Düşünce ve Kuram Dergisi

“En Eski Sömürgenin Başkaldırısı”

Metin Yamalak

Kadın özgürlük sorununu tartışırken sadece günceldeki duruma bakarak yorumlamak kadınla ilgili hakikati anlaşılmaz kılacaktır. En azından beş bin yıllık bir sorunu bütün “tarihsel toplum” analizi bağlamında incelemeden anlamak mümkün olmayacaktır. Her ne kadar “kadın özgürlük sorunu” olarak kavramlaştırılsa da nitelik olarak insanlığın özgürlük sorununu içeren bir sorun kapasitesindedir. Bu sebeple sosyal yaşamın sorunlarının pratik güncel çözümleri bağlamında (seçme, seçilme, çalışma, eşit iş eşit ücret, sosyal güvence, ekonomik özgürlük, doğurma, doğurmama gibi haller) ele alınmamalı, çözümleme ufku bütün insanlık tarihini kapsayacak genişlikte tutulmalıdır. Bütün toplumsal sorunların çözümü, tarihsel toplum çözümlemesi bağlamında kadının özgürlüğü şartına bağlanırsa ancak gerçekçi bir çözüm mümkün olabilecektir. Çünkü toplumsal sorunların nihai kaynağı kadının köleleştirilmesi, erkek egemen sistemin kurulmasıdır.

Jin, Jiyan, can, şen, cihan gibi yaşamı ifade eden kavramlarla tanımlanmış kadının “jan”a batması, iktidar ve devletin doğduğu ilk çağlarda oluşturulan “cinsel kırılma”yla başlıyor. “Jan” Kürtçe’de acı, sızı, keder anlamlarına gelen bir kavramdır. “Jan”ın kadın için bir kader haline gelmesi özgürlüğün yitirilmesi cinsler arası eşitliğin yitirilmesiyle başlamış ve süregelmiştir.

Sümer, Akad, Babil, Asur, Mısır, Grek mitolojilerinde, tek tanrılı dini mitolojilerde, iktidar devlet geleneğinin cinsiyetçilikten ibaret bütün anlatımlarında, kimi zaman cadı, büyücü olarak tanımlanıp tarihsel soykırımlarına maruz kalacak şekilde düşmanlaştırılan, ama her zaman aşağılanan günahkâr ve eksik varlık olarak tanımlanan kadın, sürekli ivme kazanan bir sömürüye açık tutulmuştur. Bir ideoloji ve sistem olarak erkek egemen iktidar kesintisiz bir şekilde kadın aleyhine işletilmiştir. Kadın ana tanrıçalıktan köleliğe düşürülmesi ve tarihsel süreç içerisinde erkek egemen zihniyetin “kollektif köle”si haline getirilen, kapitalist moderniteyle her parçası ayrı satılan “mal” seviyesinde düşürülüşü tarihsel cinsel kırılmalarla gerçekleştirilen durumlardır. Kapitalist modernite ile tarihsel kadın köleliği zirveye ulaşmıştır. Liberalizmle sahte bir özgürlük algısı oluşturulmaya çalışılsa da toplumsallığı dağıtılan anlamsız kadın ve dolayısıyla anlamsız erkekler yığınından oluşan bir sosyalite oluşturulmuştur. Bu anlamsızlaşmış sosyalite içinde gerçekleşen sınırsız tüketim, toplumu, kadın, erkek bütün bireyleri ve genel olarak insanlığın bütün değerlerini metalaştırıp harcamaktadır. Bu durum kadın düşüşünde en yüksek zirveyi ifade ederken aynı zamanda yeni bir tarihsel kırılmanın eşiğini de oluşturmaktadır.

