Düşünce ve Kuram Dergisi

İşbirlikçilik ve İhanetin Dünya Devrimlerindeki Rolü ve Günümüzde Aldığı Biçim

Yılmaz Baran

Karşı-devrimi ifade eden, İktidar zihniyetiyle birlikte inşa edilen işbirlikçilik ve ihanet olgusu, rolünü ve işlevini korusa da, günümüze gelene değin kimi biçimsel değişikliklere uğramıştır.

Burada yapacağımız değerlendirme ve tespitlerde (işbirlikçilik ve ihanete ilişkin) pozitif bilime düşmemeye çalışacağız.  Kuşkusuz, neden- sonuç ilişkisini reddediyoruz fakat her gerçekleşen sonucun bazı nedenleri vardır. Ancak her neden aynı sonucu doğurmaz. Eğer doğurur dersek; bu determinizm olur. Diğer bir deyişle; İndirgemeci yaklaşmışız demektir. Fakat gerçekleşen neticelerin bazı sebepleri olur. Bunların misyonu, görevi ve pratiği nelerdir? Bu sebepleri araştırmak, incelemek ve açığa çıkarmak gereklidir. Dönem itibariyle de elzemdir.

Gelelim dünya devrimlerindeki işbirlikçi ve ihanet örneklerine. Bunlar nasıldı? Ne şekilde oluşmuşlardı? İşlevleri nelerdi? Günümüzdeki uzantıları var mıdır? Varsa, kendilerini lanse edişleri hangi mecradadır? vb. soruları artırabiliriz.

Halk-devrimleri olumluluklarıyla olumsuzluklarıyla bizim mirasımızdır. Geçmişi bilmemiz, günümüzü görmemiz ve gerekli dersleri çıkarmamız açısından önemlidir. Çünkü “tarih şimdidir.” “Günümüzde yaşamaktadır.” Günün ve geleceğin kimi örgüleri de bu tarihi bilmenin sırrındadır. Önemli olan ise bu gizemi çözmektir. Gelecek, gelecekte inşa edilemez. Yarınlar, şimdi de örülmeye başlanır.

  1. Emperyalist paylaşım savaşından sonra, dünya haritasında değişiklikler olur. Ulusal Kurtuluş Savaşları, kimi Demokratikleşmeler, Sosyalist Hareketler, Dini Devrimler, Faşist diktatörler, Askeri darbeler vb. gelişir.

Konumuz bağlamında Ulusal Kurtuluş Savaşlarıyla-Vietnam-, Dini Devrimleri (İrlanda ve İran savaşlarını) irdeleyeceğiz.

 

Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı

Dönem itibariyle iktidar ve sömürgeci güçler tarafından, işbirlikçi kesim ve ihanet odakları, Halk Kurtuluş Mücadelesine yönelik maddiyata ya da değişik sebeplere dayalı örgütlendirilir, eğitilir ve aktif hale getirilir. İlave yapılar geliştirilir. Değişik kanunlar yapılır. Farklı kararlar alınır. Bilinen özel savaş uygulamaları katlamalı olarak, hayata geçirilir.

Önemli olan ve unutmamamız gereken ise; Uluslararası devletler, Hegemon güçler hem birbirlerini açık ve gizli olarak desteklerler hem de sömürgeleri olan ülkeleri ve halkları adeta mallarıymış gibi ele alıp, birbirine devrederler. Ayrıca kontrolleri altındaki paramiliter güçleri, işbirlikçi yapıları ve ihanet odaklarını da devreye koyarlar. Bunlara karşı, yıllara sarkan devrim mücadelesi de büyük bir inançla sonsuz azimle kesin kararlılıkla sürdürülür.

İşte bunlardan en acılı ve kanlı olanı Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşıdır. Verilen devrim mücadelesi tüm halklara ilham kaynağı olurken, dünyanın gündemine de oturur. Bu çatışma iki kutuplu dünyanın savaşıdır. Soğuk savaş denilen sürecin en yalın halidir. Çünkü verilen mücadele hem içte oluşturulan karşı-devrime (kukla hükümete) hem de uluslararası sömürgeci güçlere yöneliktir. Bu mücadele Kapitalizmin temsilcisi olan Fransa, Britanya, Japonya ve ABD hegemonyasına karşı verilmiştir. Kamboçya, Laos, Güney Kore, Avustralya vb. ülkeler bunlara yardım sunan işbirlikçi, anti-komünist devletlerdir.  Vietnam toplumuna destek verenler ise; başta SSCB ve Çin olmak üzere reel-sosyalist dünya ile ezilen ve sömürülen halklardır.

Anti-demokratik ve sömürge altında yaşayan toplumlar, harekete geçerler. Siyasi, askeri, teknolojik, kültürel, sanatsal, diplomatik vb. alanlarda, tereddütsüz Enternasyonalist-cephe oluştururlar. Çünkü verilen devrim mücadelesi evrenseldir.

Vietnam halkı, Sömürgeci güçlerin hükümdarlığında en yaygın ve keskin bir savaşı yaşar. Özellikle karşı-devrim olarak yer alan güçler, işbirlikçi ve ihanet odaklarıyla beraber, çeşitli şiddet biçimlerini uygulamaktan bir an bile geri durmazlar.

Vietnam denilen coğrafya Kamboçya ve Laos’u içine alan, Çinhindi denilen geniş bir ülkeydi. 1862’de Emperyalist Fransa ve İngiltere devletleri tarafından işgal edilir. Geniş Vietnam ülkesi bölge ve kentler bazında paylaşılarak, sömürgeleştirilir. Şiddet, işkence ve baskıya dayalı olarak, köylülerin topraklarına ve mallarına el konulur. Vietnam’ın yoksul-köylü halkı açlık, tecavüz, işkence, ölüm vb. tehditler altında kalırlar. Bunlardan hem işbirlikçi bir kesim hem de ihanet zinciri oluşturulur. Özellikle köylüler, topraklarının işgaline, yaşamın ölüm sınırında tutulmasına tepki duyar. Şehirlerde yaşayanların önemli bir kesimi işbirlikçi olur. Öyle bir hal alır ki, yurtseverlikle işbirlikçilik ve ihanet birbirine karışır. 70 yıl sefil ve acılı bir yaşam sürer. Vietnam Milliyetçi Parti öncülüğünde, 1930 yılında sonuç vermeyen Yen Bai isyanını düzenlerler (daha önce 3 Şubat 1930’da Ho Che Minh liderliğinde, Çin/Hong Kong’da Vietnam Komünist Partisini oluşturmuşlardı).

