Özgürlük zordur. Kolay olmadığını tarihten, kadınların öykülerinden, yaşamlarından, ölümlerinden ve en çok da kendimizden biliyoruz. Büyük kalkışları, büyük mücadeleleri ve bedelleri gerektirir. Rojhilatê Kurdistan ve İran’da Jin Jiyan Azadî sloganı etrafında İran İslam Rejiminin kadına yönelik uygulamalarına; karşı duruşla başlayan ve giderek hakim rejimin tüm uygulamalarını reddeden toplumsal isyan hareketi de bu örneğin vücut bulmuş halini ortaya koymuştur.
Rojhilatê Kurdistan ve İran’da yükselen Jin Jiyan Azadî serhildanlarının kısa zamanda büyük ivme kazanması ve gelişmesi, toplumun tüm kesimlerinin kadın etrafında toplanarak bu sloganın ruhuyla egemenlikli sisteme karşı çıkmasıyla mümkün olmuştur. İnsanı insanlıktan çıkaran rejimler karşısında insan kalmada ısrarlı toplumsal tüm kesimler, insanlaşmanın kadınla mümkün olduğu gerçeğini fark etmiş ve bunu büyük özgürlük özlemleriyle haykırmıştır. Bu anlamda toplumsal kalkışlar İran İslam rejiminde bir kırılma yaratmıştır. Aynı zamanda sistem karşısında özgür yaşama olasılığı yaratmanın da kadınla, kadın öncülüğüyle mümkün olacağına dair bir yeni keşfi de, tüm erkeklerin gündemine taşımıştır. Bu anlamıyla mevcut erkeklikte bir kırılma, egemen erkekliğin öldürülmesi temelinde bir ilk adım yaratırken devlet yapılanmasıyla kendini silahlandıran erkek egemenlikli sistemde de bir kırılma yaratmış, bu sistemin hayat damarlarında da bir kesik açmıştır. Bu kesik büyüyecek, giderek genişleyecek ve erkek egemenlikli sistemin mutlaka kendini dönüştüreceği devrimsel bir kıvama gelecektir. Kuşkusuz kadında ve erkekte yürütülecek daha büyük mücadelelerle ve verilecek büyük bedellerle.
Jin Jiyan Azadî sloganının hızla büyük kitlelerce sahiplenilmesi, sloganın içeriğinin toplumun nasıl yaşamalı sorusuna verdiği cevap dolayısıyladır. Cinsiyet özgürlükçüdür, yaşamın tümünü ilgilendirir, yaşamın tüm boyutlarını hedefler ve yaşamın tümünün özgür olması arzusunu dışa vurur, dile getirir. Özgürlük arzusunun dışa vurumunun İran ve Rojhilatê Kurdistan’da tüm topluluklar, tüm kesimler ve cinsler tarafından dillendirilmesi 21.yüzyılda kapitalist modernitenin tüm saldırılarına, bireyi yaratma adına bireyi öldürerek böcekleştirme amacının başarıya ulaşmadığını gösterir. Tüm baskılara rağmen toplumların nasıl yaşamalı sorusunu sorduğunu ve cevabını da bu sloganda bulduğunu gösterir. Nasıl yaşamalı ve yaşamı ahlaki bir çerçevede nasıl yaşanılır kılmalı sorusuna cevap vermeyen hiçbir ideolojinin yaşam şansı yoktur. Bu soruya, insanın arayışlarına, özlemlerine, istemlerine, yaşam ve özgürlük arzularına hitap etmeyen hiçbir ideolojinin de var olma şansı yoktur. Hakim ideolojiler, tüm erkekçi, devletçi ve savaş-iktidar odaklı oluşlarıyla kadınla insanlaşma temelinde örülen yaşamın inkarı üzerine inşa edilmişlerdir.
Egemenliğin inşa edilmesinde zor olgusundan daha fazla bu ideolojiler insanların-insan gruplarının ikna edilmesi görevini üstlenmişlerdir. Sümer Rahipleri tarafından ilk inşa edildiklerinden kapitalist modernitenin favori ideolojisi olan liberalizme kadar karşı ideolojiler, tüm tarih boyunca toplumsal yaşamın inşa edildiği ve yaşamın üzerinden şekillendirildiği anacıl yaşam zihniyetine, kültürüne ve yaşam anlayışına karşı savaş içinde olmuştur. Tümden hakim olamasa da varlığını sürdürmeyi başarmış olan merkezi uygarlık eksenli ideolojiler, var oldukları tüm zamanlar boyunca demokratik uygarlık eksenli yaşamların, düşüncelerin varlığını-soluğunu yanı başlarında duymuş, kendilerinden daha yaşamsal ve güçlü ideolojilerin bir gün baskın geleceği korkusuyla yaşamış ve bu korkunun şekillendirdiği saldırganlığı tek varlık koşulu bilmişlerdir.