Tarihsel cinsel kırılmalar kadın aleyhinde süreçleri ilerletip kadın köleliğini bir adım öteye taşıyarak derinleştirirken, kadınla bütün insanlık düşürülmüştür. Kadının demokratik otoritesi kırılıp erkek egemen anlayış hâkim kılındıkça toplumsal kölelik, sınıflar, sömürgecilik bütün yöntemleriyle iktidar ve devletler peşinden geliştirilmiştir. Günümüzde giderek güdülerin esiri olan yaşamın manevi anlamlarından koparak sadece tüketen, doğaya, topluma hatta evrene zarar veren yıkıcı “yaratık”lara dönüşme yaşanmaktadır. Bu durumdaki insanı yanlış bir çözümlemeyle hayvanlara benzetmek doğru değil, çünkü hayvanların böyle bir yıkıcılığı yoktur, onlar doğanın ekolojik birer tamamlayıcı unsurudur. Kadın köleliğiyle başlatılan süreç giderek insanlığın sonunu getirecek durumların oluşup kalıcılaşmasına yol açmıştır. Bu “durum” elbette ki insanları bir çözüm, çıkış yolu bulmaya sevk etmektedir. Analitik zekâ, öngörü, tarihsel hafıza insana yarattığı yıkıcılığını göstermekte ve bunun oluşturduğu etkiyle duygusal, düşünsel refleks ve tepkiler insanı var olan yıkıcılık karşısında savunmaya ve çözüm için bir çıkış yolu bulmaya itmektedir. Feminizmin çıkışı böyle bir kollektif itmenin sonucu oluşan kadın hareketidir. Kapitalist modernitenin yarattığı anlamsızlaşma karşısında kadına anlam katmaya çalışan bireysel, toplumsal arayışlar bütünüdür.

Kadın direnişi tarihseldir, tanrıça İnana’dan Jîna Emînî’ye kadar bir süreklilik olsa da feminizm kapitalist modernite çağında doğmuş bir harekettir ve kapitalist moderniteye muhalefet etse de düşünsel ve pratik olarak ondan kopamamıştır. Feminizm kadın direniş tarihinin bir kesitine tekabül ediyor, olumsuzlanamaz ancak sistem içi bir çözüm arayışıdır. Kapitalist modernite ortamı içinde kadına dair özgürlük alanlarının çoğaltılmasıyla ilgilidir. Sistem içinde kadının sosya-siyasal, kültürel, ekonomik, hukuki… vb. konularda özgürlük sınırlarını genişletmeyi hedeflemektedir. Liberalizmden sosyalizme salınan değişik felsefe ve kuramlara dayalı fraksiyonlar, her ne kadar kadını önceleseler de sistemin sınırlarını aşan yeni bir toplumsallığı oluşturmak isteyen, başka bir sistem inşasına girişen bir hareket değildir. Bu nedenle de Jin-Jiyan-Azadî bağlamında ele alındığında; bireysel, parçalı, örgütsüz (küçük, yerel örgütlenmeler haricinde) bir durumdadır.

Çıkış için kapitalist modernitenin zihniyeti ve sistemin bütün unsurlarından kopmayı göze almak gerekiyor. Bundan kastımız fiziki, kaba bir kopuş değildir. Yaşamın maddi, manevi bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir bir kopuş olmalıdır. Zihniyet değişimi olmadan gerçek özgürlük imkanlarını yaratan felsefi, kuramsal, paradigmal temel oluşturulmadan, kapitalist modernite mekanlarından çıkıp dağda, kırda bir yaşam sürülse bile sistemden kopulmuş olmuyor. Sistemin içinden veya dışından ama onu reddeden, ona sürekli her alanda muhalif olan ve kendi özgürlükçü alternatifini oluşturan eylemlerin bir alternatif sistem oluşturmaya çalışması ekseninde kadın özgürlük mücadelesi anlam bulabilir.

Kadın sömürüsü ve kadın özgürlüğü bağlamlı çözümlemeler genelde ya sınıf eksenli bir çözümlemeyle tahlil ediliyor, ki bu da nihayetinde sınıf eksenli bir kurtuluşla formüllendiriliyor ya da kapitalist sermaye, kar döngüsü içerisinde tespit edilen alanlarda (ev, işyeri, sokak, sanat, siyaset, aile, hukuk, toplum vb.) maddi olgulara dayalı bir eşitlik üzerinden birtakım örgütlenmeler, kadın lehine düzenlemelerle bir hedefe ve sonuca bağlanıyor. İki durumda da kapitalist modernite sistemi içinde kalan çözümler önerilmekte ve onunla sınırlı kalındığı için sahici ve özgürleştirici bir çözüm oluşmuyor.

