21.Yüzyılda, insan aklının sözüm ona zirveye ulaşmış olduğu bu çağda, hegemon erkek sistemi, kadını mütemadiyen kriz içinde tutarak çağımızın süreklileşen krizli haline temel teşkil etmektedir. “Jin Jiyan Azadî” diyalektiği ışığında bu temel problem, daha net bir biçimde görülebilmektedir. Kadın yaşam ise, kadının krizli ve problemli olduğu bir yaşam da krizli bir yaşamdır. Bu nedenle yöntemsel olarak kadın sorununu temel alarak yaşamın ve kadınların sorununu çözebiliriz. Ve yine bu nedenle de “Jin Jiyan Azadî”, bir özgür yaşam perspektifi, kadın devrimi stratejisi, Özgür Eş Yaşamın gerçekleşmesinin temelidir.
Biz çok iyi biliyoruz ki kadının hem fiziksel ve hem de ruhsal-manevi-akılsal varlığı, problem kaynağı değildir. Problemin kaynağı erkek egemen sistemdir. Bu nedenle erkek egemenliğinin sorun haline getirdiği kadından başlayarak erkek egemenliğini çözmek, mücadele yürütmek doğru yöntemsel yaklaşım olmaktadır. Kadının yaşamla ve özgürlükle olan kopmaz bağını görerek, anlayarak mücadele stratejisi belirlemek, bu doğrultuda kadın devrimini ve toplumsal devrimi ilmek ilmek örmek, özgür, güzel ve doğru yaşamın esas anahtarını verir ellerimize.
Kadının yaşamdaki yeri merkezidir, sadece fiziksel olarak bile baksak bu merkeziliği çok net görebiliriz. Ki kadın varlığı fizikselliği de aşan büyük metafizik değerleri içinde barındıran ve bu değerleri toplumsal olarak geliştiren bir özelliğe, merkezi bir niteliğe sahiptir. Yaşamda kadın varlığının erkek egemenliği tarafından parçalanması, toplum ve birey yaşamında, bununla bağlantılı olarak doğal yaşamda çok yoğun şiddete, ruhsal ve fiziksel ölümlere yol açmaktadır. İnsanın, kadının, toplumun ve yaşamın doğasıyla oynamanın sonuçları, algıladıklarımızdan çok daha derindir. Kadının kadın olmaktan çıkarılması, toplumun toplum olmaktan, yaşamın yaşam olmaktan çıkarılması anlamına gelmiştir ve dünyamız bugün bu sorunun girdabında debelenmektedir. Yoğun olarak çıkış yolları aranmaktadır.
Sistem karşıtı olan güçler bunu aşmak açısından arayış içindeyken, kapitalist modernite güçleri ise bu krizli, yaşanamaz hale gelen durumu denetlenebilir ya da kontrol edebilir hale getirmenin, normalleştirmenin politikalarını geliştirmektedirler. Sıkça karşılaştığımız “çoklu kriz” ya da “kriz yönetimi” kavramsallaştırmaları, bu gerçeğin ifadesi olarak geliştirilmiştir. Hegemon erkek aklına göre esas olan; krizleri alabildiğine çoğaltmak, yaşamın kabullenilebilir bir gerçeğine dönüştürmek ve bu krizi yönetebilmektir.
Bunları belirtmemizin nedeni, kadın varlığının nesneleştirilmesi, köleleştirilmesi ile geliştirilen ve yetkinleştirilen yaşam krizinin, nasıl bir strateji ve taktikle aşılması gerektiğini tartışmaktır. Bizim açımızdan sorun, krizi çoğaltmak, normalleştirmek veya krizi yönetmek değildir. Bizim açımızdan esas sorun, bu krizi nasıl aşabileceğimizdir. Geliştirilen tüm genel ve özel savaşlar, kadın başta olmak üzere tüm insanlığa bu kriz gerçekliğini kabullendirmek, meşrulaştırmak ve bunun üzerinden de insanlığı bir koyun sürüsü gibi yönetmek içindir.
Bu anlamda “Jin Jiyan Azadî” bir devrim stratejisi ise, bu devrim stratejisi bahsini ettiğimiz bu çoklu krizleri, kriz yönetimlerini veya kriz sistemini nasıl aşacaktır? “Jin Jiyan Azadî” kavramsallaşması ile kadın devriminin, yine kadın devriminin toplumsal devrim, özgürleşme eylemi ile nasıl bir bağlantısı vardır? Bu yazımızda bu zorlu soruya özellikle de kadın-erkek ilişkileri, özgür eş yaşam perspektifi odağında cevap vermeye çalışacağız.