II.Emperyalist Paylaşım savaşında Vietnam, Japon devleti tarafından işgal edilir. Japon işgal gücü, Sömürgeci Fransa devletinin oluşturduğu Karşı-devrim konumundaki kukla hükümeti iptal ederler. Kendisine yakın bulduğu kesimlerden, işbirlikçi bir hükümet oluşturur. Fransa devletinin oluşturduğu işbirlikçi ve muhbir ağına ilave olarak, Emperyalist Japonya’da kendi hainlerini yaratır. Yoksul kesimler başta olmak üzere şantaj, gıda, para vb. karşılığında, ihanet ağını kurarlar. Her üç işgalci güç de kendi işbirlikçi ve hain kesimini oluştururlar. 1940-41 yıllarında, İşgalci Fransa ve Japonya’ya karşı Vietnam Bacoğlu, Koçincin, Do Luong vb. ayaklanmalar geliştirilir. Ho Che Minh önderliğinde 1945 yılında Fransa ve Japon işgalciliğine karşı direniş başlatılır.

II.Dünya Emperyalist Paylaşım savaşında yenilgi sürecine giren (1945), İşgalci Japon devleti komploya dayalı yeni politikalar geliştirir. İşbirlikçiler başta olmak üzere kimi kesimlerin, yurtseverlik ve milliyetçi duygularını kışkırtır. Bağımsızlık adı altında onları silahlandırır. Topraklarını Kamboçya, Laos ve Vietnam diye parçalayarak, Bağımsız olduklarını ilan eder. Vietnam’ın yönetimini ise, imparator Bao Dai’ye bırakarak, geri çekilir. Müttefik kuvvetleri olarak, Emperyalist İngiliz devleti tekrardan Vietnam’ı, Başkent Saygonu işgal eder. Fransız işgal kuvvetlerinin, ölümle yaşam arasında olduğunu fark ederek yardımcı olur. 1946’da işbirlikçi kesim, Paramiliter birlikler oluşturmuştu. Bunlar “Hür Fransa” ya bağlı olduklarını belirtip, işgalci Fransızları korumak için kurulmuştu. Bu birlikler tamamen Karşı-devrim ve ihanet içindeydiler.

1946’da Ho Şi Minh liderliğinde Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ilan edilir. İşgalci Fransa devleti tekrardan devreye girerek ülkeyi yeniden işgal eder. Aynı yıl (1946), Vietnam Bağımsızlık Savaşı, Emperyal Fransa’ya karşı yürütülür. İşbirlikçi kesimle ihbarcılar tekrar devrededirler. Mayıs 1954 yılına gelindiğinde ise, Sömürgeci Fransız güçleri yenilmiştir. Cenevre konferansındaki anlaşmalar sonucu ülke ikiye ayrılır. 17. Kuzey Enlemi sınır kabul edilir. Kuzey’in bağımsızlığı sağlanır. ABD yanlısı Güney Vietnam ise, Temmuz 1956’da yapılacak genel seçimler sonrası birleşecekti. Fakat Güney Vietnam devlet başkanı işbirlikçi Ngo Dinh Diem bu kararı tanımadığını belirterek, birleşmek için referandumu gerçekleştirmez. Güney Vietnam Sömürgeci Fransa devletinin hükümranlığına girmiş olur. Böylece Vietnam Savaşı başlar. Vietnam Halk Ordusu ve Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi harekete geçer. ABD destekli, Fransız işgalindeki işbirlikçi ve Karşı-devrim rolünü oynayan, Ngo Dinh Diembu başkanlığındaki kukla hükümete karşı mücadele verilir. Fransız Paramiliter güçler ile ihanet safı devrededir. 1963 yılında Fransız sömürgeciliği hezimete uğrar. Fransız Emperyalistleri Vietnam’dan çekilir. ABD destek vermekten çıkarak, yalana dayalı Tonkin körfezi olayını kurgulayıp, bahane ederek, savaşa dahil olur. İşbirlikçi anti-komünist Güney Kore, Avustralya ve Tayland gibi ülkeler, aktif olarak savaşta yer alırlar. Güney Vietnam’ın yanında saf tutarlar. 1973’te ABD ordusu büyük kayıplarla birlikte psikolojik sorunlar ve sendromlar yaşar. ABD toplum yapısı bu anlamsız savaşa tepki gösterir. Dünya ölçeğinde ABD karşıtları artış gösterir. Sonunda geri çekilmek zorunda kalır. 30 Nisan 1975’de Saygon’a giren Devrim güçleri kısa süre sonra Kuzey ve güney Vietnam’ın birleştiğini dünyaya duyururlar.

Bu savaşta her türden işbirlikçilik ve ihanet, faaliyetlere dahil edilir. Saygon Zindanlarındaki işbirlikçi ve ihanetçilerin, insanlık dışı uygulamaları ve buna karşı geliştirilen direniş, dillere destan olur. Yurtsever ve Sosyalistlere yapılanlar, Kaplan kafeslerinde yaşatılanlar, nesiller boyu anlatılır. Romanlara, kitaplara, kliplere ve filmlere konu edilir.

Karşı-Devrim konumuyla ABD ordusu, haksız olduğu Vietnam işgali ve savaşında adeta pisliğe bulaşır. Toplu infaz, sivillerin öldürülmesi, işkence ve tecavüzün yanı sıra Napalm ve Misket bombaları yağdırır. Bugün dahi türü bilinmeyen, patlayıcı kimyasallar kullanılır. Toplu tarzda işkenceler yapılır. İnsanlar diri diri yakılırlar. Uçak ve helikopterlerden canlı olarak atılırlar. Kan ve gözyaşı ülke topraklarının her karışında sel gibi akar. Üstelik en ilginç olanı ise; ABD ordusu yaptıklarından, oldukça memnun ve hoşnuttur. Aleni alarak, dünyanın gözü önünde savaş suçlarının en büyüğü işlenir. Fotoğraflara övünç kaynağı olur. Bugün bile ABD’nin Vietnam savaşı ve yenilmezliği filmlere konu edilir. Halen dahi ABD ordusu ve istihbarat örgütü CIA, acaba insanlardan mı oluşturulur diye sorgulanır.

Sadece sivil insanların üzerine 7 milyon ton bomba yağdırıldı. Vietnam coğrafyasında metre kareye, 2,5 ton bomba düşmektedir. Bugün bile patlamamış bombaların infilakı sonucu her yıl, 100’den fazla insan ölmekte ya da sakat kalmaktadır.

Savaş sürecinde Güney Kore askerleri uyguladıkları tecavüz ve işbirlikçi kesimle olan ilişkileri sonucu, Lai Dai Han adı verilen, on binlerle ifade edilen, melez çocuklar bırakmıştır.

ABD istihbarat örgütü CIA, hükümet darbesi dahil, binlerle ifade edilen suça bulaşmıştır. Faaliyetlerine işbirlikçi ve hainleri de katmıştır. Onlardan Paramiliter güçler oluşturarak, karşı-devrim uygulamalarında sınır tanımamıştır.

Karşı-devrim, yerel-kompradorlar, işbirlikçi kesim, ihanet olgusu ve paramiliter güçler birbirini tamamlamaktadır. Tümü de hainlik çizgisinde yürümektedirler.

