğidir. Dört hakikat yöntemi ile aranan hakikat tanımı vara vara ana kadının ilk gün yaptığı tanımı doğrulamak ve başa dönüş olmuştur. Bu yönüyle devletli uygarlığın beş bin yıllık çarpıtma ve yerine yeni hakikatler inşa etme serüveni, ana kadın toplumunun varlığın canlılığına yönelik tanımı/hakikatı karşısında yenilgiyle sonuçlanmıştır. Varlığın canlı ve cansızlığı üzerine kurulan özne-nesne ikilemi ve buna bina edilen beş bin yıllık iktidar, sömürü ve tahakküm insanlık ve doğa dışılığı çıplak bir gerçek olarak ortaya çıkmış. Bunun aksine birinci doğayla uyumlu yaşamı hakir olarak gören ve toplumsal doğayı buna göre eşitlik ve özgürlük yasaları temelinde geliştiren ana kadın sistemi insanlık adına ne varsa ayakta tutmuş ve günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Bugün hala bireysel ve toplumsal ahlak, vicdan, doğruluk, iyilik ve güzellik gibi meziyetler yaşıyorsa hakikatı korumak adına, sürgün edilen, katledilen, katliamlardan geçirilen demokratik uygarlık güçlerinin verdiği mücadelenin yüzü suyu hürmetinedir.

 

Tersinden Kırılmanın Başlangıcı: Jin Jiyan Azadî

Jîna Emînî’nin İran Geşt-i İrşad (Ahlak Polisi) tarafından katledilmesiyle birlikte yükselen Jin Jiyan Azadî sloganı bir anda dünyanın dört bir yanında yankılandı. Birbirinden habersiz, iletişim içinde olmayan milyonlarca kadın sloganı hemen sahiplendi. Jin Jiyan Azadî’nin her kadının diline düşmesine şaşıranlar, çarpıtmaya çalışanlar ve tabiri caizse emeksiz bir şekilde kendine mal etmeye çalışan politik kurnazlıklar oldu. Kadın söz konusu olduğunda tarih devletli uygarlığın çalma-çarpıtma pratikleriyle doludur. Şaşırma ise ana kadın toplumsallığının derin köklerinden bihaber olmakla ilgilidir. Kadının, toplumsallığını yaşatmak ve korumak için tarih boyunca farklı zaman ve mekanlarda kesintisiz sürdüğü mücadelesinin bilinmesi ve anlaşılması Jin Jiyan Azadî’nin neden ve nasıl bir anda dünya kadın hareketinin sloganı haline geldiği kolayca anlaşılır. Bu nedenle kadın mücadelesinin tarihsel akışının görülmesi oldukça önemlidir. Toplumsal, siyasal ve politik bağları tarihsel akış içinde görüldüğünde; Jin Jiyan Azadî’nin sadece güncel gelişmelerle sınırlı bir slogan olmadığı, büyük direniş ve mücadelelerle sınanan, köklerini tarihin başlangıcından alan ve tarihten sürülerek gelen ana kadın toplumsallığı ve demokratik uygarlık güçlerinin temel felsefesi olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. Toprağı ilk inşa eden, hayatı ve komünal eşitlikçi toplumsallığı geliştiren, doğayla uyumu esas alan, Ninhursag’tan Lilith’e, İnanna’dan İştar’a varan tanrıça kültürüyle başlayan, Hürremlerden Hypatialara, Ana Fatmalardan Fatma Bacıya, cadılardan, büyücülere, Roza Lüksemeburg’dan Saralara, Zilan ve Beritanlara kadar arkasında destansı bir mücadele ve evrensellik olduğu açıktır.

Tarihin farklı zaman ve mekanlarında kadının aleyhine olan tüm şartlara rağmen sürgün, zindan, ölüm, katliam ve dahi yenilgileri de göze alarak direniş mirası bırakmanın en sarih sonucudur Jin Jiyan Azadî. Her mücadelenin, her bedelin bıraktığı kazanımların tarihsel akış içindeki kümülatif sonucudur. Devletli uygarlık ve kapitalist modernitesinin insanlığın kaynaklarını gasp ederek doğa, toplum ve birey üzerinde kurduğu haşmetli istibdat rejimine rağmen; tarihte verilen hiçbir mücadelenin boşa gitmediği, Jin Jiyan Azadî felsefesi temelinde kadınların fikir, zikir ve eylem birliği olarak evrenselleştiğinin resmidir. Devletli uygarlık güçlerinin zahiri çelişkilerine rağmen içten içe bu evrenselleşen kadın hakikatini çarpıtma ve çalmadaki ortaklığının sebebi işaret ettiği komünal, eşit ve özgür başka bir yaşamı mümkün kılmasıdır. Bu da devletli uygarlığın doğa kıyım ve toplum kırımla yok etme düzeyine getirdiği birinci ve ikinci doğanın tersinde bir kırılma ile yeniden uyum içinde inşa etmesidir. İlk köleleştirilen toplum ve toplumsallık olarak kadın mücadelesinin küreselleşmesi, demokratik ekolojik kadın özgürlükçü yaşam ve sistemi kurmanın en başat gücüdür. Bu anlamda Jin Jiyan Azadî sloganıyla tarihsellik ile güncellik, yerellik ile evrensellik aynı felsefede zamanın ruhuna uygun olarak buluşmuştur.

