Düşünce ve Kuram Dergisi

İktidar Oluşumuyla Kürt’ün Sosyal-Psikolojik Tasfiye Süreci

Ferhat Akıncı

Evrensel tarihin akışında başlangıçtan günümüze kadar süreklilik arz eden halk gerçekliği neredeyse yok denecek kadar azdır. Bir akış halinde devamlılık sağlayan halkların başında da Kürtler gelmektedir. Neolitik kültürün başlatıcısı olma gibi bir rolden bugün Rojava Devrimiyle halklara umut olan bir  öncülüğe kadar tarihin her safhasında kendilerini hissettirmişlerdir. Yapılan son kazı ve tarihi araştırmalardan da anlaşıldığı gibi Kürtlerin yaşadığı coğrafya genel tarihin hem başlangıcında  hem de akışında çok önemli  bir rol oynadı. Bu rolünü halen Ortadoğu’nun en kilit ve anahtar işleviyle sürdürüyor. Sorunların çözümünde esas alındıkça anahtar, geri bırakıldıkça kilit konumunda bir halk ve bu halk ile birlikte onlarca farklı inanç ve etnisitenin yaşadığı bir coğrafya.

Kürt varlığı neredeyse yüzyıl boyunca tartışma konusu oldu. Berkeley’in “varlık, algılamaktır” yaklaşımında varlığının ancak algı düzeyinde var olabileceğine rakip olacak biçimde Türk başbakanı Erdoğan da Kürt’ün varlığını “Düşünmezsen yoktur” düzeyine kadar çıkarttı. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım” aksiyonu Kürtler için “düşünülmediği için yoktur” sonucunu doğurdu. Oysa varlık her şeyden bağımsız olarak vardır. Zaman ve mekanı olan her şey vardır. Daha ötesinde zihin ve duygu dünyasında biçim ve hisse ulaşan her şey vardır. Belki varlığın algılanma biçimi tartışılabilir ancak varlığın kendisi tartışma konusu değildir.

Kürtler de önce biyolojik olarak sonra da sosyolojik olarak zamanı ve mekanı olan bir varlıktır. Bu varlık zamana göre farklı biçimler kazanmış olabilir ancak günümüze kadar ulaşan bir gerçekliktir. Kürt gerçekliğinin dayandığı ve geliştiği zemin doğal toplumun beslendiği kaynaktır. Şöyle ki Kürt gerçekliği ancak siyasal iktidar kaynaklarının zayıf olduğu alanda varlığını sürdürme imkanı yakalamıştır. Bir çok etnisite ve ulusun aksine Kürtler uygarlaşarak (kentli, sınıflı, devletli yapılar inşa ederek) değil bunların dışında kalarak varlıklarını devam etmişlerdir. Dolayısıyla iktidarla tanıştıkları, karşılaştıkları her zeminde sosyolojik olarak yabancılaşma, psikolojik olarak gerilim yaşamışlardır. Bunun ilk örneklerini Kürtlerin öncülleri hakkında yazılan tabletlerde açıkça görüyoruz.

Kürtlüğün oluşum zemini doğal toplumun beslendiği kültürdür. Bu kültürde hükmetme, işgal ve talan yoktur. Temel amaç yaşamını doğayla iç içe sürdürmektir. Kültürel gelişim de doğal seyrinde işler. Bu zeminde bir ‘üstünlük’ formu yoktur. Buna gerek de yoktur.  Çünkü ihtiyaçlar birlikte tespit edilip birlikte gideriliyor. Kürt gerçekliği binlerce yıl boyunca bu zeminden beslendi, böyle şekillendi. Bundan dolayıdır ki devletçi iktidarla tanışınca büyük bir tepki gösterdi. Devletçi iktidar tamamen kendisine yabancı olan bir şeydi. Nasıl ki bir insan bünyesine zararlı bir şey yediğinde vücut hemen tepki gösterirse, Kürt gerçekliği için de iktidar bünyeye yabancı bir maddeydi ve refleks gösterilmesi gereken bir durumdu. Bu refleks ilk başlarda örgütlenmiş, sistematik bir refleks değildi. Doğalında gelişen bir refleksti. Onu var kılan, hayatta kalmasına olanak sağlayan refleksti. Aslında Kürt toplumsallığının oluşum formu zaten böyle bir örgütlülüğe ihtiyaç duymayacak şekilde gelişmiştir.

Kentli, sınıflı, devletli uygarlık kimi etnisiteler için olumlayıcı-inşacı bir işlev görmüş olabilir. Sümerler veya Akadlar devletli uygarlığı inşa etmeseydiler belki de adlarından hiç söz edilmeyecekti. Sümerler’in bahse konu edildiği yer devletli uygarlıktır. Onları tarih sahnesine çıkaran yazının icadı, mimaride gelişmişlik, gök bilimleriyle ilgili uzmanlıklarından ziyade geliştirdikleri kentli, sınıflı, devletli uygarlık sistemiydi. Bahse konu edilen yazı, mimari, gök ile ilgili bilgilerin Sümerler’den çok daha eskiye dayandığı bugünkü tarihi araştırmalar ve incelemeler sonucunda açığa çıkmıştır. Sümerler devletli uygarlıkla ortaya çıktılar, devlet yıkılınca kendileri de ortadan kayboldu. Ancak Kürtler söz konusu olduklarında varlıklarını kentli, sınıflı, devletli uygarlığa borçlu olmadıkları için varlıklarını bu sisteme karşı, bu sisteme rağmen devam ettiler. Ancak iktidar ve devletli uygarlık süreci Kürtlük için bir tasfiye süreci olarak değerlendirilebilinir. Belki tam olarak amacına ulaşmamış olabilir. Fakat sosyolojik ve psikolojik olarak çok zorlayıcı ve yıpratıcı bir süreç yaşattığı kesindir.

