Düşünce ve Kuram Dergisi

Jin Jiyan Azadî Diyalektiği Kurulduğunda Dünya Değişir

Emine Ilgaz

“Kadın devrimi çağının ilk çeyreğinde ‘Jin, jiyan, Azadî’ eylemlerinin yarattığı büyük devinimi tanımlamak gerekir.” 

21.Yüzyıl bir kadın devrimi yüzyılı olacağına ilişkin yapılan tespit, bir niyet, istem ve arayıştan çok daha fazlasıdır. Bu tespiti ısrarla dillendirenler kadın özgürlüğüne duydukları inançla birlikte özellikle Jineoloji bilimi ile her geçen gün daha fazla açığa çıkan bilimsel gerçeklikleri dile getiriyorlar. Bilimin erkeksi yorumu ve taraflılığını deşifre ettikçe, insanlık açısından tek ve gerçek kurtuluşun, 5000 yıl ve belki biraz daha ötesinde gelişme gösteren erkek egemenlikli, iktidarcı ve devletli uygarlık gelişiminin tam zıddı bir kadın devrimi olduğunu ortaya koyuyorlar. Toplumsal bir dönüşümü, kadın devrimine dayalı yaratma fikri içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk çeyreğini büyük oranda etkileyen düşünce oldu. En son İran ve Rojhılat Kurdistan’da Jîna Emînî’nin katledilmesi ile başlayan sarsıcı isyan girişimi, kadının yaşam ve özgürlüğe dair iddiasını ve ondan asla vazgeçmeyeceğinin işaretini tüm dünyaya duyurdu. Tüm dünya Jin jiyan Azadî sloganı ile devinim yaşadı. Burada devinim kavramını özel olarak seçtiğimin bilinmesini isterim. Çünkü bahsedilen devinim yeni bir şey olmaya dönüşen harekete işaret ediyor. Bir olasılıktan, tespitten daha öteye geçerek gerçekliğe dönüşme halini, bu gerçekleşmenin yeni bir ruh halini yarattığını anlatmaya çalışıyor. Yeni düşünce ve ruhsal durum, tarihin akışı içinde var olan düzeni değiştirmeye zorlayan toplumsal ve ruhsal güçlerin baskısını ortaya çıkarmış bulunuyor. Jin Jiyan Azadî söylemi 21. yüzyıla damgasını vuracak olan kadın devriminin sloganı haline dönüştü ve dünya kadınları tarafından sahiplenildi.

