Düşünce ve Kuram Dergisi

İhanet ve İşbirlikçilik İdeolojisi

Nurullah Semo

İdeoloji denilince akla ilk gelen fikirlerin bilimsel analizi/tahlili yahut siyasi inançlar sistemi oluyor. Teorik olarak her düşüncenin kurgusu mümkün olduğuna göre eş deyişle her olgunun ideolojisi yapılabilir. Bir anlamda yapıp ettiklerimizin temelinde bir ideoloji yatar. İdeolojinin genel görünürlüğü daha çok kültürle var olur. Kültürel kodlayışlar bizlerin hangi birikimlere haiz olduğumuzun yanında nasıl bir ideolojiyle örüldüğümüzü gösterir. Geniş bakılan kategoriye yerleştirdiğimizde, karşımıza iyi ideolojiler (yararlı fikirlerin işlerliği) ve kötü ideolojiler (zararlı fikirlerin işlerliği-karşıtını sömürme, varlığını karşıtının yok oluşu üzerine inşa etme bencilliği) olarak iki kulvar şeklinde belirir. İyiye talip ideolojilerin özünde, mutlak anlamda kendini adama, emek sarf etme, hepten fayda sağlayacağı inancı ve motivasyonuyla kendini yatırma, bedel vermekten dahi imtina etmeyen özellikler yatar. Kötüye yorulan ideolojilerde ise bir çaba/emek vermeden vara gelen emeğe müthiş bir çıkarcılık motivasyonuyla konup, olabildiğince bedelin tahribatlarını indiren, (hile ve hurdaya organik bağlılığın çıktısı) buna yanaşma cesaretini göstermeyen kotarmanın işlediğini görüyoruz. Bunun da bir kliğe hizmet eden, umumun tüm o uğraşlarını göz göre göre çalıp çırpmasının, sömürmesinin dışında bir anlama gelmediği açık.

Nasıl ki her şeyin bir felsefesi var ise aynı şekilde her şeyin de ideolojisi vardır. Sosyal yaşamın çatısında siyasal, ekonomik, kültürel, dini, askeri kollara indirgenmişlikte vücut bulan oluşumların ayakları çok katmanlı olarak karşımıza çıkar. İdeoloji muhtevası itibariyle felsefeyi de kapsadığından başka bir deyişle ideolojinin varlığı aynı zamanda bireyin veya toplulukların felsefesi oluyor. Bu içinde yetişilen gelenek, görenek, örf ve adetlerle paralellik arz eden toplumsal kabullerin yansımasıdır. Bireyin içinde yaşadığı toplumsallığın rengini taşımasıyla birlikte o toplumun genlerine ayrıksı gelen düşünce ve kurumların etkisinde kalıp, özüne yabancılık teşkil eden sapmayı da daima bağrında taşır. Neye göre sapma? Buna verilecek cevap, iki farklı kulvarın doğum sancılarını tetiklediği gibi bir bütün farklılıklarını teyit eden bir tablo da çıkartır ortaya. Burada da yukarıda izah edildiği üzere emeğin yaratımına soyunmak yerine çalmaya oynayıp, ter akıtmadan sömürme acziyetinin ucuz kurnazlıkları devreye giriyor. Tam da sapmış denilen tarafın gönüllü olarak kendine biçtiği rolün rahatsız edici kılçıkları denilen şey, bu sömürme mantalitesi oluyor. Tarihte bunu en iyi yapan otorite devletçi uygarlığın güçleridir. Varlığını büsbütün bunun üzerine temellendirmiş bu kliğin sürdürücüleri, toplumu zapturapt altına alan, oldu bittiye getiren zorbalıklarına ek olarak; her yönüyle “halkı aldatmak ya da yeri geldiğinde gönüllü angaje etmek” adına türlü manipülasyon araçlarını devreye koyan bir yapıya sahiptir. Devletçilik, dincilik, milliyetçilik/ulusçuluk ideolojileriyle bayrak vatan kutsallarını yaratarak, kendine dokunulmazlık zırhını biçer. Diğer tarafta sınırsız insan emeğini, duygularını, inançlarını sömürmek adına akla hayale gelmeyecek gayri ahlaki metotlarla propagandalar geliştirir. İnsanlık zincirini çıkarlarına alet etme, komünal çabanın (her türlü ürün birikiminden bilgi birikimine) rantını tekeline alma durumu var. Emek çalıntısı altında yatan temel olgu, egemen zihniyetin bencil hazır olana konma emekten uzak anlayışıdır. Özü itibariyle toplumsallığın kollektif hafızasın Ortak emek yaratımına dayalı toplumsal sözleşmenin kodlarına, ideolojisiyle en genel anlamda üşüşmek, bunları kendine mal edip, kendi yaratımlarıymış gibi halka servis etmek yatıyor. Bununla birlikte tüm ahlaki politik değer yargılarını gösteren kazanımları olabildiğince özünden boşaltarak, bir zümrenin çıkarlarına hizmet edecek örgülerle tonlayışına müteakip, değer yaratıcısı olduğu yanılsamasının korkunç ideolojisini yapmaktan bir an geri durmaz.