Kadın özgürlüğü, gerçek bir evrensel sorundur ve tam olarak bir sistemsel değişimi ve kadın özgürlüğü temelinde yeni bir sistem olarak kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Tarihin ilk iktidarı ve devleti kadının köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir. İktidar ve devletin olduğu her yerde kadın özgürlük sorunu da var olmaya devam edecektir. Dolayısıyla iktidar ve devletin yarattığı bütün özgürlük sorunlarını kapsamayan bir çözüm, kadın özgürlük sorunlarını da çözemez. Böyle total; bütün toplumsal yaşamın her yönüyle yeniden inşasını içerecek nitelikte bir yaklaşım gerekmektedir. Aksi takdirde bütün iş kollarında kadın erkek eşitliğinin hukuki olarak sağlanması, ekonomik olanakların eşitlenmesi, ev işlerinin belli sosyal, hukuksal güvencelere bağlanması vb. örgütlenme ve düzenlemeler kadın özgürlük sorununu çözme değil, uzatma ve kadını tekrardan sisteme eklemleyerek sömürünün ömrünü uzatma niteliğinde kalmaktadır.

“Sistem reformlarla düzelme şansını çoktan yitirmiştir. Gerekli olan tüm toplumsal alanlarda yürütülecek bir ‘Kadın Devrimi’dir. Nasıl ki, kadın köleliği en derin kölelikse, kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik devrimi olmak durumundadır. Kadın devrimi hem kuramda hem de eylemde en köklü çıkışları gerektirir.”

“Demokratik Modernite”, “Demokratik Ulus” ve bunun “Beden”i olarak “Demokratik Özerklik” kadını her türlü kölelikten kurtuluşu ve özgür toplumun özgür kadın ve erkeğin gelişmesinin en iddialı projesi olmaktadır. Dünyada, yaşamın bütün alanlarını kadın özgürlüğü ekseninde kapitalist modernitenin karşıtı olarak yeniden kurmayı hedefleyen ve bunun için eyleme geçen başka bir kuram, paradigma yoktur. Reel sosyalizmin kuramsal, paradigmal çıkması ve iktidara, devlete yenilmesi, kadın özgürlüğü iddiasının da boşa çıkmasına yol açtı. Benzer şekilde feminizmin, liberal demokratik sistemlerde kadına sosyal, siyasal, ekonomik, hukuki eşitlikler oluşturmasının kadının özgürleşmesine yol açmadığını, cinsiyetçi erkek egemen iktidarı var oldukça, eşitlik ve özgürlüğün mümkün olmayacağını ve erkeğin kendi egemen zihniyetinden kendiliğinden vazgeçmediği yeterince görüldü. Bu sorunun “Modernleşme”, “Eğitim görmeyle”de çözülmediği anlaşılmıştır. Geriye kadını da erkeği de toplumsal kültürü ve zihniyeti de ve içinde yaşanılan iktidarcı sistemi de dönüştürmek zorunda bırakacak karşı-sisteme ihtiyaç vardır. Kastettiğimiz zorunlu dönüşüm zor gücüne dayalı bir dönüşüm anlamında değil, kültürel, sosyal, siyasal, kurumsal demokratik dönüşümlerdir.

Böyle bir dönüşüm için birinci olarak, inşa edeceği, sistemin temelini kadın özgürlüğüyle oluşturacak bir paradigma ve ideoloji gereklidir. İkinci olarak, sistemsel inşanın her aşamasında kadının hem belirleyen karar verici hem de inşacı olduğu, kendini her ihtiyaç için ayrı ayrı örgütlediği, cinsiyetçi erkek egemen zihniyet ve kurumlar karşısında kendini karşı güç olarak oluşturması gerekmektedir. Yani yoldaşı da olsa kaderini erkeklere bırakmayacak perspektifle kendi kaderini kendisi yönetmelidir. Üçüncü olarak, oluşturulacak her kurumlaşma ile (demokratik ulus, demokratik özerklik boyut ve unsurları) oluşacak yeni sosyal yaşama, toplumsal düzene yabancı olan anlayış, kültür, zihniyet, ahlak, ideoloji, felsefe, paradigmalarla mücadele ederek zorunlu dönüşümü gerçekleştirecektir.