“Jin Jiyan Azadî” Diyalektiği
Yaşam nedir diye sorduğumuzda, katı ve keskin tanımlamalar yaparak cevap vermek zordur. Ancak içerdiği temel hususlardan yola çıkarak cevaplar oluşturmaya çalışıyoruz. Bu biçimiyle bir cevap bulmaya çalıştığımızda, yaşamın kapsadığı ya da içerdiği en temel boyutun, ilişki ve çelişki olduğunu görürüz. Yaşamın neresine bakarsak bakalım makrosundan mikrosuna kadar her yerde ilişki ve çelişki gerçekliğinin izlerini, etkilerini görürüz. Yaşamda ilişki ve çelişkinin olmadığı bir an veya mekan göremeyiz. Her ikisi de, hem fiziki ve hem de metafiziki olarak yaşamı üretmenin, sürdürmenin temel kaynağı konumundadır. Evrende, doğada, canlılıkta, insan ve toplum gerçeğinde her insan bunu çok açık bir biçimde görebilir. Yaşamın her deneyi ve deneyimi bunu ispatlar niteliktedir. Bağlamından koparmadan konuyla bağlantılı olarak daha çok ilişki konusunu ele almaya çalışacağız.
Toplum ve insan yaşamı açısından ilişki gerçeğini ele aldığımızda daha fazla metafizik bir karakter taşıdığını görürüz. Elbette ki fiziki yanları da vardır, ancak insan aklı ve maneviyatı, ahlakı, kültürü, inancı, politikası, yaşam felsefesi geliştikçe ilişki algılayışı daha üst evrelere, metafizik boyutlara doğru yükselmeye başlar. Kadının yaşam (Jin Jiyan) olması, yaşamın merkezi olması, esas olarak da ilişki gerçeğinde kendini gösterir. Kadın, fiziki olarak çoğalmanın ana varlığı olarak en başta aslında ilişkinin-ilişkilerin anasıdır. Bir yandan doğurduğu varlıkla farklılıkların, çeşitliliklerin öznelerini oluşturarak; diğer yandan da yaşamda özneler arası ilişki ahlakını, kültürünü oluşturarak toplum yaşamında ne kadar vazgeçilmez bir niteliğe sahip olduğunu ortaya koyar. Bu anlamda hem özneyi oluşturan ve hem de özneler arası ilişkileri bütünleştiren niteliğiyle merkezi bir rol oynar. Elbette ki bunu üstünlük veya egemenlik anlamında belirtmiyoruz. Üstünlüğün veya egemenliğin dışında da doğada, evrende, insan yaşamında merkezi roller vardır, yaşamda oynamış olduğu stratejik roller itibariyle böyle tanımlanır. Konuyu uzatmamak açısından doğadaki dişillik gerçeğine girmiyoruz, o alanda da dişiliğin böyle merkezi bir rolü vardır.
Özgürlük açısından konuyu ele aldığımızda ise; özgürlük, her varlığın evrensel ve yerel ilişkiler bütünlüğü içinde kendisi olabilmesi, farklılığını koruyarak adil ve eşit bir biçimde, özerk olarak bütünün içinde var olabilmesidir. Var olan tüm ilişki aleminde, çeşitlilik dünyasında, farklılığının farkındalığıyla özgür tercihler yapabilme gücü ve iradesidir. Özgürlüğün demokrasiyle ve adaletle bu denli iç içe ve bağlantılı olmasının en önemli yanı da budur. Kadın, çeşitliliği yaratan ana varlık olarak farklılıklara, varlıklara karşı daha saygılı, eşitlikçi, adil ve esnek bir yaklaşım içindedir.
Yaşama yol açan bir varlık olarak yaşamın ve yaşayan öğelerin değerini bilir, farklılıklarına saygı ve sevgi içinde, adil yaklaşır. Bu anlamda esnek, kapsayıcı, değiştirici ve dönüştürücüdür. Her varlığın, her ilişkinin içindeki yaşam gücünü ve iradeyi gözeterek yaklaşır, buna göre bir yaşam kültürü oluşturur. İnsanlığın ilk doğuşunda tanrıçalık kültünün oluşması, kadının (erkek egemenliğinin şiddetiyle bozulmamış haliyle) asli karakterinde var olan belirttiğimiz bu özellikleri ile bağlantılıdır. Bu dönemlerde kadının tanrıça olarak ele alınması da bunun bir ispatıdır. Kadın, ilişkiler evrenindeki ve dünyasındaki var eden, var olanı farklılığı ve özerkliği ile tanıyan ve süreklileşmesinde rol oynayan karakteri ile yaşam ve özgürlük anlamına kavuşmuştur. Dolayısıyla kadınsız bir ilişkiler diyalektiği, yaşam ve özgürlük gerçeği olamaz. Fiziki anlamda bu böyle iken, manevi, metafiziki anlamda da bu böyledir. Toplumsal cinsiyetçiliğin yaratmış olduğu tüm alışkanlıklardan ve önyargılardan bağımsız olarak bir an bile olsun kadınsız (fiziki-metafiziki) bir yaşamı tasavvur edelim, hayal edelim, olamayacağını çok açık görürüz. Nitekim günümüzde esas krizin neden bir yaşam ve ilişki krizi, neden bir toplum krizi olduğunu daha iyi görürüz. Kadın varlığına, ruhuna, diline, kültürüne, bedenine bu kadar düşman bir sistem gerçekliği var iken, yaşam nasıl özgür, güzel ve doğru yaşanabilir ki?