Kürtlüğün kendini ruhen en rahat hissettiği ve var kıldığı mekanlar iktidarlı yapılardan uzak kalan yüksek dağlar, derin vadiler ve zozanlardır (yayla). Kürtlük buralarda sadece fiziksel-biyolojik olarak değil sosyolojik olarak kendini daha güvende hisseden bir gerçekliktir. Ünlü şair Baba Tahirê Uryan bu durumu bir rubaisinde şöyle dile getiriyor: “Çıya şad ın çıya şad ın çol şad ın/ Şad ın ew ên ku van laleyan çandın/ Gelek hebûn gelek hene gelek tên/ Lê newal û çıya û çol tım yek ın.” (Dağlar neşeli, dağlar neşeli, çöller neşeli/ bu laleleri ekenler neşeli/ bir çoğu vardı, bir çoğu var, bir çoğu var olacak/ ama dağlar, vadiler ve çöller hep aynı.) Dağ, vadi ve çöl mekanları Kürt gerçekliğinde edebi bir figür olmanın ötesinde varoluşsal mekanlar. Kürt’ün kendini neşeli, sevinçli hissettiği mekanlar bunlardır. Devletli, kentli, sınıflı uygarlığın da kendine tehlike olarak gördüğü ve sefer düzenlediği mekanlar buralardır. Fiziki ve düşünsel olarak tasfiye etmek için bu mekanlarda yaşayanları etkilemesi gerektiğini gayet iyi bilir.

Uygarlık gelişimiyle birlikte Kürtlüğün gelişiminde tasfiye süreci başlar. Sosyal ve psikolojik olarak büyük bir etkilenme gelişir. Kendi öz imkanıyla geliştirdiği kültürden koparılıp tam zıddı bir kültüre mahkum edilmek kabul edilmesi ve yaşanılması zor bir durumdur. “İmhasını göze alıp bu kültüre teslim olmamak” kabilele ve aşiret formunda varlığını devam ettiren Kürtlük için sıradan bir şey değil. Bu davranışı sergilemek anlık bir karar değil. Hızlıca gelişen bir karar olabilir ancak anlık değildir. Hızlı olmasının nedeni de kültürel olarak çok derin ve uzun bir süreye dayanmış olmasındandır. Derin ve uzun süreli olduğu için “kararın” doğruluğuna da o kadar güven duyulmaktadır.

Uygarlık güçlerine karşı bu kadar hızlı ve etkili tepki gösterilmesi uygarlığın da başka yol-yöntemler denenmesini doğurmuş olmalı. Kürtlerde bu kadar “işbirlikçiliğin” geliştirilmesi bununla bağlantılıdır. Uygarlık ‘Kürt’ün rengine bürünmeden başarı şansı yakalayamıyor. Kürt şarkılarına ve hikayelerine konu olan her yenilgide bir ‘işbirlikçi’nin olması, yenilgiye bir bahane bulma çabası değildir, bir gerçekliktir. Uygarlık Kürt’e karşı hiç bir başarısını salt fiziki güç üstünlüğü ile sağlamamıştır. Bir avuç Guti kabilesinin ilk imparatorluk olan Akadlıları nasıl darmadağın ettiğini tarih yazıyor, Med Konfederasyonun Asur zulmüne nasıl son verdiğine insanlık şahittir. Ancak hem Gılgamış destanında kabilelerin yenilgiye uğratılmasında hem Medlerde iktidarın el değişmesinde ve son iki yüzyıllık süreçteki direniş ve başkaldırıların yenilgiyle sonuçlanmasında “işbirlikçilik” faktörü çok ön plandadır. Yani uygarlık ve iktidar gelişiyle Kürtlük sadece kabaca yenilgiye uğratılmamış içsel olarak psikolojik üstünlük ve sosyal kapasitesinde düşüş de yaşamıştır. Uygarlık güçleri işbirlikçiliği Kürtlük’ün sosyal ve psikolojik tasfiyesinde temel bir yöntem olarak kullanmıştır.

Devletli uygarlığın Kürtlüğü tasfiye konseptinde kimi önemli süreçler vardır. Sümer-Akadlıların Kürdistan üzerine seferi, İslamiyetle birlikte İslam ordularının Kürdistan’a seferleri ve 18. Yüzyıl ile birlikte Avrupalı devletlerin Kürdistan’a girişleri. İlki mitolojik yöntemle, ikincisi dini yöntemle, üçüncüsü bilimcilik yöntemiyle tasfiye süreçlerini geliştirdiler.

