Klasik Dönem Kürt Tarihinde İhanet, İşbirlikçilik Üzerine Olgusal ve Analitik Bir Okuma
Naif Bal
Bu yazıda proto-Kürtlerde gerçekleşen ihanet, işbirlikçilik örneklerini anlayabilmek için toplumsallaşma süreci ve Kürtlerin süreçteki rollerini içi içe ele alacağız.
“Gutiyum ülkesi”, Gutilerin yurdu olan Zagroslardır. Aryen dil-kültürün doğuş mekânı olan Zagroslar için Sümer kaynakları “yüksek memleket”, “Dağlı halk” anlamına gelen “Kurti” kelimesini kullanır. “Kürt” isminin kökeninde Kurti, Guti isimleri bulunur. Kürt isminin bütün telaffuzları “krt” sessizleriyle oluşur.
Zagros yaşam bölgesi Hakkari, Mag, Şanidar mağaraları yaşam çevresi, Zarziban kültür dalgasını içeren M.Ö. 35 bin yıllarına dayanan “Bradost kültürü” olarak somutlaşır. M.Ö. 15 bin yıllarına uzayan Aryen dil-kültür aynı bölgelerde gelişmiştir. Yerleşik yaşamın aynı bölgeden başlayarak temellendiğine ilişkin somut kanıt M.Ö. 12 bin yılına tarihlenen Zawi yerleşkesidir. Qalat Çermo (Süleymaniye), Tepe Guran (Loristan), Tepe Sarap, Ganjara (Kirmanşan) gibi kimisinin tarihçesi M.Ö. 11 bin yıllarına dayanan yerleşkeler, yerleşik yaşam düzeninin en eski örnekleridir. Zagros yaşam bölgesinde başlayan yerleşik yaşam ve tarımcılık kültürü Mezopotamya’nın diğer alanlarına doğru yayılma gösterir. Kürt kimliği Aryen dil-kültürü içinde şekillenmekle birlikte aynı zamanda kurucu niteliğe sahiptir. Biyolojik, filolojik, arkeolojik araştırmalar bu konuda yığınla veri sunmaktadır. Y. Marr, E. A. Speiser “Mezopotamyalıların Kökeni” eserinde Kürtleri Guti, Luluların torunları olarak anarlar. F. Hennerbichler, “Kürtlerin Kökeni” eserinde etnisitelerin DNA’sı üzerine yapılan incelemelerde Kürtlere ilişkin şu bilgilere yer verir: “Kürt anaerkil yerlileri büyük ölçüde yakın doğuyu (Avrasya/Batı Asya) ve Avrupa’yı birlikte kuran ana kabileleri temsil eder. (…) Onlar (Kürtler) Cilalı Taş Devrinden beri Kürdistan dağlarında bulunan ilk çobanların torunlarını temsil ediyor olabilirler.”[1]
“Mevcut DNA verileri Kürtlerin atalarının açıkça ve en başından beri eş zamanlı olarak yani tarihlerde uzak Kuzey (Doğu Anadolu, Kuzey Mezopotamya) ve uzak Kuzey Doğu Zagros ve bugünkü İran’ın Kuzey Batısının Doğu ovalarında var olduklarını gösteriyor. (…) Kürtlerin atalarında bulunan J- kavimlerinin Avrasyalılara dayanıyor oluşunu bir tespit ve belge olarak inandırıcı şekilde destekliyor.”[2]
Araştırmacılar “J” soyu izlerinin M.Ö. 15 binlere kadar uzandığını ve en yüksek oranda Zagros bölgesinde ölçüldüğünü belirtir. Zagrosların otokton kadim halkı halen aynı yerlerde yaşamaya devam etmektedir. Bradost kültürünün yaratıcı halkları başında gelen Kürtler M.Ö. 12 bin yıla kadar tarihlenen en eski yerleşkeler “Zawi”, Qalat Çermo, Ganjara’nın inşasına paralel Kuzey Mezopotamya’da M.Ö. 10 bin yıllarına dayanan Xerabreşk (Göbeklitepe) inşasıdır.
Muhtemelen artan nüfus ve tarım bilgisinde sağlanan gelişmelerden sonra Zagrosların hemen eteklerinde başlayan birinci dalga yerleşim yeri inşa etme kültürü içinde her Xerabreşk simgesel bir değerle ortaya çıkar. Dikeltilerek üzerine kabile ve aşiretleri temsilen semboller işlenen ve kimisi 40-50 ton ağırlığı bulan taşlar, alenen “birlik” ve “uzlaşı” simgesidir. Xerabreşk’in inşası dört temel şey gerektirir. 1- Gelişmiş bir zekâ, tecrübe ve farkındalık, 2- Kabileler arası iş-emek organizasyonu, 3- Uzun süren, yoğun işgücü gerektiren inşa sürecinde gerekli lojistiği karşılayacak tarımcılık ve ambarlama becerisi ve nihayet, 4-Ortak bir amaç! İnşanın gerçekleşmesi tüm bu ortaklıkların sağlandığını kanıtlıyor. Mevcut sonuç kabilelerin aynı dili ve kültürü paylaştıklarını aksi halde iletişim, uyum, uzlaşı sağlamalarının mümkün olmadığını gösteriyor. Tüm bu veriler Xerabreşk’in yerleşim ve tarımcılık kültürü ile beraber kabileler arasında yurtlaşma sorununu çözüm mührü olarak inşa edildiğine işaret ediyor. Kabilelerin, “aşiretlerin” bölgelerini belirleyen uzlaşının simgesi olan Xerabreşk toplanma, meclis, iletişim bilgi merkezi, pazar, ortak değerleri koruma ve birlik sembolüdür. Anılan özelliklerle toplumsal kimliğin doğuş ve gelişme mekânıdır. Aryen dil-kültüre dayanan toplulukların uyum ve uzlaşısı ikinci dalga olarak, toplum formunun ortaya çıkmasına ve Kuzey Mezopotamya’nın her yanına yayılmasına yol açar. Etnik açıdan Kürtler bu sürecin kurucu gücü, gelişen ilk toplumsal form ve onun mirasçısı sayılırlar. Aryen dil-kültür üçüncü dalga olarak Asya, Avrasya, Akdeniz kıyılarına ve Aşağı Mezopotamya’ya doğru genişler. Tüm bu süreçlerin içinde yer alan proto-Kürtler Zagros yaşam alanında Gutiyum, Mezopotamya’nın ovalık bölgelerinde Hurit ismiyle görünüm kazanır.