Söz konusu tarihi dönem, 7 bin yılı kapsayan, büyük direnişlere sahne olan ve kadın eksenli yaşamın soykırıma uğratıldığı dönemdir. Bu dönemler, kadına büyük zararlar vermiş, kadında büyük kırılmalar yaratmıştır. Bu tarihi dönemler kadının sürekli kötülendiği, karalandığı, buna karşılık erkek karakterinin ise parlatıldığı, yüceltildiği, erkekliğin hiç hak etmediği şekilde abartıldığı dönemlerdir. Geçiş dönemi ideolojilerini küçüksememek gerekir. Abartılmış erkeklik ile başlayan ancak giderek tanrıçalığın çalındığı, düşürüldüğü, kırıma uğratıldığı ve nihayetinde erkekliğin tanrılaştırıldığı bir döneme geçiştir sözünü ettiğimiz. Bugün, kendini yaratmaktan en uzak sistem kölesi olan erkeğin bile kendini tanrı gibi gördüğüne hayretle tanıklık edişimizin kaynağında Marduktan bu yana inşa edilen erkek egemenliği vardır.
Tanrısallık kadından çalınarak erkeğe ait kılınmaya ve erkeklik ideolojisi örülmeye çalışılırken dahi kadın eksenli yaratım izahlarından, söylencelerden kopulamamıştır. Buna en iyi örnek Marduk yanlısı mitolojik anlatıdır. 1.Cinsel kırılma olarak adlandırdığımız bu dönem, kadın karşıtı ideolojinin ilk sistemli kazanımı olarak da adlandırılabilir. Tiamat şahsında kadın tanrıçalığına büyük darbe vurulmuş, kadın parçalanmış ve tüm kazanımları elinden alınmıştır. İşte, karşı ideolojiler çağı başlamıştır.
Kadın eksenli değerleri anlamak ve güncelleştirebilmek için tarih olgusunu sürekli incelemek gerekir. PKK Lideri Abdullah Öcalan paradigmasının en güçlü yanı, insanlık tarihini bilmesi, bilmekten de öte hissetmesi, kendini tarihin içinde var edebilmesi, görebilmesidir. İlk adımlardan itibaren kadın konusu en fazla araştırılan konulardan olmuştur. Öcalan’ın özgür kadın arayışı yaşamının tüm zamanlarında ve yönlerinde tezahür eden bir arayıştır. Onun özgürlük arayışına paraleldir. Çocukluk arkadaşı Elif’ten anayla ilişkilere, okul arkadaşlarından Kesire karakterinin ele alınışına kadar her dönemde bu arayışın izlerini görmek mümkündür. Kuşkusuz bu arayışın en sistemli ve toplumsal bir temele kavuşması 80’li yılların ortalarında olmuştur. Karşı ideolojilerin gölgesinde büyüyemeyen ve çocukluk hayallerine ihanet etmeyen bir çocuğun arayışlarının, kendi ideolojisini inşaya gidişinin yıllarıdır bu süreçler. İlerleyen yıllarda bu arayışın giderek derinleştiği, kök saldığı, sistem kazandığı, büyüyüp geliştiği, toplumsal çözümlemelerle zenginleşerek bir bütün toplumsal devrimi anlatan bir mecraya dönüştüğü yılları oldu.
Öcalan, ilk defa 1998 yılında Kadın Kurtuluş İdeolojisi kavramını dillendirdiğinde yaşamın bu en temel sorununa çözüm getirmek ve ezilenlerin sosyalizm mücadelesindeki boşluğu doldurmak amacındadır. Reel sosyalizmin yetersiz kalışı, kadın özgürlük sorununu çözememesinden, kadın enerjisini toplum enerjisi ile doğru buluşturamamasından, toplumsal tarihin kadın yanını görememesinden kaynaklıdır. Bu deneyimi güçlü bir eleştirel yoruma tabi tutan Öcalan, öncelikli olarak genel mücadele içerisinde kadın örgütlenmesini ve özgünlüğünü büyük önem vererek geliştirmiştir. Ortaya çıkan kadın direnişçiliğinin, kadındaki arayışın derinliğinin kapsamlı analizi sonucunda kararlaşmış ve kadınlara dünyada bir ilk olan Kadın Kurtuluş İdeolojisini armağan etmiştir.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesinde ölümsüzleşen kadın kahramanlara verilen anlamın, pratikte mutlaka bir somut adıma, örgütlülüğe, kazanıma dönüştürülmesi geleneği, kadın hareketi açısından böylesi bir kazanıma yol açmıştır. Zeynep Kınacı ve Sema Yüce başta olmak üzere kadın direnişçilerin eylemlerini, kişiliklerini, özgürlük ütopyalarını ve mücadele biçimlerini kapsamlı değerlendiren Öcalan’ın kadın özgürlük arayışına ve bu arayış uğrunda bedel verişine karşı cevabı, Kadın Kurtuluş İdeolojisini geliştirmek olmuştur.