 

Enkidu: Yabanilikten Uygarlığa, Toplumsallıktan İktidar İşbirlikçiliğine  

Kürtlerin iktidarla (daha çok siyasal iktidarlarla) ilişkisini ve sonuçlarını görebileceğimiz belki de ilk örnek Gılgamış destanında geçen Enkidu karakteridir. Enkidu, destanda yabani hayat süren bir karakterdir. Ancak saraya getirilmesi için tapınak kadınlarından biri ona gönderilir. Yabani Enkidu uygar Sasa ile ilişkiye geçince yabanilik kokusu yerini uygarlık kokusuna bırakır. Tam o anda etrafındaki tüm hayvanlar hızla uzaklaşmaya başlar.  Çünkü uygarlık demek yabanın karşıtlığı demektir.

Enkidu saraya gelince Gılgamış ile savaşmaya başlar. İlginçtir kimse galip gelemez. Savaş berabere kalır. Bu da Gılgameş ile Enkidu’nun denk bir güce sahip olduğunu gösterir.

Gılgameş kavramı etimolojik olarak çözümlendiğinde ‘büyük-koca camış’ anlamına gelir. Gılgamış kavramını oluşturan Gır ve gamêş kelimelerinin ikisi de [‘gıl-gır’ (büyük) ve ‘Gamış-gamêş’ (camış, öküz)] halen günlük Kürtçe’de kullanılan kelimelerdir. Gılgamış destanda babası ve annesi belli olmayan ve bilge Ninsu (tanrıça Ninhursag olabilir) tarafından büyütülen biridir. Ününe büyük ağacın dibindeki yılanı öldürüp ağaçtan davul ve tokmak yaparak kavuşuyor. Ağaç kutsaldır. Yılan ağacın koruyucusudur. Gılgamış kabul görmek için işe yılanı öldürmekten başlıyor. Ağaç tüm mitolojilerde ve inançlarda gök-yer-yeraltı dünyalarını birleştiren aforizma olmuştur. Özellikle doğal toplum için çok anlamlı bir yeri vardır.  Gılgamış yılanı öldürüp ağacı keserek kendini uygarlık güçlerine kabul ettirmiştir.  Destanın devamında Enkidu’nun da kendini kabul ettirmek için sedir ormanlarına giden yolda Gılgamış’a rehberlik ettiğini görüyoruz. Tüm sedir ağaçlarının koruyucusu olan Hunbaba’nın da Enkidu’nun ısrarları sonucu öldürüldüğü belirtiliyor. Gılgamış daha önce benzer bir pratiği ‘yılan’ı öldürerek sergilemişti. Burda da Enkidu ısrarcı oluyor. Hunbaba öldürülünce ağaçlar savunmasız kalıyor ve ağaçlar birer birer düşürülüyor.

Gılgamış’ın hem kavramsal çözümlenmesi hem de yaşam biçimi onun da Kürt öncüllerinden herhangi bir kabile veya aşiretten koparılan bir çocuk olma ihtimalini yüksek kılıyor. Hem Enkidu hem de Gılgamış karakterleri iktidarla tanışan ya da iktidar güçlerinin saldırısına maruz kalıp iktidarlaşan Kürt’ün nasıl bir değişime uğradığının prototipleridir. Sonrasındaki tüm olay ve olgular bunun farklı biçimlerde devam ettiğini gösteriyor. İktidarlaşma, sosyolojik ve psikolojik olarak Kürt varlığını dejenere etmiş ve kendine yabancılaştırmıştır. Sosyolojik olarak dejenere etmiş çünkü artık toplumsallıktan yana değil toplumsallık karşıtı bir pozisyondadır; psikolojik olarak dejenere etmiştir çünkü artık moral değerlerini yaşatmaktan değil öldürmekten alıyor. Kendi oluşum gerçekliği ile hareket ederken haklılık psikolojiyle direnirken uygarlaştıktan sonra suçluluk psikolojisiyle saldırganlık durumuna geçiyor. Hem Enkidu hem de Gılgamış karakterleri iktidarın Kürtlüğü tasfiye süreçlerinin ilki olması nedeniyle önemlidir. İkisi,  uygarlık güçlerinin kabile ve aşiret üyelerini devşirmede kullanılacak rol-model oluyorlar.

Enkidu-Gılgameş ilişkisi Kürt-egemen ilişkisinin nasıl başladığını ve devam ettiğini de göstermesi açısından önemlidir.. Kürtlükteki üst sınıf oluşumu da bu ilişki üzerinden gelişiyor.

 

Ara Bir Geçiş: Med Konfederasyonu

Kürtlerin devlet iktidarıyla imtihanını görünür kılan ve sonraki binlerce yıla damgasına vuran bir diğer dönem de Med Konfederasyonu dönemidir. Son dönemde yapılan araştırmalar neticesinde tarihçilerin çoğu Med Konfederasyonunu kuranların Kürtlerin öncülleri olduğu noktasında hemfikirler. Hem fiziksel olarak hem de dil ve kültür olarak bugünkü Kürtlerin öncüleridir. İnanç olarak da günümüze kadar etkileri devam ediyor. Mitra inancından kaynağını alan Zerdüştlük binlerce yıl Kürtlerin temel inancı oldu.