Gutilere ilişkin veriler M.Ö. 4 bin yıllarına dayansa da Lulular ile beraber Aryen dil-kültürün ve Kürt kimliğinin kök hücresi konumundadırlar. Lululara ilişkin veriler M.Ö. 6-7 binli yıllara kadar gitmekle beraber siyasi bir iktidar oluşturamamışlardır. Huritlere ilişkin veriler ise M.Ö. 6 bin yıla kayıtlanır. Huritler taştan silindir mühürler yapmaya M.Ö. 6 bin yılda, Amed surlarının inşasına katılmayı M.Ö. 3500’lerde gerçekleştirir. M.Ö. 12 bin yıla kayıtlanan Zawi yerleşkesiyle somutlanan köy yaşamı kültürü bir süre sonra Titriş (Rojava), Jarma, Tepe Gewre (Güney Kürdistan) gibi 1000-1500 nüfuslu kasabalarla genişler. Mezopotamya ovalarında, Xerabreşk uzlaşısıyla toplumsal form kazanan ve gitgide genişleyen Aryenik topluluklarının ilk siyasal temsiliyeti konumundaki Hurit; temsiliyeti pekiştirir şekilde, birlik anlamına gelir. Esnek, yatay yönetim anlayışına sahiptir. Dağ (Zagros) ile ova (Mezopotamya) Aryenikleri (aynı zamanda proto kürtler) arasındaki ilişkiler uyumlu, barışçıl, çatışmasızdır.
Ur, Uruk, Kiş, Lagal gibi Sumer kentlerinin doğuşu, üçüncü dalganın sonunda belki de dördüncü ve özgün dalga olarak ortaya çıkar. Semitiklerin atası Ameritler ile Aryeniklerin karışmasıyla M.Ö. 4. bin yılda Dicle-Fırat nehirlerinin Basra’ya yakın birleşme noktalarında ortaya çıkan ilk büyük kentler devletin doğuşunu başlatır. Toplumsal tarih bakımından doğal-komünal yaşamdan sapmaya çatalağzı oluşturan kent devleti örnekleri bir dizi yapısal değişim içerir. Doğal-komünal toplum ve kadın bilgi yapılarına karşıtlık, tanrı-kral kültürü, hiyerarşik toplumu örgütlemek, sistemsel ideolojik merkezler (Ziggurat, tapınak) inşa etmek, artık ürün sağlayacak karşılıksız emek sağlamak, kölecilik, yayılmacılık, tekelcilik, merkez inşası gibi ataerkil bilincin eseri açılımlar sapma yaratmak kadar, sonu gelmez imha savaşlarının yolunu açar. Görece barışçıl ortam yerine yıkıcı, sinsi rekabet ve saldırganlığa bırakır. Zagros yaşam bölgesinin ağırlıkta doğal-komünal yaşam süren Guti, Lulu gibi toplulukları, Hurit gibi esnek, yatay örgütlenen “birlik” modelleri Sümer kent devletlerinin yayılmacı, saldırgan, tekelci duruşları nedeniyle tehdit altına girer. Ardından gelişen Firavun (Mısır) rejimi bir başka tehdit kaynağına dönüşür. M.Ö. 2. bin yıl ile adını duyuran, dinsel, kültürel açıdan Huritlerin devamı, arşiv merkezi gibi davranan Hatiler (Hitit) gitgide güçlenerek Mezopotamya’nın içinde ve çevresinde güçlü bir tehdit kuşağı oluşur. Guti, Hurit, Lulu ve ikinci bin yılın ilk yarısında ortaya çıkan aynı kültürün parçası Kasid (Kajsid) ve Metiniler (Mittani) ya yeni yükselen devletli uygarlığa ayak uydurarak merkezcilik savaşına girişecekler ya da doğal-komünal, esnek, yatay birliklerini daha güçlü örgütlenmeleri dönüştürerek kendi modellerini inşa edeceklerdi. Kasid, Motinya (Metini) devletli uygarlık sürecine nispeten daha geç oluşumlardır ve devletli uygarlık modelin deneyim demişlerdir. Ne onlar, ne de Guti ve Huritler kararlı, net bir pozisyona girmeyi beceremeyerek arada sıkışmış ve bu nedenle zamanla kaybetmişlerdir.
Xerabreşk ile oluşan uzlaşı, birlik bilinci, dil-kültür bağları, verimli toprakların herkese yetmesi, doğal-komünal yaşam bilinci gibi nedenler iç çatışmalara, köleci sisteme, pazar kavgasına izin vermemiştir. Bu nedenle Guti, Hurit, Lulu ve bağlı bölgesel güçler aralarında çatışmamış, yayılma, ganimet savaşlarına pek itibar etmemiştir. Alanıyla sınırlı, yetinmeci, kendiliğindenci, rehavetçi, merkeziyetçilikten uzak bilinç ilişkilerin esasını oluşturur. Keskin sınıfsallık, hiyerarşi içeren, tekelci merkeziyetçi devletli uygarlık ile doğal-komünal ilişki tarzının egemen olduğu toplumsallık (Aryenikler) kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelecektir. Veriler proto-Kürt güçlerin bu karşılaşmaya yeterince hazırlanmadığını ve bu zeminin ihanet ve işbirlikçiliğini doğurduğunu gösteriyor.