İdeoloji, toplumsallaşmaya ve onu takip eden insan yaşamına paralel olarak ortaya çıkıp gelişen, insanı diğer canlılardan ayıran, farklı kılan hususlardan biridir. Topluluklar halinde yaşayan insanın günlük yaşamını düzenlemesi, alet yapabilmesi, edindiği bilgileri aktarabilmesi ve toprağı işleyerek tarım devrimini gerçekleştirmesi, onu diğer canlılardan, diğer varlıklardan ayıran ama onların üzerinde bir yerde konumlandırmayan bir yaşam biçimini ortaya çıkarmıştır. Kadının toplumsallaşma ve buna bağlı bir yaşam tarzını oluşturmadaki belirleyiciliği, yeni yaşamın ideolojik kimliğini şekillendirmiş ve bu kimlik yaşamın tüm aktivitelerini belirleyen bir öğe olmuştur. Doğal toplumun ideolojik kimliği, kadın eksenli, anaerkil bir yaşamdır. Ve bu kimlik ezen-ezilen ilişkisinin olmadığı, üstünde-altında kavramlarının ortaya çıkmadığı, zalim-mazlum çelişkisinin henüz bilinmediği ve özgürlük kavramının dillendirilmediği bir yaşamı anlatmaktadır.
Ortaya çıkarılan toplumsallaşma düzeyinin sınıflaşmaya dönüştürülmesi, kadının cins olarak düşürülmesiyle başlamış, tahakkümcü sistemin gelişmesi bilge ve yaşlı rahiplerin ideolojik kimliğe yönelmesiyle gelişmiştir. Öcalan’ın “irade haline gelmiş ortak fikirler paketi” olarak tanımladığı ideoloji kavramının kırılmaya uğraması, düşünce ve yaşam biçimlerinin ortaklığı bozularak, yaratılan irade yok edilerek ve gelişim seyrinden saptırılarak gerçekleşmiştir. Esas öğe olan kadın, nesne-köle olmuş ve ötekileşmiştir. Kadının köleleşmesi ardından oluşan nesneleşme, tüm topluma yayılmış ve kadınla birlikte diğer ezilenler ötekileşmiştir. Birinci büyük cinsel kırılmanın aynı zamanda 1.Büyük Kültürel Kırılma olması kadınla somutlaşan ve kadın etrafında şekillenen ideolojik kimliğin tüm toplumu kapsaması, tüm toplumsallaşmanın özüne içerilmesinden dolayıdır. Yaşamın tüm boyutlarında kadın renginin canlılığı gitmiş, yerine erkek tek renkliliği, donukluğu, erkeksiliğin kaba ve düz mantıkla yaklaşma anlayışı gelmiştir. İnsanlığın karanlık çağlarının ardından gelen, Batı’da yükselen gelişim çağları Batı insanına, kendisi olarak nefes alabileceği bir ortam yaratmış ve bu çağın ardından ise gelişim seyri değişmiştir. Aydınlanma çağının yarattığı ilerleme ve uyanışın ardından bu öz farklılaştırılmıştır. Tüm düşünsel, toplumsal, siyasal, bilimsel-teknik gelişmeler yeni bir tahakkümcü paradigmanın içinde eritilirken temel alınan ve özenle üzerinde durulan, erkek egemenlikli sistem için risk barındıran bir konu vardır. Bin yıllardır karanlıklarda bırakılan kadının kendi ideolojik kimliğine kavuşmasını önlemek, erkeğin yaşadığı gelişme karşısında kadını sistem karşıtı olmaktan kurtaracak kadar bilgiyi vererek kadında kısıtlı bir aydınlanma sağlatmak, bu yolla kadını aile sınırlarından çıkarıp yeni modernist paradigmanın sınırları altında tutmak amaçlanmıştır.