Med Konfederasyonu merkezi hegemonik iktidar rolünü oynayacak kadar etkili bir role kavuştu. Dönemin diğer hegemonik bir gücü olan Babilliler ile ortak hareket ederek binlerce yıllık Asur devletinin varlığına son verdiler.

Newroz mitinde Asur’lu zalim Dehaq’ın iyileşmek için gençlerin beyinlerini yediğinden bahsedilir. ‘Beyin yeme’ fiziksel gıda olarak tüketilen bir şeyden ziyade Kürtlük düşüncesidir. Özgür yaşama düşüncesidir. Uygarlığın tüketici-baskıcı zihniyetine karşı üreten, köleliği kabul etmeyen düşüncedir. Asur tabletlerinde Asurlu kralların defalarca Kürt yerleşimlerini talan ettiklerinden ve kentlerini vergiye bağladıklarından söz eder. Bir tablette 60 Nairi kentinin vergiye bağlandığını yazar. Fakat Nairiler iyi savaştıkları için kısa sürede Asurluların hakimiyetinden çıkarlar. Dehaq’ın beyin yeme miti fiziksel olarak artık başa çıkamadığı Kürt kabile ve aşiretlerini düşünsel ve psikolojik yenme politikasının mitolojik anlatımı olarak okunabilir.

Medler fiziksel ve düşünsel olarak tasfiye edilmek istenen Kürtlerin örgütlenme formu olarak gelişiyor. Dağınık ve kabile biçiminde artık kendini korumanın mümkün görünmediği koşullarda gelişen örgüt formu oluyor. Askeri olarak dışa karşı çok etkili bir güç konumuna geldi. İçte de Zerdüştlük inancı, tanrıların insanları dışkı derecesine indirgediği mitolojik yaklaşımlar karşısında özgürlükçü ve daha gelişkin bir muhtevaya sahipti. Siyasal ve ideolojik üstünlüğün yanı sıra askeri sistemde de teknik ve düzen olarak dönemin en yetkin uygarlığı konumundaydı. Ancak iç çelişkiler ve devlet iktidarını kullanma biçimi ilk başta içten bir iktidar değişimini sonrasında da tamamen bir dağılmayı getirdi.

Astiyages’in torunu Kiros, arkasına Medlerin askeri gücünden sorumlu kişi olan Harpagosu da alarak iç darbeyle Astiyages’i tahtından indirdi. Sonrasında sırasıyla başta siyasal iktidar sonrasında kültürel ve inanç iktidarı da Perslerin eline geçti. Persler iktidarı çok iyi kullanarak her şeyi kendilerine göre yeniden dizayn ettiler. Bazı gerekçeler uydurarak Medleri konfederasyonun yönetiminden tamamen uzaklaştırdılar. Darius döneminde Kürtlerin siyasal, inançsal ve askeri yönetimi kırımdan geçirilerek Medler tamamen tasfiye edildiler.

Medlerin iktidarı Perslere kaptırması hem Medler açısından hem de diğer halklar açısından çok olumsuz bir gelişme oldu. Medlerin iktidar formu görece daha ılımlıydı. Yönetim olarak kendinden önceki köleci uygarlıklar gibi ne köleliği derinleştirdi ne de insanı değersizleştirdi. Fakat uzun süre etkili olabilecek bir yönetim formu da geliştiremedi. Yönetimi daha çok kolektifleştirseydi belki Kiros ve Harpagosun bu darbesine karşı yalnız kalmazdı. İktidar da kolayca Perslere geçmezdi. Persler iktidarı ele gçirdikten sonra günümüze kadar sürecek olan despotik bir yönetim biçimini geliştirdiler. Aradan 2500 yıl geçmesine rağmen halen İran coğrafyasında etkili olan iktidar formu Perslerin geliştirdiği iktidar formudur.

Kürtler, Med Konfederasyonu döneminde Zerdüştlük inancıyla birlikte kavimleşme sürecine girdiler. Bilinç ve biçim olarak günümüzün Kürtlük formunun oluşmasında en etkili süreçtir denilebilir. Ama aynı zamanda Pers iktidarının hakim hale gelmesiyle ilk büyük darbeyi de aldıkları söylenebilir. Kürtler bu dönemden sonra çok dağınık bir biçimde, dağlık alanlarda varlıklarını sürdürdüler. İnanç ve kültürel olarak içe dönme sürecine girdiler. Neolitiğin öncüleri, Zerdüşt inanç ve felsefesinin geliştiricileri olan Kürtler var olan ile yetinmeye olabildiğince uygarlık güçleri karşısında varlıklarını koruma durumuna geçtiler. Artık üreten değil daha çok var olanı korumaya çalışan bir durum gelişti. İslamiyet dönemine kadar bir tarafta Roma/Bizans imparatorluğu bir tarafta da Part/Sasani imparatorluğunun etkisi altında varlıklarını sürdürdüler. Roma ve Sasani gibi iki dev köleci sistemin hakimiyet alanı içinde kendi gibi kalmak sıradan bir şey değil. Çok fazla etkinlik sahası kurmamış olabilirler ancak sahip oldukları kültürel birikim onları devletçi iktidar karşısında korumaya yetiyordu. Fiziki savaş güçleri o kadar büyük olmayabilir ama toplumsal tecrübeleri ve düşünsel formları kendi kendilerine yetme kabiliyetindeydi.