Tarihteki İlk Proto-Kürt İhaneti
Sümer kentleri devletli uygarlık çağını başlatsa da hammadde (kereste, maden, değerli taşlar) açısından Gutiyum ülkesine muhtaçtır. M.Ö. 4 binlerde başlayan, 3 bin yılda yoğunlaşan Sümerya kökenli imha, talan saldırıları devletli uygarlık ile doğal-komünal toplum güçleri arasında mücadele örneğidir. M.Ö. 2700’lerde Guti, Lulu desteğinde Elamitler karşı saldırı başlatarak uzun bir dönem Sümer kentlerini ellerinde tutarlar. Geri çekilerek savunmaya geçen Elamitlerin tutumu Zagros topluluklarının özeti gibidir. Ne çağın ve yükselerek saldırıya geçen devletli uygarlık tehdidinin ne de kendi modellerini örgütleyerek geliştiren alternatif bilincin gereklerine göre davranmamaları, saldırıların sürmesine yol açar. Proto-Kürt tarihinin ilk ihanet örneği böylesi bir zeminde ortaya çıkar.
M.Ö. 2700 yıllarına tarihlenen Gılgameş Destanı ihanetin kahramanı Enkidu ve Uruk kent kralı Gılgameş’in “arkadaşlık” ve serüvenini konu eder. Destan kişiler üzerinden hikâyeleri ele alsa da alt metinde sınıfsallık ve farklı uygarlık güçlerinin mücadelesi vardır. Alenileştirilmeyen hikâye Gılgameş’in bitimsiz iktidar için Gutiyum ülkesinin hammaddelerini ve bölgeyi ele geçirme, toplulukları köleleştirme çabasıdır. Destana göre, dağlardan kaçan Enkidu “barbar” olarak kadın cinselliği ile Gılgameş’ın kenti Uruk’a çekilir ve sonunda Gılgameş’e “arkadaş” olur. Gılgameş’e rehberlik yaparak kereste ihtiyacı için Gutiyum ormanlarına talan seferi başlatılır. Sinsi, ani yapılan seferde Enkidu, ormanın ruhu Humbaba’nın öldürülmesini sağlar. Bu eylem Sümer tanrılarını bile dehşete düşürecek kadar aşırıdır. Sonradan Enkidu’nun hayatına mal olur. Kereste ile Gılgameş’e taht yapılacak olması açık bir iktidar savaşı, göndermesidir.
Hikâyeden Enkidu’nun neden doğal-komünal toplumdan kaçarak, Uruk’a gittiğine ilişkin veri bulunmaz. “Barbar” olarak Gılgameş’in arkadaşlığına “güçlü” olması nedeniyle kabul edilmesi ve dönerek Humbaba’yı öldürtmesi önemli ipuçları içerir. Buna göre Enkidu kişi değil, sembolik birisidir. Aşiret, topluluk önde geleni olduğu, yerel bölgesel lider olan Humbaba ile iktidar çekişmesine girdiği anlaşılıyor. Amaca ermek için Gutiyum’da destek aramak yerine Gılgameş’e gitmesi, devletli uygarlık kültürüne özendiğini gösteriyor. Enkidu’nun “gücü” onun Gutiyumlu ve toplumsal tabanın olmasındandır. Aksi halde Gılgameş bir “barbar” ile niçin arkadaş olsun? Onun bu gücüne dayanarak hemen talan seferine çıkması ve bunun “taht” ile ilişkilendirilmesi alt metni alenileştiriyor. Taraflar çok ileri gittiğinden tanrılar kerestelerle ilgili hastalık bulaştırarak Enkidu’yu ölümle cezalandırır. Buna göre, Enkidu devletli uygarlık modelini, doğal-komünal yaşam kültürüne tercih eden, bu amaçla sırtını kent devletine (Gılgameş) dayayarak amaca ermek için Humbaba’yı öldüren yerel bir liderdir. Bilinç, etik ve yaşam kültürü olarak doğal-komünal toplumdan korkmakla kalmaz imha, talan seferi örgütleyerek ihanet eder. Onun bu kimliğinin yanı sıra var olan tepkili arayışçı çabasının altında Gutiyum’un kendiliğindenci haline itiraz olduğu görülüyor.
Sümerya’dan gelen saldırı dalgalarının sonu kesilmez. Elamitler şahsında yapılan karşı saldırıda çare olmamıştır. Caydırıcı olacak savunma, örgütlenme, yeniden yapılanma, merkezileşme, bilinç dönüşümü gibi etkili hamlelerinin olmayışı Sümer saldırganlığını cesaretlendirir. Enkidu düşmanlarına benzeşerek dogmatik, kendiliğindenci, rehavetçi değiştirebileceğini sanır. Arayışı anlamlıdır. Ancak bunu Gutiyum ülkesindeki muhataplarıyla yapmak yerine, düşmanlarının yaptığını, onların eliyle daha uç şekilde tekrar etmekle yapıcı sonuç umma gafleti, öngörüsüz, bilinçsiz hareketlenmesi ihanetçi olmasıyla sonuçlanır. Devletli uygarlık ve iktidar açlığı ilk yansımasını böylelikle oluşturur.