Kadın Toplumsal Bir Öğe Olarak Hem Çöküşün Hem Kurtuluşun Kaynağıdır
Sanayi Devrimi ile ulaşılan teknik birikim hızla toplumsal ve siyasal alana yansımış ve dünya tarihini çatallaştırmıştır. Batı, bu dönemden itibaren bilimsel-teknik temeldeki gelişme yolunda hızla ilerlerken, Doğu, mevcut olanı korumayı esas alarak bir çürümenin başlangıcını yaşamıştır. Artık “birey” açığa çıkmıştır ve “toplumsallığın” bağlayıcı etkisinden kurtulmuştur. Fizik, kimya ve doğa bilimlerinde ulaşılan düzey yeni bilim dallarının doğuşuna kaynaklık etmiştir. Sanayiye, üretim tarzına yansıyan bu bilimsel gelişmeler, teknik buluşların önünü açmıştır. Mekanik fizikle birlikte aynı sebeplerin aynı sonuçları doğuracağı, bu sonuçları hiçbir güç ve öğenin değiştiremeyeceği, mutlak bir ilke olarak benimsenmiş ve değişimin özü, olay-olguların değişken doğası reddedilerek tüm varoluşa bir mutlaklık dayatılmıştır. Bu bakış açısı, sosyal bir varlık olan insanı yakından ilgilendiklerinden, toplumsal mücadelelere de yansımıştır.
Tüm gelişmelere rengini veren insan aklının, özünde akıllı erkek bireyin her şeyin üstünde görülmesi, kapitalist modernist paradigmanın zihniyet anlamında zemini olurken, din alanında atılan adımlar bireyi dinin baskısından kurtarmakla birlikte dini engel olmaktan çıkarmaya odaklanmıştır. Doğayı daha iyi tanıyan insan, onun bilinmeyen yanlarını keşfetmiş, doğanın açılmamış tüm kapılarını aralamıştır. Doğayla yeniden bir buluşma olabilecek bu tarihsel gelişme, insanlık tarihi için önemli gelişmelere yol açtığı gibi, doğanın açılmamış kapılarının anahtarlarını, aklının farkına varan erkek bireyin eline verdiğinden, ideolojik kimlikten kopuşla başlayan özden uzaklaşma koşullarını, bilimsel bir çıkmaza da sürüklemiştir. Bu dönemde bireyin farkına varılması insanın gelişimi açısından ne kadar önemliyse ortaya çıkan insanlaşmanın temeli olan toplumsallaşma gerçeğini parçalama eğilimi de o kadar tehlikeli bir durum arz etmiştir. Bir anlamda insan olarak var olma sorunu gündeme gelmiştir ve sosyal mücadeleler için de bu soruna yönelmekle yürüyüşlerine yön verme zorunluluğu doğmuştur.
Belirleyiciliğini 21.yüzyıl çelişkileri ve kadınlık olgusunun tarihsel gerçekliğinden alan dünya kadın hareketlerinin yaşadığı daralma ve içe büzülme, üzerinde şekillendiği sistem paradigmasının temellerinin sarsılmasındandır. Bu paradigmayla sarsılan temel düşünce formları, sosyal ve siyasal ilişkiler düzlemi, ahlak anlayışı ve yaşayış tarzıdır. Kadına bir yaşam alanı açma çabası ile yaşamın tümden kadınla açılması arasında büyük fark vardır. Genel hareketler kadına bir yaşam alanı açmaktan söz ederken, Kadın Kurtuluş İdeolojisi eksenli mücadele yürüten Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi yaşamın tümden kadınla özgürlüğe açılması amacındadır. Kadının cins olarak sömürülmesine ve erkek egemenlikli iktidara odaklanmasına dayanan sistemin yaşadığı sarsılma ve çöküş gerçekliğiyle yüzyüze kalındığında, kadın, tarihsel ve toplumsal bir öğe olarak hem çöküşün kaynağı hem de bundan kurtulmanın temel belirleyeni olmaktadır. İdeolojik kimliği itibarıyla, içerdiği özgürlükçü özle bağlantılı olarak en dinamik tarihsel ve toplumsal potansiyel kadındır. Bu potansiyele rağmen insanlığın kaosu karşılama düzeyi nihayetinde onun mevcut insan ve çağ gerçekliğini, gelişim seyrini hakikate yakın bir yöntem ve bir bakış açısıyla ele alma, tanıma ve yeniden tanımlayabilme gücüne bağlıdır.