 

İrlanda Devrimi

İngiltere kralı VIII. Henry, siyasal ve sosyal sorunlara çözüm arayışına girer. Protestanlığın etkisinde kalarak, 1532 yılında Anglikan kilisesini kurar. İngilizler, İskoçlar ve Galliler Anglikan olurlar. İrlanda ise buna karşı çıkarak Roma kilisesine bağlı olarak, Katolik kalırlar. İngilizler Protestan İskoç ve Gallileri koloniler kurarak İrlanda’ya yerleştirir. Mezhepsel ayrılığı bahane ederek, günümüze kadar sarkan bu farklılığı, çatışmaya dönüştürerek, İngiliz hükümeti çıkarlarına kullanır. Anglikan mezhebine bağlı olanları bir devlet politikası olarak, İrlanda’ya yerleştirir. Böylece sömürge anlayışının ömrünü uzatırken, iç çatışmaların örtüsü olarak, mezhepsel farklılığı kullanır. Dünya’ya Protestan ve Katolik kavgası olarak yansıtır.

1641’de İrlandalı Katolikler başkaldırırlar. Protestan göçmenlerden binlercesini öldürürler. Yönetime el koyarlar. 1649-1653 arası İngiliz komutan Oliver Cromwell, İrlanda ‘yı tekrardan işgal eder. Acımasız ve sert uygulamalarla ada da İngiliz sömürge hükümranlığını yeniden tesis eder. Ancak bu ayaklanmada binlerce Katolik öldürülür. Yüz binlercesi sürgün edilir. Katoliklerin malları yağmalanır. Tarlalarına el konularak, Protestanlara verilir. Ada nüfusunun üçte biri azalmış olur. 1688 yılında İngilterenin kışkırtmasıyla Katolik ve protestan iç savaşı başlar. İngiltere mezhep farklılığını kendi çıkarı için kullanır. 1 Temmuz 1690’da gerçekleşen Boyne Savaşı’nıda İngilizler, mezhep kavgasına dönüştürür. Yenilen Katolikler her çeşit baskı, işkence ve zulümlere muhatap kılınır.

Emperyal İngilizler dinsel farklılıkları amaçları uğruna kullanırlar. Protestanları kendi işbirlikçi ve hainleri haline getirmekte zorlanmazlar. Protestanlarla Katolikler birbirlerini düşman görürler. Halbuki aynı halkın topluluklarıdırlar. İngiliz oyunları onları karşı karşıya getirir.

1707 tarihinde İngiliz ve İskoçya birleşerek Büyük Britanya Krallığını kurarlar. İrlanda ise, bu krallığın sömürgesi haline gelir. Britanya 18. yy. da İmparatorluğa dönüşürken, İrlanda tarım toplumu olarak kalır. 1740-1741 arasında İrlanda da derin bir kıtlık yaşanır. Bunu fırsata dönüştüren Büyük Britanya İmparatorluğu, aç ve sefil durumdaki insanları istihbarat birimleri yoluyla satın alır. Göçmen İskoç ve Gallili Protestanlara ise, periyodik olarak, gıda yardımı yapar. Böylece  kendine daha çok bağlar.  Neticede 400 bin insan (Katolik İrlandalı) açlıktan kırılırlar.

1789 Fransa devriminden etkilenen İrlanda, ayaklanır. Britanya sömürgeciliği ordularını ve polisini devreye koyar. Başkaldırı, Protestanların yardımıyla şiddetle bastırılır. Protestanların İşbirliği ve ihanetiyle beraber oluşturdukları Paramiliter güçler, Emperyalist Britanya’nın ordularının, polislerinin ve istihbarat örgütlerinin yanında yer alırlar. İngiliz oyunları değişik biçimde karşımıza çıkar. “İti ite kırdırma” politikası uygularlar. İrlanda halkını, İrlanda topluluklarıyla vurur. Kendisine araç ettiği ise, mezhep farklılığıdır.

Kırım sonrası, İrlandalıları memnun etmek daha doğrusu kandırarak, kendine bağlamak için farklı bir sistem geliştirir. Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı adıyla yeni bir düzen oluşturur. Bugüne kadar gelir. Tüm çabası İrlanda’nın kopuşunu önlemek, onları hoşnut etmek içindir. Ayrıca “Güneş Batmayan İmparatorluk” una helal (Zarar) gelmesini önlemektir. Bu belirlemeyi ebedi olarak yaşatmaktır. Çünkü bu tespit onun büyüklüğünü, dünyanın ondan ürkmesini ve gücüne güç katmasını sağlamaktadır.

Britanya Anglikan kilisesini kurarak hem Kapitalizmin önünün açılmasına hem de İrlanda halkının bölünmesini sağlayarak, kopuşunu engellemiştir. Böylece de sömürüsünün ömrünü uzatmıştır. En önemlisi de kendi çıkarına hizmet edecek işbirlikçi, ihbarcı ve Paramiliter güçlerin oluşumunu sağlamıştır. Aslında halkı Katolik ve Protestan diye bölmesi, ülkenin Kuzey ve Güney olarak bölünmesinin habercisi olmuştur.

İrlanda’daki Patates Kıtlığı denilen süreç bugüne kadar yaşanan en berbat açlık dönemini ifade eder. 1845-1849 tarihleri arasında gerçekleşir. Açlık-ölümleriyle birlikte yaşanan dış göç dalgası Ülke nüfusunu yarıya indirir. Daha önce adaya yerleştirilen İskoç ve Gallili protestan kolonileri, bu kıtlıktan zarar görmezler. İngiltere’den gıda özellikle de patates yardımı gelir. Var olan işbirlikçi, ihanet ve paramiliter yapıların, İngiltere’ye bağlılıkları perçinlenir. İrlanda halkı; Birlikçiler ve Bağımsızlığı isteyenler diye iki topluluğa bölünür. Paskalya Ayaklanmasından (1916 tarihinden) sonra, İngilizlerin var olan baskı ve şiddet olgusu artırılarak sürdürülür. Yaşam çekilmez, sivil-demokratik mücadele verilemez olur. Bu dönemi aşmak için, gönüllülerden oluşan, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) kurulur. Artık mücadelenin rengi ve biçimi değişmiştir. İngiliz emperyalizmine karşı Gerilla savaşı verilmeye başlanır. Britanya Sömürgeciliğinin işbirlikçilerine, ihbarcılarına ve Paramiliter güçlerine daha fazla hainlik-görevi düşmektedir. Var olan yapılar desteklenir. Maddiyatın ölçüsü aranmaz. Yeni oluşumlar gerçekleştirilir. Savaş kıyasıya sürdürülür. Bir tarafta Halk, Gerilla ve dostları diğer tarafta ise İngiliz Sömürge Orduları, polis, istihbarat, işbirlikçi oluşumlar, paramiliter kuvvetler, ihbarcı örgütlemeler, uluslararası güçler vb. yer alırlar.