Kadın-erkek ilişkisi, asli haliyle toplumsal yaşamın bütünlüklü diyalektiğini ifade eder.
Salt eş ilişkisi ile sınırlı da değil, toplumun tüm kadın ve erkek üyelerinin birbiri ile özgürlükçü, eşitlikçi, ahlaki-politik nitelikteki ilişki biçimi, muazzam bir yaşam güzelliğini, aşkı, neşeyi ifade eder. Aşkı beyinlerimizde ve yüreklerimizde oluşturulmuş olan kalıplardan çıkartıp özgürce ele aldığımızda görürüz ki aşk aslında yaşamın ve evrenin ilişkisel bütünlüğünü hissedebilmek, anlamlandırabilmek, bunun derin farkındalığını yaşayabilmektir. Aşkın ana kaynağı budur. Elbette ki insan, yaşamın her anında, her mekanında, her öznesi ile olan ilişkisinde, bu aşkın tezahürlerini yaşar, hisseder. Ama bunlar ana aşkın her öznedeki, her varlıktaki yansımalarıdır. Bununla yetinmeden, her öznenin barındırdığı ilişki ve aşk gücü ile sınırlı kalmadan, ilişkileri ve barındırdığı aşk gücünü birbirine bağlayarak, örerek evrenselleşmek, gerçek aşkın merdivenlerini büyük bir güç ve irade ile tırmanmak anlamına gelir.
Peki tüm bunların kadın devrimi ile ilgisi nedir? Felsefik ve soyut olarak ifade ettiğimiz bu gerçekliği, kadın devrimi ile bağlantılı daha somut nasıl ifade edebiliriz? Özelde de başta kadın ve erkek ilişkileri açısından olmak üzere tüm insan ilişkilerinde alternatif nitelikte olan Özgür Eş Yaşam, kadın devrimi ile birlikte nasıl hayat bulabilir?
Kadın Devrimi ve Özgür Eş Yaşamları İnşa Eylemi
İnsan ilişkileri kadın üzerinde geliştirilen erkek egemenliği nedeniyle doğalitesinden kopmuş, birinin ezen diğerinin ezilen olduğu sömüren hiyerarşik bir ilişki biçimine dönüşmüştür. Doğal, diyalektik temelde birbirini bütünleyen ilişki tarzı yok olmuş, her anına iktidarın, sömürünün, sahiplenmenin, mülkleşmenin, adaletsizliğin ve eşitsizliğin, özgürlüksüzlüğün, sevgisizliğin ve şiddetin damgasını vurduğu bir ilişki biçimi açığa çıkmıştır. Erkeğin kadın üzerinde hakim olması ile gelişen bu ilişki biçimi, adım adım insan ilişkilerinin tümüne sirayet etmiş, yaşamın geneline hakim hale gelmiştir. Bugün yaşanan krizin esas nedeni, başta da belirttiğimiz gibi erkek egemenlikli sistem olur iken, kördüğüm hale geldiği alan ise kadın-erkek ilişki alanıdır. Yaygınlaştıktan sonra da sadece kadın-erkek ile sınırlı kalmayıp kadın-kadın, erkek-erkek, kadın-doğa, erkek-doğa, kadının kendisiyle ve yine erkeğin kendisiyle ilişkileri açısından da temel problem haline gelmiştir. Dolayısıyla egemen ya da köle olmaya dayalı gelişen ilişki diyalektiği, yaşamı da çirkinleştiren, köleleştiren, doğasını bozan, aşkın büyülü tılsımını kaybedip yozlaşmasına yol açan, ilişkilerde gelişen dengesizlikle sevgi ve saygıyı her adımında törpüleyen bir rol oynamıştır.
