Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadının Yitirilen Değerleriyle Buluşması ve Özgür Toplum

Ekin Cemre Gergersoy

Kadınların erkek egemen sistem içinde beş bin yıldır yaşadığı gerçeklik; Kadının inkârı ve karalaması temelinde inşa edilmiş gerçekliktir. Din, aile, eğitim, bilim ve yaşamın tüm alanları, bir yandan bu cinsiyetçiliği inşa ederken, diğer yandan inşa ettikleri bu gerçekliği özümsetme, alıştırma temelinde sürekli bir yeniden üretim içindedirler. Bu temelde erkek egemenlikli bir kültür yaratılarak, cinsiyetçilik ideolojik hale getirilmiştir. Yaratılmış erkeklik ve kadınlık-ister geleneksel ister modern olsun-ideolojik bir inşa olup, kadının ve erkeğin iktidar ilişkileri temelinde yaşamın tüm alanlarında belirlenen rol ve görevlerine kadar indirgenmiştir. Bu rol ve sorumluluklar doğal, kendi iç dinamikleri ve potansiyeli gözetilerek belirlenmemiştir.

Kadınlar olarak yaşadığımız toplumsal cinsiyet temelindeki inşanın hakikatimiz olmadığını, hakikatimizin tarihin derinliklerinde gizli olduğunu; köklerimize gitmenin bir zamanlar toplumsallığın ana kaynağı tanrıça analarımızın izini aramaya başlamakla olacağını gördük. Biz kadınlar için tarihsellik kendi hakikatimizle buluşmak kadar, bugünümüzü inşa ederken de referans aldığımız zemin oldu. Başlangıçta neydik, nasıl yaşadık ve nasıl kayıp ettiğimiz bu gerçekte gizliydi. Yine bugünü inşa etmek açısından kendi hakikatimizi, gücümüzü bilmek tanımak kadar, zihinlerimize yerleştirilen, bize yakıştırılan her şeyin varoluşsal, dolayısıyla katlanmamız gereken bir kader olmadığını anladık. Tarihin başlangıcında olduğu gibi örgütlendikçe, toplumsal öncülük rolümüze döndükçe güçlü yanlarımızı görmeye başladık. Artık bundan sonra yapılması gereken yalancı inşalara karşı mücadeleydi. Toplumsallığa ilişkin iyiye, güzele, eşit ve adil yarınlara olan umut, inanç ve bu temelde gelişen mücadele iddiası; bu gerçekliğin değişebileceğine olan inançtır.

Tarihte ilk egemenlik kadın üzerinden gelişmiştir. Tüm egemenlik ilişkileri ve bunun yarattığı toplumsal sorunlar kadının köleleştirilmesi ile başlamıştır. Tüm diğer kölelikler kadın köleleştikten sonra ancak gerçekleşme zeminini ve fırsatını bulmuştur. Dolayısıyla kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmeyeceği gerçeği görülmek durumundadır. Bu anlamda kadının kurtuluşu ve özgürlüğünün; yalnız kadınların yani bir cinsin değil, toplumun kurtuluşu anlamına geldiğini görmek gerekir. Bu anlamıyla tüm özgürlük mücadelelerinin başarıya ulaşması için kadın eksenli olması, kadın özgürlük çizgisini esas alması gerekliliği bir zorunluluk olarak görülmelidir. Toplumsal kurtuluş, kadın kurtuluşundan geçtiğine göre, kadınların özgürlük mücadelesi de tüm egemenliklere karşı bir mücadele anlamında merkez ve kapsayıcı olmak durumundadır. Yakın tarihe kadar geliştirilen birçok toplumsal mücadelenin başarıldığı sanılsa da daha sonra karşıtlarına benzeşmeleri bu gerçeği göz ardı etmeleriyle alakalıdır. Bu mücadelelerde kadının özgürlükçü karakterinin mücadele süreçlerine etkili yansımaması, erkeğin egemen karakterini aşamaması durumu kadına özgürlük getirmediği gibi, topluma da özgürlükler getirmemiştir. Bu yaklaşım kadın hareketlerinin süreçlerini ve karakterini de belirlemiştir. Kadınlar başta sınıfsal, toplumsal mücadeleler içinde yer alıp özgürlüklerini aramışlardır. Kadının ezilen bir cins olarak da mücadele içinde kendini görünür kılma girişimleri kabul görmemiş. Genel mücadeleyi ‘zayıf kılan-parçalayan tasfiyecilik, hizipçilik’ yaratan olarak damgalanmıştır. Kadının özgürlük sorunu genel mücadeleden sonraya bırakılması gereken bir sorun olarak görülürken; devrimden sonra kadın eski toplumsal konumuna itilmiştir. Bu durum, kadın mücadelesinde ikinci dalga olarak da bilinen, radikal cins merkezli feminist hareketlerin gelişerek toplumsal hareketlerden kopuşlarını getirmiştir. Bu radikallik, erkek egemenliğine karşı mücadeleye yönelme anlamına gelmediği gibi; çokça eleştirdiğimiz, kendisini toplumsal mücadelelerden koparan, marjinal kılıp etkisizleştiren bir kopuşa götürmüştür.