Ana tanrıça kültürünün ilk yerleşik toplumsal yaşamı örgütlediği coğrafyada; Kuzey Mezopotamya’da demokratik ulus devrimi başlatılmıştır. Bunun pratik deneyimleri bütün Ortadoğu halklarını, hatta dünya genelinde birçok halk kesimlerini etkilemektedir. Rojava bunun somut örneğidir. Rojava’da demokratik ulus, demokratik özerklik çözümünün pratik inşa adımları atılmaktadır. Elbette bu girişimin elli yıllık bir geçmiş mücadele birikimi ve deneyimi vardır. Yaşama kadın özgürlüğü ekseninde bakış ve kurumlaşma ile Kuzey, Güney, Doğu, Batı Kürdistan’da kadın kurumlaşmaları (derneklerden ordulaşmaya) her toplumsal kurum ve örgütlenmede kadının eşit güç ve belirleyici, karar verici temsil düzeyinin esas alınması devrimci gelişmeleri de beraberinde getirmiştir.

Batı modernitesi, oryantalist anlayışıyla küçümsenen, Ortadoğu, Kürdistan toplumsallığı ve bu toplumlarda mücadeleyle yaratılan kadın eksenli gelişmeler, bugün sömürgeci, işgalci, soykırımcı diktatoryal ulus-devlet sistemlerini dönüşüme zorlayan büyük toplumsal hareketlere dönüşmüştür. Bu girişim ve çalışmalar henüz en ideal formunu bulmuş değildir. Ancak bu mücadelenin paradigması, ideolojisi doğru belirlenmiştir, bu nedenle her gün devrimsel gelişmelere yol açmaktadır.

Kuzey Kürdistan’da toplumsal durum, pozitivist, modernist, oryantalist bakış açısıyla “Feodalizm”, “Gericilik”, “İlkellik” olarak tanımlanıp küçümsendi. Hem içerden hem dışardan gerçekleşen oryantalist bakış, halkların asimilasyonu, sömürgeleştirilmesi rolü oynadığı gibi kadının gelişmesinin ve kadın özgürleşmesinin de önünde engel oluşturdu. Bu engel zihniyette aşılıp ideolojik paradigmal alternatif oluşturulduğunda devrimsel gelişmeler kaçınılmaz olmaktadır. Kuzey Kürdistan’da sosyal, siyasal bilinçlenme ve örgütlenme ile Türkiye ortalamasına göre kadının etkili ve belirleyici düzeyde siyasal alana en çok katılım gösterdiği bölgesi olmuş durumdadır. Bu gelişmeler Türkiye devletini ve siyasi partilerini kadın lehine birçok adım atmak zorunda bıraktı. Kadınların Daiş tarafından mal olarak pazarda satıldığı, zihniyet olarak genel yaşamda “Namahrem” denilerek sosyal, siyasal alanlardan dışlandığı teokratik karakterli Suriye, Irak devletlerinde; Rojava, Şengal, Mahmur ve diğer benzer şehir ve kasabalardaki kadın örgütlenmeleri, siyasal alana katılımı, ordulaşması tüm dünyanın dikkatini çekecek nitelikte devrimsel sonuçlar yaratmıştır. Doğu Kürdistan’da oluşturulan örgütlenmeler ve bunun üzerinde yarattığı etki, özellikle kadın siyasal alana aktif katılımının ve mücadele etmesinin önünü açtı. Kadın örgütlenmesi gerçek bir özgürleşme felsefesi ve paradigmasına dayalı geliştirildiğinde en katı tutuculuğun, dogmatizmin egemen olduğu durumlarda bile devrimsel çıkışlara yol açabilmektedir. Şirin Elemhuli’lerle gelişen direniş, derinleşerek büyük toplumsal hareketlere dönüştü. Jîna Amînî’nin katledilmesiyle başlayan kadın öncülüklü direniş hareketi, diktatoryal İran rejimini büyük sıkıntılar içine sokan bir niteliğe kavuştu, dünyanın her yerinde kadınların direniş ve dayanışmasına dönüştü. Bütün bunlar Jin-Jiyan-Azadî Devrimi’nin somut örnekleridir ve kadın özgürlük devrimine dayalı bir toplumsal özgürleşmeye doğru yürümenin adımlarını oluşturmaktadır.