M.Ö. 2150 yılında Urbilum, Kimaş, Gunhar gibi aşiretlerin katılımı Lor, Elamit, Hurit desteğiyle Akad’a karşı saldırı başlatan Gutiler Ur, Nippur gibi kentlerle beraber hegemonya merkezi Akad’ı da ele geçirir. Bir asır süren Guti egemenlik sürecinde yerel inançlara, yaşam kültürüne müdahale edilemez. İnancını, tanrısını dayatmak ideolojik, siyasi egemenlik biçimidir. Bunu yapmadıkları gibi, katı bir yönetim modelini de geçemezler. Aksine rotasyonlu krallık uyguladıkları kayıtlıdır. Belki de Gutiyum’un yönetim modelini Akad’a taşımışlardır. Akad kaynakları Gutilerin ani, hızlı ve kalabalık saldırılarını anar. Ama tarih bunun 100 yıllık bir başarı getirdiğini Kral Tirigar zamanında yenilerek Zagroslara geri çekildiklerini de yazar. Devletli uygarlığın gereğini yapmak ile kendi modelini inşa etmek tercihleri karşısında Guti Siyaz ortada kalmıştır.
Devletli uygarlık, kadın bilgi yapıları (ana-kadın düzeni), doğal-komünal toplum karşıtlığı üzerinden gelişen sınıfsal, köleci, tekelci bir düzendir. İdeolojik ikna sistemin temelini oluşturur. Gutilerin bu sisteme mesafeli durması Gutiyum’un doğal-komünal, eşitlikçi, özgürlükçü bilincinin gereğidir. Devletli uygarlık tüm kurgusal özellikleriyle inşa, örgütlenme bilincine sahiptir. Gutilerin nispeten doğal-komünal yaşamı geleneksel düzenin doğasındandır. Doğal yaşam kendiliğindenciliğe yol açar, örgütlenme, ideolojik bilinç yeterince aktif değildir. Bu nedenle tam ve bütünsel bir model içermez. Siyasal açıdan öngörülü, stratejik değildir. Gutiler kendi sistemlerini geliştirerek Sümerya, Akad kentlerine yayabilirdi. Güçlü ideolojik mücadele vermeleri beklenirdi. Bunu yapmadıklarını devletli uygarlığı simgesi tanrılar panteonu, iktidarcı tapınaklara, ideolojik hegemonya kurumları ve bilincine karşı tepkisiz kalmalarından anlıyoruz. Bunlar devletli uygarlık ve tekelciliğin temelleridir. Buna göre Gutiler doğal-komünal kültürden vazgeçmişlerdir. Ama kendiliğindencilik ideolojik, askeri savunma yapmayı da öngörmemiştir. Sonunda devletli uygarlık, canlı bırakılan kurumlarıyla Gutileri yenmiştir. Şu durumda saldırının anlamı ne olabilir? Stratejik düşünemedikleri için buna pratikte cevap olamamışlardır. Enkidu devletli uygarlığı Gutiyum’a taşımak isterken, Gutiler onların merkezine inmiştir. İki tarafta donanımsız, şartlara karşı eğreti, öngörüsüz, hazırlıksız olduğu için başarılı olamamıştır. Gutiler geri çekildiklerinde bu kez kardeş topluluklardan Kasidlerle sorunlaşma başlar.
M.Ö. 2000 yıllarının başlarında yükselen yeni güç Babil, kendisinden önceki hegemon güçler gibi Zagros yaşam bölgesiyle çatışma içindedir. Kasidlilerden önemli bir kesim işçi olarak Babil’e göçer. Aynı süreçte Kasid siyasa çevresi de yüzünü Babil’e çevirir. Babil kayıtları M.Ö. 1740 yılını, Kasid ordusunun geldiği yıl olarak anar. Babil’in çevresinde Hurit siyasal kuşağı vardır. Kasidlerin bu kuşağa sorunsuz geçmesi, dahası bir kısmında Hanca Krallığı (M.Ö.17. yüzyıl) bakılırsa Huritler ile akraba topluluklar oldukları anlaşılır. İzady, Hurit birliğini oluşturan güçleri şöyle sıralar: “Kummuhu, Melidi, Gurgum, Ungi, Kaman, Kaşki, Nairi, Shupria, Urkişh, Urartu, Namar, Saubaru, Marhlulubi, Qardu, Zamwa, Ellipi, Manna ve Guti”[3]
Mespila (Musul), Guti, Kasidlere başkent olan Aratta (Kerkük), Akdeniz kıyıları, bugünkü Çukurova çevresi Huritlerin kontrolündedir. Kasidlerle eş zamanlı, M.Ö. 17. yüzyılda Hurit denetimindeki bölgelerde adı duyulmaya başlayan ve muhtemelen yönetim içinde yer alan bir güç de Metini (Mitanni) çevresidir. Kansız bir siyasi darbeyle Hurit yönetimini ele geçirdiklerinde bölünmeye neden oldukları, Hurit isminin açık ve etkili varlığından anlaşılıyor. İç iktidar mücadelesinden sonra Metini[4] hızla yükselir. At yetiştiriciliği ve atlı savaş arabası icatları dönemin en ileri zırhlı savaş tekniği olarak şöhretini büyütür. M.Ö. 16-12 yüzyılları arasına damga vurdukları kuşkusuzdur. Bilinen ilk kralları, yönetimi ele geçirdikten sonraki sürece denk gelen Kral Kirda (1550-1530) sayılır. Buna karşın ardıl krallardan Poaratarna (M.Ö. 1500-1475) kendini “Hurit, Mitanni birliği” kralı olarak anar. Huritlerin kullandığı Urkeş, Uraşukani (Xweşkanî/Serêkaniyê/Ceylanpınar), Kanigalbat gibi başkentleri merkez yapan Metinya güçlü bir imparatorluğa dönüşür. Mısır Kralı 4. Tutmoisin barış ve saldırmazlık anlaşması yapmak zorunda kalacağı düzeyde önemsenen güçtürler. Temel zaafları, iç iktidarı diğer proto-Kürt güçlerin aksine iç iktidar mücadelesine kaptırmalarıdır.