Hal buyken, çarpık ideolojilerin tehlike sirenlerinin daima kulağımızın dibinde, yanıltan öncelikli manevra sayesinde çalındığı da bir gerçektir. Her devirde kendini farklı varyantlarla gösteren yağma, ilhak, gasp gibi fetih ideolojilerinin insanlık hafızasına, ortak ruhun doğayla bütüncül yaşayan doğal iradesine bulaşmış zehirli virüsten dahi tehlikeli sayılabilecek, süfli ideoloji ise ihanet ve işbirlikçiliğin ideolojisidir. Tastamam egemen ideolojinin çeperinde, ona güdümlü bireyin-kesimin bedel ödemekten, emek üretmekten uzak bilumum kurnazlıklarla alçaltıcı sıradanlığını gösteren karakteristiğin itki elliğinde efendisinden kalan artıkların en büyük payından nemalanmanın eş deyişle, ideolojisi… Kuşkusuz bu tayfanın da kendi penceresinden makul geldiğini düşündüğü, onu buna sevk eden gerekçeleri vardır. İşte bütün bu olumlu- olumsuz gerekçelerin toplamı, bu kesimi tanıtlayan, en sarih şekilde niteliklerine ayna tutan kimlikleri, başka bir söylemle sıfatları, ideolojileridir ihanet ve işbirlikçilikleri. Onların nazarında bu bir hayatta kalma formülüdür. Ya da otoritenin dizi dibinde sorgusuz sualsiz tüm kirli işlere amade, buyruklara hazır ve nazırın matematiğini dökümleyen arka planındaki vuruculuğuyla iktidarın her türlü meyvesinden kapmanın yarışı, incelikli stratejisi olarak okunur. Pek tabi olarak ilkenin kaypak, erdem ve ölçülerinin canlı olmadığı, benliğin çöl kavuruculuğunda mundar olmuş amaçların toplaştığı şer yuvası. Peki ne uğruna, neye karşılık? Elbette pastadan büyük pay kapmanın, kendi türünün imhası/yok oluşu pahasına. Bu ideolojiye sahipler için arkalarında işbirlikçilik ve ihanet temelinde bıraktıkları yıkımın, tahribatın hiçbir önemi yoktur. Sararmış soğuk ve kuru kalpleri, vicdan kapılarını çoktan kapatmış, para örtüyle geçişleri tıkatmıştır. Halklar nezdinde bu ideolojiyi kanıksayanlar, özgün ruhun (gayri ahlakî-apolitik) tarihteki sembolü salt pragmatizmin şevkinde kararmışlığın asırlarca kuşaktan kuşağa aktarıcılarıdır. Bu ise ezilen, yıpratılan, soyguna ve kırıma uğratılan sınıflar, cemiyetler en geniş anlamıyla topluluklar tarafından tarihin kara lekesi, ihaneti olarak okunur. Çizginin (ihanet-işbirlikçi) sürdürücülerine karşı daima bir mesafe; kurabileceği sinsi planlara, oyun düzeneklerine, taktiklerine karşı da tetikte olmayı dayatmıştır. Gelgelelim kolay kolay renklerini belli ettirmeyen, niyetlerini gizleme becerilerinin yanında bulunduğu ortama titizlikle kendini uyarlayıp, fırsat kollayan has meziyetleri, kılıktan kılığa geçen özelliklere hâsıl… Kartlar kırıldıktan (siyasi yelpazedeki çalkantının, hiyerarşik odakların lehine sistemik hal alması) her şey sarihleştikten sonra artık kendilerini gizleme gereği duymazlar. Bu sefer de dayandıkları güçlerin himayesinde fırsatçılığın son sürat mekik dokuyuşunda açıktan soyunmuş bulundukları ihanet ve işbirlikçiliğin getirilerini masaya yatıran, kendinden geçmiş haliyle içine girdikleri pozisyonun güzellemesine başlarlar. Ve böylece tarihte egemen kümenin safında hizalı ontolojik bağlılıklarını tescilleyen, bunu sağlama almak adına içine giremeyecekleri hiçbir kötülük ve kirli iş kalmaz. Özelinde bu ilişiğin, ezilen toplumlarda etkin oluşu, ortaya çıkan travmaları uzun erimli kılmasıyla beraber, zararın epeyi keskin ve yakıcı geçmesine neden oluyor.