Orijinal hali Kürtçe olan bu sloganı dünya çapında etkili kılan ve aslında hemen her gün dünyanın bir yerinde, çeşitli bahanelerle katledilen kadınlardan çok da farklı olmayan Kürt kızı Jîna Emînî etrafında feminist bir dalgalanmaya nasıl varıldı? Böyle bir hareketi tetikleyen faktörler nelerdi? Dünya çapında kadınları etkileyerek birleştiren bu devrimci gelişmenin anlık bir tepki olduğunu düşünenler, İran İslam Devletinin kadın politikalarına duyulan öfke sonucu olduğuna inananlar çoktur. İran devletinin kendisi ise bunun bir emperyalist oyun olduğunu ileri sürerek karşı devrimci saldırılarını meşrulaştırma peşindedir. Fakat kadın sorunun kapsamı ve derinliği İran’ın sınırlarını çok ama çok aşmaktadır. Sorunumuz kapitalist modernitenin siyasal ve sosyal formlarının ötesinde, eski ve köklü bir sorundur. Esas Gordion düğümü bu olsa gerek. Bu soruna şiddetle yaklaşım ise şiddetin sahiplerine hep daha kötü bir lanet olarak geri dönmeye devam etmektedir. Bu nedenle daha anlamlı, gerçekliğe dayanan, tarihsel ve toplumsal verilere dayalı yoruma ihtiyaç vardır. Her şeyden önce Jin Jiyan Azadî kadın devrimi Kürt kadınlarının öncülüğünde gelişmektedir. Tarihsel ve güncel nedenlerle bu bir tesadüf olarak görülemez. Tüm bu olayların gerçekleştiği coğrafya kadim Kurdistan coğrafyasıdır. İnsanlığın toplumsallaşmaya ilk adım attığı, yani bir canlı türünden insanlığa yürüdüğü mekandır. Toplumsal hakikate bağlı bilim insanlarının ‘ilklerin mekanı’ dediği bu alan aynı zamanda ilk ve belki de tek kadın devriminin de mekanıdır. Bilim kayıtlarına ‘neolitik devrim’ olarak geçen dönemin lideri ‘tarım ve köy’ inşasını gerçekleştiren ana kadın kültüdür. İnsanlığın var olmasını sağlayan, devletsiz, iktidarsız, komünal mülkiyet ve ilişkilerin geçerli olduğu bir yaşam kültürünün yaratıcıları olarak ‘TANRIÇA’ sıfatını fazlasıyla hak etmiş kadın gerçekliğinden bahsediyoruz. Bu hakikat, güncel olarak hepimizin, insanlığın eşit, özgür, adil, güzel, bereketli, sevgili ve anlamlı yaşam ütopyalarına kaynaklık teşkil ediyor. Toplumsal hafızamızın bir yerinde bir cennet hayalinin çağrısı varlığını sürdürüyor. En ağır saldırılara, sistematik operasyonlara maruz kalsa da bu coğrafyanın kadınlarının toplumsal güçlerini tümden yitirmemiş olması tüm dünyanın ilgisini çekiyor, heyecan veriyor, umut yaratıyor. Dikkat edilirse dünya çapında en etkili kadın hareketi Kürt kadın hareketidir. Bu bir tesadüf değil tarihsel gerçekliğine bağlı olma gücünü göstermesi ile ilgilidir. Demokratik Modernite paradigmasının güçlü sacayağı bu tarihsel temeller üzerinden şekilleniyor ve kadın devriminin demokratik modernite paradigmasının ideolojik-politik ve pratik gücü olacağını gösteriyor. Jin jiyan Azadî diyalektiği ve bunun toplumsal değişim mücadelesine yansıma potansiyelleri üzerine değerlendirmemize geçmeden önce Kurdistan merkezli, Kürt kadını öncülüğünde gelişen kadın özgürlüğü çizgisinin güncel yönlerine dikkat çekerek yazımın bu bölümünü tamamlamak istiyorum.

Jin Jiyan Azadî kadın devrimini bu etkileme gücüyle yüzyılımıza taşıyan en önemli çalışmanın son elli yılda, eşsiz bir ustalıkla geliştirilen Kürt kadın hareketi ve özgürlük çalışmaları olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Kürt kadınları özgürlük için tarihte direnen tüm kadın direnişlerini kendi kişiliklerinde güncellediler, adeta yeniden dirildiler. Bunun için kendilerini yaktılar, uçurumdan attılar, zindanlarda esirliğe göğüs gerdiler, erkek egemenliğinin her türlü düşkünleştirici, onur kırıcı, insan olmaktan çıkarıcı saldırılarına karşı yücelerde seyretmeye karar vererek dağları mesken ettiler. Kendilerine biçilen rolleri ret ederek kadın kimliğinin ne ve nasıl olması gerektiğine karar verdiler. Bunun için tüm sistemi cepheden karşılarına aldılar. Geleneksel kadın-erkek ilişkilerini çözerek, aileye, sosyal alana ve elbette iktidar ve devlete dönüşümü, değişimi dayattılar. Egemen erkekliğin soluksuz bıraktığı, her türlü şiddet eylemini gerçekleştirerek varlığına derin bir köleliği dayattığı kadın, en ciddi eylemini kadın ordulaşmasını geliştirerek eşitlik için verdi. Temel başlıklar altında dikkat çektiğimiz bu gelişmeler Kürtler açısından sadece ulusal demokratik gelişmeye yol açmadı. Kadınları demokratik ulusun inşa ve savunma gücü olma pozisyonunu aşarak dünya çapında kadın devriminin sürükleyici gücüne dönüştürdü. Tüm dünyadaki ‘Jin Jiyan Azadî’ eylemleri, böyle bir Kürt kadın devriminin insanlığın şafağındaki rolünü oynamaya aday olduğunu bir kez daha gösterdi.