M.Ö. 1596 yılında önde gelen proto-Kürt topluluklardan Hurit, Metini ve yakın kültür, akraba çevresi Hati (Hitit) desteğini alan Kasid Kralı Kastiyas (M.Ö. 1596-1575) liderliğinde Babil’e saldırarak yönetimi ele geçirdikten sonra Kasidlere bırakırlar. Bu süreçte Asur, Hurit denetiminde küçük bir ticaret kentidir. Bu süreçte sağlanan ittifaka Guti, Luluların da katılması ve siyasal merkez kurmaları halinde o zamana kadarki en geniş ve güçlü imparatorluk ortaya çıkacaktır. Mısır veya Hati’nin böylesi bir proto-Kürt birliğini yenme şansı yoktur. At, savaş arabası kullanmaları, peşinden demir kullanmaları gelişme ve başarı potansiyelleri için önemli verilerdir. Ne var ki ittifak genişlemediği gibi her güç kendi bölgesiyle sınırlanır. Mısır bu eşsiz fırsatı kaçırmaz ve M.Ö. 1445’te ani bir saldırıyla Metinya’ya ağır bir darbe vurur. Kral Sawsatar (Sausattar, M.Ö. 1440-1410) zamanında yeniden toparlansa da kendi içinde ve proto-Kürt yapılarla birlik sağlanmaması nedeniyle iktidar çekişmeleri şiddetlenir. Yükselen tekelcilik, merkezcilik mücadelelerine karşı dayanmanın tek yolu birlik ve kendi özgün modellerini geliştirmektir. Ne kendi modellerini geliştiriyorlar ne gerekli güvenlik tedbirlerine ne de ortak savunma ve güçlü ittifaklara başvuruyorlar. Bu yönlü verilere rastlanmaz. Her yapı kendi halinde, kendiliğindenci, öngörüsüz davranmayı böyle var olmayı sürdürür. Stratejik bilinç yokluğu, küçük parça üzerinde ekstra çekişmesiyle daha fazla yıpranmaya yol açar. Tehdit kapıya dayandığında ise aceleci, öfkeli, tedbirsiz, duygusal kalkışmalar 19-20. yüzyıl Kürt İsyanları’nın hepsinde tekrar ettiği üzere adeta gensel sonuçlar üretmiştir. Kürtler açısından tarihsel ihanet ve işbirlikçilik kişiler üzerinden değil, bu duruş ve bilinç üzerinden okunmalıdır. Enkidu, Matiwaza, Harpagos gibi ihanet örnekleri elbette irdelenmelidir.
Onlara varoluş zemini hazırlayan kendiliğindenci, tedbirsiz, öngörüsüz, ağır bilinç, örgütsüz, birliksiz, stratejisiz siyaset, ideolojik sığlık analiz edilmeyi bekleyen daha öncelikli ve kritik konudur. Akad, Babil gibi hegemonyanın iki kritik merkezi, daha sonra Asur, Ninova ele geçirdiği halde arada kalan bir duruş sergilendiğinden yenildiklerini görüyoruz. Metiniler iktidar için daha hevesli görünmelerine karşın, birliksiz ve vizyonsuz olarak küçük parça, bölgeler için kapıştıklarını, öncü düzeyinde yapıcı olmadıklarını, dahası Hurit’in eriştiği sınırları bile koruyamayarak birbirlerine düştüklerini görüyoruz.
Babası öldürülen kral oğlu Tuşratla (M.Ö. 1370-1350) başa geçtiğinde ağabeyi 2. Artatama ile taht kavgası başlar. Hati Kralı Şuppiluliuma (M.Ö. 1385-1356) durumu fırsat bilerek saldırıya geçer. Askeri başarı sağlayamayınca destek verdiği 2. Artatama’yı Hurit ülkesi ilan eder, bölünmeyi derinleştirir.