Abdullah Öcalan tarihi ele alış ve bakışında; ezilenler açısından birçok alanda olduğu gibi özellikle iktidar ve kadın konusunda da yeni bir yaklaşım ve bakışla geniş bir ufuk açmıştır. Yeni bir paradigmasal bakış dediğimiz bu bakış; tarihe kadınlar, halklar ve insanlık açısından bakabilme tarzıdır. ‘Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü’ olarak formülleştirilen, somutlaşan bu paradigma, Kürt kadın mücadelesini ve kadın özgürlüğünü merkezine alan Kürdistan Özgürlük mücadelesini belirlemektedir. Bu Paradigmanın-birbiriyle bağlantılı da olsa-birçok boyutu olup daha farklı yazıların ve öğrenmelerin konusudur. Bu yazımızla bu paradigmanın kadın özgürlükçü boyutunu; kadın mücadelesinin toplumsal mücadeleyi belirleyen, toplumsal değişimin ve dönüşümün dinamiği olma gerçeğini ele almayı amaçlıyoruz.

Bugün Kurdistan özgürlük devriminin bir kadın devrimi olarak ifade edilmesi, kadın öncülüklü inşası, devrimin genel olarak özgürlükçü karakterinin görünür olması; kadını toplumsal özgürlüğün merkezine alması ile alakalıdır. Kadının özgürlük mücadelesi devrimden sonraya bırakılan bir sorun olarak görülmediği gibi, en temel çelişki olarak mücadelenin merkezine alınıp, geliştirilmiştir. Kadın mücadelesinden devrimi zayıflatır diye korkulmamış tam aksine Kadın Devrimi, genel mücadeleye özgürlük karakterini veren, güçlendiren bir devrim olarak ele alınmıştır. ‘Devrim içinde devrim’ olarak ifade edilmiştir. Diğer hiçbir devrimde kadın böyle ele alınmamış, rol biçilmemiştir. Onun için de devrimler ‘kazanılsa’da tüm acı ve bedellere rağmen kadınlara, halklara mal olmamıştır. Tüm bunlardan çıkarılan dersler temelinde, devrimin başta kadınlar olmak üzere tüm topluma mal olmasını sağlayacak, özgürlük getirecek temelde paradigmasal bir yaklaşım esas alınmış; ideolojik çizgisi ve mücadele stratejisi belirlenmiştir. Bu paradigmayı esas alan Rojava devriminin bugün sadece Kürt toplumu açısından değil; dünyada kadın hareketleri ve birçok demokratik, özgürlükçü, toplumcu kesimler tarafından da kadınların, halkların devrimi olarak görülme gerçeği bunu göstermektedir. Kuşkusuz burada önemli olan, ilgi ve umut yaratan paradigmanın salt teorik-kuramsal çerçevesi ve boyutu değildir. Esas önemli olan bu paradigmanın Rojava başta olmak üzere Kürt toplumunda, kadınlarda pratikleşen, yaşamsallaşan; toplumsal değişimi ve dönüşümü yaratan gerçeği olmaktadır.

Başta Rojava olmak üzere bu paradigma temelinde mücadele yürütülen tüm alanlarda kadınlar mücadelenin ve yaratılan toplumsallığın esas özneleridir. Bugün mücadelenin ve yaşamın tüm alanlarında kadınları ‘tamamlayan’ olarak değil; aktif, etkili ve öncü özneler olarak görmekteyiz. Kadınların ‘eşit temsiliyet’ ilkesi ve anlayışı temelinde gerçekleşen katılımı, kadının nicel katılımını aşan bir anlam ifade etmektedir. Kadınların bu katılım tarzı, yaşamın tüm alanlarının kadın eksenli dolayısıyla demokratik bir bakış ve anlayışla ele alınması ve örgütlenmesini beraberinde getirmektedir.