Tarihte yenilik içeren her adım ve her girişim kaostan çıkışta, farklı olana bir yönelim, bir ilmektir. Bu dönemler eski, yıpranmış, denenmiş olan ve geçmişte kalandan bir çıkışı benimsediğinden, yeniye doğru bir eğilimdir ve özgürlüğü barındırmaktadır. Mevcut olan tüm yapılanmalar, erkek eksenli, tahakkümcü zihniyetin kurumlaşmaları şeklinde olduğundan, derin bir kaos dönemi olan 20.Yüzyıl sonunda en gerici bir tarzda kendini dayatmıştır. Bu durumda yeniye yönelecek her eğilim, özgürlüğe akacak her adım, toplumsal cinsiyetçiliği hedeflemek ve onun temelini sarsmak durumundadır. Kadın özgürlüğü, bu anlamda en güçlü potansiyel olarak 20.Yüzyılın kapısına dayanmıştır ve mevcut olasılıklar içinde sonuca gitmede en avantajlı konumdadır. Yeniçağa kadınla, erkek egemenliğinin ve mevcut erkeklik olgusunun aşılmasıyla yönelmek, kadın yanlı bir alternatif yaratarak yeniçağa yürümek, kaostan çıkışın en devrimci ve özgürlükçü yanıdır. 1968 dünya devrim hareketliliğinin Türkiye ve Kurdistan’a yansımasının sonucu olan Kurdistan özgürlük mücadelesi, kuruluşundan itibaren özgürlükçü bir yaklaşımı esas almaya özen göstermiştir. Yürütülen mücadelenin sosyal, siyasal, ekonomik mücadele ile birleşmesiyle derinleşen kişilik çözümlemeleri, kadın çözümlemeleriyle zirveleşmiştir. Öcalan’ın, özgür yaşama özgür bireyi yaratarak ulaşma perspektifi ve bu yönlü yoğun çabaları, militanların eğitimleriyle birebir meşgul olması Kurdistan özgürlük hareketini diğer hareketlerden ayıran temel bir yandır. Kadın ve erkek çözümlemesinin sürekli ve derin bir tarzda yapılması, özgür kadın ve erkeğin yaratılması, kölece ilişkilenme ve yaşam anlayışından sıyrılmak içindir. Bu deneyimlerle 21.yüzyılın eşiğine gelen özgürlük hareketimiz özgürlükçü bir hareket olarak reel sosyalizm pratiğinden önemli sonuçlara ulaşmıştır.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ulusal, sınıfsal, kültürel yönler yanında kaybedişin özünü kavrama ve yeniçağa yeni bir donanımla girmeyi hedeflemiştir. Yeni bir yüzyıla kronolojik olarak girmekle birlikte ideolojik doğrultu olarak zamanın ruhuna girmek önemlidir. Yaşanan sorunları salt silahlı savaşımla çözme yaklaşımının yeterli olmayacağı Öcalan tarafından öngörülmüştür. Öcalan bu konuda arayışlarını derinleştirmiş, mücadelenin özünü kadında derinleştirme, ateşkeslerle siyasal sürece yeni bir rota kazandırma gibi stratejik adımlarla yenilenme ve 21.yüzyıla yeni bir anlayışla girme iddiasının sahibi olmuş, bu adımlarla da zamanın ruhunu yakalamayı başarmıştır.
8 Mart 1998 günü Öcalan tarafından tüm dünya kamuoyuna ilan edilen Kadın Kurtuluş İdeolojisi bu başarıyı evrenselleştiren bir adım olarak tarihte yerini almıştır. Yaşanan yüzyıl kaosundan en yaratıcı, yenileyici ve dinamik olarak çıkmak, tarihsel gelişim eğrisini özgürlüğe doğru çevirmek ancak kadının kurtuluşunu hedefleyen, erkek egemenlikli cinsiyetçiliğin aşılıp kadın yanlı yeni bir yaşam yaratmaya yönelen Kadın Kurtuluş İdeolojisi Jineoloji ile olacaktır.
Bu adımın tarihsel önemi, tarihi seyir içinde şahlanan analitik zekânın duygusal zekâyla dengelenmesi, insanlığın tüm yaşayışının bir erkeksiliğe mahkûm olmaktan çıkarılarak, kadın rengiyle uyumlu kılınması ve çok sesliliğin ahengini yaratmayı içermesindendir. Bu ilan kadının yaşadığı konumsuzluğun radikal bir reddidir. 80’ler sonrası zayıflamaya başlayan kadın hareketlerinin eşitlikçilik söylemi yerine kadının kurtuluşunu hedefleyip sorunun köklerine inilmesi yanında kimi tartışma platformları ve dar hedefler belirleme yerine kadının ufkunu bir kurtuluş ideolojisiyle büyütmeyi içermektedir.
Kadın Kurtuluş İdeolojisi salt bir kadın-erkek eşitliği yaratma amacıyla ya da salt kadın cinsinin kurtuluşuyla sınırlı olmayıp yeni yaşam bakış açısıyla yoğrulan bir kültür yaratmayı hedeflemektedir. Bu anlamda toplumsal düzlemde yaratılacak olan değişimi ve dönüşümün başat öğesi olan kadının, kendi doğasına, ilk toplumsallığına dönüş yapması ve bu ideolojiyle öngörülen dönüşümü kendinde somutlaştırmasını gerektirmektedir.