Savaş şiddetlenir. Emperyal İngiliz güçleri halka zulüm yağdırırlar. Ölümlerin, İşkencenin, şiddetin ve şantajların haddi-hesabı bilinmez olur. Özellikle işbirlikçi ve ihbarcılar, ölçü tanımazlar. İhanette sınırsızdırlar. Bu Protestan Birlikçiler, Bağımsızlığın adını bile duymak, istemezler. Bağımsızlıktan yana olanları görünce, adeta öcü görmüş gibi olurlar. Uygulamalarında tüm kuralları ihlal ederler. Adeta çılgın gibi saldırırlar. Bunun üzerine IRA bildiri yayınlar. Bütün işbirlikçiler, ihbarcılar, paramiliter güçler, ihanetçi olarak ilan edilirler. Devrimci mücadelenin hedefi kılınırlar.

Bir süre sonra İngiliz hegemonyası iki parlamento kurar. Biri Güney diğeri Kuzey İrlanda içindir. Buradaki amaç ise, her iki İrlanda’nın kontrolünü sağlamaktır. Protestanlardan oluşan Kuzey İrlanda parlamentosu, toplanır. İngiliz Emperyalizmini reddeden Katoliklerden oluşan Güney İrlanda parlamentosu toplanamaz. Bu durum karşısında Britanya politika değiştirir. İrlandalı yurtseverlerle 6 Aralık 1921’de barışa imza atar. Böylece Güney İrlanda Bağımsız Devleti kurulmuş olur. Kuzey İrlanda ise, Sömürgeci Birleşik Krallığa bağlı kalır. IRA yapılan bu anlaşmayı da reddeder. Bunun İngiliz emperyalizminin menfaatine olduğunu belirtir. Ve kardeş (Güney-Kuzey İrlanda) savaşı diye lanse edilen çatışma başlar. İngiliz emperyalizmi Güney İrlanda’ya her türlü ağır ve hafif silahla birlikte ekonomik yardım dahil tüm desteği verir. Protestan olan kimi işbirlikçi, paramiliter güçler ihanete gırtlağına kadar gömülürler.

Yıllar sonra Kanlı Pazar Olayı yaşanır.. 30 Mart 1972’de Kuzey İrlanda’da geçekleştirilen bir katliamdır. Sömürgeci İngiliz Ordusuna ait Paraşüt Alayı Birliği Birinci Tabur askerlerince protestocuların üstüne ateş açılması sonucu gerçekleşir. 14 insan ölürken, 7’si ağır olmak üzere toplam; 12 kişi de yaralanır. Yürüyüşü düzenleyenler ise, Kuzey İrlanda Sivil Haklar Derneğidir.

Savaş ve baskılar devam eder. Yasakların ucu basına kadar uzanır. İngiliz Emperyalizmin maşası konumundaki sözde Bağımsız Güney İrlanda, Kuzey İrlanda üzerinde çeşitli özel savaş uygulamalarını gerçekleştirir. Kuzey İrlanda’nın Anglikan kilisesine bağlı Protestan diye tanımlanan, işbirlikçi ve paramiliter güçler, ihanetin her türlüsüne bulaşırlar. Fakat sonuç alamazlar. Britanya Krallığı ve Güney İrlanda Başbakanı 15 Aralık 1993 tarihinde Barış Süreciyle ilgili bir deklarasyon yayınlarlar. IRA buna cevaben 31 Ağustos 1994 tarihinde ateşkes ilan eder. Nihayetinde 10 Nisan 1998 günü Hayırlı Cuma denilen Emperyal Britanya Krallığıyla Güney ve Kuzey İrlanda arasında Barış anlaşması imzalanır.

IRA önceleri İrlanda’nın bağımsızlığını savunurken, 2005 yılında eylemlere son verdiğini, silahlı eylem yapmayı bıraktığını, sadece politik olarak mücadeleyi yürüteceklerini açıklarlar. IRA’nın bu kararını reddeden bir kesim ondan koparak R-IRA’yı kurarlar. 9 Mart 2009 yılında İngiliz emperyalizmine karşı askeri eylem yaparlar. “Mücadeleye devam edeceklerini” ilan ederler.

Birlikçiler, Cumhuriyetçiler (Bağımsızcılar) ve diğer fikirdeki partiler olmak üzere toplam, kendini fesh edenlerle birlikte 20 civarında siyasi parti faaliyet yürütmüş ve yürütmektedir.

Sonuçta Sömürgeci İngiliz devletinin işbirlikçileri ve ihanet odaklarıyla Paramiliter güçleri oldukça fazladır. Bu güçler, toplam olarak, ihanet saflarında yer almışlardır. İngiliz sömürgeciliği dünya ölçeğinde sömürü yapmış, birçok ülkeyi sömürgesi altında tutmuştur. Halende tutmaya devam etmektedir.

 

Ortadoğu’yu Etkileyerek, Beklentiye Sokan, İRAN Devrimi 

Dini Devrim diye nitelenen, “İran İslam Cumhuriyeti”ni, Özgürlükçü, Demokratik, sol-sosyalist ve komünistlerin, “Mollalara bir armağanı” diye tanımlamak, daha yerinde olacaktır.

17 Ekim Sovyetler (SSCB) Devrimi sonrası Haziran 1920’de İran/Gilan eyalet/Bandar-e Anzali’de İran Komünist Partisi kurulur. Böylece İran dünyası Marksizm düşünceleriyle tanışmış olur.

Her Devrimde olduğu gibi burada da birçok nedeni bir arada görmek mümkündür.

İran Şah’ının yanlış, kabul görmeyen ve koşullara uygun olmayan politikalarıyla birlikte açıkça ve tamamen ABD yanlısı olması oldukça önemlidir. Yine Şah’ın “AK Devrim” denilen projesi geri tepti. Ekonomik bunalım ve yüksek enflasyondan, esnaf denilen kesim rahatsız oldu. Toprak reformunun sonuç vermemesiyle birlikte, kırsaldan kentlere doğru hızlı bir göç dalgasını tetikledi. Dengesiz ve ideolojisiz yeni bir orta-sınıfı, iş arayan vasıfsız köylü-emekçi kesimi yarattı. Ayrıca baskılar, işkenceler, ölümler ve yasaklar her gün artarak, sürdü. Halkın yoksulluk ve sefaletine rağmen, İran hazinesi dövize doymuştu. Emperyalist İngiltere’ye döviz-dolar yardımı yapması vb. devrimin nedenleri olarak görülebilir.