Yine bin yıllardır egemenlik-kölelik üreten cinsler arası ilişkiler, dolayısıyla toplumsal bozulmuş ilişkilerde birbirini nefessiz bırakan, tüketen gerçekliğe karşı; ‘özgür eş yaşam’ ilkesi temelinde başta kadın-erkek ilişkilerinde olmak üzere toplumsal ilişkilerdeki düzenleniş, toplumsal ilişkilerin doğasına dönüş önemli olup, umut yaratmaktadır. Kürt toplumunda ‘Özgür Eş Yaşam’ı pratikleştirme çabaları ve bu temelde açığa çıkan sonuçlar bile kendi başına bir kadın devrimi, sosyal devrim niteliğini taşımaktadır.

Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinin, Kürt toplumu içinde önemli bir değişim ve özgürlük düzeyi açığa çıkardığı inkar edilemez. Bu çok önemli bir düzey olmakla birlikte esas önemli olan diğer bir boyut da bu mücadelenin giderek evrenselleşen düzeyidir. Teorik-ideolojik çizgisi kadar; örgütlenme, eylem ve mücadele çizgisiyle de ilham ve umut olmaktadır. Bu anlamda Kürt kadın mücadelesinin deneyim ve birikimi ile kadın mücadelelerine, genel olarak da özgürlük mücadelelerine çok önemli katkıları söz konusudur. Kürt kadınlarının giderek evrenselleşen düzeyi bu gerçekliğini göstermektedir. Kürt Kadın Hareketi, kadın bakışı, rengi ve yaklaşımıyla kendi sistemini örme, inşa etme gerçeği; bize, erkek egemen sistemden farklı bir sistemin, bir dünyanın mümkün olduğunu göstermektedir. Bu, oldukça heyecan ve umut yaratmaktadır. Toplumsal dönüşümde bu kadar etkili olan bu hareketin mücadele araç ve stratejilerini de biraz anlamak, değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.

 

Özgür Kadın ve Erkek Kimliklerinin Yeniden Yaratımı 

Kürt kadın hareketinin, Özgür Kadın ve Erkek kimliklerinin yeniden yaratımı olarak kopuş ve daha sonra sonsuz boşanma diye belirledikleri mücadele stratejileri çok radikal görülse de bu alanda epey bir yol alındığını görmek mümkündür. Kadının özgün-özerk sistemini, kadın bilinci ve bakışıyla derinleştiren ‘kopuş’ stratejisidir. PKK Lideri Abdullah Öcalan, 1996 yılında YAJK[1] deneyiminin bir sonucu olarak ‘Kopuş’ teorisini kadın mücadelesinin literatürüne koymuştur. Kadın ordulaşması fiziki olarak kopuşu ifade ediyordu. Fiziki kopuş; kadınların birbirine yabancılaştırılmış gerçeğine karşı birbirini tanıma, cins sevgisini geliştirmede önemli bir adımdı. Ancak kopuş teorisi esasta erkek egemenliğinin yarattığı duygu, düşünce yaşam alışkanlıklarından kadının kendisini arındırmasını ifade ediyordu. Aynı zamanda köleliğin kaynaklarını güçlü bir tanımlamayla kadın üzerindeki etkilerini çözümlemeyi gerektiren ve bununla mücadele etmeyi ifade eden bir kuramdı. En önemlisi de sorgulamanın özü özgürlük ölçülerini kadının kendinde ne kadar yarattığıyla ilgiliydi.

Öcalan, 2000 yılında sonsuz boşanma kuramı ile cins mücadelesini daha radikal bir aşamaya sıçrattı. Kopuş teorisi; cins bilinci, cins mücadelesinde kadının kendi gerçekliğini tanıması ve bunun mücadele araçlarını yaratmaydı. Sonsuz boşanma ise özgür kimliği yaratmanın ancak erkek sistemi karşısında her yönüyle kendini alternatif irade haline getirebilmenin koşuludur. Mevcut kadın gerçekliğini bu bağlamda değerlendirdiğimizde özgür kimlik ve irade oluşturması kendi olmasının temelini oluşturur.

Sonsuz boşanmanın ilk aşaması kopuştur ve öncelikle zihniyette kopuştur. Kopuş demek erkeğin tüm yargılarından, tabularından, anlayışından, taleplerinden, beklentilerinden, düşünüş tarzından, doğrularından kopmaktır. Önce kopuş daha sonra kendi bilmelerini ve hakikatini inşa etmek, yaratmak, bulmak ve yeniden canlandırmaktır. Kopmadan, erkeğin düşünüş formlarıyla, kalıplarıyla, sevgi-aşk anlayışıyla, ahlak- politika formları ve kalıplarıyla kadın eksenli bir yaşam inşa edemeyiz.