Kürdistan’ın dört parçası ve birlikte yaşanılan halklar bu devrimin en yakın tanıkları olarak hem ilgi duyuyorlar hem de katılarak kendilerini özgürleştiriyorlar. Kuzey Doğu Suriye’de gerçekleşen ve YPJ kadın militanlığı ile göz kamaştıran görkemli direniş kadın öncülüğündeki bir savaş ve yaşamın farkını ortaya koydu. Şimdi Afganistan’dan Şili’ye kadınların umudu ‘Jin Jiyan Azadî’ devrimi ile dünyayı değiştirme gücüne kavuşmak oldu. İran ve Rojhelat Kurdistan’da açığa çıkan ayaklanma 21.yüzyıl kadın devriminin Kurdistan ve Ortadoğu orjinli olacağını, kapitalist modernitenin yapısal bunalımında yeni sistem arayışlarının yoğunlaştığı kaotik bir dönemde kadın öncülüğündeki özgür yaşam çıkışının alternatif olacağını göstermiştir.

Demokratik modernite paradigmasının, Kapitalist modernite paradigmasına karşıtlığını, farkını kadın olgusuna yaklaşımı ile ortaya koyduğunu biliyoruz. Evrenin işleyişinde ve var oluşun tüm biçimlerinde gözlemlediğimiz diyalektik işleyiş bu konuda çok daha geçerli bir husus oluyor. Fakat dikkat edilirse genelde uygarlık özelde ise kapitalist uygarlık kendi tekilliğinde çok ısrarcıdır. Bu tekilliği kutsallık zırhını da kullanarak dokunulmaz, tartışılmaz, aşılmaz göstermeye özen göstermektedir. Nasıl ki kadın gerçekliği üzerinde erkek tanrının dokunulmaz mülki hakları varsa bu en tepede devlet iktidarı ile onaylanıp güvenceye alınarak en zavallı erkeğin bile kadınlar karşısında ilahlaşması sağlanmıştır. Fakat her olguda gözlemlediğimiz diyalektik ikilemsiz gelişme olmadığına göre her ne kadar kendisini tek, ebedi ve ezeli gösterse de erkek egemenliğinin bir karşıt kutbu vardır ve toplumsallık bu ikilem arasındaki ilişki ve çelişkilerle, mücadele ve arayışlarla şekillenmiştir. Jin Jiyan Azadî sihirli formülünü anlamaya çalışırken bu noktanın asla gözden kaçırılmaması gerekir. Çünkü üstü en çok örtülen, gizlenen husus bu konuda yaşanmaktadır. Bu şekilde kadınlar, en zor, adına yaşam denilemeyecek bir toplumsal statüyü kader mahkûmu olarak kabul etmek zorunda kalmışlardır. Yaşananlar o kadar ağır irade ve bilinç kırılmalarına yol açmıştır ki kafesini kırdığında bile kafesteymiş gibi hareket eden, körlükten aydınlığa çıktığında karanlığa geri kaçma refleksiyle davranan, adını koyamadığı tarihsel trajedinin sonucu olarak korku ve güvensizliklerine yenilerek hep sahiplenmeyi arayan bir varlığa dönüşebilmiştir. Jin Jiyan Azadî çağrısı, kapalı bir çember gibi sunulan, kadınların ontolojik olarak köle olduğu üzerine kurulan erkek egemenlikli, devletçi, uygarlık sisteminin karşısına, demokratik moderniteyi çıkarıyor. Bunun sadece şimdinin değil tarihsel sürecin başlangıcından itibaren var olduğunu ve insanlık var oldukça kendisini ifade edeceğini söyleyerek yoktan var edilen değil hep var olan bir toplumsal sistem olduğunu gösteriyor. Kadınlara mücadele ederlerse kazanacakları bir dünya ve yaşam olduğunu anlatarak kader mahkûmu değil, belirleyici, inşa eden ve kendisini savunmasını bilen bir özne olmalarının yolunu gösteriyor. Jin Jiyan Azadî sloganının dünya çapında karşılık bulmasının ve sahiplenilmesinin temelinde böyle bir sistem karşıtlığı vardır.