1957-1979 arası faaliyette bulunan, CIA’nın eliyle kurulan, Milli İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü (SAVAK), İran halklarına adeta kan kusturur. Kuruluş amacı ise, Şah’ın iktidarını baki kılmak, devletin bekasını korumak içindir. SAVAK, casus yetiştirmek ve istihbaratçı eğitmek vb. görevler yapardı. Sadece bununla yetinmedi. İran’ın bütün bilgi ve iletişim ağları kontrol altına alındı, denetlemeye tabi kılındı. Özellikle kişiyi dinleme, takibe alma, tutuklama ve soruşturmaya dahil etme vb. yetkilerinde sınır yoktu. Ayrıca kendilerine has gözaltı merkezleri vardı. Bireye, suçlanma sebebini kabul ettirene kadar ya da ölene dek her türden işkenceyi yaparlardı. Kontrol edenleri veya hesap soranları dahi yoktu.  Bu örgüt üç kişinin bile bir arada bulunmasına tahammül edemezdi. CIA tamamen kendi tarzını ve karakterini bu örgüte yedirmişti. Üst yapılanma da, birlikteydiler. Toplumun her tabakasına sızmışlardı. Hemen hemen her aile içinde en az bir kişi elemanlarıydı. Böylelikle aileyi denetim ve kontrol altına alarak, genel gidişattan, haberdar oluyorlardı. Suikast, sabotaj, komplo, tecavüz, baskı ve yasakların her türünü uyguluyordu. SAVAK’ın bu çalışmalarına ve ihbarcılara rağmen, halkları susturmaya, boyun eğip, teslim almaya yetmedi. Toplumu sindirmeye her gün yeni kanunlarla insanların hareket alanını daraltmaya çalıştı. Ancak başarısız oldu.

Ezilen, sömürülen ve sistemden rahatsız olanlara tepeden baktı. Toplumun taleplerini dinlemedi. İsteklerine kulak verme yerine, işbirlikçi ve hainlerin dediğini esas aldı. Paramiliter güçleri harekete geçirdi.

SAVAK’ın gizli ve sırlı faaliyetleri, Ortadoğu halklarının bile dikkatini çeker. Ondan öcü diye bahsederler. Bütün bu önlemlere, karşı-devrim saldırılarına rağmen, 1960’larla birlikte başta işçiler olmak üzere, toplumun tepkileri, istekleri ve sloganları sokaklarda yankılanmaya başlar.

En ağır bedeli TUDEH (29 Eylül 1941’de kurulan-İran Kitle Partisi, SSCB-Komünist Partisiyle ilişkide) militanları ödemiştir. TUDEH partisi tahminlerin ötesinde hızlı bir şekilde büyümüştür. 500 bin İşçi sınıfı ve sendikalar aleni olarak desteklemiştir. 25 bin üyeye ulaşmıştır. TUDEH partisi içinde aktif olan, askeri personel yer almıştı. 1955 yılında bunlar idam edildiler. Dönemin politik arenasında başlıca konuma gelmişti.1961’de İran Komünistleriyle dindarlar (mollalar) ittifakla Şah’a karşı mücadele birliği ederler. Bazari (esnaf) denilen kesim, Marksizm’e karşı olsalar da bu ittifakı desteklerler. Birlikte hareket etmek, yanlış olmamayla birlikte stratejik konuma gelmesinde SSCB’nin Ortadoğu’ya dönük, stratejik-politikaları ve hedefleri belirleyici olmuştur. Sözün kısası İran Molla rejimi (İran İslam Cumhuriyeti), SSCB’nin yanlış strateji ve politikalarının sonucudur.

Marksizm ilk defa İran’ın aydın ve işçi sınıfı düşüncesine girer. SSCB’ye yakın bir ülke olarak, Marksizm ve Sosyal-Demokratların politik yaşamına dahil olurken bir merkez konumuna gelir. Ancak II. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşından sonra Kuzeyden SSCB, Orta ve Güneyden ise İngiliz Emperyalizmi egemen duruma gelir. Hatta Tahran’da bulunan Şah (Qajar Sarayı) üzerinde hakimiyet kurarlar. Şah, AK (Beyaz) Devrim projesiyle Şia mollaları dizginlemek istedi. Ancak bunu yaparken, İktidar karakteri gereği diktatörlüğü oluşturdu. TUDEH Partisi devrime giden yolda ölümler, idamlar, işkenceler ve acılar çektiler. Fakat devrimin gerçekleşmesinde önemli bir rol üstlendiler. SAVAK’ın oluşturduğu muhbir ağı ve Şah’a bağlı paramiliter güçler ile işbirlikçi kesimin temel hedefi TUDEH üyeleri ve mollalardı.

Bunların ihaneti halka karşı yapılmıştı. Canice ve zalimce bir yaklaşım içindeydiler. İhanetin ölçüsü ve derecesi olamaz. Az ihbarcılık veya çok hainlik diye bir ayırım yapılamaz. İşbirlikçi ve ihanetçi kesimin kötülüğüyle çilesini Sol-Sosyalist ve Komünist hareketler görmüştür. Ölümüne direnen, işkenceler altında inleyen, zamansız ölümlerle tanışan bunlar olmuştur.

Hazar Deniz’inin güney kıyısında bulunan Mazenderan Eyaletinde 1970’lerin ilk yıllarında Gerilla Savaşı başlatılır. Bu yıllarda grevler, gösteriler ve protestolar yoğunca yaşanıyordu. Üniversiteler ise; devrimci faaliyetlerin mecrası haline gelmişti. TUDEH Partisi gençliği saflarına katmıştı. Ayrıca Abadan Petrol bölgesinde işçi grevleri başlatmış ve bunu ülke geneline yaymıştı. Petrol kuyuları durmuş, Rafineriler susmuştu.

Şah, ABD ile içli-dışlıydı. Ortadoğu’nun bekçiliğini yapıyordu. Toplum ise yoksulluk ve sefalet içinde kıvranıyordu. Refleksleri tavan yapmıştı. Sol-Sosyalist ve Komünistler Petrol gelirlerinin silah alımına gittiğini, mollalar ise ülke gelirlerini halka değil de din karşıtı işler olan turizme harcandığı propagandasını yapıyorlardı. Elektriğin, suyun, toplu taşımacılığın ücretsiz olması gerektiğini belirtiyorlardı. 1979 yılında Devrim Mücadelesi bardağı taşıran bir noktaya gelmişti. 16 Ocak 1979 günü Şah, Kahire’ye kaçar. 1 Şubat 1979’da Humeyni Paris’ten uçakla İran’a döner. Daha önce Irak-Bağdat, Türkiye-Bursa ve Fransa-Paris’te sürgündeydi. Dönerken uçakta bir gazeteci Humeyni’ye “İran’a dönüşte ne duygunuz var” diye sorar. Yanıt ise, ilginçtir. “Hiç” diye cevaplanır. Aslında oldukça kısa olan bu söyleşi bugünün İran’ını tarif etmektedir. 11 Şubat 1979 günü Başbakan Şapur Bahtiyar istifa eder ve Devrim gerçekleşir. Ancak mollalar öncülüğünde olur. Sol-Sosyalist, Komünist, liberallerin, demokratların ve Kürtlerin tasfiyesi başlar. 5 Mayıs 1979’da İran İslam Devrimi kurulur. 3 Aralık 1979 günü yapılan anayasa değişikliğinde-referandumda büyük çoğunluğu ifade edenler EVET derler. Bunların içinde Sol-Sosyalist, Komünist, demokrat, liberal partiler ve kişiler de vardır. Ayrıca Kürt partileri olan İran-Kürdistan Demokratik Partisi ve İran-Kürdistan Komala Partisi de yer alır. TUDEH ise, başı çekenler arasındadır.