Kadın özgürlük mücadelesi; kendi mücadele tarihinde deneyimlediği Fiziki kopuşla kadın olarak kendi gerçekliğinin, öz gücünün farkına varma zeminini oluşturdu. Bu anlamıyla mücadele tarihinde özgün kadın örgütlenmesinin ana fikri de gücünü buradan alır. Ancak fiziki kopuşun ilk adım olarak önemli olmakla birlikte yeterli olmayacağı bilinmektedir. Asıl önemli olan duyguda, düşüncede, güdülerde ve biçimde yine davranış ve eylemleşmede erkekten kopuştur. Güçlü ve özgür birliktelikler olacaksa öncelikle sonsuz boşanma olmalıdır. Sistemin içindeyken sistem içi bir durumdayken nasıl ki sistem karşıtlığından bahsedemezsek erkek egemenliğinden de radikal bir şekilde boşanmak yani kopmak, kurtulmak kadınlar için stratejiktir. Öcalan, bir mücadele biçimi olarak özgür kadın ve erkek kimliğinin yeniden yaratımı ve cins mücadelesinin stratejik bir yaklaşımı olarak ‘her türlü devletçi-iktidarcı erkek egemen zihniyetten sonsuz boşanmak’ dedi. Sonsuz boşanma taktiksel, biçimsel veya dönemsel değildir, uzun sürelidir, stratejiktir. Sonsuz boşanmanın ‘sonsuzluk’ kelimesinin anlaşılması için yaratılmış olan beş bin yıllık egemen kültürle bağlantısını kurdu.

Mücadele esasları olarak ele aldığımız ‘Kopuş ve sonsuz Boşanma’ yaklaşımının, cins merkezli bir anlayış olmayıp toplumdan, toplumsal mücadele gücünden kopuk marjinal duruş olmadığı anlaşılmalıdır. Özgün-özerk kadın duruşuyla derinleşen kopuş ve erkek egemen sistemden boşanma erkeği de dönüştüren bir mücadele stratejisini içermektedir. Bu kopuşlar çokça eleştirdiğimiz kendimizi izole etme anlamında kopuş olmadığı gibi, dönüşen erkekle de birlikte daha güçlü ortak mücadele birliğini ifade etmektedir. İktidar ilişkilenme tarzından kopuk, özgür irade ve duruşa dayalı yaşamın her alanındaki birliğin güçlendirmesini amaçlamaktadır. Kadın Özgürlük Hareketinin en radikal feministlerden daha fazla erkekten, erkeğin egemenlik sisteminden kopuşu yaşadığını görüyoruz. Bu kopuşla kendisinde cins bilinci ve bakışıyla yarattığı güven ve cesaret temelinde genel mücadele zeminlerinde yer almaktadır. Yine cins bilincinin yarattığı toplumsal anlayış ve sorumlulukla genel toplumsal mücadelenin öncü gücü olarak da kendisini tanımlamaktadır. Bugün Kürt özgürlük mücadelesinde somutlaşan toplumsal mücadele kadını merkezine alan bir mücadeledir.

 

Erkek Dönüşmedikçe, Özgür Yaşam Değerleri Yarım ve Eksik Kalır

Kadının mücadele stratejisinin ilk adımı olan kopuşu tamamlaması gereken diğer bir mücadele boyutu da ‘erkeği dönüştürme projesi’ olmaktadır. Erkek; biyolojik bir olgu olmaktan çıkmış, erkeklik olarak iktidarla özdeşleşmiş bir gerçekliktir. Bu aşırı şişirilmiş, büyütülmüş erkeklik dolayısıyla iktidar, bugün en büyük tehlike olarak varlığını korumaktadır. Mevcut erkeklik sadece kadın için değil, tüm toplum için tehlikedir. Günümüzde doğa katliamından tutalım, savaşlara, insanlığı tehdit eden kitle imha silahlarından, insanlığın büyük bir bölümünün açlık sınırlarındaki ekonomik sorunlarına kadar tüm yaşadığımız sorunların erkek egemenlikli zihniyetin yaratımları ve sonucu olduğu daha fazla anlaşılmıştır. Kendisine ‘devrimciyim, demokratım, sosyalistim, özgürlükçüyüm’ diyen her erkeğin, öncelikle kendindeki erkekliği sorgulayarak işe başlaması gerekir. Aksi halde şu benzetme yapılabilir: Binlerce işçinin emeğini sömüren, sömürü sistemini en iyi biçimde uygulayan bir patronun ‘sosyalist’ olduğunu söylemesi kadar paradoks bir durumu ifade eder.