 

Kâbus Gibi Toplumların Üzerine Çöken İhanet ve İşbirlikçi Çizgi

Dünya tarihinde gerek bireyler özelinde gerekse dar gruplar, aileler, hanedanlar, aşiret ve milletler şeklinde tarih sahnesine çıkar. Aşina olunan Hıristiyanlık tarihinde henüz Hıristiyanlık dininin şafağında Hz. İsa’nın on üç havarisinden biri olan Yuda (Yahuda) ihbarı, ihaneti sonucu Hz. İsa’nın çarmıha geriliş hikâyesi trajik ve ibretliktir. Bu adeta Hıristiyanlık tarihine kara bir gün, izi silinmeyecek bir leke olarak geçer. Öyle ki on üçüncü havariyi temsilen Yuda ve on üç numarası mütemadiyen uğursuz, kötülük getiren lanetin simgesi olarak tarihteki yerini alır. Onlar açısından Yuda’nın bu ihaneti, iyiliği yarıp kül eden ateşi yakmış, karanlığa davetin kapılarını sonsuzca açmıştır. Kaçınılmaz olarak bütün toplumlar az ya da çok ihanet ve işbirlikçi türbülansı yaşamışlardır. Yunan tarihinde Termofil (Thermopylae/Ateş Geçidi) Savaşı olarak anılan meselenin espri noktası, yine işbirlikçilik ve ihanette bitiyor. Bir grup Sparta askerinin devasa Pers ordusuna karşı avantaj sağlayan önceden konumlanışlarıyla ilintilidir. Termofil denilen dar geçitte pozisyon alıp, coğrafik avantajdan yararlanarak geliştirmiş oldukları taktik sayesinde olağanüstü bir direnme hikâyesi yaratmış bu kısmi orduyu, yine bir ihanet hikâyesi yok ediyor. İhanet eden kişi aslen Yunanlı Ephialtes adında biridir. Bu kişinin verdiği bilgilerle Persler başka geçiş yerlerini öğrenmiş, o daracık geçide varan diğer gizil geçitler de ifşa olmuştur. Ardı sıra Perslerin durdurulamayan tüm Yunan şehir devletlerinin işgali, direnen güçlere karşı amansız bir katliam ve şehirlerin yakılıp kül oluşları gelmiştir. Bu ihanetin neticesi olarak Yunan toplumunda derin dramatik izler kalmış, sosyolojik ve psikolojik etkenleri süreğenliğini korumuştur. Savaşın seyrini, gidişatını belirleyen ilk hamle olması Yunan toplumunda sarsıcı etkilere yol açmıştır. Bu ihanetin yarattığı tahribat (fiziki yıkama ek olarak psikolojik altüst oluş) Yunan toplumunda unutulmaması için Ephialtes adı/nosyonu; hiç kimsenin iğrenmeden, dehşete düşmeden veya küçümsemeden telaffuz edemeyeceği bir ad olarak literatüre geçmiş, daima en iğrenç en aşağılık olanla özdeşleştirilmiştir.