Kadın devrimi, en başta kadın-erkek ilişki alanında, bu anlamda yaşamın ilişki diyalektiğinde ortaya çıkan bu dengesizliğe, şiddete, çirkinleşmeye, yabancılaşmaya, mülkiyetleşmeye, özgürlüksüzlüğe ve adaletsizliğe karşı geliştirilmektedir. Sadece genel devrim perspektifi ya da sadece kadın sorununa odaklanarak çözme perspektifi, bu köklü sorunun çözümüne yetmemektedir. Beş bin yıllık egemen-köle ikilemine sıkıştırılmış kadın-erkek ilişkisi, kadın özgürlük sorunları, toplumsal cinsiyetçilik kültürü, genel bir devrim anlayışıyla çözülemez. Devrim perspektifi, en altta olan kadından başlayarak en geniş ve kapsayıcı bir yelpazede özgürlük sorununu kökten ele almalıdır. Bu açıdan kadın özgürlük konusunun evrenselliğini görerek, özgün kadın örgütlenmesini, iradeleşmesini, öz savunmasını ve mücadelesini geliştirmelidir. Yaşanan devrim pratikleri bu temel eksikliği çok açık bir biçimde ortaya koymuştur. Öte yandan toplumun, erkeğin dönüşüm ve özgürleşme sorunlarını göz ardı ederek sadece kadını esas alarak da sorun çözülemez.
Toplumun tüm katmanlarını içine katarak örülen bir egemen sistem söz konusudur. Dolayısıyla kadınlar özerk ve özgün örgütünü yaratarak kendilerini bir örgütlü mücadele gücü haline getirmek ve oluşturdukları bu örgütlü güçle erkek egemen sisteme karşı demokratik kadın konfederal sistem mücadelesini yürütmek durumundadır. Demokratik konfederal sistem temelinde kadın devrimini geliştirerek; toplumsal cinsiyetçiliğe, hegemon erkek sisteme karşı mücadelesini yükseltmelidir. Kadın, bu örgütlü sistem iradesini, devrimini geliştirdikçe hem kendisinde ve hem de erkekte, toplumun genelinde değişim-dönüşüm gücü haline gelir. “Jin Jiyan Azadî” diyalektiği, kadın devrimi açısından da böyle bir perspektif açığa çıkarmaktadır. Bu nedenle kadınlar, yaşamın öznesi olarak hem kadının temel özgürleşme sorunlarına ve hem de tüm toplumun ve doğanın özgürleşme sorunlarına birlikte çözüm geliştirme perspektifiyle hareket etmek durumundadır.
Anlamlı ve özgür ilişkileri yaşayabilmek için, yaşamın genel anlamdaki cinsiyetçi, egemenlik kuran ve köleleştiren ikliminin değişmesi şarttır. Kadın, kendi sorunlarını çözme ve kendini değiştirme eyleminden başlayıp bu çözüm gücünü tüm yaşama yayarak mevcut cinsiyetçi iklimi değiştirebilir. İşte bunu yapabilmek için kadının özgün-özerk olarak bir özgürlük iradesi haline gelmesi stratejik bir öneme sahiptir. İnsan ilişkilerinde özgün-özerklik ve özgürlük temel bir kriterdir. Özerkliği-özgünlüğü ve özgürlüğü olmayanın ne normal sağlıklı bir ilişki kurma gücü olabilir ve ne de aşkı yaşama gücü olabilir. İlişki ve aşk hakikatinde birinin diğerine tamamen tabii olması, mülkü haline gelmesi, egemen veya köle olması, yalan söylemesi ya da birinin diğerinden tamamen kopuk ve yalıtık olma durumu yoktur. İlişkisi de vardır, çelişkisi de vardır. Bu bütünlük, oluşumun ve evrensel aşkın temelini oluşturur. Bu nedenle tüm ilişki biçimlerinde, aşkta ve yaşamda farklılığıyla özerk olma ve özgürlük, esas bir gerçeklik olmaktadır. Bu gerçeği en basit bir doğa olayında, canlılarda da çok yalın bir biçimde görmek mümkündür. Doğanın ilişki ve çelişki diyalektiğinde yalan göremezsiniz, mülkleşme göremezsiniz, iktidar göremezsiniz, yoktur. Bunlar, yaşama yabancı, yaşam dışı, insanın, daha doğrusu egemen erkeğin duygusal zekadan kopmuş analitik aklının ortaya çıkardığı, egemenlik çıkarları için kurguladığı olgu-algı ve ilişki biçimleridir. Kadın devrimi öncelikle bu yalan ‘gerçek’leri deşifre edip doğal ve hakiki olanı kendisinden başlayarak topluma yayma görevi ile karşı karşıyadır.