Rojava’da demokratik ulus ve bedeni olarak demokratik özerklik bütün boyutlarıyla oluşturulmaya çalışılırken en önemli engel, var olan bölge devletlerinin saldırıları veya diğer cinsiyetçi iktidar güçlerinden daha fazla, inşacı kadın ve erkeklerde temsilini bulan ve henüz tam terk edilmemiş iktidarcı, devletçi ve kapitalist modernite sistemine ait alışkanlık, kültür, bilgi, anlayış ve zihniyet kalıntılarıdır. Bu engelden dolayı hızlı bir gelişme gösteremiyor, bazen kadın özgürlük devrimine karşıt olan tutum ve eylemlere zemin olunuyor ve umutla buraya bakan kadın ve erkekleri kaygılandırabiliyor ancak Jin-Jiyan-Azadî Devrimi bütün içten, dıştan engelleyici, geriye çeken anlayış, zihniyet ve tutumlara rağmen gelişiyor, umut veren deneyimleri burada şekilleniyor.

Kadın özgürlüğü bir sorun olarak belirdiğinden beri hep erkekten, devletten, efendilerden beklenen bir olgu oldu. Çözüm arayışları da hep iktidarcı, devletçi sistemler içinde reformlar yapmak hedefiyle gerçekleşti. Hangi ideolojiyle olursa olsun, iktidar, devlet sınırları içinde kalındığı müddetçe bir kısır döngü oluştu. Bunu bozmak gerekiyor. Bugün Jin-Jiyan-Azadî sloganının yaratıcısı felsefe, ideoloji, paradigma ve bunlarla oluşturulan bütün örgütlenmeler kadınlara ve genel olarak dünyaya iki şeyi göstermeye çalışıyor: Birincisi, kadın özgürlüğünün, ancak kadınların yaşamın her alanında örgütlenerek, irade ve güç haline gelerek kendilerine özgürlük alanları açabilecekleri gerçeğidir. İkincisi ise, kadın özgürlüğü (dolayısıyla toplumun tüm bireylerinin gerçek özgürlüğü) için iktidarcı, devletçi sistemlerden kopup bunların karşıtı ayrı bir toplumsal sistem kurma zorunluluğudur. Çünkü iktidarcı, devletçi sistemlerde yapılan değişiklikler her zaman sisteme eklemlenen birer halka niteliğindedir ve çoğunlukla “Reform” adı altında sistemin ömrünü uzatmaktadır.

Özgürleşmek için yeni bir toplum inşa etmek gerekiyor, daha doğrusu etrafında yeni bir toplumsallığın oluşacağı örgütlenmeye ihtiyaç var. Bunun temelini kadın özgürlüğü oluşturmalıdır. Toplumsallıkla optimal dengeye oturmuş bireysellik kendini ancak kadının erkeğin özgürleştiği bir toplumda anlamlı kılabilir ve gerçekleştirebilir. Alternatif bir sistem kurmak üzere bilinçlenme, örgütlenme ve inşaya girişme pratikleşirse gerçek bir özgürlük değeri kazanır. Ana tanrıçalar döneminde nasıl ki kadın eksenli bir sistem A’dan Z’ye her şeyiyle inşa edilerek bir toplumsallık oluşturulmuşsa; bugün de çağdaş versiyonu olarak yeni bir sistem bütün unsurlarıyla oluşturulmalıdır. Ekonomi, siyaset, sağlık, ahlak, eğitim, hukuk, spor, sanat, savunma, üretim, tüketim, aile, yönetim… gibi her alanda tam demokratik eşitliği ve özgürlüğü sağlayacak örgütlenmelere giden ve bütün bu kurumları, örgütleri alternatif bir sistem olarak birbirine bağlayan perspektif ve strateji özgür yaşamanın şartıdır. Eril-erkek egemen zihniyetle oluşturulmuş ülkeler, şehirlerden tutalım aile içi ilişkilere kadar her şeyin kadın özgürlük perspektifine göre yeniden oluşturulması sistemsel bir yeniden inşayı gerekli kılmaktadır. Jin-Jiyan-Azadî kavramlarının oluşturduğu diyalektik ilişkisellik üzerinden gelişecek inşa, adım adım kendi devrimini gerçekleştirecek ve alternatif sistem olarak somutlaşacaktır.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.