Ataerkil zihniyetin bir sonucu olarak ortaya çıkan yığınla ekonomik, etnik sorun, insanlığın parçalanarak birbirinden uzaklaşması, doğanın sınırsız kâr amaçlı kullanılması sonucu üretim ilişkilerindeki dengesizliğin derinleşmesi, yeni buluşlarla önemli teknik gelişim adımları atılmasına rağmen bunun doğaya etkilerinin düşünülmeden bugünkü çevre kirliliğine giden yolun ilk adımlarının atılması ve daha sayılabilecek birçok çağsal problemin mevcudiyeti, yeniçağa girişte, kaostan çıkıştaki gelecek perspektifinin kadın eksenli oluşunun temel gerekçeleridir.
Kadın Kurtuluş İdeolojisi, özgürlük perspektifinden yola çıkar ve ulusal, sınıfsal, cinssel, etnik her türlü tahakküm ve baskıya karşı mücadele yürütmeyi, bu mücadele ile adaleti, barış ve farklılıkların birlikteliğini sağlamayı, ötekilik kavramını zihinlerden silmeyi ve tüm bunları kadınla insanlaşma-kadınla toplumsallaşma düsturuyla gerçekleştirmeyi hedefler. Erkek renkli zihniyetin ve onun kurumlarının boğuntusunda ölümle yaşam arasında duran insanlığa, insanlığın ilk ideolojik özüne denk bir yaşam imkânı yaratmanın öğretisidir Kadın Kurtuluş İdeolojisi.
Bu ilanla, Öcalan şahsında ilk kez sistem karşıtı bir harekette kadın ideolojisi ile tarihsel bir çıkış yapılmıştır. Bu çıkışın kaynağı Öcalan gerçeğinin tarihe yaklaşım farkıdır. Tüm bu sorunların kaynağına yönelerek çözümlemeyi ve aşmayı hedefleyen Kadın Kurtuluş İdeolojisi, çıkış gerekçeleri itibarıyla olduğu kadar, zaman anlamında da çağını karşılar niteliktedir. Özgürlüksel atılım diyebileceğimiz bu süreçleri de Kurdistanlı kadın direnişçiler büyük bedellerle, canları pahasına yaratmıştır.
Kadın Kurtuluş İdeolojisinin temel ilkelerini yurtseverlik, özgür düşünme ve özgür irade, örgütlülük, mücadele bilinci ve estetik bilinç oluşturmaktadır. Kadının kendini bilmesi, kendi gerçek kimliği ile doğru temelde buluşabilmesi için erkekten, erkek egemenlikli sistemden kopuş da bu ideolojinin hayat bulabilmesi, bilinç ve örgütlülük zeminlerinin yerli yerine oturabilmesi için temel bir yöntem olarak uygulanmaktadır. Ana kadın eksenli neolitik devrinin bitmesi ve erkekçi devirlerin başlamasıyla birlikte kadın ve erkek açısından ortaya çıkan toplum ve kişilik parçalanmasının aşılabilmesi için Kadın Kurtuluş İdeolojisine ciddi ihtiyaç vardır.
Kadın Kurtuluş İdeolojisi kadının olduğu kadar erkeğin de özgürlük ideolojisidir. Bu ideolojinin Öcalan tarafından ilan edilmesi bu perspektifin Mezopotamya’dan çıkışını tüm dünya insanlığına duyururken, bir yandan da tüm teknik bilimsel gelişmelere rağmen gelinen aşamada insanın toplumsal bir olgu olduğu gerçeğinin inkârına varan bir yaşam tarzına, insan ilişkilerinin geldiği mekanik düzeye bir eleştirinin varlığını duyurmuştur. Bu eleştirel anlam itibariyle, Kadın Kurtuluş İdeolojisinin evrensel bir rolü olduğu da anlaşılmaktadır.
Erkeklik Öldürülmeden Hiçbir Toplumsal Değerin Yaşam Şansı Yoktur
Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilanıyla 21.yüzyıla sosyalist ideoloji güncelleştirilerek giriş yapılmıştır. Sosyal mücadelelerin salt ulusal kurtuluş ile sınırlı kalmadan çağ gerçekliğinin bilimsel bir tahlilinin yapılarak yeniden yorumlanması, yeni bir çıkış yapılmasıdır. Sosyalist bir mücadelenin, sosyalist bir önderliğin sorumluluklarını tüm insanlığa karşı yerine getirmesi Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilanıyla bir kez daha kendini göstermiştir.