Bu görevde ideolojik ve ilkesel bir duruşu, red ve kabul ölçülerini gerektirmektedir. Kadın devriminde ve yine Özgür Eş Yaşamların inşasında, kadının ideolojik ve ilkesel duruşu, red-kabul ölçüleri belirleyici bir öneme sahiptir. Kadın, red-kabul ölçüleriyle her yönüyle ilişki ölçülerini ortaya koyacak, hegemon erkekliğin yalan ‘gerçek’lerini deşifre edip çözümleyecek ve cins mücadelesi yürütecektir. Redleri ile cins mücadelesini büyütürken, kabulleri ile de yeni yaşamı, yeni kadını ve yeni erkeği inşa eylemine koyulacaktır. Bu çok zorlu ve incelikli bir mücadele alanıdır, çünkü hegemon erkek sistem tarihten tutalım güncele kadar yaşamın her detayında doğruyu yanlış, yanlışı doğru, çirkini güzel, güzeli çirkin, iyiyi kötü, kötüyü de iyi gibi göstererek gerçekleri çarpıtmıştır. Hangisi doğru hangisi yanlış, hangisi iyi hangisi kötü, gerçeklikler çok ciddi düzeylerde çarpıtılmış, karmaşık ve muğlak hale getirilmiştir. Bu nedenle özgür düşünebilme, etik ve estetik değerlerle bakabilme, bu doğrultuda örgütlenerek cins mücadelesini yürütebilme koşulları oluşturularak red ve kabul ölçüleri geliştirilebilir. Ekonomiden siyasete, aileye, her türlü ilişkiye, en küçük bir mimiğe, ses tonuna, bakış biçimine kadar sinmiş olan toplumsal cinsiyetçiliği, kadın özgürlük ideolojisiyle çözümlemek ve kadına-topluma ait değerleri canlandırmak, ayaklandırmak, olmazsa olmaz bir yaklaşım olmaktadır. Güncel olarak beğeni ve red ölçüleri de bu mücadele sürecinde kadın ve özgürlük bakış açısı ile geliştirilebilir. Hayatın, insanın, sistemin, kadının, erkeğin, ailenin, sokağın, işyerinin, okulun, şehrin, köyün vb. her boyutunu sorgulamak ve özgürlükçü cevaplar ve red-kabul ölçüleri oluşturmak bu anlamda çok önemlidir. Kadın mücadelesinin esasını ifade eder. Çünkü biz sadece isyan etmiyoruz, isyanımızı alternatif bir yaşam sistemi ile örerek yenilmez ve kalıcı kılmaya çalışıyoruz.
İsyanı alternatif yaşam sistemi ile örmek, kadın konfederal sistemini inşa etmek, kadın devrimini gerçekleştirmek demektir. Yani ekonominin kapitalistleşmesine ve erkek tekelinde gelişmesine karşı kadınlar komünal ekonomi sistemini; kadın sağlığını, bedenini, estetik arayışlarını tam bir pazar alanına dönüştüren sağlık sistemine karşı kadın sağlık sistemini; tamamen egemen erkek ve devlet çıkarlarına göre inşa edilmiş olan hukuk sistemine karşı kadın ahlakını ve adalet sistemini; siyasetin egemen erkek merkezli geliştirilmesine karşı demokratik siyaset sistemini, eşit temsiliyet, eşbaşkanlık, kadın komün ve meclislerini; her türlü şiddetin mağduru olmaya karşı kadın öz savunma sistemini; eğitimsizliğe ve erkek egemenlikçi eğitim sistemine karşı kadın eğitim sistemini; kültür-sanat, basın-yayın, ekoloji gibi temel yaşam alanlarına dair cinsiyetçi bakış açısını kıracak ve alternatif geliştirecek örgütlenmeleri geliştirmelidir. Dikkat edersek burada kadın isyanı sadece tepkiyle, bazı eylem ve örgütlenme biçimleriyle sınırlı kalmıyor, kalıcı bir kültüre ve sisteme dönüşüyor. Bu farklılık çok önemlidir. İsyan, ideoloji, örgütlenme ve mücadele ile, alternatif yaşam sistemini geliştirme ile birlikte geliştiği oranda başarma imkanını ve kalıcı olma şansını, aynı zamanda toplumu ve erkeği dönüştürme imkanını yakalayabilir. Kadın tarihinin yazılmayan ve bilinçli bir biçimde silinen çok direnişli, çok isyanlı gerçeğine verilebilecek en anlamlı ve doğru yanıt böyle olabilir.
Özgür Eş Yaşamlar, kadın devrimi ile kadınların özgür bir irade haline gelmesiyle, bununla bağlantılı erkeğin ve toplumun dönüşüm sürecine girmesiyle gerçekleşme imkanını bulabilir. Kadın devrimi, demokratik konfederal sistemi, hegemon erkekliğin yaratmış olduğu iklimi değiştirir, özgürlükçü ve demokratik bir iklim yaratır. Bu nedenle PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu Özgür Eş Yaşam perspektifini, kadın devrimi gerçekliğinden, kadın özgürlük sisteminden bağımsız bir perspektif olarak ele alamayız. Kadının özerk ve özgür olamadığı koşullarda hayali bir özgür eş yaşam olamaz. Erkeğin egemenlik kodları değişmediği müddetçe bir özgür eş yaşam mümkün olamaz. Diyelim ki tekil anlamda kadın ve erkek belli düzeylerde özgürlükçü ve eşitlikçi karakter kazandı ve özgür eş yaşamı geliştirme iddiasında bulundu, ama yaşamın, toplumun, ailenin, tanıdıkların, komşunun vb. geri kalanların hepsi cinsiyetçi bir kuşatma halindedir. Peki bu cinsiyetçilik okyanusunda kuşatılmış bir ada olarak özgür eş yaşamı geliştirmek mümkün olabilir mi? Bu ilişkiyi yaşatma ve süreklileştirme gücü geliştirilebilir mi?