 

İnanç ve Din Mevzusunda Kürtlerin Tercihi İktidar Dışılık Olmuştur

Tek tanrılı dinler (semavi) gelişirken bir çok etnisite bu dinleri kabul ederek varlıklarını sürdürürken, Kürtler tam tersi bu dinlere karşı farklı alternatifler geliştirerek varlıklarını devam ettirmeye çalışmışlardır. İsrailoğulları Yahudiliği adeta kavimler dini haline getirirken; Süryaniler, Nasturiler, Ermeniler, Yunanlılar Hıristiyanlığı milli din haline getirerek ayakta kalmaya çalışmışlardır. Öte yandan Araplar İslamı kendi tekellerine almaya çalışırken Fars ve Türkler İslamiyet üzerinden kendilerine alan açma girişimlerinde bulundular. Birçok devlet ve yapılanmalarını din üzerinden geliştirdiler. Ancak Kürtler, Kürt gerçekliği temelinde oluşumlarını devam ettirmelerinin koşulu olarak bu dinlerin dışında kalmayı tercih ettikleri görülüyor.

Kürtlük, Psikolojik ve sosyolojik olarak iktidarlaşan inançların dışında kalarak kendini daha güvende hissetmiştir. Fars, Arap ve Türkler İslamın egemen-iktidarcı yönünü esas alırken Kürtler farklı arayışlar içine girip iktidar-dini/inancı dışında inançlar geliştirmişlerdir. Kürtlerdeki Êzidi, Yaresan (ehli heq, reya heq, ehli Ali), Alevi, Kakayi, Şebeki inançları, iktidar-dinine karşı bir refleks olarak gelişmiştir. Mesele sadece İslamın içeriği ile ifade edilemez. Elbette içerik olarak İslam ve Zerdüştlük birbirinden farklıdır. Ancak Kürtler Pers iktidarı döneminde Perslerin iktidarlaştırdıkları Zerdüştlüğe de karşı çıkmışlardır. Bir de İslam döneminde Kürtler sadece Sünni mezhebine karşı tavır almamışlar aynı zamanda Şialığa da karşı tutum almışlardır. Sunni otoritelerle nasıl sorun yaşadıysalar benzerlerini Şia otoriteleriyle de yaşadılar.

İslamiyet öncesinde Kürtlerin inancı yoğun olarak Zerdüştlüktü. İslam iktidarı öncesinde Kürdistan coğrafyasında hakim olan iktidarlardan Persler, Partlar ve Sasaniler de Zerdüştlük dinine inanıyorlardı. Ancak bu durum dini çelişkilerin önünde engel değildi. O dönemde Kürtlerin sosyal olarak benimsediği Zerdüştlük ve devletin-iktidarın benimsediği Zerdüştlük aynı değildi. Onun için İslam Kürdistan’a yayıldığında Kürtler, Zerdüştlüğü benimseyip daha sonra İslama geçen Farslar gibi hareket etmemişlerdir. Farslar İslamın içinde şia mezhebini geliştirerek kendilerine alan açmışlardır. Bir nevi İslamı kendileri için kavimleşme harcı olarak kullanmışlardır. Benzer durumda Türkler de kabile ve aşiretçiliği aşmak için İslamı seçip onu geliştirmişlerdir. Kürtlerde de İslamı rahat bir biçimde kabul eden ve İslami uygarlıklar kuran kesimler olmuştur. Fakat uygarlık kuran kesimlerin hiçbirinde Kürtlük ön planda değildir. Daha çok Arap kültürünün etkisindeki İslam etkilidir. Abbasi ve Emevilerdeki iktidar biçimi olduğu gibi Kürtlerin kurduğu devletlerde de uygulanmıştır. Daha sonra bu iktidar biçiminin kendisi Kürtlüğün gelişiminin önünde engel olmuştur. Bu iktidar biçimine karşı Kürdistan’ın bir çok yerinde Kürtler farklı inanç biçimleri geliştirmişlerdir. 1100’lere kadar da İslamiyeti kabul etmeyip Zerdüştlüğe inanan Kürtler ciddi bir varlık sorunu yaşamıyorlardı. Gazali’nin felsefede içtihat kapılarını kapatmasının belki de en olumsuz etkisi Kürtler üzerinde olmuştur. İçtihat kapılarının kapanması demek İslam dışı inançlara net bir şekilde kapıyı kapatmak demekti. Sonrası İslami iktidarın Zerdüşt Kürtleri kıyımdan geçirmesinin yolunun açılmasıydı.