Egemen sistem köle kadını inşa ettiği gibi, egemen erkekliği de inşa etmiştir. O halde inşa edilmiş tüm gerçeklikler gibi bu erkekliğin değişimine de inanmak, mümkün olduğunu görmek gerekir. Kadının kendi özgürlüğü için mücadelesinin toplumsal özgürlük için yetmeyeceği açıktır. Erkeğin de inşa edilmiş egemen zihniyetinden kurtulması şarttır. Erkek, egemenliğini bir Allah vergisi gibi avantaj olarak gördüğünden dönüşüme gelmede daha fazla direnç göstermektedir.

Öcalan, erkeğin bu hâkimiyetindeki ısrarı ve tutuculuğu yanında sistem karşısındaki köle gerçeğini şöyle değerlendirmektedir. ‘Kadındaki kölelik olayı aşılırken, erkekteki kölelik ve köleleştirme büyük bir inatla sürdürülüyor ve çok tutucu davranılıyor. Kadında çözülüş kolayca gerçekleşirken, özgürlüğe doğru istek, arzu güçlü iken; erkek de bu hakimiyetten vazgeçmemeyi, tutuculuğu, hep kendine göre bir dayatmayı ısrarla sürdürüyor.

… erkek kesimi de en az kadın kadar kurtarılmaya muhtaçtır. Bizim çözümlemelerimiz bu ilişkide önemli oranda erkek çözümlemesini de içerdiğini, en az kadını çözümlediğimiz kadar, “erkek tipini” de sorunun diğer kutbunda çözümlediğimizi biliyorsunuz. Hatta ulusal kölelikte ve toplumsal düşürülmüşlükte, erkeğin payının kadından daha fazla olması gerektiğini, daha fazla suçlu görülüp sorumlu tutulması gerektiğini bu çözümlemelerin bir sonucu olarak söylüyoruz. Kadın sorumluluk duyamayacak kadar işlevsiz ve güçsüz bırakılmıştır, iradesiz bırakılmıştır. Yani bir yerde, tam yenilgi ve teslimiyet konumundadır. Dolayısıyla kölelik söz konusu olduğunda bir tarafa bırakacağız. Daha başat olan, sömürgeci kurumlarla ilişkide bulunan, dolayısıyla köleleşmemizle daha fazla bağlantılı olan erkektir.’

Gelinen aşamada kadına içerilmiş kölelik kadar; erkeğin, kadına karşı egemen olsa da sisteme karşı köle olup, hatta karakteri gereği işbirlikçiliği görülmelidir. Fakat toplumsal cinsiyet ilişkilerinin eşitliğe dayalı olarak özgürleşmesi erkeğin dönüşümü ile mümkündür. Mevcut eleştirilen ve ret edilen erkeklik, özgürlük probleminin ortaya çıkmasının en temel nedenidir, engelidir. Toplumsal devrim ancak her iki cinsin özgür-eşit değerlerde buluşması ile gerçekleşebilir. O nedenle erkeğin dönüşümü toplumsal cinsiyetin özgürleşmesi açısından stratejiktir. Erkek dönüşmedikçe özgür yaşam değerleri yarım ve eksiktir. Öcalan, bu değişimi kendinden başlattı. Yine erkeğin kendisini sorgulamasının radikal boyutunu belirtmek açısından ‘erkeği öldürme’ olarak belirti. Kendisinde erkeği öldürdüğünü ifade etti.