Elbette ki Özgür Eş Yaşam hakikatini somutlaşma gücünden kopuk ütopik bir durum olarak ele alamayız. Aşk ve sevgiyle içerilmiş ilişki gerçeği, insanın, özellikle de kadının en büyük arayışıdır. Bu konuda olmazcılık yaklaşımı da doğru değildir. Ancak bunun belli ilke ve ölçülerinin, mücadele ve inşa etme görevlerinin olduğunu bilerek yaklaşmak çok önemlidir. Ne ucuz kolaycı bir ilişki tarzı ama ne de hiç olmayacak gibi ütopik bir yaklaşım doğru olur. Toplumda bu mücadele ve inşa sürecinin gereklerini yerine getirerek kadın ve erkek bireyler, bu özgürleşme yolunda ilerleyebilir ve bu doğrultuda klasik ilişki biçimlerini, zihinlere yerleştirilmiş aile kalıplarını aşarak özgür ilişki deneyimlerini yaşayabilir. Bu deneyim, kendini, yaşamı, ilişki gerçekliğini her adımında sorgulayarak, anlamlandırarak, bilince kavuşturarak yaşanmalı ki cinsiyetçiliğin ve liberalizmin tuzaklarına düşmeden, kirine bulaşmadan doğru bir deneyim ve sonuç açığa çıkabilsin.
Özgür Eş Yaşam gerçekliği sadece kadınla erkek arasında yaşanan aşk ilişkisi ile sınırlı değildir, her düzeydeki ilişki biçimleri açısından geçerli olması gereken yepyeni bir ilişki kültürüdür. Ancak aşk, büyülü, çekici karakteri ve yine tüm toplumu-bireyleri bağlayan ve etkileyen büyük bir etki gücüne sahip olması nedeniyle, ilişkilerdeki kördüğümün başıdır. Egemenlik, bu en saf ve temiz kutsal duygunun içine sinsice yerleşip hakimiyetini kurar. İnsanı en fazla çeken ve mevcut tarzdan kaynaklı da en fazla aldatan ilişki biçimidir. Tuzaklarla doludur. Aslında burada aşk yoktur, aşk’ın iktidar aracı olarak sahtece kullanımı vardır. Aşk diye başlayan duyguların zamanla nasıl bir canavara dönüştüğünü, katiller yarattığını, nasıl çirkinleştiğini anlık olarak yaşıyor ve görüyoruz. Çünkü cinsiyetçi kodlarla yazılmış olan bu ‘aşk’ kanunu, kadını erkeğe, erkeği kadına mülk haline getirmenin kanunudur. Bu kanun özellikle de kadın tarafından kabul edilmediğinde, kadının nasıl bir kırımdan geçirildiğini herkes bilmektedir. Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin özel alan haline getirilmesi, bu özel alanda erkeğin hakim olması, aşk’a yapılan en büyük ihanettir. Bu nedenle Özgür Eş Yaşam felsefesini ve yaşamsallaştırma eylemini ele alırken, aşk adı altında karmaşıklaştırılan, muğlaklaştırılıp görünmez kılınan boyutunu şeffaflaştırmak önemlidir. Buradaki kördüğüm anlaşılıp çözümlendikçe, anlam verildikçe elbette ki yaşamdaki tüm ilişki biçimleri de çözümlenip aydınlığa ve özgürlüğe kavuşabilir. Burada vurgulamak istediğimiz “önce şu olur veya bu olur”dan ziyade, ‘aşk’ adı altında yaşananları çözümlemenin önemidir.
İlişkileri tekilleştirmek, özel alan haline getirmek, mülkleştirmenin gizli kodudur. Aşk ilişkisi özel alan haline getirilerek dokunulmaz kılınmış, kadını ve erkeği bir kafese kapatmanın süslü gerekçesi olarak yansıtılmıştır. Bireylerin ve ilişkilerin özerk olması ise daha farklı bir karakterdedir. Özelleşmek mülkiyetçiliği geliştirirken, özerk olmak ise hem bireyler karşısında ve hem de toplum karşısında özgür olma payı bırakır. Burada tekilden başlayarak gelişen ilişkinin evrensele uzanma, evrensel bir anlam kazanma imkanı ortaya çıkar. Tüm dünyayı o tekil ilişkiye sıkıştırmaz, tersine o ilişkiyi dünyaya taşır, daha da kendini çoğaltır. Yine bireyler burada birbirinin mülkü olmaz, birbirine mahkum olmaz. Birbirini farklılıkları ile kabul edip bir birlik geliştirir, ilişkide demokrasi olur. Bu açıdan özgür eş yaşamın çok önemli bir şartı bireylerin her açıdan, her türlü ilişki karşısında özgün ve özerk durabilmesidir.