Jin Jiyan Azadî felsefesi etrafında fikir, zikir ve eylem birliğini oluşturan küresel kadın hareketi devletli uygarlığın kadın aleyhine geliştirdiği kırılmaların tersine bükülmesi mücadelesidir. Ana kadının neolitik devrimle geliştirdiği komünal özgürlükçü toplumsallığına karşı eril zihniyetin saldırısı olarak gerçekleşen birinci ve ikinci cinsel kırılma öncelikle kadının olumsuzlanması üzerinden geliştirilmiştir. Mitsel söylemle başlayan kadının itibarsızlaştırılarak köleleştirme süreci dinsel söylemde devam etmiştir. PKK Lideri Abdullah Öcalan, mitolojik dönem kırılmasındaki kültürün dinlerle tanrı emri olarak kanun haline getirildiğini ve kadına yönelik uygulamaların tanrının kutsal emrine bağlanması olarak tanımlar. Kadın öncülüklü demokratik uygarlık güçleri tarafından tarihin ilk çatallaşmasından beri süren mücadelesi esas olarak bu sapmayı düzeltmek, iki doğanın yeniden uyum halinde inşasıdır. Kadın öncülüğünde küreselleşen demokratik uygarlık mücadelenin geldiği düzey çubuğu tersine bükmek için gerekli ideolojik, felsefi ve pratik düzeye ulaşmıştır. Kırılma sürecinin tarihsel akış içinde ele alınması insanlığın bir bütünen içine alındığı cendereden nasıl çıkılacağına ışık tutacaktır. “Kavram olarak Üçüncü Doğa, Birinci ve İkinci Doğa’nın yeniden üst bir aşamada uyumunu ifade eder. Toplumsal doğanın birinci Doğa ile üst düzeyde bir sentezi, devrimci teorik paradigma kadar köklü pratik devrim gerektirir. Özellikle merkezi uygarlık sisteminin günümüzdeki aşaması olan kapitalist dünya sisteminin, yani modernitesinin aşıllması belirleyicidir. Bunun için demokratik uygarlık inşalarının asgari düzeyde gelişimi daha ayırt edici hususlara olarak ekolojik ve feminist toplum karakterinde gelişme, demokratik siyaset sanatının işlevselleşmesi ve demokratik sivil toplum inşaları, başarıyla atılması gereken adımlardır.”[9]

Yeni yaşamın inşası elbette yeni bir tarih anlayışını ve bunun pratik görevlerinin yerine getirilmesini gerektirir. Aynı zamanda başarısı da buna bağlıdır. Bu bakış açısı ve yöntem daha şimdiden tarihin ilk köleleştirilen halkı olan kadın mücadelesinde büyük bir çığır açmıştır. Kürdistan özgürlük mücadelesi ve kadın özgürlük hareketinin gelişim çizgisi ve bu çizginin kısa süre içinde dalgalar halinde yer küreye yayılması, beş bin yıllık sömürü çarkının parçalanmasına büyük bir çağrıdır. Dünyanın dört bir yanında kadınların bu ideolojiyi benimsemesi ve çağrıya icabeti ise umut vericidir.

Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın yeni tarih okuması ve bu temelde geliştirdiği toplumsal tarih anlayışı üçüncü cinsel kırılma sürecinin yol haritasını sunmuştur. Büyük badirelerin atlatıldığı, olmaz denillenin oldurullduğu, imkansızın başarıldığı bu yolda, yine büyük engel ve engellemelere karşı büyük mücadelelerin verileceği zorlu ve engebeli bir yoldur. “Bir cennet veya ütopya vaadi değildir; doğalar üzerinde insanın artan bilinç gücünün farkını koruyarak, büyük umuma katılımın sağlanabilmesidir. Bu sadece bir özleyiş, amaç, ütopyalar vaadi değil, güncel pratik anlamı iyi ve güzel yaşam sanatıdır.”[10] Kadın, Neolitik’ten beri yaşam kuran öncü rolüyle toplumsal tarih akışını belirlemekte ve toplumsallığın sürdürülebilir kılmaktadır. Mücadelenin dinamik gücü olarak toplumun demokratik dönüşümüne öncülük etmektedir. “Ekolojik sorunun, sınıfsal sömürünün kaynağı kadının ilk sınıf, ulus ve cins olarak köleleştirilmesi olduğundan çekirdeksel dönüşüm bütün dönüşümlerin kaynağına dönüşmektedir. Cinslerarası çelişkinin çözümünün kölelik dayatılanın özgürleşme zemininden yükselmesi hem bilimsel hem tarihsel hem sosyolojik bir hakikattir.”[11] Kürt kadın hareketinde kadın kurtuluş ideolojisi olarak formüle edilen bu hakikat Jin Jiyan Azadî mottosuyla dünya kadın mücadelesinin sürükleyici ideolojisi hale gelmiştir. Bu slogan ve felsefenin ışığında mecrasından çıkarılan toplumsallığı yeniden öz dinamikleri üzerinden kurarak demokratik sosyalizmi gerçek karakteriyle buluşturmaktadır. Bu bağlamda Jin Jiyan Azadî felsefesinin Kurdistan’da ortaya çıkması da elbette tesadüfi bir gelişme değildir. Doğru toplumsal çözümleme, iyi tarihsel okuma ve bütünlüklü ideolojik bakışın fikir, zikir ve eylem birliğinde etkin örgütlenmenin doğal sonucudur. Böyle bir zemine oturan Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kadın Hareketi’nin elli yılı bulan mücadelesi, tarih boyunca eril sisteme direnmiş, bu sistemin dışında kalmış tüm ezilenlerin tarihini, mirasını ve mücadelesini kendi kazanımı olarak gören ve sahiplenen yeni tarihsel anlayış ve bakış açısının yol açtığı bir gelişmedir. İyi düşün, doğru söyle, güzel yap felsefesi doğal toplum özünü taşıyan bir Zerdüşti felsefe olarak özgürlük sosyolojisine; iyi, güzel, doğru yaşama yön vermeye devam etmektedir. Hakikatın mecrasında akacağı komünal, özgürlükçü ve demokratik yaşamın şafağı olan Jin Jiyan Azadî felsefesiyle ana kadın beş bin yıl sonra büyük bedeller ve büyük mücadeleler sonucunda tekrar tarihsel, toplumsal rolünü oynama düzeyine geldiğinin ilk işaret fişeğidir. Kadın öncülüğünde yükselen yeni yaşam gücünün artık geriye götürülmesi, bastırılması ve mecrasından saptırılması mümkün değildir. Demokratik uygarlık nehrinin tarihin bazı dönemlerinde zayıflayan debisi kadın öncülüğünde Jin Jiyan Azadî ile gerçek manasına ve devrimi gerçekleştirecek güce ziyadesiyle kavuşmuştur. Devletli uygarlığın kaos ve krizi derinleşirken demokratik uygarlık çağı Jiyan ve Azadî’nin kadında sentezlediği yeni şafağının başlangıcındadır.

 

 

[1] Abdullah Öcalan, Bir Halki Savunmak, Aram Yayınları, s. 19
[2] Abdullah Öcalan, Bir Halki Savunmak, Aram Yayınları, s. 19
[3] Clara Torres, a.g.m.
[4] Sema Öcal Çağlayan, a.g.e., s. 854
[5] Necati Öztürk, Aşıkpaşazade Tarih, Bilge Kültür Sanat, s.73
[6] Yaşar Kaplan, Êzidi ve Müslüman Kürtlerin Ortaka Gelişimi, (https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-67
[7] Halim Işık, Hıristiyan Düalist-Gnostik Bir Tarikat Olarak Bogomilizm ve Avrupa Heretik Toplumlarına Etkileri, s.119
[8] Fredy Perlman, Leviathan’a Karşı Er Tarihe Karşı, Kaos Yayınları, s. 249
[9] Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, Aram Yayınları, s.2
[10] Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, Aram Yayınları, s.27
[11] Hêja Zerya, Kadın Yüzyılının Sloganı, Jineoloji, https://jineoloji.eu/tr/kadin-yuzyilinin-slogani-jin-jiyan-Azadî/
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.