Yeni işbirlikçi, ihanetçi ve Paramiliter güçlere ihtiyaç vardır. 1979’da İran İslam Devrimiyle beraber SAVAK yerini VAVAK’a bırakmıştır. Bilindiği kadarıyla dünyanın en gizemli ve ölümcül güçlerinden biridir. Kimi SAVAK üyeleri ülke dışına kaçarken, bazıları da VAVAK’ın kurulmasına yardım ederler. Eski SAVAK üyeleri yeni VAVAK personeli olurlar. Yeni işbirlikçi ve ihanet kesimini bunlar oluşturur. SAVAK, İran ülkesinin dışında fakat İran İslam Cumhuriyetiyle işbirliği içindedir. Bunlar içte ve dışta hem işbirlikçi hem de ihanetçi kesimlerin ilk takımıdırlar. Kendilerini çoğaltırlar. İşbirlikçi ve ihanet bunların karakteri olmuştur. Yaptıklarının ihanet olduğunu bilmezler. Bilinçleri ve beyinleri körelmiştir. Kişilikleri de buna göre şekillenmiştir.

 

İşbirlikçi, İhanet ve Karşı-Devrimlerin Günümüzde Geldiği Aşama ve Kazandığı Biçim 

İşbirlikçi ve ihanetin bitirilmesi, iktidarla orantılıdır. İktidarın tüketilmesi, işbirlikçi ve ihanetin sonlandırılmasıdır. Birbirleriyle bağlantıları “et ve kemik” gibidir. Nasıl ki, kemik etsiz olmazsa, iktidar olgusu da işbirlikçi ve ihanet olmadan ne varlığını koruyabilir ne de bekasını sürdürebilir. Bunun 5 bin yıllık hali ise, karşı-devrim olan, devlet yapılanmasıdır. Devletler varlıklarını korumak, sürekliliğini var edebilmek için mutlaka işbirlikçi bir kesim oluştururlar. Yine bu işbirlikçi kesim içinde bazı ihanet odakları var edip, hayata geçirirler. Aksi halde hükmünü ve sömürüsünü sürdüremez. Talanı ve tecavüzü gerçekleştiremez. Kendisine karşı çıkanları bertaraf edemez.

İnşa edilmiş olan bu işbirlikçi yapılar, karşı-devrimle birlikte, toplumun bir kesimini kapsayarak, üst-toplumu ifade ederler. Bunların bir bölümü; devletin işlerini yürütenlerdir. İktidarın ve dayandığı kesimlerin güvenliğini sağlayan, onlar için var olan, yargı mensupları, askerler, polisler vb.dir. Kısacası üst ve alt bürokrasi (amir ve memur) dediğimiz kesimlerdir.

Devletin dayanağı ise; bürokrasiyle birlikte, örtülü devlet olan, karşı-devrimi ifade eden; büyük tüccar, geniş imalat sahipleri, fabrikatör kısacası Burjuvazi ya da patron denilenlerdir.

Diğer taraftan işin püf noktasında yer alanlar ise; yerel egemenlerdir. Bunlar karşı-devrim ve işbirlikçi konumundadırlar. İhanetlerinde sınır yoktur. Ölçüsüz olarak hainliği yaparlar. Tek dertleri hanedanlarının varlığıdır. Sömürgeciler kendilerinden güçlü olunca, itaat ederler. Çünkü güce taparlar. Geçmişte soylarını uydurdukları şecerelerle tanrısal ve kutsal ilan ederlerdi. Günümüzde ise; ellerindeki soyağacıyla oynayarak ya da yeniden yazarak, köklerini peygamberlere ya da tarihsel bir kişiliğe veya önemli bir zata bağlamışlardır. Topluma ve halka tepeden bakarlar. Dış güçlere dayalı olarak var olurlar. Sömürgecilerin elleri, ayakları, gözleri, kulakları ve sözleri olurlar. Onlar olmadan sömürgeci ve ilhakçıların uzun vadeli olmaları olası değildir.  Mandacıların saltanatları sarsıldığında ya da güçleri tükendiğinde en keskin yurtsever kesilirler. Dil’den, kimlikten, bağımsızlıktan, özgürlük ve demokrasiden, kendi kaderini belirleme hakkından vb. bahsederler. Bunlar dile getirirken sesleri gür çıkar. Adeta yeri-gök’ü inletirler. Başkaldırarak, kendileri temel egemen olmak isterler. Dış güçlerin vahşi kuvveti ve yıkımı karşısında, boyun eğmek zorunda kaldıklarında, aileleriyle birlikte teslim olurlar. Devletlerin, İmparatorların, Dış güçlerin, Sömürgecilerin ve ilhakçıların arzularına göre hareket edip, biat ederler. Gerektiğinde ülkeyi bile terk ederler. Böylece de varlıklarını garanti altına almış olurlar. Toplumların payına düşen ise; acılar, katliamlar, tecavüzler, gasplar ve sürgünlerdir. Bunları temsil edenler ise; Mirler, Miri Miranlar, kimi Şeyhler (yakın tarih ve günümüz itibariyle Nakşiler), Beyler, Ağalar vb. Bunların tümü eski ve yeni hanedanlardır. Varlıkları gereği karşı-devrim ve ihanet içindedirler. Dış güçlerin ise tamamen işbirlikçisi olurlar.

Geri kalanı ise; orta sınıfın bazı kesimlerini kapsarken, Üst-orta sınıfı oluşturan kimi mühendis, doktor, ekonomist, avukat vb.dir. Şahsi ve ailesel çıkarını devletin varlığında gören, onlardan nemalananlardır. Bunların toplamına üst-toplum denilir. Aynı zamanda bunların bir kesimi, karşı-devrim çizgisinde olup, işbirliği ve ihanette kural bilmezler.

Toplumun çoğunluğunu teşkil edenler ise, başta kadınlar ve gençler olmak üzere emekçi, çiftçi, işçi, topraksız köylülerle beraber bütün ezilen ve sömürülenlerdir. Bunlar alt-toplumu oluştururlar. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin veya sosyalist-devrimlerin hem esas gücünü hem de potansiyelini ifade ederler.

Eril zihniyetin zirve yaptığı kapitalist iktidar erki olan ulus-devlet yapılanmasının neo-liberalizm zamanında, toplumsal değerlerin toplamı, tekrardan alt-üst edilmektedir.

Nedir bu alt-üst oluşlar? Nasıl şekillenmektedir? Ne uğruna yapılmaktadır? Sonuçları neleri doğurmaktadır? Kime ve neye hizmet etmektedir? vb. doğru sorular sorulmadan, gerçekliği ifade eden cevaplara ulaşmak, mümkün değildir.