Jin Jiyan Azadî sloganında dile gelen ve kadın devrimi ile demokratik modernitenin somutluk kazanmasına çağrı yapan isyanlar evrensel bir karakter taşıyor. Orijinine dikkat çekmemiz yanlış anlaşılmamalıdır. Sadece zaman ve mekan ilişkisinden yoksun bir oluşumun olmayacağını biliyoruz ve Jin Jiyan Azadî çıkışını doğru tanımlamak, yanılmamak, yanıltmamak için kaynağını araştırıyoruz. Kadın kültürü ve temsil ettiği demokratik komünal yaşam değerlerin yaratıldığı bu coğrafya aynı zamanda erkek egemenliğinin, devlet gerçekliğinin, kadın köleliğine dayalı mülkiyet düzenlerinin en zalim halleriyle inşa edildiği ve sürdürüldüğü mekanlar olma özelliğini taşıyor. İktidar ve devletin olmadığı, komünal ev düzenine karşı zalim ve yalancı erkeğin çocukların soyu üzerinde denetim kurmak için kadını tüm toplumsal haklarından soyutlayarak kendisine ait kılmasının hikayesi yansıtılmak istendiği gibi ikna ağırlıklı değil savaş, işgal, el koyma, talan ve yağma ile birlikte kadınların yarattığı tüm değerlerle birlikte eşyaya indirgenmesi ile sağlanabilmiştir. Ortadoğu’da kadın özgürlük arayışının derinliği ve güçlü olması kadar böyle bir koyu, karanlık ve yoğun erkek egemen kültünün de olması, günümüzde bile kadına yönelik her türlü şiddet biçimlerinin süregelmesi gerçekliği de bununla bağlantılı oluyor. Jin Jiyan Azadî sloganı çerçevesinde gelişme gösteren 21.yüzyıl kadın devriminin bize gösterdiği bir önemli diyalektiğe de bu çerçevede dikkat çekebiliriz.

 

‘Jin Jiyan Azadî’ 