“…her şeyden önce bir kadın kurtuluş ideolojisinden bahsetmek gerekiyor. Biz bu ideolojiyi yaratma peşindeyiz. Böyle sıradan bir-iki olay, bir-iki eylemle, yorumlamakla bu işin altında çıkılamaz. Çok yoğun bir biçimde kadın kurtuluş ideolojisinin gelişimi sağlanmadan her-şey kendini kandırmaktan öteye gidemez. Ve inanıyorum ki, çok ciddi bir kadın kurtuluş ideolojisine ihtiyaç var. Bu salt cins kurtuluşu anlamında bir ideoloji değildir. Sosyalist öğretinin ve hatta toplumun bilimsel analizinin bizi getireceği bir nokta, kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin büyük önem taşıyacağını önümüze koyacaktır. Benim şahsen daha çok üzerinde yoğunlaştığım hususlardan birisi budur. Bu şüphesiz feminist bir yaklaşım değildir. Zaten ben kendim bir kadın değilim. Ama kadın boyutlu, kadın eksenli bir düşünme giderek bir ideolojiyi ve buna dayalı bir örgütlenmeyi geliştirmeyi oldukça önemli bulmaktayım. Savaş sorunlarına çözüm getirmekten tutalım özgürlüğe dayalı bir barışı mümkün kılmaya kadar böylesine bir ideolojik gelişmeye ihtiyaç vardır. Şimdiye kadar ki tüm ideolojiler erkek damgalı, erkek ağırlıklı ideolojilerdir. Şüphesiz sınıf boyutu vardır yine emperyalist sömürgeci boyutu vardır. Ama çok çarpıcı bir biçimde erkek egemenlikli boyutu da vardır. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Her ne kadar topluma hâkim olan erkek egemenlikli yaklaşım, bunu yüzyıllardan beri sürekli gizlemişse de biraz, bilime saygı, biraz da kadının kurtuluşuna, dolayısıyla çok sıkı bağlantılı temelde de halk, bir halkın kurtuluşuna yüksek ilgi duyan birisinin bunu görmemesi mümkün değildir. Ve dolayısıyla düşüncesinde de kadın eksenli bir ideolojinin yaratılması gereğini önemli görür.”
Öcalan’ın Kadın Kurtuluş İdeolojisini ilan etmesi, kadınların yaşam alanlarını genişletmek, kadınların yaşamlarında iyileştirme yapmaya odaklanmaz. Bu anlamıyla eşitlik kavramını çok çok aşar. Yaşamın tüm alanlarının kadın değerleri temelinde yürütülmesini amaçlar. Bu da, öncelikli olarak egemen erkekliğin öldürülmesini koşullar. Mevcut erkeklik öldürülmeden, hiçbir toplumsal-insani değerin yaşam şansı yoktur. Bugün, insanlık düşmanı, kadın düşmanı devletler vahşi erkekliği şahlandırarak kadın soykırımı gerçekleştirmektedir. Küçük devletçik gibi şekillendirilen ve konumlandırılan egemen erkeklik, sistemin kölesidir ve aynı zamanda sürdürücüsü rolündedir. Çocuklara, kadınlara, tüm toplumsal değerlere, hayvanlara yönelik vahşeti yürüten erkeklerin zihniyetlerinde egemenlik vardır ve hepsi de kurumsal-örgütlü güç olarak devlete dayanmaktadır. Kadın Kurtuluş İdeolojisi tüm bunların çözülmesini, sorgulanarak özgür insan-özgür toplum temelinde yeniden toplumsal kurumların inşa edilmesini öngörür.
Kadın Kurtuluş İdeolojisi gelişiminin hiçbir döneminde eşitlik ilkesini ulaşılacak ideal bir ilke olarak ortaya koymadı. En zor zamanlarda dahi Jin Jiyan Azadî felsefesini dillendirerek kadınla tüm toplum yaşamının özgürleştirilmesini hedefledi. Bundan dolayı da toplumsal devrimin gerçekleşmesinde zihniyet öncülüğünü yaptı. Çünkü Kadın Kurtuluş İdeolojisi insanlık tarihine dayanır. Kadınsız varolmayan toplumsallık, kadınsız da özgürleşemeyecektir. Ekolojik temelde bir endüstriye, doğayla dost bir insan yapılanmasına dayanır. Tüm bunlar paradigmanın birbirini tamamlayan yanına işaret eder. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma Kurdistan halkının demokratik ulus temelinde özgür toplumsallığını yaratarak özgür yaşamasının tek mümkün yoludur. Paradigmanın tüm dünya özgürlük mücadelelerinden, devrimlerinden ya da öncü güçlerinden ayrışan yanı da Kadın Kurtuluş İdeolojisi, kadın özgürlükçü paradigma olmasıdır.