Metinyalı prenseslerle evlenmek adeta dönemin Mısır krallık geleneğine dönüşmüştür. Metini damadı 2.Amenhotap çalkantı sürecinde gizliden Asur Nati’ye silah ve para desteği sağlayarak, Metinya’ya karşı kışkırtır. Oğlu 4.Amenufis (Ahenaton/Akenaton) Metinilere damat olmak ve düşmanlarını gizliden desteklemek konusunda babasının yolundan gider. Teşviklerle Şuppiluliuma tekrar saldırarak bazı kentleri ele geçirince Metinya’nın zayıf düşmesini fırsat bilen Asur-uballit M.Ö. 1380 yılında valilik statüsündeki Asur kentinin bağımsızlığını ilan eder. Böylesi bir zeminde Tuşrata’nın oğlu 2.Sawsatar’ın desteğiyle babası öldürülünce (M.Ö. 1350) kendini Hurit ülkesi kralı ilan eden amcası 2.Artatama ile birleşir. Kralın öldürülmesi pahasına birlik sağlamak önemlidir ne var ki siyaseten yeterli sonuç vermez. Tuşrata’nın oğlu Mattiwaza bu birleşmeye karşı çıkarak önce Kasidilerin Babil’deki Kardun krallığına ardından Artatama’nın destekçisi Hatilere sığınır. Burada kral Şuppiluliuma’nın kızıyla evlendirilerek Hati işbirlikçisi olarak zor yoluyla Metinya’ya kral yapılır. Tüm bu süreçte Kasid’in Metinilere destek olmaması ne denli parçacı ve vizyonsuz iktidar olduklarına ışık tutar. Metinilerin desteğiyle Babil’i almalarına karşın Kasid Kralı 1.Burnaburiaş, kendisinin sırada olduğunu düşünmeden Asur Kralı Uballit ile Metinya topraklarının bir kısmını paylaşma anlaşması yapar. Metinya iyice güçten düştüğünde, Asur Kralı 1.Salmanaser’in saldırısıyla son bulur. M.Ö. 12. yüzyıldan sonra isimlerine rastlanmayan Metinya, Huritlerden kalan prenslik, krallıkları Nairiler toparlar. Bir başka proto-Kürt grubu olan Nairiler ve bileşenleri devam eden Asur saldırıları sonucu varlığını yitirir. Banil’e saldırarak Kardun krallığına son veren yine Asur olacaktır. Kral Tikulti Ninurta (M.Ö. 1240-1208) döneminde Mısır desteğiyle Kasidleri yenerken halkı Nemrut bölgesine sürerek yolda kırıma uğratır. Özgün bir kimlikle ortaya çıkan Urartu da Asur’un şiddet ve teröründen payına düşeni alır. Zagroslara saldırırlar III. Adad-nirari (M.Ö. 812-783) döneminde sıkça tekrarlanır. Burada Kar-Nabu, Kar-Sin garnizon kentlerini kurarak ağır vergiler koyan Asur’un, Kürt kimliğinin kuluçka bölgesi Zagroslara saldırısı akıllı bir tercih olmamıştır.
Asur, Semitik kökenli, dil-kültürü farklı topluluk olarak Aryen dil-kültürüne dayanan topluluklar, ağırlıkta proto-Kürtler arasında yaşam süren küçük ve ticaret bilincine sahip bir toplumdur. Günümüz IŞİD örneğinde görülen hızlı, pervasız, acımasız saldırı dalgaları ve pratiklerinin öncüsü Asur, binlerce insanın gözlerini çıkararak sağ bırakmak, kesik başlarla kaleler yapmak, insan, evcil hayvan, mal-mülk her şeyi bir arada yakmak gibi kitlesel imha, çaresiz bırakma pratikleriyle nüfuzunu yaymıştır. Son Guti Kralı Ubulli’yi de esir aldıktan sonra karşılarında örgütlü bir Kürt gücü, siyasi çevre kalmaz. Ancak bu Kürtlerin boyun eğdiği anlamına gelmez. Öngörsüz, kendiliğindenci, disiplin ve hiyerarşiye mesafeli olsalar da özgür yaşamla ve kendi kalmakta ısrarcıdırlar. Bu Kürtlerin dağ kanunudur. Nitekim Asur’un Zagros yaşam bölgesine karşı direnmeyi seçmişlerdir. Gerilla tarzı vur-kaç sızma yöntemleri zamanla daha geniş saldırı dalgalarına dönüşür. Madan bölgesinde baş gösteren direniş M.Ö. 900’lerden başlayarak,, “üç yüzyıl savaşları” olarak M.Ö. 612 yılında Asur’un yenilgisine kadar sürmüştür. Daha örgütlü ve yaygın direnişler ise M.Ö. 8. yüzyılın sonunda ortaya çıkar.
Asur-Mısır savaşı sırasında Madan/Madai (Med) bölgesinin toplulukları kral Kastarit öncülüğünde isyan dalgası başlatır. Tarihin babası Heredot süreci başlatan olarak Diokes/Diyakes (Diyako) ismini anar ve ona kurucu kral rolü atfeder. “Heredot Tarihi” eserinde yer verdiği Diyako (Diokes) hikâyesi kurucu lider olduğu tespitini doğruluyor. Buna göre; Diyako gönüllü yargıçlık yaparak halkın güvenini kazanmış, adil, çözüm gücü olan bir kimsedir. Zeki, öngörülü, stratejik ve kurumsal düşünen, planlı, tedbirli, bilinçli, birlikçi, ne istediğini bilen, merkeziyetçi bir kimsedir. Daha yargıçlığı sürecinde kafasında “özgür ülke” ve “ortak devlet” fikri olduğuna ilişkin çokça veri bulunur. Umduğu siyasal sonuç Medli siyasal çevresince sağlanamayınca taktik hamle olarak görevi bırakır. Asayiş eskisinden beter hale gelir. Bunun üzerine kendilerine bir lider seçmek üzere aşiret, küçük krallık çevreleri, ileri gelenler halka açık bir toplantı düzenler. Diyako’nun birliğe zorladığı ve bunu başardığı anlaşılıyor. Toplanan güçler aralarında bir lider seçemez veya buna layık biri bulunamaz. Sonunda ortak kararla Diyako’yu lider seçerler. Sıradan bir yargıç herkesin lideri olduğunda aşiret, soylu, krallardan farkını hemen gösterir. Kurucu, toplumsal bir lider gibi davranır. Lider olmayı kabul etmek için bazı şartlar koşar;