İslam iktidarının kesinlik kazanmasının ardından Kürtler daha fazla zarar görmemek için farklı yollar denediler. İslam otoriteleri ile karşı karşıya gelmemek için görünürde islam ama içte Zerdüşti nüveleri barındıran inanç sistemleri geliştirdiler. Kürdistan’ın güneyinde Ezidilik, kuzeyinde Alevilik, doğusunda Yaresanilik inançları benzer tarihlerde doğup gelişti. Hepsi de coğrafi olarak ulaşılması zor alanlarda gelişti. Ezidilik Hakkari gibi son derece dağlık bir alanda gelişti. Daha sonra yaşam koşullarının çok zor olduğu Şengal’de varlığını sürdürmeye devam etti. Alevilik bugün bile ulaşılması zor mekanlarda varlığını sürdürüyor. Yaresanilik de aynı şekilde Kürdistan’ın doğusunda dağlık alanlarda var olmaya devam ediyor. Bu üç inanç sisteminin yanı sıra birçok farklı inanç ve tarikat biçiminde Kürtler inançlarını devam ettirdiler. Fakat İslam ile Zerdüştlüğün revize edilmiş bu halleri bile Kürtleri savunmaya yetmedi. Sosyal olarak kapalı, psikolojik olarak kendini baskı altında hisseden bir yaşam sürdürdüler. Ezildiler bugün başlarına gelen 73 fermandan, katliamdan söz ediyorlar. Aleviler Osmanlı döneminde hep katliamla yüz yüze kaldılar. Yarsanilik kendini devam ettirebilmesini kapalı kalmasına borçlu kaldı. Günümüzde bile milyonlarca Yaresan ibadetini kapalı bir şekilde yapıyor.

İnanç sistemlerinde mitoloji ile başlayan süreç İslam ile daha üst bir noktaya çıkıyor. İslamda ‘Allah’ paradigması adına Kürtlük inancı ‘yasak’ ve ‘günah’ ilan edildi. İslami iktidar Kürdistan’da hakim durumuna gelmeye başlayınca kendini kabul ettirme ve hayatta kalma psikolojisi insanları farklı arayışlara sürükledi. Bu dönemde İslami iktidarın Sünni mezhebini kabul eden bir kesim toplumsal bir kopuş yaşadı. İslam iktidarı içinde kendine yer bulmak ve sonrasında varlığını devam ettirme istemi bir kesim Kürt içinde Araplaşmayı getirdi. Kendini Arap bir soya dayandırma çabası mevcut Kürtlükten kopuşu kaçınılmaz kıldı. Özellikle yönetici olabilmenin yolunun Arap bir soya dayandırmadan geçtiğine inanan bu kesim Enkidu ile başlayan ve Harpagos ile devam eden işbirlikçiliğe yeni bir boyut getirdi.  Artık işbirlikçilik bireyden aileye geçmiş oldu. İslami iktidar üzerinden Kürdistan’da gelişen Kürt yönetici sınıfı Kürtlüğü geliştiren değil Kürtlüğü tasfiye eden bir rol oynadı. Arap dilinden tutun giyim kuşama, yeme içmeye kadar, toplumsal sembollere kadar neredeyse her şeyi Arap kültürüne göre dizayn etme hareketini geliştiren Kürt yönetici sınıfı olmuştur.

İslami iktidarın Sünni mezhebi daha çok Araplaşmaya çalıştırırken, Şia mezhebi da daha çok Farslaştırmaya çalışmıştır.  Özellikle savefiler Kürdistan’ın hakim olan bölgelerinde Şialığı kabul ettirmek ve Kürtlüğü tasfiye etmek için sıkça seferler düzenlemiştir. 1500’lerin başında Şah İsmail’in kendisi Osmanlılar’a karşı Kürtlerin kendisinin yanında savaşa girmelerini kabul ettirmek için onlarca aşiret lideri ve büyüklerini zindana attı. Bu girişimden olumlu sonuç alamadığı için onları serbest bırakmak zorunda kalmıştır. Osmanlılar da Sünni Kürtlere tolerans tanırken (yanında yer aldıkları müddetçe) Alevi ve Êzidi Kürtleri katliamdan geçirmiştir. Yavuz Sultan Selim döneminde onbinlerce Kızılbaş katliamdan geçirildi. Êzidilerin başına gelen 73 fermanın çoğu Osmanlılar’ döneminde gerçekleşti.

İslami iktidar döneminde Kürtlük toplumsal, inançsal ve yönetimsel bir tasfiyeyi yaşadı. Her üç alanda da parçalandı.

  Toplumsal olarak dağıldı; Kürtler bir çok yerde göç etmek zorunda kaldılar; Zerdüştlükte ısrar edenlerin bazıları Hindistan’a kadar gittiler.

  İnanç olarak parçalanma oldu; İslam ile birlikte birçok tarikat ve inanç sistemleri gelişti. Tarikatların en önemlileri Kadiri ve Nakşibendi olurken diğer inanç sistemlerinin başını da Êzidilik, Alevilik ve Yaresanilik çekti. Bunun yanısıra az da olsa bir kısım Zerdüşti kaldı. Yine şebeklik inancı da İslami iktidar ile birlikte gelişen bir inanç oldu.

  Yönetim olgusunda da parçalanmışlık yaşandı; toplumun öz yönetiminin yanı sıra işbirlikçi sınıfın bir yönetim modeli gelişti. Aynı zamanda her inanç sisteminin kendi iç yönetim sistemi de gelişti.