Öncülük iddiası olan örgütlenmelerin hiçbiri kadın öncülüğünü, kadın özgürlüğünü öncelemeden başarıya ulaşamayacaktır. Çünkü kadını, kadın öncülüğünü, kadın özgürlüğünü öncelemek, toplumsal varoluşun şartıdır. Onsuz insan olunmadığından, onsuz tarım devrimi gerçekleştirilemediğinden, onsuz hayatta kalma başarılamadığından, onsuz barınma, beslenme olanakları yaratılamadığından, onsuz tarıma dayalı aletler geliştirilemediğinden, totalde onsuz yaşam inşa edilemediğinden, bugün de onsuz özgür yaşam inşa edilemeyecektir. Kadın özgürlüğünü tali, ikincil gören ya da gerekli anlamı-rolü vermeyen hiçbir örgütlenmenin başarı şansı yoktur.
“…bütün erkek ağırlıklı örgütlenmeleri tabi ki yoğun bir eleştiriye tabi tutmak gerekecektir. Sadece eleştiriye değil tabii, bunları giderek aşmak gerekecektir. Başka türlü savaşın sonu da gelmez, barış da olmaz. Bakin bütün militarist örgütlenmelere yüzde yüz erkeğin damgasını taşırlar. Orada tek bir kadının yeri, tek bir kadının dili, yüreği yoktur ve bunlar tepeden-tırnağa zorba örgütlerdir, şiddet örgütleridir. Dikkat edilirse, kadının en az olduğu veya hiç olmadığı bu yerlerdeki mekanizma şiddetin korkunç düzeyde geliştirildiği sistemdir. Bu da tabii görüşümüzü doğruluyor. Erkek egemenliğinin en fazla girişken olduğu kurumlar başta militarist kuruluşlar, demek ki müthiş savaş araçlarıdır. Yani barışın, yani yaşamın karşıtıdırlar.
Tarihe ve toplumsallığa dayanmakla birlikte erkek eksenli örgütlenmeleri yeniden ele almak, aşmak zorunluluğu vardır. Ancak toplumsal devrim, toplumsal amaçlar-kural-ideal ya da şartlar kadar, tek tek kişilerin de devrimsel adımlar atmasını, amaçlı olmasını, kural kaida sahibi olmasını, idealler oluşturarak bu ideallere denk yaşamasını, zihniyet ve vicdan devrimi yaparak özgür bireyi yaratmasını gerektirmektedir. Kadın bireyi kırılmaların etkisini kırarak, geleneksellikten kurtularak, iktidar eksenli erkeğin gölgesinde kendini yapılandırma tuzağından kurtularak bunu yapmalıyken, erkek birey de verili egemen erkekliği öldürme kararlılığıyla sözkonusu özgürlük alanına giriş yapabilecektir.”
Bugün kadınlar ve erkekler özgürlük ilkeleri temelinde bir arada yaşayamıyor. Dahası özgür konuşamıyor, özgür iletişim kuramıyor. Özgür yaşamak büyük bir iddiadır. İmkânsız değildir ancak kolay da değildir. Bunun için önce iletişim kurabilmek, birbirini duyabilmek, birbirinin seslerine kulaklarını açmayı gerektirir. İktidarın kirleriyle dolan kulaklar birbirlerine sağırdır, birbirini duyamazlar. Kapitalist modernite çağında herkesin kulağı, kendi sesinden gayri seslere kapalıdır, istemden-niyetten öte böyledir. Hatta istemese de böyledir. Kimse zaten kolaylıkla gönüllü kölelik yapmaz. Niyetlerini özgürlük düzeyiyle karıştırmamak gerekir. Özgür olmak için, niyet etmek yetmez. İstemek, çaba harcamak, özgür iradenin inşası için yaşamın tüm alanlarında egemen erkeklikle, erkeklik etrafında örülen-örülmeye çalışılan iktidarla ve tabiki kadın gelenekselliğiyle, iktidar gölgesinde şekillenen kadın karakteriyle mücadele etmek gerekir. Hatta bir değil, bin değil binlerce defa atılan adımlar sonuç almasa da yılmamak ve özgürlük adımlarında ısrarcı olmak gerekir. Erkek ya da kadın, hâkim erkeklik karşısında özgür irade mücadelesi vermeyen kimse özgür olamaz. Öcalan, “özgürlük kolay olsaydı, Ronahi ve Berivan kendini yakmazdı” diyerek mücadelenin çok büyük bedel gerektirdiğini söylerken, tam da bunu anlatır.
Kaynakça
-
İtalik yazılar Abdullah Öcalan’ın Demokratik Uygarlık Manifesto Ciltlerinden Alınmış
Yoruma kapalı.