Erkekliğini sorgulama ve öldürme devrimci olduğunu iddia edenler açısından bile, söz konusu olmayacak, yaklaşılmayacak bir alandı. Öcalan’ın bu yaklaşımı hareketin erkek militanlarını da bir sorgulama ve dönüşüm sürecine soktu. Yine özgürlük mücadelesiyle ilişki ve sempatizan çevrelerde, Kürt toplumsallığında bir sorgulamaya yol açtı. Bunu en somutta da bugün Öcalan’ın düşünce ve felsefesinden beslenmiş Rojava devriminin bir kadın devrimi olma çabası ve gerçeğinde görmekteyiz. Bu paradigmanın yansıdığı her yerde mücadelenin kadın özgürlüğüne dayalı olduğu bilinci hem kadında hem erkek de oluşmuştur. Özellikle gelişen özgün örgütlenme araçları ve bilinçlenme çalışmaları, Kürt kadınında mevcut erkeği kabul etmeyen bir duruşa dönüşmüştür. Aynı zamanda erkek açısından da kadının gelişim düzeyinden etkilenme, kendisinde de bir sorgulama ve değişim kadar; egemenliğini daha farklı ince tarzlara büründürerek sürdürme yaklaşımları da açığa çıkmaktadır. Özellikle de kadın mücadelesinin toplumsal alana yansıması boyutunu ele alıp, değerlendirdiğimizde; erkekte kadının özgürleşme iddiası ile bağlantılı olarak kendini bir sorgulama gelişse de buna denk radikal bir değişim düzeyinin açığa çıktığını belirtemeyiz. Erkeğin kadınla aynı düzeyde kendisini değişim ve dönüşüme açık tutmadığı görülmektedir. Ancak kadın özgürlük hareketinin geldiği düzeyi dikkate alarak, kadına eskisi gibi yaklaşamayacağının da farkındadır. En azından mücadele içinde olduğunu iddia eden erkekler için böyledir. Ancak sorunu ideolojik ele alıp zihinsel bir değişim yaşamadığından erkek egemenlikli zihniyeti zemin bulduğunda kendisini ele vermektedir. Bugün demokratik siyaset alan ve kurumlarında, mücadelenin farklı alanlarında erkek, egemen duruşunu gösteremese de zemin bulduğunda, aile içerisinde, farklı zeminlerde egemenlikli yaklaşımlarını sürdürmektedir. Yine demokrasi ve özgürlük mücadelesinde belirtiğimiz gibi kaba anlamda erkeklik de bir kırılma olsa da inceltilmiş tarzda ısrar vardır. Kadın özgürlük mücadelesinin Kurdistan toplumunda açığa çıkardığı gelişme düzeyi de erkekliğin kırılmasında etkili olmuştur. Tüm örgütlenme alanlarında uygulanan eşit temsiliyet, eş başkanlık sistemi kadınlara kapatılan ve sadece erkek alanı olarak görülen mücadele alanlarında gözle görülür bir gelişme düzeyi yaratmıştır. Fakat buna rağmen bu alanlarda hem kadın hem erkek açısından değişimi stratejik ele almayan, biçimselleştiren anlayışları da görmek mümkündür.

Kürt özgürlük hareketinin daha özelde de Kadın Özgürlük Hareketinin ‘bu sorunu çözdük, verili geleneksel kadınlık ve erkekliği aştık’ gibi bir yaklaşım içinde olduklarını düşünmüyorum. Özgürlük hareketinin bu sorunu tarihsel toplumsal boyutları ile ele alma, kadın ve erkek militanlar olarak kendini eğitme, özgürlük ölçülerinde günlük olarak kendilerini inşa etme duruşu içinde oldukları biliniyor. Yeni kadını yeni erkeği, yeni toplumsal ilişkileri kendilerinden başlattıklarından topluma yansıması ve karşılığı da güçlü gelişmektedir. Kadın sorunu, dolayısıyla toplumsal cinsiyet ve özgürlükler sorununun; tarihsel-toplumsal olarak oldukça derin olan bir sorun olduğunun da farkındayız. Onun için de uzun vadeli bir mücadele sorunu olarak da görmek durumundayız. Ulusal, sınıfsal mücadeleler gibi kısa süreler ve salt siyasi-politik mücadele araçlarıyla çözülecek bir sorun olmadığını bilmek gerekiyor. Ancak tümden geleceğe ertelenecek bir gelişme olarak ta bakmamak gerekir. Kadının yitirilen değerleriyle yeniden buluşma, bu değerlerin kültürleşmesini sağlama temelinde esasta kültürel-zihinsel bir mücadele olarak ele almak gerekir.