Dünyada önemli bir kadın ve erkek kitlesinin artık yakından tanıdığı bu kavramların karşılıkları biliniyor. Basit, bilinen, hep dile getirilen ama hakkının ne kadar verildiği tartışma götüren üç kavram. Her üç kavramın ilişkisi üzerine de hemen her dilde ve kültürde bir çok değerlendirmenin, çözümlemenin yapıldığı biliniyor. Bununla birlikte demokratik modernitenin bütünlüklü ve anlam bilimine dayanan, birleştiren yorumu olmadan her üçününün yalnız başına kendini ortaya çıkarmaya gücü yok. Ne özgürlük kadınsız ve elbette yaşamsız, ne yaşam özgürlüksüz ve kadın olmadan var olabilir. Kadın ise her ikisi olmadan nesne konumunu aşamayacağı ve kadından başka her şeye dönüşeceğini yaşayarak anladı. Dünyayı, yaşamı, insanı değiştirecek sihirli formülün açığa çıkması için her üçünün yan yana getirilmesi gerekir. Mitolojik bir benzetmeyle kaybedilen üç olgunun kayıp hazineler gibi bulunup bir araya getirilmesi gerekir. Dikkat edin yaşam kayıptır. En büyük krizin yaşam alanında olduğunu kim inkar edebilir ki? Dahası insan için yaşamın anlamı kayıptır. Hiçbir canlı kendi doğasına ve işlevine ters düşmezken insan varoluşunun amacı konusunda doğrultusunu çoktan kaybetmiştir. Kendi kendini düşünen doğa olarak da tanımlanan insan varoluşu, doğadan koptuğu gibi düşünmekten de kopmuştur. Bir düşünce gücünün olduğu, insan zekasının gelişmeyi sürdürdüğü söylenebilir. Ancak bu akıl gücünün yaşama hayrı mı zararı mı vardır? İnsanlığın başına atomu patlatan bir akıl gücü, ahlaksızlıkla yargılanmaktan kurtulamaz. Kısacası toplumsal akıl gücünden, bununla ilişki halinde toplumsal ahlaktan kopan zihniyet dünyası ve akıl gücü suç işlemeyi sürdürüyor. Her şeyi değiştirmeye muktedir olan akıl gücü yaşamı anlamlı, değerli, yüce ve güzel hale getiremiyor. Tam tersine tüm teknolojik gelişmeye ve sırların keşfine rağmen eko sistem ve toplumsal yapılar üzerinde bir kıyım makinesi olma dışında bir noktaya varamamıştır. Bu gidişat kıyamet senaryolarını gerçekliğe dönüştürecektir. İklim krizi ve ekosistem bu yaşam formunu kaldıramamaktadır. Toplumsal yaşam sınırsız sömürü ve tüketim kültürü ile birlikte ağır yıkım yaşamakta, ele geçirilecek yeni bir şey kalmadığı için savaşlarla yeniden paylaşım gerçekleştirilmek istenmektedir. Bir solukta sıraladığımız bu hususların üzerinde sayfalar dolusu analiz yapılabilir, yapılmaktadır. Fakat bu tartışmaların hiçbiri yaşamın ne olduğu ve nasıl yaşamak gerektiğine yanıt vermemektedir. Atom altı ve üstünde bir sürü bilgi toplamayı başaran, maddenin gizemini çözen insan aklı söz konusu kendi yaşamı olduğunda tam bir cehalet içinde kalmaktan kurtulamamaktadır. Bunun nedeninin anlamlı bir yaşam tanımına ulaşamamaktan kaynaklandığı açıktır. Açık ki bu konularda açık, net, herkesin uygulayabileceği reçeteler sunmaya çalışmayacağız. Bunun hakiki yaşamlarımızı lime lime eden modern çağın bilim insanları tarafından sermaye haline getirildiğini biliyoruz. Oysa tarihin bir zamanında, insanlığın hafızasında cennet olarak kazınmış bir yaşamın olduğunu da biliyoruz. Kaybettiğimiz bir şeyi, kaybettiğimiz yerde arayacağız ancak öncelikle kaybettiğimizin ne olduğunu bileceğiz.

Burada yaşamın tanımına dair demokratik modernite paradigmasının sunduğu tanımlamaların oldukça heyecan verici olduğunu belirtmeliyim. Bu tanımlamaların konumuzla ilgili olan bölümü ise, bize kadının yaşamdan dışlanması ve nesneleştirilmesi sürecinin, her ne kadar iktidar, devlet ve sermaye güçleri tarafından ilerleme olarak yansıtılsa da baş aşağı gidiş olduğunu ortaya koymasıdır. İnsan yaşamının temel amacı, yaşamın anlamlandırılması, ifadelendirilmesi, yüceltilmesi olarak tespit edilirse, toplumsallığın, dahası yaşamın yaratıcı gücü olan kadının amacından koparılarak köleleştirilmesi temel kaybetme noktasıdır. Etimolojik araştırmalar gün geçtikçe kadının yaşamın başat gücü olduğunu, ilk dillerin şekillenişi ve buna dayalı kültür gruplarının oluşumunda oynadığı rol hakkında daha çok gelişme kat etmektedir. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel gücünün sahip olduğu düşünce gücü ve buna dayalı toplumsallaşma yeteneği olduğu göz önünde tutulursa kadının, insan türünün yaşamını garantiye almak için gösterdiği büyük emek daha iyi anlaşılır.