Özellikle şunu vurgulamak gerekir. “Burjuvazi (kapitalizm) gölgesini satamadığı ağacı keser” diye genel bir tanım var. İşte gelinen aşama budur. Devlet yapıları bu zamana kadar oyalama, kandırma, yalana dayalı aldatma, çeşitli hilelere sığınma, komplo ve entrikalar oluşturma, doğasına ters olan politik vaatlerde bulunma vb. sığınaklarına başvurdu. Artık “mızrağın çuvala sığmadığı” bir noktaya gelindi. Bu da finans-kapital çağıdır. Onun ideolojisi son belirlemelere göre; neo-liberalizmdir. O da; neo-faşizmdir.

  1. Dünya emperyalist paylaşım savaşıyla birlikte iflas eden liberalizm yerine, sonraları neo-liberalizm konuldu. Toplumsal değerleri yeniden çarpıtma işlemi 1950’ lerle birlikte adım adım geliştirildi. Bu hususta makaleler, sözde araştırma yazıları, romanlar, tarihi romanlar, kurgu kitapları, sinema filmleri, tv dizileri, talk-şovlar, skeçler, belgeseller vb. adeta bir ahtapot gibi dünyanın her tarafını sardı. Bu ideolojik-felsefik-politik propagandaya ek olarak, köşe yazıları, söyleşiler, paneller, seminerler, komisyonlar, konferanslar, kongreler vb. oluşturuldu.

Özellikle 1970/80’lerle birlikte bu gidişat, YDD (Yeni Dünya Düzeni) çerçevesinde hız kazandı. Her ülkede siyasi partiler furyası geliştirildi. Doğa talanı, ekonomik cendere, işsizler ordusu oluşturuldu. Şiddete ve yargıya dayalı baskı çekilmez oldu. Kırsal (köy ve belde) kesiminin yönü, metropollere dönük kılındı. Bunun için de üretimin yapılması zorlaştırıldı. Tohum, gübre, ilaçlama, kredi, ulaşım vb. temel masraflar, üreticinin giderlerini karşılayamaz oldu. İşgücü azaldı. Ürünler tarlada, bahçede ve bostanda kaldı. %70-75 olan kırsalın oranı, tahmin edilemeyecek düzeylere; %25-30’lara kadar geriledi. Kentler adeta insan akınına uğradı. Şehirlerin varoluşları dolup-taştı. Kentler metropole, metropoller mega kentlere dönüştürüldü.

Kırdan kente olan göçler, ölçülü yapılmadığı için, kültür bunalımları başladı. Köy ve belde göçlerinin ezici çoğunluğu, vasıfsız işçiye dönüştü. İş ve aş kaygısı tavan yaptı. Yoksul ve bunalımlı bir kesim ortaya çıktı. Ne kentli ne de köylü olan, ikisinin arasında kalan, parçalı bir yapılanma oluştu.

Kırsalda emeğiyle geçinen, kendine yeterli gelen, özünün efendisi olan, özgür davranan bir köylülük vardı. Uygulanan stratejik-politikalar sonucu aç ve işsiz kalan, yarını olmayan bir emir-kulu olarak, ortada kaldı. Köy ve Kent kültürü arasına sıkışan, ötelenen ve hırpalanan ama öfkesini bastıran, bunalımlı ve buhranlı bir kişi oluştu. Her yöne savrulmaya hazır hale getirildi. Karşı-devrimin, işbirlikçiliğin, ihanetin, mafyanın, bütün kirli ve ahlaksız işlerin potansiyeli oldu. Bu kesimler hem devrimin hem de faşizmin örgütleneceği zeminlerdir. Paramiliter kuvvetlerin oluşturulacağı düzlemdir. Kısacası rezerv güç işlevindedir.

Devlet güdümlü yeni siyasal yapılanmalarla birlikte kimi STÖ, kuruluşlar ve kurumlar ortaya çıktı. Değişik din ve mezheplere ait vakıflar, cemaat yapılanmaları ve dernekler (tarikat, dergah, gizli örgütler, gizemli ve mistik yapılar) vb. oluşturuldu. Ara tabaka olan, ideolojiden yoksun, burjuva taklitçisi kimi orta sınıflar ki, bunlar ezelden beri güce taparlardı. Kimileri devrim saflarında yer tutarken, bazıları da işbirlikçi ve karşı-devrim yatağını ifade eden mekanları mesken edindiler. Bu yapılanmalar eliyle Tarihsel ve Toplumsal değerler, neo-liberalizm ekseninde, ters-yüz edilmeye başlandı. Benzeri gidişat tahmin edilemeyecek bir düzeyde hızlandırıldı.

YDD ekseninde tekellerce, dünyanın yeniden paylaşımı bazında vekalet savaşları başlatıldı. Ölümler, yıkımlar, yağmalar, iç ve dış göçler, karşı koyuşlar vb. paralel yapılanmalarla birlikte neo-faşizm oluşturuldu. Birçok ülkeyi savaş alevleri sardı. Dünyanın demografisi değişmeye başladı. Her ülkede sosyal alt-üst oluşlar gerçekleşmeye yüz tuttu. Yaratılmak istenilen KİTLE=sürü yapılanmasında azımsanmayacak bir mesafe elde edildi. Daha önce startı verilen demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, kalkınma, insan hakları, sosyal refah vb. söylevler kullanılarak, toplumsal değerler yerle bir edildi. Ele-ayağa düşürülmeyen, siyasi argümanlara kurban edilmeyen hiçbir değer ve tarihsel kişilik bırakılmadı. “Amaca ulaşmak için her yol mubah” anlayışı ve tavrı içinde hareket edilerek, doğru olmayanlar, meşru kılındı. Ahlaksızlığın ve vicdansızlığın adı yasallık oldu. Kanun ve kararnamelerle hayata indirgendi. Suç ve yanlışlar, doğru diye lanse edildi. Çalmak, hırsızlık yapmak, gasp etmek, suçlu olmak, genel-geçer hale getirildi. Adeta ödüllendirilir oldu.

Benzer örnekleri ve söylenenleri çoğaltmak mümkün. Ancak, önemli görülen ve asıl yapılmak istenilen ise; toplumları “dipsiz kuyu” misali bir mecraya sürüklemektir. Burada ahlakı yerle bir eden, vicdanı toz-duman haline getiren, yanlışı doğru yapan, çirkine güzel diyen ona meşruluk kazandıran bir algı oluşturuldu. Birey; bilinçsiz ve kişiliksiz kılınarak adeta insan-müsveddesi geliştirildi. Bu ise; işbirlikçi ve ihanet olgusunun yeni biçime kavuşmasıdır.