Dünyada sayısız topluluklarda buna benzer örnekler, bazen bir topluluğun ortadan yok olmasına bazen kalıcı hasarlar almasına bazen de yara ve berelerden kaynaklı bir daha belini büküp kalkamamasına neden olmuştur. Bir ifrit misali korkunç ve iğrenç imgeler olarak belleklerinin en derinliğinde yerlerini almışlardır. Belki de dünya tarihinde ihanet ve işbirlikçilikten en çok çeken, (biricik ve yalnız biz savına düşmeden) mustarip olan, bu çizginin yarattığı olumsuzluklardan dolayı bir türlü belini doğrultup kalkamayan, kalkamadığı için de örgütlenemeyen, örgütlenemediği için de ulusal birliğini kuramayan yegâne toplum Kürt toplumudur. Dahası işbirlikçi ve ihanetin arkaik ruhunu taşıyan çağdaş işbirlikçi ve ihanetçilerin kol gezdiği dönemimizde ok gibi saplanan bu ur türünün yarattığı sancıları günbegün yaşayan bir Kürt realitesi söz konusudur. Enkidu’nun fişeğini çaktığı bugünkü işbirlikçi zincirin halkaları, kendini dar, dogmatik, ailesel, küçük grupların, aşiretlerin dürtüsünde görünür kıldırıyor. Belli bazı kişi ve grupları semirten bu ihanet damarı kökünü tarihin derinliklerinden alıyor. Merkeze karışmamış, türlü hileleriyle tanışmamış doğayla oldukça hem hal safiyane bir temizlikte nefeslenen Enkidu’nun merkezin/gücün temsilcisi tarafından bir kadın aracılığıyla düşürülmesi hayli manidardır. Doğal cinsel güdülerini çarpık bir güdü fantezisine evrilten, çarpık ihtirasları uyandıran geçici ve yapay istemlerin kurbanı oluşu hazin hikayesi günümüzde de canlılığını korumaktadır.

Muktedir güçler tarafından tarihin süreğenliğinde bu silahın (kadın kimliğinin alet edilmesi) en etkili silahlar safında tutulduğu da bir gerçek. Dönemin egemen gücü tarafından düşürülüp, kendine ve geldiği yere ihanet eden Enkidu’yu bir diğer benzer konumda; bulunduğu yeri toprakları, kabilesini koruyan ormanların koruyucusu doğal yaşamın kılavuzluğunda soluklanan Humbaba’ya saldırtılması, işbirliğin vardığı noktayı betimlemek açısından oldukça öğretici ve güncelliğini birçok veçhesiyle hissettiren dramatik, ibret verici bir hikâye. Yine Kürt tarihinde kara örnekleri çok olan bir diğer ihanet ve işbirlikçi vaka ise, Mitannilerde babasına ihanet edip dönemin diğer güçlü imparatorluğu Hititlerle anlaşan Matizawa-Kurtizawa’nın hikayesidir. İktidarı babasından almak, güç arzusunu beslemek adına içine girmiş olduğu bu ihanetin ardından Mitanniler bir daha eski parlak dönemlerine dönememiş, kendilerini toparlayamamışlardır. Anlaşma sonrası Hitit İmparatoru’nun kızıyla evlenip işbirliğini ziyadesiyle genişleterek kurallara bağlamış olan Kurtizawa iktidar hırsının kölesi olmuş, nihai olarak Mitanni devletinin yıkılışını doğurmuştur. Şenliklerle taçlanan bu iradesizlik beyanını kırmak ve yeniden özgürlüğü elde etmek adına daha sonra bir takım başkaldırışlar olduysa da başarılı olunamamıştır. Bu garabetin (ihanet-işbirlikçilik) neticesi olarak Mitanniler bir daha dirilemeyip tarihe karışmıştır. Kürt tarihinde henüz Kurtizawa’nın ihaneti kurumamış, işbirlikçilikle yaratılan yıkımın kalıntıları kaldırılmamışken, bu sefer de Medler’de kendine unutulmaz kapkara bir yer açan Harpagos’un ihanet hikâyesi çıkıyor karşımıza. Sırf Med kralı Astiyag’ı cezalandırmak, intikamını almak için girmiş olduğu bu ihanet ve işbirlikçilik Kürt tarihinde son büyük kırılmaya, dahası Kürt tarihinin dönüm noktasına işarettir. Hikâyesi tepeden tırnağa tam bir trajediyi haykıran Kürt tarihinde bu işbirlikçi, ihanetçi çizgi farklı dönem aralıklarında başka varyasyonlarıyla kendini gün yüzüne çıkartsa da ortaklaşılan, değişmeyen aynı coğrafya ve hikâyenin kendisidir. Değişkenlik arz eden özne ve aktörlerdir sadece. Özellikle Kürt isyanlarında bireyler, aileler, aşiretler formunda kendini gösteren bu çizginin yürütücüleri günümüzde de diriliğini korunmaktadır. Kürt toplumuna her çağda derin acılar yaşatan bu türün türevleri iktidarların çıkarlarına eksenli birer figüran olmaktan öteye gidememişlerdir. Yüzeysel bir ele alışla Kürt tarihinin panoramasına göz gezdirdiğimizde bunun farklı zaman diliminde, farklı kişilik örgenleşmeleri ve grup yapılanmaları şeklinde kendilerini gösterdikleridir. Örnek mahiyetinde, başlangıç planlaması bir dizi problemle açılan Cizre merkezli Bedirxan Bey liderliğindeki modern olarak lanse edilebilecek ilk nüveleri barındıran isyandır. İç dinamiğindeki olumsuzluklara (Süryanilere/Nasturilere yönelik katliam furyası) türlü parametrelerce (İngilizlerin bazı Süryani din rahiplerini, liderlerini kışkırtması, yine yardıma gelmesi gereken Kürt mirliklerin gelmelerindeki pürüzler vs…) rağmen asıl yenilgisini belirleyen kırılma anı bilfiil Bedirxan Bey’in en yakınında ve isyana liderlik edenlerden biri olan yeğeni Yezdanşer’in Osmanlı İmparatorluğuna göz kırpıp ihanet etmesidir. Koltuğa sevdalı, güç istenciyle kaba iktidar gücüyle yanıp tutuşan Yezdanşer’in küçük duygularına kurban ettiği Bedirxaniler, isyana ulusal özellikler, düzenli ordu dizaynı, yine bir takım teknik donanım bağlamında ilkleri taşıyor olması isyanın ehemmiyetini gösterir. Her ne kadar Osmanlı devleti tarafından Yezdanşer’e verilen sözler tutulmayıp isyana dair ne varsa ortadan kaldırılmak maksadıyla, Osmanlı’nın bütün ordusuyla masum sivillere ve isyan etme potansiyeli taşıyan toplum öncülerine, Yezdanşer ve avanesine yönelişine karşın, Yezdanşer’in geride kalan orduyu toparlayıp karşı hamlede bulunmuşsa da fayda etmemiş, dağılmaktan kurtulamamışlardır.