Özgür toplumda kadın-erkek ilişkilerinin eşitlik ilkesi olarak; Özgür eş yaşam, kadın ve erkek arasındaki ilişkiler düzeninin eşitliğe dayalı hale gelmesini ifade eder. Çünkü yaşam adına ne varsa kadın şahsında bir bir köreltilmiş, toplumsal doğa büyük bir sakatlanma yaşamıştır. Erkek aklı kendi iktidarını meşrulaştırmak için eş yaşam ilişkisini özel alan olarak tanımlar. Kapitalist modernite, özel-kamusal alan ayrımıyla bu hakikati parçalamayı amaçlarken; mitoloji, din, felsefe ve bilim toplumda cinsler arasındaki ilişkiye dönük algı yaratır, biçim verir. Eş yaşamın toplumsal olarak karşılığı karı-koca ilişkisine indirgenemez. Kadın erkek arasındaki duygusal, cinsel ilişki bunun bir boyutu olabilir, fakat tümüyle böyle ifade etmek bizleri bir yanlışlığa götürür. Toplumsallık içinde kadın ve erkek ilişkilerinin tümünün eşitlik ilkesine kavuşması şarttır. Yani toplumsal yaşam bağlamında kadınlar ve erkekler özgürlüğe dayalı yaşamı gerçekleştirdikçe tekil eş yaşamlarda ancak bu ilişki bağlamında anlam kazanabilir. Diğer türlüsü özgür ve doğru bir ilişkiden ziyade geleneksel ilişki olmaktan kendini kurtaramaz.

Özgür eş yaşamın siyasal, sosyal, ekonomik, öz savunma başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarındaki toplumsal örgütlenmelerde ifadesi ‘eş temsiliyet’ ilkesidir. Demokratik konfederal sistemimizdeki bu uygulama ‘Eş Başkanlık’ olarak ifade edilse de kastedilen, sistemimizde eş başkanlık, eş sözcülükten başlamak üzere ‘eşit temsiliyet’ ilkesidir. Özgürlük Hareketinin özgürlük paradigmasıyla buluşan tüm alanlarında ‘eş temsiliyet’ ilkesinin uygulanması bir ilk olarak önemlidir. Eş temsiliyet, Özgürlük Hareketinin demokrasi ve kadın değerlerine kattığı önemli bir kazanımdır.

Eş başkanlık sisteminin; daha önce demokrasi iddiasıyla bazı oluşumlar tarafından ifade edilip, uygulanmaya çalışılsa da cinslere dayanan bir eşit temsiliyet olmadığı; iktidarın tek kişide olmasının önüne geçme anlamında bir iktidar paylaşımı olduğu bilinmektedir. Cinslere dayalı geliştirilmesi anlamında ilktir. Yine ‘Eş temsiliyet’i ‘kota’ anlayışıyla da karıştırmamak gerekir. Eş temsiliyet her iki cinsin toplumsal yaşamda ortak katılım ve sorumluluğunu gerektirir. Burada kadının sorumluluğu kadın değerleriyle katılım ve bulunduğu zemini demokratikleştirme anlamında önemlidir. Eş başkanlığın, eşit temsiliyetin bizim için bir iktidar paylaşımı olmadığı çok açıktır. Eş başkanlık, kadının erkeğe benzeşerek, erkeği esas alarak gerçekleştireceği bir temsiliyet alanı olmadığı gibi; kadın bakışıyla, değerleriyle, örgütlü gücüyle farkını yarattığı nokta da bir kadın temsilidir. Kadının temsil gücü bireysel bir temsil olmayacağından kendi kaynağından, kadının özgün-özerk örgütlenmesinden beslenmek durumundadır.

Kadının örgütlü gücünden beslenmeyen, bireysel kalan, ‘geneldeki kadın’ gibi erkeğin tasarrufuna açık parçalı duruşlar kabul edilemeyeceği gibi, kadının örgütlü iradesiyle bir tutuma gidilir. Yine kadın çalışmasını ve emeğini sadece özgün zeminle ele alan, genel zemindeki kadının emeğini ve mücadelesini görmeyen anlayışlar da aynı düzeyde tehlikeli olup, kadının özgün alanını iktidar zeminine ve tasarrufuna dönüştüren bu anlayış ve yaklaşımlarda aynı düzeyde kadın mücadelesini özgürlük amacından uzaklaştıran anlayışlar olarak görülmektedir. Eş başkanlık sistemi bugün siyasal, toplumsal alanlar başta olmak üzere birçok mücadele alanlarında önemli oranda kabul görmüş; kadın tarafından önemli bir temsil gücü ve tecrübesi açığa çıkmıştır. Ancak halen bazı alanlarda eş başkanlık, eşit temsiliyet gibi ilkesel yaklaşımlar karşısında gayri ciddi yaklaşımları da görebiliyoruz. Örneğin erkeği başkan, kadını eş olarak ifade edip, yardımcı gibi ele alınması; Kadın eş başkanların irade görülmemesi, ikincil planda görülüp esas alınmaması gibi anlayış ve tutumlar her şeyden önce özgürlük paradigmasına girmeyen, direnç içinde olan duruşlardır. Kadın hareketi açısından mücadele nedeni olan durumlardır.