Hemen tüm dillerde yaşam ve kadın kelimeleri birbirine yakındır ya da birbirinin yerine kullanılabilir. Kürtçe de doğrudan aynı kökten türetilen kelimeler olduğu gibi diğer dillerde de benzer bir ilişki görülmektedir. Yaşamı çağrıştıran kelimelerin çoğu kadınlara verilmektedir. Jin, Jiyan, Cihan, hayat gibi. Başta Aryen kültür kuşağı olmak üzere hemen hemen diğer kuşaklarda da bu gerçeklik gözlemlenmektedir. Kısacası bu evrensel bir gerçekliktir.

Jineoloji bilimi bu konudaki verileri toparlamakta, ortak bir disiplin oluşturmaktadır. Bu şekilde toplumsal yaşamı elinden alınarak nesneleştirilen, tarihsel süreç içinde özel ve genel evin malzemesine dönüştürülen kadın kimliğinin ne olduğunu anlamaya biraz daha yakınlaşmış oluyoruz. Yaşam en basit tanımlamayla ilişki düzeyleri ile anlaşılabilir. Yaşamın izafi karakteri ve yine sosyal bağlam dışında tanımlayamamamız bunu bir ölçü olarak ele almamızı gerektirir. Bir toplulukta kadınlarla kurulan ilişki biçimi o topluluğun, toplumun durumunu özetler. Bu ezber cümle hemen her toplumsal sistemde tekrar edilse de kadın kimliğinin tanımlanmasında yaşanan farklılıklar kadın üzerindeki egemenliği garantiye alırcasına tekrar edilir, kutsanır ve sistemin en zayıf karnı olarak sürekli gözetilir. Kapitalist modernite başta olmak üzere sömürü, talan ve işgale dayalı olarak gelişen uygarlığın, erkek egemenlikli ve iktidarcı karakteri yaşamın her alanını kirleterek yok ettiği gibi, tüm ilişkilerin minimal alanı olan kadın erkek ilişkilerinde de kirletme, tüketicilik ve kadınların fiziki varlığına yönelen yıkıcı şiddet olarak yaşanmaktadır. Elde etme, sahip olma, mülkleştirme yönelimi kadın kimliğini ortadan kaldırarak yok etmeye dönüşmektedir. Kadınların cansız bedenleri her iki anlamda da egemen erkekliğin elinde kalmıştır. Ya ruhsuz, cansız, aşksız ya fiziki olarak son nefesini vermiş, ölmüş kadın bedenleri! Evrenin muhteşem ikilemi olarak da tanımlanan kadın erkek ilişkilerinde birbirini tamamlayarak yüceltmesi gerekirken bu ilişkiler aşkın, sevginin, dostluğun, arkadaşlığın, vefa ve saygının değil tüm bunların tersine dönüşerek anlamsızlığın mekanı haline dönüşmektedir.

Bir eşyaya dönüştürdüğün ve kullandığın bir nesne değerli olabilir mi? Aşkın varsa bir kanunu bunun eşitlik ve özgürlükten geçtiği bu sıradan sorgulama ile bile anlaşılmaktadır. Özetlersem kadınların yaşamdan dışlanması, köleleştirilmesi süreci ile birlikte sadece kadınlar kaybetmemiştir. Evet belki en çok kadınlar kaybetmiş ve ihanete uğramıştır ancak bir cins olarak erkek de kazanmamıştır. Kadın toplumsallığın ana-başat gücüdür. Yaşam eğer toplumsallığı ile tanımlanabilirse o zaman kadın kazandığında yaşam da yeniden kazanılacaktır. Bu kısa değerlendirme ile yaşam ve kadın ilişkisine dikkat çekmek istedik. Yaşam ve kadın arasındaki ilişkinin biyolojik boyutu başta olmak üzere hemen her boyutta var olduğunu biliyoruz. Oluşan ilk cinsin özelliklerinden, kadın ve erkek genetiğinin şekillenmesinde kromozom dizilişleri ve cinslerde kazandıkları özelliklere kadar bir çok yeni görüş vardır. Tarihsel olarak ise arkeoloji ve antropoloji yine epistemoloji bilim dallarındaki gelişmeler tarihte insanlığın gelişimine öncülük etmiş bir kadın kültürünün varlığına dair daha çok veri ortaya çıkarmışlardır. Tüm bu alanlardaki gelişmeler kadın kimliğinin keşfedilmesinde, kendini tanımada ve yeniden oluşturmada rol oynamaktadır. Kadınların xwebunlaşmaları, yani kendi kendilerine ait olma süreçleri böyle dolambaçlı, sancılı, zor yolları geçe geçe gelişme sağlamaktadır. Yaşam kadınsız olmayacağı, kadının yaşamın başat gücü olduğu bu şekilde yeniden kabul edilen bir hakikate dönüşmeye başlamıştır.