Diğer bir başkaldırış; bütün yoksunluklara dahası bir komployla, provokasyonla zamansız fişeği çaktırılan Şeyh Said İsyanı’nda, Şeyh Said’e en yakın komutanlarından biri olan bacanağı Binbaşı Kasım’ın Türk ordusuyla gizliden görüşüp arka kapıda bir sürü vaadin sözünü alması akabinde ihanet etmesiyle isyanın bastırılması, Kürt toplumunda lanetli bir vaka olarak hatırlanır. Aynı şekilde Ağrı İsyanı’nda, milli ve daha başka birçok aşiretin devlet safında direnenlere karşı savaşmış olması tam bir fecaat örneğidir. Hakeza Dersim İsyanı’nda direnişin öncülerinden belki de en büyük stratejist, dönemin düşün insanı, büyük komutan ve savaşçı Alişer’e ihanet edip, onu ve yoldaşı unutulmaz kadın savaşçı Zarife’yi katleden, direnişin dönüm noktasını, yenilgiye gidişini belirleyen Rayber adındaki Seyit Rıza’nın yeğenidir. Bu isim özelinde Dersim insanı genelinde de Kürt halkı arasında her daim lanetin, ihanet ve işbirlikçiliğin timsali olarak hafızalara kazınmıştır. Son olarak günümüzde Başur Kürdistan’ında Barzani ailesi tarafından bu işbirlikçi ve ihanet çizgisi sürdürülmektedir. Bu ilişki o denli bir düşkünlüğe, dejenerasyona uğramış ki, fersah öteden kirli ağlarını haykıran boyunlarındaki günah iplerini sezmemek çok güç. Dahası bunu aleni şekilde sergilemekten, bunun teorisini yapmaktan, ilişiğini savunmaktan geri durmayan ibret verici ahvalleri hâsıl.