Bir başkent (Ekbatan) ve kale inşa edilmesi (Heredot bu kaleyi çok över), kalede kral için saray yapılması, saraya/krala başvuru ve şikâyetlerin yazılı olması ve resmiyet gibi şartların tamamı kabul edilir. Talepler genelde kariyerist, egolu, maddiyatçı özelliklerine yorumlansa da bu yönlü özelliklerine rastlanmaz. Aksine kurucu, inşacı özellikler içeren yeni bir bilinci temsil ediyor. “Kendiliğindenci” kalan doğal-özgür yaşam, askeri, siyasi niteliği zayıf, sıradan, “birlik”, “güvenlik” tedbiri olmayan yapılar, “kurumsallık” kazanmayan yönetim anlayışı Diyako’nun bilincinde yer almaz. Ortak iradeyle belirlenen lider herkese “eşit mesafeli”, “resmi” ilişki dayatır. Ahbapçı tarz yerine kurumsallığı, herkese lider olmayı esas alır. Stratejik düşünen, “birlik” halini kurumsal devlete dönüştürmek, dar bir çevre kralı olmak yerine lider olmayı arzulayan önemi anlaşılmayan istisna bir isimdir. Klasik, kaybeden, kaybettiren, Kürt siyasasına karşı keskin bir müdahale olarak net, kararlı, bilinçli, hamleci, sonuç yaratan alternatif sahibidir. Önemi, amacı anlaşılmayan, Kürt tarihinde lider olabilen tek isimdir. Kürt siyasasına klasik ve kendindenci bilinç haline, dahası topluma ve bilinç dünyasına alenen yapılan tarihsel müdahaledir. Bu nedenle Heredot’un tespitiyle tam anlamıyla kurucu, birleştirici liderdir. Mısır-Asur savaşı sırasında gerçekleşen kalkışma süreci ile Diyako’nun yaşadığı süreç (M.Ö. 728-675) kesişmektedir. Nitekim Diyako’nun kurduğu Medya devletinin Asur tarafından sonunda resmi bir mektupla tanınması (M.Ö. 672) aynı döneme denk gelir. Guti, Kasid, Hurit, Metini, Nairilerin yenilgisinden sonra Medya Diyako’nun keskin kopuş içeren bilinci sayesinde gelişir. Kendinden önceki bütün proto-Kürt yapıların Asur’dan tarihsel intikamını alacak zamanı hazırlar. Zerdüşti inanç onun açılımından sonra ortaya çıkar.
Dicle-Fırat’ın buluşma noktasında doğan devletli uygarlık devamlı şekilde güneyden kuzeye doğru merkez kayması yaşar. Hegemonya Babil’den Asur’a geçer. Hegemonya merkezlerinin proto-Kürtlerle çatışmasında hep bir denge olmuş, bazen de Akad, Babil’in ele geçirilme örneklerinde olduğu gibi geçici üstünlükler kurulmuştur. Buna karşın esnek yönetim anlayışı, kölecilik karşıtı duruş korunmuştur. “Birlik” kurulduğunda başarılı oldukları, o bilinçten uzaklaştırıldıklarında yenildiklerini, ihanetçiliğin geliştiğini görüyoruz. Bu iki eğilimin son temsilcileri Medya ve Asur, Diyako’nun başarılı örgütlenme ve kurumsallaşma çabaları sonunda “üç yüz yıl savaşları” finali için karşı karşıya gelir.
Medya Kralı Keyako (Keyakser) öncülüğünde Pers, Babil’in yer aldığı geniş bir cephe kurulur. İsyan sürecine katılmayan Persler Asur’un yenileceğini görünce destek vermiştir. Mısır’dan Asur’a gelen desteğin ulaşmasını sabote eden İbraniler cephenin dolaylı müttefikidir. Ordunun başında savaşan, tarihçilerce iyi bir askeri stratejist olarak anılan Keyako (M.Ö. 625-585) Kerkük, Hewler, Musul gibi kentleri kurtardıktan sonra M.Ö. 612 yılında Asur başkenti Ninova’yı kuşatarak düşürür. Zaferden sonra Ninova yerine kendi başkentleri Ekbatan’a çekilen Medler savaştan önce adil bir “iş birlik” ve “halklar cephesi” kurmayı başardığı, her çevrenin kendini yönetmesini benimsediği için savaşmadan, gürültü katılımlarla geniş bir imparatorluk haline gelir. Asya’ya doğru orduya dayalı bir açılım olsa da ciddi savaşlar yaşandığı söylenemez. İstisnai örnek ordunun Lidya’ya karşı başlattığı seferdir. Tarihçilerin Kürt olduklarını belirttiği Kapadokya çevresinde yaşayan Zelanilerin muhtemel yardım talebine cevaben sefer başlamış olabilir. Keyako girdiği bir-iki savaşı kazandıktan sonra Kızılırmak kıyısında Lidya ordusu ve destekçilerine karşı savaşırken güneş tutulması yaşanır. Taraflar bunu mesaj algılayarak barış anlaşması yapar. Lidya Kralı Alyettes’in kızı Aryenes ile Keyako’nun oğlu Aştiyago (Astiyages) evlendirilerek yakın ilişkiler kurulur. Seferden sonra Aştiyago tahta geçer, böylelikle Kürt tarihinin ikilemi tekrar etmeye başlar.
Tarihçi A. Ribard, “İnsanlık Tarihi” eserinde “Med-Pers Kanunu”ndan söz eder. Buna göre Medya sarayının pek çok önemli görevi Perslilere verilir. Bu sayede örgütlenme, yönetim işlerini öğrenirler. Nitekim ardından Ahameniş Ailesi üzerinden Oers siyasasının doğuşu gerçekleşir. Ancak ilk kurban Medya olacaktır.