 

Sonuç Yerine;

Kadın ve yaşam ilişkisinde özgürlüğü hangi bağlamda ele alacağımızı ortaya koyarak tamamlayabiliriz. Özgürlük de tanımlama çabalarına karşı koyan bir kavram oluyor. Aslında özgürlük de yaşam gibi izafi yönleri olan bir durum. Yine yaşamdan kopuk ve bağımsız ölçülemeyecek, değerlendirilmeyecek bir gerçekliğe sahip oluyor. Yaşamın, söz konusu insansa, toplumsal yaşamın olmadığı bir özgürlük tanımı tam bir aldatmaca olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde bunun en yaygın şekli kapitalist sömürü sistemin liberalizm yani özgürlükçülük çerçevesinde sunduğu en kötü bağımlılık, kölelik halleri oluyor. Bireysel özgürlük adı altında birey toplumsal çevresinden koparılarak en güçsüz, anlamsız, amaçsız konuma getiriliyor ki, sonrası sömürü sistemine teslim olmak oluyor. Kaba bir benzetme ile bir nevi eko sisteminden koparılan herhangi bir canlı gibi egemenlerin her türlü kullanımına açık bir nesneleşmeyi yaşıyor, birey. Demek ki toplumsal yaşam ve özgürlük arasında böyle sıkı bir ilişki vardır. Her toplumcu ilişki özgür olmayabilir ama özgür olmak isteyen her insan toplumcu olmak zorundadır. Burada kadın ile özgürlük arasındaki diyalektiği açıklamak istiyorsak bir kez daha kadın kimliğine dönmek ve tanımlamak durumundayız.

Erkeklik gibi kadınlık da biyolojik değil sosyal olarak inşa edilen olgular oluyor. Bahsettiğimiz canlı türlerinde gördüğümüz erillik ya da dişilik değildir. İnsanlaşma denilen sürecin açığa çıkardığı bilinç ve kimliklenme ile ilgilidir. İnsanın biyoloji, fizik gibi maddi bir yapıdan çok daha fazla anlam ile insan olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Fakat dikkat edilirse günümüzde tüm bilim disiplinlerine hakim olan matematik oluyor. Sayısal gerçekliklerle insanı tanımlama ve onun sorunlarına çözüm üretme sonuçta robotik insan türüne yol açmanın dışında bir gelişme açığa çıkarmıyor. Bu nedenle özgürlüğün ne olduğu ve ona neden ihtiyaç duyduğumuzun daha iyi tanımlanmasına ihtiyaç vardır. Yazıya geçirilen ilk özgürlük tanımı amargi olarak kayıtlara geçmiş. Sümercede Amarginin anaya dönüş anlamına geldiği belirtiliyor. Yine Kürtçedeki Azadî kavramlaştırması da doğumla bağlantılandırıldığını gösteriyor. Zayin Kürtçe de doğum demek. İnsanlığın en otantik halkının dilinde özgürlükle doğum, doğuş, yaşama adım atma, kadın bağlantısı ne kadar da çıplak ve sadedir. Yine uygarlığın başlangıç yeri olan Sümerlerin de özgürlüğü anaya dönüş ve kadın bağlantısı içerisinde tanımlamış olması oldukça etkileyicidir. Sümerlerde özgürlüğü tanımlayan kavramın işaretlerinde biri de dağ sembolü. İlk kadın kimliğinin oluşumunda doğrudan bir özgürlük tanımı olmadığını, yaşamın kendiliğinden, doğal halinin böyle olduğu düşünülebilir. Ne zaman ki bu yitirilmiştir o zaman anaya, ana kadın kültürüne, Tanrıçaya dönüş, cennet tanımlaması gibi bir kavramlaştırma arayışı başlamıştır diye yorumlayabiliriz. Burada anlaşılması gereken husus toplumsallığı yaratarak insan türüne gelişme şansını veren ana kadın kültürünün özgür yaşamın temsilini yaptığı gerçekliğidir. Mülkiyet ilişkileri yoktur. Kadın bırakalım mülkleşmeyi başat unsur olarak toplumun kutsalı durumundadır. Bireycilik gelişmemiştir. Toplumsal kimlik ön plandadır ve bu kimlik ana kadında ifadesini bulmaktadır.