Hepten iradesini teslim etmiş, ruhunu satmış ihanetçilerin ünlü düşün insanı Dante’nin cehennem tasvirinde en alt katmandaki şeytanın bile altında bir yere yerleştirilmesi, diğer bir anlamda toplumun işbirlikçi, ihanetçi tayfaya bakış açısını tanımlayan ona ayna tutan gerçeğe tekabüldür. Yaşamın bir bütün işbirlikçi ve ihanet düzlemine oturtan, bunun haricinde bir yola başvurma zahmetine girmeyen bu tarzın sahibi insanlarda herhangi bir hayâ belirtisi sezilmez. Riyakarlık pekâlâ baskındır. Egemen devletçi uygarlığa yalakalıkta sınır tanımayan, işinde oldukça profesyonelleşmiş bu kişiliği tahmin etmek neredeyse imkansız. Sürekli fazlasını talep eden, doymak bilmeyen arzularının güdümünde en kötü, kirli işleri üstlenmekten imtina etmezler. Oportünistlik adeta genlerine işlemiş. Başkasının üzerine basmaya, emeğini çalmaya, sömürmeye tandanslı yapıları onları asla rahat bırakmaz. Son ana kadar işbirlikçiliğin, ihanetin algoritmalarını kurcalayan, bunun formüllerini dökümleyen uğraşları olur. Onları bu ilişkiye sevk eden bir sürü etmen sıralanabilir. Ancak genel anlamıyla ortak payda da birleştirme esprisi diyebileceğimiz niteliklerin özünde, korkaklığa giydirilmişliğin majörlüğünde, egoizmin, pragmatizmin, ekstrem güç elde etme hırsının, tamahkârlığın iktidar olma aşkının hülasasını belirler. Arka odağındaki emeksiz, çabasız herhangi bir efor (emeğe içkin olan eğiliminde) sarf etmeden kısa yoldan sermayeye el koyup, iktidarın çarpık yoz çarkında, biriktirilmiş yoksulun alın terine konmak yatıyor. Bu sayede düşürülmüşlüğünü rahatlıkla iyi yaşatan herhangi bir kaygı gütmeden yardakçılığın tonuna, efendisine itirazsız bağlılıkla doğru orantılı olarak bir ömür merkezin artıklarından faydalanacaktır. Nasibini, sömüren zihniyetin yetisine göre endekslemiş, hakikate karşıt bir statüde rol kapma yarışında, geçici yaşam seyrinden soytarılığın mizansenini şanına yakışır biçimde sergileyen işbirlikçi-ihanetçi tutumun bir tercihten ibaret olduğu gerçeğini akılda tutmak gerekir. Karabasan gibi toplumların üzerine çöken bu makus tarihi tersine çevirmek yine ilkeli, erdemli-ahlaki politik görüde, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın formatında, Abdullah Öcalan’ın ışığından geçtiğini bilmek ve buna göre kendinize misyon biçmek gerek. Tarihin iyiye, güzele, doğruya akışını ancak ihanet ve işbirlikçiliğe kayışın yollarını hepten olmazsa da bu güzergâhtan akış furyasını minimalize eden asil adayışlar sayesinde sağlayabilir. İnsanlığa ve yaratmış olduğu sarsılmaz değerlere sahip çıkar, onları muhafaza ederek gelecek kuşaklara aktarabiliriz. İnsanlığın beşiğinde inşa edilen kolektif hafızanın değer yargılarından sapmış ihanet ve işbirlikçiliğin ideolojisine ket vurup kaynağında kurutmak için çok boyutlu ele alış metotlarını ivedi devreye sürümlemenin her cenahtan kişilerin payını görmesi, elini taşın altına koymasının vaktidir. Kurumlaşmaya hızla evrilen (birçok perspektif yorumunda çoktan resmiyet çıtasını yakalanmış kurumsal kurumlukta) ihanet ve işbirlikçiliğin ideolojisi ne teoriden yoksun popüler rüzgarın kuru, çılız aktivizmiyle ne de pratikten ırak salt entelektüelizmin şişkinliğiyle durdurulabilir. Baştan ayağa toplumun dokularına işlemek, temas etmek, toplumu bilinç seviyesine varlığının ayırdına vardırmak, asırlardır uyutulmuşluğundan uyandırmak, yanılsamalı yanlış hayatın çizgisinden almak ve bunu sağlamak için kurumları bu nitelik donanımı ve ereğiyle yerleşik kılmak lazım. Bunun da en geçer akçesi kuramsal beslenime ek olarak eylemsizlik seviyesiyle bu aldılarını birleştirip fikir, zikir ve eylem birlikteliğini harmanlayarak olası enerjiyi, sinerjiyi açığa çıkartmakla mümkün. Paradigmatik görünün anahtar kavramları ışığında yakalanan bu ufki ahengin doktrinel buluşması sağaltımı getirmekle kalmayıp, inşa edilenin tahkimini uzun boylu kılacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.