 

Modern Çağda Kürtlüğü Tasfiye Girişimi

Kapitalist modernite çağına girişte en büyük tasfiye sürecini yaşayan halkların başında Kürtler geldi. ‘Tanrının yeryüzüne inmiş hali’ kapitalist modernitenin biricik ve kıymetlisi ulus-devlet tarihin görmüş ve görebileceği en büyük vahşete sebep oldu. Arkasına aldığı ‘bilimcilik’ ile özgüvende tavan yaptı. Hegel’in ulus-devleti en üst bilinç formu olarak ifadeye kavuşturması, hoyratlığını daha da artırdı. Kendisi dışında var olan tüm yapıları tarih ve modern-dışı olarak görmesi beraberinde korkunç sonuçlar getirdi. Sümerler’in Guti ‘ejderhalarına’ karşı, Roma’nın Germen ‘barbarlarına’ karşı yürüttüğü uygarlık savaşının daha gelişmiş halini, daha donanımlı ve daha kalın bir zırha bürünerek yürüttü. Neredeyse tüm zamanların toplamı kadar maddi ve manevi kayıp yaşandı.

Kapitalist modernite leviathan zırhına bürünüp, bilimcilik silahı ile kendini tüm zamanların muzafferi ilan edince geriye buna direnenlere iyi bir ders vermek kalıyordu. Kapitalist sistemin revizyonist ideoloğu Francis Fukuyama’nın  tarihin sonundan anladığı şey kapitalist modernitenin ‘ilericilik’ aşısından geldiği aşamanın daha ötesine gidilemeyeceğidir. Ona göre liberal demokrasi, ulus-devlet ve serbest piyasa varılacak son noktadır. Bu aşamaya gelen kapitalist modernist devletlerin sonraki görevi (daha ilerisi olmadığı için) geride kalan bu devletleri kendi seviyelerine gelmelerine yardım etmektir. Yardımdan kastettiği de her türlü müdahale hakkıdır. İki binlerin başında ABD öncülüğünde dünyanın dört bir yanına yapılan müdahaleler geride kalanları kendi seviyelerine getirme yalanıydı. Çünkü kapitalist modernite, kendi mekanı dışında besleneceği bir alan olmadan asla devam edemez. Tüm devletlerin eşit bir seviyede olma yaklaşımı devletin varlık gerekçesine terstir. Onun için kapitalist modernite her zaman beslenmek için bir yeri geride bırakır. Kapitalizm kaostan beslenir. Kaos olmadan varlığını devam edemez. Bunun en hissedildiği yer ve zaman; mekan olarak Kürdistan, tarih olarak da 200 yıllık Kürdistan tarihidir.

1800’lerin başında kapitalist sistemin öncüleri Kürdistan’a hızla giriş yapmaya başladılar. Girer girmez de kendilerini yaşatacakları bir zemin aradılar. Osmanlılar’ın mevcut hali onlar için paha biçilmez bir zemindi. Osmanlı devletinden, resmen sona erdiği 1924 yılına kadar her açıdan faydalandılar. Kapitalist sistemin öncü devletleri bir veya birkaç halkın hamiliğine soyunarak Ortadoğu’da varlık kazanmanın yollarını aradılar. Fransızlar Rum ve kısmen Araplar üzerinden, İngilizler daha çok Araplar üzerinden, Ruslar Ermeni ve Slav halkları üzerinden, Almanlar Türkler üzerinden hakimiyet savaşı yürüttüler. Kürtler ise bu denklemin dışında kaldılar. Coğrafyanın en kadim halkı olan Kürtlerin ‘iktidar-devlet’ uyuşmazlığı başlarına tarihin en büyük felaketlerini getirdi.

İktidar ve devlet zihniyetiyle hareket eden bir kesim Kürt bu devletlerle ilişkiler geliştirse de genel olarak hiç bir devlet ile birlikte hareket edilmedi. (Ortak hareket ettiği bir devletten söz edilecekse de bu daha çok Osmanlı devletiydi.) Toplumsallığı derinliğine yaşayan Kürtlük modern çağda bile devletleşme ve iktidarlaşma arayışına girmedi. Özellikle Kürt gerçekliğinin içinde devam ettiği inançlar ne kendi başlarına bir başkaldırıya giriştiler ne de devletleşmek için kapitalist güçlere yakınlık gösterdiler. Alevi Kürtlerden tutalım Êzidi Kürtlere kadar, Yaresanilerden tutalım Şebeklere kadar hiç bir şekilde böyle bir arayış olmamıştır. Tam tersine kimi Kürt hareketlerinden de olumsuz etkilendiler. Êzidiler hem Mir Muhammed serhildanında hem de Hamidiye alayları döneminde kırıma maruz kaldılar.