Heredot Aştiyago[5] için “aşırı barışçıl” derken, Machiavelli “barışçıl, politikada ısrarcı” olmakla eleştirir. “Barışçıl” olmak bir zaaf olmadığına göre, eleştiriyle ne amaçlandığını Perslerin saray içi darbesinin başarıya ermesinden anlamak mümkündür. A. Ribard persleri “saray içi darbe” ve “ komplocu”lukla tanımlar. Med ordusunun başkomutanı Harpagos’un pratiği bu tespitleri doğruluyor. Sarayında Harpagos’u düşürecek düzeyde Medlere/Kürtlere karşı komplo yapıldığı halde Aştiyago’nun aymaz, bihaber olmasına bakılırsa, “barışçıl olmak” eleştirisi çerçevesi olayından anlaşılabilir. Komplo ve darbeyle Med sarayı Perslerin eline geçer. Diyako’nun muazzam öngörü, beceri ve zekâyla kurduğu Medya devleti Aştiyago’nun beceriksiz yönetimiyle M.Ö. 550 yılında son bulur. Saray içi darbe yönetimi de esnek ve yatay bir geçiş yaşandığını gösteriyor. Yönetimin Perslere geçmesiyle ilk dönemlerde “Med-Pers Kanunu” işlemeye devam etse de çok geçmeden ortadan kalkar. Kürt siyasası bir daha toparlanamaz ve Kürtlerin başkalarına asker, uşak olmak süreci başlar. Nedenler çok yönlü irdelenebilir. Burada Harpago (Harpagos) ihanetini zemin olan bilinci isimler üzerinden değerlendirmekle yetineceğiz.
Pers komplosunda askeri boyut söz konusudur. Prof. G. Rawlinson “Medya Krallığı” eserinde, yönetimin el değiştirmesi sürecinde Med-Persler arasında büyük savaşlar yaşandığını belirtir. Veriler ve Harpagos ihanetinin gösterdiği üzere “büyük savaş” değil, “büyük komplo” yaşanmıştır. Harpagos büyük zaafları nedeniyle saray içi entrikalar sonucu Perslerce düşürülmüş görünüyor. Taht kavgası verse ordunun gücüyle başa geçebilirdi. Böyle bir amaç taşımadığı, yönetimin Kürtlerden Perslere geçmesi için ihanet ettiği anlaşılıyor. Astyages’in son sözleri doğrulayıcı olmaktadır. Pers ordusunda komutan olarak Ege kıyılarında görülen savaşlarda zaferi getirecek taktikler vermesine bakılırsa yetenekli ve zeki bir askerdi. Nitekim Persler de bu nedenle onu gözden çıkaramamıştır. Zeki ve yetenekli asker olarak tahta geçmek için ihanet yoluna sapmadığına göre geriye kalan tek seçenek kişisel zaafları nedeniyle Perslerce düşürüldüğü gerçeğidir. Aksi halde başında bulunduğu Pers ordusunun 5-6 katı kadar nicel, nitel genişliği bulunan Med ordusu yenilgisinin izahı mümkün olamaz. Saray içi darbenin askeri ayağında düşürülmüş Harpago’nun ihaneti vardır. Ordular karşı karşıya geldiğinde Harpago ikna ettiği güçlerle Pers ordusuna geçince Med ordusu moral açısından çöker. Bu süreçte başka nasıl dalavereler çevirdiyse saray ele geçirilir ve Astyages esir düşer. Kanlı bir savaş yaşanmadığını komplo ve entrikalarla yönetimin ele geçirildiğini Perslerin Medlere dayanmasını sürdürmesinden anlaşılıyor. Astyages Harpagos’a mealen; “Ordunun başındaydın, yerime geçebilirdin. Madem böyle bir şey yapacaktın bari sen tahta geçseydin ki efendi (özgür) Medler köle olmasaydı” şeklinde çıkışır. Harpagos kişisel zaafları nedeniyle Perslerin tuzağına düşmüştür. Aştiyago’nun söylemi mantıklıdır. Ne var ki, tepedeki sorumlu kendisidir. İhanet gelişmişse o zemini kimin verdiğini, niçin tedbir alınmadığını, niçin zamanında görülmediğini sorgulamak ve açıklamasını yapmak da Astyages’e düşer. Kral olarak saray içinde, yönetimde, orduda gerekli tedbirleri alsa ihanet olsa bile etkisi sınırlı kalacaktır. Ama Astyages tedbirsizliği Harpago’nun ihanetiyle birleşince bedeli Medya’nın tarihten silinmesi olmuştur. Durum, Astyages’nin bilinç dünyası itibariyle Diyako’nun tersi duruş sergilediğini gösteriyor.
Kürt tarihinde lider kişiliğiyle istisna oluşturan Diyako bilinç, emek, öngörü, tedbir, örgütlülük ve kurumsallaşma ile keskin kopuş yaşadığı proto-Kürt yapılar sürecindeki, aymaz, hantal, öngörüsüz, disiplinsiz, tedbirsiz, kendiliğindenci, vizyonsuz, parçacı, egolu yönetici anlayışı hazıra konan Astyages pratiğinde yeniden canlanmıştır. Toplumsal özgürlüğü ve kurumsal yapıyı riske atan, korumak için tedbir almayan düşünüş ve eyleyiş hali sorumlu konumunda bulunanlar için “ihanet” durumunu ifade eder. Pers dalavereleri, komple ve darbesi bu zeminde devreye girebilmiş, başarıya ererek Medya’nın sonunu getirmiştir. Harpagos’a serzenişte bulunurken ders çıkardığı sonucuna varabilmemiz için devamla şöyle sözler etmesi beklenirdi: “Toplumsal özgürlük ve sorumluluk gereği tedbirsiz kalmaya, rehavete kapılmaya, çağın şartların gereğini görmezden gelmeye, duyarsız, öngörüsüz olmaya, net, kararlı davranmamaya, kaybettiren kendiliğindenci tarzı sürdürmeye hakkım yoktu. Duruşum darbe ve ihanet zeminini hazırladı. Benim yaptığım sorumluluklarım karşısında ihanettir. Sen düşmanlarımızla işbirliği yaparak daha rezil bir ihanetçilik örneği sergiledin.” Kürt siyasa çevresi bundan ders çıkarsın!..
Yoruma kapalı.