Özelleşen ve mülkleşen ilişkiler, içinde her zaman şiddeti barındırır. Sahip olmanın kitabı şiddet alfabesiyle yazılmıştır. “Benimsin, karımsın, sevgilimsin, kız kardeşimsin, kızımsın…” diyerek kadın sahip olunan bir nesne haline getirilir. Kadın tüm bedeni ve ruhu ile, tüm varlığı ile sahiplenilir, kadın sahiplenme sınırlarının veya kanunun dışına çıktığı anda da her türlü şiddete maruz kalır. Tersinden Batılı veya kapitalist modernitenin merkezi olan coğrafyalarda ise kadın görünürde ‘sahipsiz’ ve ‘özgür’dür. Ancak erkek egemen sahipler buralarda da kadın varlığını her türlü kullanıma, istismara açmış, çok daha örtülü ve gizli yöntemlerle kadını “metaların kraliçesi” haline getirmiştir. Dünya geneli açısından farklı biçimlerde, “biri diğerinden daha iyi, daha gelişmiş” denilemeyecek mülkiyetçi ilişkiler kördüğümü yaratılmıştır.
Dolayısıyla Özgür Eş Yaşamın temel bir ilkesi de kadının mülk konusu olmaktan çıkması, sahipsiz, özgür ve özerk bir birey, xwebun olarak özgür yaşamın anlam ve formunu geliştirmesi, buna öncülük etmesidir. Kadın, ne kendisi mülk olmalıdır ve ne de karşıdaki erkeği mülkü olarak görmelidir. Binlerce yılın yaratmış olduğu cinsiyetçi ve iktidarcı ilişki tarzından kaynaklı olarak kadın da doğasından uzaklaşmaya, egemen erkeğe benzeşmeye başlamıştır. Bu nedenle öncelikle kadının kendisi olması, iktidarcı ve mülkleştirici ilişki tarzını aşarak mücadele gücü haline gelmesi gerekmektedir. Bunu yapabildiği oranda erkek egemenliğini, kültürünü, kişileri değiştirme gücünü ortaya koyabilir. Erkek egemenlikçi kültüre benzeşerek ya da tersinden hep onun mağduru olarak bu sistem aşılamaz. Çözüm üçüncü bir seçenektedir, o seçenek de kadın devrimini gerçekleştirerek xwebun olması, xwebun olarak erkek egemenlikçi yaşam içinde kadın özgürlük hacmini, alanlarını giderek artırmasıdır.
Özgür Eş Yaşamlarda aşk bedeni, maddeyi, cinselliği aşan bir anlam kazanır. Aşka yapılan en büyük ihanetlerden biri de onu cinselliğe hapseden anlayıştır. Cinsellik olgusu başlı başına bir özgürlük felsefesiyle ele alınması gereken bir olgudur. Kadın ve erkek arasında yaşanan bu kutsal ve anlamlı olması gereken ilişkinin, tamamen alım-satım ve tüketim ilişkisine dönüşmesi hem insanlık ve hem de doğa açısından büyük felaketlere yol açmaktadır. Cinselliğin bu çarpık biçimi hem nüfusu artırarak doğayı ve diğer canlıları tüketmekte ve hem de kadın ve erkeği fiziki-ruhsal boyutuyla tüketmektedir. Cinsel doyumsuzluk bir canavara dönüşerek kadın katliamlarını, tecavüzünü, fuhuşu, reklamı, estetik operasyonları her anda çoğaltmakta, bu yanıyla da yaşanan insanlık krizinde temel tetikleyici rol oynamaktadır. Bu nedenle aşk ve cinsellik olgularının yeniden ele alınarak red ve kabul ölçülerinin kadın özgürlük felsefesiyle oluşturulması, ilişkilerin bu anlamda bir düzey ve nitelik kazanması, hem toplumun ve hem de doğanın geleceği açısından stratejik bir öneme sahiptir.