Kadının varlık-özgürlük sorununa karşı ‘Öz Savunma’ alanı da en temel bir mücadele alanıdır. Kurdistan özgür kadın hareketi; öz savunma direnişinde kadın ordulaşması ile zirveleşmiş, partileşme ve Kadın kurtuluş ideolojisi ile de kimlik kazanmıştır. Örgütlenmek, bilinçlenmek her anlamda öz savunma anlamına gelir. Tarihte kadının öz savunmasını yitirmesi örgütlülüğü olan toplumsallığının dağıtılması, bilim ve bilginin yani kadının öz düşüncesinin elinden alınmasıyla başlar. Bu tarihsel referans üzerinden baktığımızda varlığı tehdit altında olan kadın ve halk gerçekliği, öncelikli olarak fiziki öz savunmayı şart kılmıştır. Varlığı kalıcı kılmanın diğer boyutu ise ideolojik olarak kaybedişin alternatifi olarak kadın kurtuluş ideolojisi ve bilimsel çerçeveye kavuşmuş hali olarak da jineoloji, öz savunma perspektifinin esasıdır. Kadın devrimimizin sistemleşmesi için bu perspektife dayalı olarak yüksek bir bilinçlenme faaliyeti ve fiziksel öz savunmaya dayalı bir kurumsallaşmaya ihtiyaç vardır. Ortadoğu da kadın devriminin gerçekleştirmenin temel koşulu bütün boyutlarıyla öz savunmasını gerçekleştirmiş cins mücadelesi ile mümkündür. Bu anlamıyla Kürt kadınları öz savunma mücadelesinde de öncülük edecek, deneyimleri değerlendirilecek bir birikime sahiptir. Öz savunma sorunu bir varlık ve özgürlük sorunu olmaktadır. Bu noktada Abdullah Öcalan’ın konuya dair değerlendirmesi oldukça aydınlatıcıdır; “Kadın eş evlilik durumunda olmadan, erkek egemen toplumun her alanında karşısındaki erkeğin her an avının üzerine atlamak durumunda olan bir panter gibi hareket edeceğini bilerek kendi hareket tarzını geliştirmelidir. Erkek panter fırsat bulduğunda, yani bu konuda önüne çıkan toplumsal engelleri aştığında mutlaka kadına bir pençe atacaktır. İktidarcı erkek bu anda hiçbir ahlaki norm ve vicdani gerekçe tanımadan kadını avlamak isteyecektir. Ne dinî örtünme ne de hukuk bunun önünde engel olabilir. Kadın bu durumu bilerek toplumsal alana çıkmalı, daha doğrusu garantili bir öz savunma olmadan tekin olmayan toplumsal sahalara inmemelidir.”

Kadın özgürlük mücadelesinin stratejik esasları olarak ifade etmeye çalıştığımız bu çerçeve, mücadelenin gelişim seyri dikkate alınarak Öcalan tarafından adım adım geliştirilmiştir. Bu mücadele stratejileri Kurdistan kadın mücadele tarihinin pratiğinden süzülerek, yaşamdan deneyimlenerek hayat bulmaktadır. Söz konusu mücadele kuram ve stratejileri Kurdistan’da kadın ve erkek sosyolojisine dayanarak geliştirilmiş; kendi toplumsal ve mücadele gerçekliği dikkate alınarak pratikleşmiştir. Farklı toplumsal ve sosyolojik gerçekliğe sahip olup Kürt kadın özgürlük mücadelesinin deneyim ve birikiminden yararlanmak, kendi somut gerçeğine uygulamak mümkündür. Kürt Kadın Hareketi birçok uluslararası kadın platformlarında, kadın ağlarında yer almakta; mücadele deneyim ve birikimini paylaşmaktadır. Bugün Kürt Kadın Hareketinin özgürlük paradigmasıyla, mücadele ve örgütlenme düzeyiyle dünya kadın hareketine öncülük edecek bir düzeyde olduğunu belirtmenin abartı olmayacağını düşünüyorum. Bunu, daha çok sorumluluk ve görevlerin ağrılığına, büyüklüğüne ve tarihsel rolüne dikkat çekmek için belirtiyorum.

 

 

 

 

 

[1] Yekitıya Azadıya Jınên Kurdistan (Kürdistan Özgür Kadın Birlikleri)

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.