Osmanlılar döneminde birçok Kürt direnişi oldu. Yenilgiyle sonuçlanmaları Kürtlüğün sosyolojik ve psikolojik tasfiye sürecini daha da derinleştirdi. Yenilginin anlamı şuydu: Daha fazla devlet ve daha fazla iktidar demekti. Devletin olduğu yerde de Kürtlük gelişemezdi. Devlet başarılı oldukça sonrasında gelişebilecek direnişlerin önünü almak için kendini daha fazla kurumsallaştırdı. Kapitalist modernite döneminde tarihte hiç olmadığı kadar devlet kendini Kürdistan’da kurumsallaştırdı. Devletin yaptığı hiçbir işin önceliği halka hizmet anlayışı ile yapılmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra dağlık olan Dersim’e yol yapmaya başladı. Ancak bu yolun amacı halkın ulaşım sorununu çözmek değil, daha rahat asker taşımaktı. Daha hızlı katliam yapmaktı. Saddam da benzer bir yaklaşımı Güney Kürdistan’da sergilemişti. Yolun yapıldığı her iki dönem de Kürtlerin en çok kırıma uğradığı dönemlerdir. Türkiye Dersim’de on binlerce Kürt’ü katletti. Bazılarını mağaralarda kimyasal silahlarla katletti. Hitler’in Yahudileri gaz odalarından katletmeden çok önce Kürtler Dersim’de kimyasal gazlarla katledildiler. Öyle ki insanlar işkence ve zulümden kurtuluşun yolu olarak çareyi kendilerini kayalıklardan atmada, derin sulara bırakmada buldular. Aynısını Saddam da yaşattı. Önce enfal hareketiyle toplu kurşuna dizme sonra yetmeyince Halepçe’de kimyasal silahla katletme. Bu iki örnek iktidar ve devletçi sistemin modern çağda Kürtlüğe yaklaşımında daha çok görünen, bilinen örneklerdir. Bunun dışında onlarca benzer durum yaşandı. Hepsinin ortak amacı Kürtlüğü yok etmekti, yok edilemese de ‘yok saymak’tı.

Modern çağa girişte Kasrı Şirin antlaşması (1638) ile Kürdistan coğrafyası ikiye bölündü. Modern çağın ortalarında, artık kendini yenilmez addettiği dönemde Lozan Antlaşması (1924) ile Kürdistan’ı dörde böldü. Dörde bölmek demek siyasal olarak güçten düşürmek, sosyal olarak kapalı kalmasına yol açmak ve psikolojik olarak parçalamak demekti. Psikolojik olarak “Kürt’ten bir şey çıkmaz” duygusu yaratılmak istendi.

Lozan Antlaşmasının en temel uygulama sahası Kürdistan’dı. Ne var ki antlaşmada olumlu ya da olumsuz ne Kürdistan coğrafyasından ne de Kürtlükten söz edildi. Kapitalist sistem arkasına aldığı ‘bilimcilik’ yöntemiyle Kürtlüğü yok saydığında yok olacağına inanmış olacak ki böyle bir yol izledi. Bilim ‘yoktur’ diyorsa yoktur demekti. Olmayan bir şeyin de ne adı olur ne mekanı ne de zamanı olur. Artık “Kürt olmak demek öz vatanı olmayan, hiç para etmeyen, parasız kalmakla özdeş olan, yoğunca işsiz kalan, her ücrete çalışan, sürekli yaşam kavgası veren, kültürel ihtiyacını unutan, maddi ihtiyaçlarının temini için korkunç çabalayan, NAN’ın (ekmeğin) anayurdunda (neolitik tarım devriminin anayurdu) NAN’sız kalan topluluk kalıntısı benzeri bir şey olmak demektir.”(A.Öcalan)

 

Sonuç

Kürt gerçekliğinin tarih boyunca iktidar-devletçi sistemlerle karşılaşması yıkıcı temelde olmuştur. Elbette devletçi sistemin Kürt gerçekliğinde bir yeri vardır ama bu yer olumlu değil, olumsuzdur. Negatif inşa yönü ağır basmıştır. Sosyolojik ve psikolojik olarak parçalama ve dağıtma temelinde varolmuştur. Devletçi sistemlerin inşa ettiği Kürtlük psikolojik olarak kendine özgüveni olmayan, var olma gerekçesini başka bir güce bağlı gören, olabildiğince fazla ‘istekte’ bulunmayan bir Kürtlüktür. Sosyal olarak da devletçi güçlerin kültürüne bürünen bir Kürtlüktür.

Sümer-Akad döneminde mitoloji ile, orta çağda din ile kapitalist modernite döneminde bilimcilik-dincilik yöntemini iç içe kullanarak Kürtlük tasfiye edilmeye çalışıldı. Kürt gerçekliğinde toplumsal hakikatin zamansal ve mekansal değişim-dönüşümü yerine devletçi uygarlığın mekansal ve zamansal değişimi hakikat olarak dayatıldı. Sosyal olarak bir çok zümre ve sınıf geliştirdi. Psikolojik olarak ‘aşağılık duygusu’ yaratarak sistem güçlerine özenmeyi geliştirdi.Tüm bu yıkıcı-tasfiye edici hareketlere rağmen Kürt gerçekliği günümüze kadar kendini var kılmayı başardı. Birçok konuda özünden bir şey kaybetmeyerek kaldı. Bu konuda Abdullah Öcalan’ın şu sözü durumu çok iyi özetliyor:. “Sümer döneminin Kurti’leriyle günümüz Kürti’leri arasında belki de ‘u’ harfi üzerindeki iki nokta farkı kadar bir fark vardır. Binlerce yıllık kabile kültürlü Kürtler, Kürt halkı içinde halen ağır basan kabile Kürtleridir. Şehirlisi, ovalısı, sınıf ayrışması yaşayanı, devlet işbirlikçisi, devlet karşıtı olanı bolca vardır. Ama ana gövde Kürtlük, soyunu güçlü yaşayan Kürtlük geleneksel kabile özellikleri ağır basan Kürtlüktür, ana kabilesel Kürtlüktür.”

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.