Özetle söyleyelim; bir yanlış genelleşince, doğrunun yerini alır. Doğru ise, tepe-taklak ötelenerek, yanlışlar deryasına gömülür, gider. Bu şekillenmede en büyük yanılgı ise; yanılsamalı bilinçtir. Bunun geliştirilmesinde yalana dayalı kurgular, azımsanmayacak işlev görür.

Birden fazla güdümlü siyasi parti oluşunca, onların üye ve taraftarları olarak çok fazla işbirlikçi kesim, açığa çıkmaya başlar. Sözde oluşan bu siyasi yapılanmalar, tarihsel ve toplumsal değerleri ağızlarında sakız gibi çiğnediler. Argümanlarını bu değerler üzerine kurdular. Toplumsal değerleri birer paçavraya dönüştürmek için ellerinden geleni yaptılar. Toplumun kafasını karmakarışık bir duruma dönüştürerek, KİTLE=sürü haline getirdiler.

Hal böyle olunca oluşturulan siyasi parti, kurum, kuruluş, kumarhane, spor oluşumları, fuhuş yuvaları, ölçüsüz klipleri vb. kurguladılar. Sansürlü basın ve tv’ ler, denetimli internetler, kontrollü sosyal-medya vb. oluşturdular. Bu yapıları hem büyüttüler hem de arkalarından sürüklediler. Her şey bireyci-bencil çıkarlar uğruna heba edildi. Şan ve şöhret peşinde koşturuldu. Kısmen değişen, dönüşen, paylaşan ve yaratıcı olan birey ve toplum yerine; tüketen, cinsellikten başka bir şey düşünmeyen, paranın peşinde dört nala giden, kitleyi=sürüyü inşa ettiler. Bu gidişat halen tüm hızıyla sürmektedir.

Peki burada kazanan kim oluyor. Tabi ki, Uluslararası güç odakları. Yani TEKELLER. Kağıt üzerinde şekillenen projelerle şehirleri, metropolleri ve küçücük ülkeleri bile paylaştılar.

Tarihsel ve Toplumsal değerlerin yitirilmeye başlandığı, bireyin tüketildiği bu zamanda, İşbirlikçi ve ihanet olgusu yeni şekle bürünürken, İnsan da primata dönüştürüldü.  Orta sınıf temelli ahlak ve vicdandan uzak bencil ve bireyci bir yapı geliştirildi. Geçim sıkıntısı olmayan, refah düzeyi yüksek, üretimden kopuk, salt tüketici olan bu yapı, iktidara daha da eklemlendi. Var olan işbirlikçi düzeye derinlik kazandırıldı. Kanun ve kararnamelerle yürüyen, sadece ve sadece kendi şahsi ve ailesel çıkarını düşünen bir derinlik atfedildi.

Diğer taraftan yoksulluk içinde debelenen, doğanın talanını seyreden, ölüm-kalım savaşı içinde yaşamını idame etmeye çalışan, iç ve dış göçleri yaşayanlar oluşturuldu. Ülke sevgisinden uzak, onur ve haysiyetten mahrum olan, sadece midesini doldurmayı isteyen, nasıl olursa olsun itaat eden, tepkisiz ve onursuz bir hayatı belleyen bir kesim söz konusudur. Bunlar algılarla beraber, inşa edilme sürecini yaşadı ve yaşamaktadırlar.

Kazanma uğruna her yolu meşru gören, para elde etme uğruna çeşitli kirlere bulaşan bu oluşum her türden ihanete açıktır. Hatta ihaneti iş bulma olarak, algılamaktadır. İnsanını ihbar etmek, ölümüne sebep olmak onun gözünde, işini bilen kişi olarak, meşru kılınmıştır.

Söz konusu edilen orta sınıf temelli derin-işbirlikçi kesim de potansiyel olarak, ihaneti “gönülden” isteyerek yapmaktadır. Çünkü onun düşüncesinde, çıkar başattır. Menfaat elzemdir. Bireycilik ve bencillik esastır. Toplum ve toplumsallık, fikir dünyasına aykırıdır. Karşı-devrim konumundadır. Çünkü o kendine ve oluşumuna yabancıdır. Savaşlar, ölümler, yıkımlar, talanlar, açlık, yoksulluk, sefalet, mültecilik vb. kavramlar onun dışındadır. Kimisi kaderciliği oynar, bazısı nemelazımcı davranır, diğer geri kalanı ise hem üstenci hem de ukaladır. Onlar için iktidara başkaldırmak demek, kendi şahsi çıkarlarının sonlanmasıdır. Mutlaka karşı-devrim safında olmalıdırlar. Algı böyledir. Veya böyle oluşturulmuştur. Kimi kalemiyle kimi söyleviyle bazısı da bedeniyle üzerine düşen misyonu oynamaktadır.

İktidar güdümlü tüm siyasi yapılanmalar ve devlet odaklı sivil görünümlü bütün oluşumlar, Karşı-devrim saflarında olup aynı zamanda işbirlikçi düzlemdedirler.

Halbuki her insan hem toplumun ürünü hem de üyesidir. Hiçbir insan tek başına büyümemiş ve yaşamamıştır. Bütün bilgileri ve yetenekleri toplumsaldır. En iyi öğretmen ve öğretici toplumdur. Bu anlamıyla her fert, toplumsaldır. Toplumun dışında bir dünya mümkün değildir. Her insan hem bireydir hem de toplumsaldır. Bunun olumlu dengesini doğru kurmak gerekir. Birini esas almak, argümanlarına çıkış yapmak onun üzerinden şekillenmek, optimal dengeyi bozmak, demektir. Bu da doğmayı ve savrulmayı getirir.

Günümüz dünyasında sanal algı oluşturmak en önemli meziyettir. Geldiğimiz aşama sanal algıların sonucudur. Kurgu üstüne kurgu yapabilmek, insanların gündemlerini belirlemek ve peşinden sürüklemek en önemli görev olmaktadır. İşte KİTLE=sürü böyle oluşturulmaktadır.

Ve bu inşa sonucunda, işbirlikçilik derinleşmekte, ihanet katmerleşmekte, karşı-devrim dal-budak salmaktadır. Özellikle Özgürlük, demokrasi ve devrim mücadelesi yürütenleri kuşatmakta ve saldırmaktadır. Bu olumsuzluklarda ahlak, vicdan, insanlık, toplumsallık, onur, şeref, haysiyet, şefkat, sevgi vb. olguları aramamak gerekir. Her değer, para uğruna, pazar malıdır. Kapitalizmin; “satın alınamayacak insan yoktur” deyişi, bilince yerleşmiştir. Bu anlayışa göre esas olan güdülerdir.

Artık işbirlikçilik, ihanet ve karşı-devrim yeni biçim ve bilinçlerle karşımızdadır. Geleneksel rolünü sürdürürken daha da kapsamlı ve kangren hale gelmiş, neo-faşist karakterli olarak yürümektedir. Hal böyle olunca; derin-işbirlikçilik, katmerli-ihanet ve dal-budak salan karşı-devrim olarak, önümüze çıkmaktadır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.