Kadın açısından tekil, bireyle sınırlı kalan bir çözüm yoktur. Bireyle sınırlı kalan özgürlük bir aldatmacadan ibarettir. Kadının özgürlüğü kolektiftir, öncelikle kendi cinsiyle doğru ve özgürleştiren ilişki gücünü geliştirmesi ile gerçekleşebilir. Kadının kadını anlaması, sevmesi, kendi gelişimi ve özgürlüğünü kadın arkadaşında, kadın gerçeğinde görmesi ve birlikte büyük bir aşkla mücadele yürüyüşüne koyulması, Özgür Eş Yaşamın temel ve öncelikli bir ilkesidir. Kadın özgün ve özerkliğini, kendi cinsi ile sağlam bir örgütlülüğü gerçekleştirmeden sağlayamaz. Erkek, kadını kabul eder ve severken, kadının bu örgütlü ve iradeli yapısını da kabul edip sevmelidir. Yalnızlaşan kadın, özerkliğini ve gücünü yitiren, aslında sevme gücünü de geliştiremeyen ya da çok çok sınırlı geliştiren kadındır. Erkek eğer kadını örgütlü gücüyle, özerk ve özgün yapısıyla, özgür karakteriyle sevebilme, kabul etme gücünü geliştirebiliyorsa, zaten o erkek de özgürleşme yoluna girmiş demektir. Bu, erkeğin de dönüşüm sürecine, egemen erkekliği öldürme sürecine girmesi demektir, bu çok önemli bir gelişmedir. Hakim olacağı kadın değil, yoldaş olacağı, farklılığıyla eşit yaşayacağı, küçümsemeden veya abartmadan en doğal duygularla yaklaşabileceği bir düzeye doğru gidiyor demektir. Bu nedenle Özgür Eş Yaşam ilişki tarzını ifade ederken, mutlaka kadının kadınla olan özgürlükçü ilişkisini ele almalı, değerlendirmeliyiz.
Çoğu kez Özgür Eş Yaşam denirken bir formül beklentisi içine girilmektedir. Özgür Eş Yaşam ilişkilerinin klasik bir formülü yoktur, insan ilişkilerinde formülasyon yapmak toplumsal mühendislik anlamına gelir, pozitivist bir yaklaşımdır. Özellikle de kadın-erkek ilişkileri gibi çok zengin ve esnek bir içeriğe, bununla birlikte yaşamsal öneme sahip bir konuda toplumsal mühendislik yapmak, liberalizmin geliştirdiği gibi ‘yaşam koçluğu’, ‘ilişki koçluğu’ yapmak doğru değildir, yapılması büyük tehlikeleri içerir. Abdullah Öcalan 5. Savunmasında Özgür Eş Yaşam’ın temel esaslarını, ölçülerini ortaya koymaktadır. Bu yazıda Öcalan’ın Özgür Eş Yaşam açısından ortaya koyduğu ilke ve ölçülerin kadın devrimi, konfederal sistem örgütlenmesi ile bağını değerlendirmeye çalıştık.
Elbette ki üzerinde çokça tartışılması, eğitim yürütülmesi, mücadele edilip değerler açığa çıkarılması gereken çok geniş ve derin bir konudur. Bu tartışmaların geliştirilip yaygınlaştırılması, yaşamda bir toplumsal kültür haline getirilmesi, bu doğrultuda mücadele strateji ve taktiklerinin daha da derinleştirilmesi gerekmektedir. Buradaki en önemli husus, yaşamın tüm ilişkilerine toprağa tohum eker gibi ahlakı, sevgi ve saygıyı, özgürlük ve eşitlik duygusunu ekmektir. Ekilen bu tohum, mühendisliğe, formüllere gerek kalmadan kendi özgün ve özgür renginde büyüyecek, yepyeni ilişki formlarını ve anlamını yaratacaktır. Mevcut düzeyde Özgür Eş Yaşamları geliştirmenin iklimini oluşturmak, bunun için an’da özgürlük sorunlarına cevap olmak, iktidarcı ve cinsiyetçi hegemon erkekliğin tüm tuzaklarını deşifre ederek ve onu aşarak özgür kadın ve özgür erkek kimliklerini açığa çıkarmak, aşkın, sevginin ve saygının, Özgür Eş Yaşamın yolunda yürümek demektir. Aşk, ilişkilerde büyük bir sevgi ve saygı gücü olmak kadar aşkı, sevgi ve saygıyı yok etmek isteyenlere karşı büyük bir mücadele ve direniştir de. Çelişkiden, mücadeleden, direnişten azade bir aşk yoktur. Bunun için yaşanan her direniş, verilen her bedel bir aşk ilişkisi olmaktadır. Aşk bu anlamda tüm direnenleri kucaklayıp büyütmekte, zafer yolunda ayaklandırıp büyük yürüyüşünü gerçekleştirmektedir. Bu aşk yolunun yürüyeni olmak, yolda yürürken kendini tanımak ve kendin olmak, kendin olarak yaşamın bütünlüğüne katılmak Özgür Eş Yaşam güzelliğini yeşertmektedir.
Yoruma kapalı.