Bu toplumsal kimliğin uygarlığın, devletin çıkışı ve erkek egemenliğinin her türlü zorbalık ve hilesiyle aşındırıldığını biliyoruz. Tarihsel kayıtlardan takip edebildiğimiz kadarıyla en az 2000 yıllık bir kadın direnişi ve denge sürecinin olduğunu belirtebiliriz. Sonuçta kadın kimliği ve varlığı sistematik bir dışlama, karalama, aşağılanma sürecine alınarak üzerinde en çok operasyon yapılan gerçekliğine dönüştürülüyor. Kadın, en çok karanlıkta kalan bir olguyu ifade ediyor. Hemen her toplumsal ilişkinin etrafında gerçekleştiği kadın kimliği doğru tanımlanmadan yaşam ve özgürlük gibi ciddi konularda gelişme kat edilemeyeceği anlaşılmış bulunuyor. Bir yanıyla kutsanan, onsuz var oluşun düşünülmediği kadının içine atıldığı kör kuyuyu, kafesi, üzerindeki örtüyü, bu sınırsız mülkiyet halini aşmadan; yani tüm ilişkilerinden boşanmadan kadının Jin Jiyan Azadî diyalektiğine göre olamayacağını biliyoruz.

Yaşamı özgür yaşamamak bir seçenek olamaz. Kadın kimliğine dayatılan kölelik, farkına varan her insan için utanç kaynağıdır. Bu kölelikten nefret etmek için kadın olmak gerekmez. Kadınla yaşam anlamlı yaşam olursa değerli olabilir. Fakat dikkat edelim kadını en çok nesneleştiren, bedeni ile oynayan, onu her türlü pazarlama ustalığını gösteren, 24 saat cinsel tatmin aracı olarak sunan ve tecavüz kültürünü yaygınlaştıran bir erkek egemen yapıdan bahsediyoruz. Bu yapı hiç utanmadan kadınsız yaşam olmaz diyor. Hiç utanmadan kutsal ana ve aile propagandası yapıyor. Kadın üzerinde söz kurma hakkı yokken kader belirleyen tanrı krallar gibi hareket ediyorlar. Buna karşı kadınların tek bir yolu vardır. Jin Jiyan Azadî formülü ile önce kendilerine ait olmak ve her türlü mülkiyet ilişkilerinden arınmak, bunun için özgür kadın kimliğinin inşasını gerçekleştirmek, ikincisi ise buradan alınan güçle 21.yüzyıl kadın devrimini başarmak ve dünyayı değiştirmek.

Buna resetlemede diyebiliriz. Yani başa dönme fikri ile başlayabiliriz. Bunun için kapitalist modernite ve uygarlığın tüm yaşam formlarından vazgeçmeyi göze alalım. Bunu tercih ederek ilk özgürlük adımımızı atalım. Özgürlük bir irade olayı ve tercih etmekle başlıyor. Kendi toplumsallığımızı tercih edelim, onu yaşayalım.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.