Kendini yönetmek özgürlüktür!
Toplum, tarihsel süreç içerisinde birden fazla insanın bir araya gelerek ortak bilinç, duygu ve amaçlar çerçevesinde grup veya gruplar şeklinde birlik, örgütlülük içinde oluşturulan bir olgudur. Buna bilinçli, ahlaki-politik birliktelik de diyebiliriz. İnsanı insan yapan bilinçtir. Bilinç, bilmek, farkına varmak ve öğrenmekle oluşur. Ve aynı zamanda birlikten toplumsallık doğar. Deneyim ve tecrübeyi mirasa, tarih bilincine dönüştürmek ve geleceği planlamak kabiliyetidir. Bilinç, varlığın örgütlü hareket etmesini gerekli görmüş, insanı buna yönlendirmiştir. Toplumsal hareket etme sürü birleşiminde farklıdır. Sürü de toplu hareket eder ama bilinçli ve planlı bir birlik değildir. Bunun için toplumsaldır diyemeyiz. Sürü yaşamı tekdüzedir. Oysa toplumsal yaşam çok boyutlu ve çeşitlilik içerir. Bilinciyle politika geliştirir. Politik etkinlikle oluşturulan kararlar, toplum tarafından ahlaka dönüştürülerek, uyum oluşturulur. Sürüde politik etkinlik, ortak karar oluşturma yoktur. Politik aktivasyonun ortaya çıkardığı ortak fikir ve kararlar toplumun ahlakı haline gelir. Herkesin veya genel ekseriyetin doğru bulduğu, kabul edip uyduğu şey de ahlak oluyor. O zaman ortaya çıkan şudur: Toplum=zihin+demo+politika+ahlak=insanlaşma ve toplumsallaşmadır. Bunu bir kavram altında toplayarak “demopolietik toplum” diyebiliriz. Gerçek toplum ve toplumsallığın özü de, biçimi de buradan çıkar. Eğer bir yerde toplumsal sorunlar kaos-krize dönüşüyorsa orada toplumun demopolietik fonksiyonları sağlıklı işlemiyor demektir.
Bilinç ve zihin insan ruhsaliyetini, psikolojisini ifade eder. Psikoloji bir bilim dalı olarak zihin yapısını, işlevlerini araştırma konusu yaptığı kadar birey, grup veya bir toplumu belli kategoriden insanı, insanları başkalarından ayıran karakter özelliklerinin veya ruhsal duygu-davranış biçimini, durumlarını ifade etmektedir. Ruh soyut bir kavram olarak görülüyor olsa da özünde zihniyet olgusuna işaret etmektedir. Ruhsuz birey veya toplum olmaz derken zihniyetsiz, bilinçsiz, politikasız, ahlaksız toplum olunmayacağı ortaya konulmaktadır. Zihniyet toplumsal etkinliklerin sonucunda oluşur. Bu etkinlikler çok boyutludur.
Toplum demek aynı zamanda örgütlülük demektir. Örgüt kavramı, egemen, tekelci, sömürücü, devlet ve iktidar güçleri tarafından kriminalize edilmiş olması anlaşılır bir şeydir. Çünkü bu yapılar toplumun kendi öz hakikatine göre örgütlenip, işlemesini istemezler. Eğer toplum gerçek manada örgütselliğini, bütünlüğü çerçevesinde işlerse bu yapılar varlık gösteremez, varsa da yok olurlar. Örgüt, örgütsellik toplumun varoluşu ve özgür yaşamasının en temel oluş halidir. Bir toplumun örgütlenmesi engellenirse, örgütlü olma fonksiyonları sağlıklı çalışmıyorsa, sekteye uğruyorsa toplumsal gerilme ve yok oluş sürecine girer. İnsanlaşma olgusu toplumsal örgü ile oluştuğu bilim dünyasının hemfikir olduğu konudur. Yani insanlığımızı toplumsallığa borçluyuz. O zaman insani varoluşumuzu ilk toplumsal form ile başlatabiliriz. Bu toplumsal form da klandır. “Klandan önce ne vardı” diye bir soru aklımıza gelebilir. Elbette klan yaşamından önce de bir yaşam vardı. Bu yaşama da “doğal yaşam” diyoruz. Doğal yaşam doğanın belirlediği, yön verdiği bir yaşamdır. Murray Bookchin buna “Birinci doğa” demektedir. Yani insan öncesi yaşam insanlaşmayla birlikte “ikinci doğaya” geçmiş oluyoruz.
İkinci doğa, toplumsal örgüdür, örgütselliktir. İnsan bilinci bunu ortak duygu, emek ve davranışıyla ortaya çıkarmış. Klan bunun ilk biçimi oluyor. Bunu, takriben M.Ö. 3 milyon yıllarında yaşamış olan insan anası, atası olarak tanımlanan Afrika’da bulunan Lucy olarak adlandırılan bir kadına ait fosile kadar dayandırabiliriz. Bu insan ile primatlar arası halka olarak tanımlanmıştır. Sonrasında 2,5 milyon yıla Habilis insanı, 2 milyon yıla Erectus insanı ve 200 bin yıla günümüz insanına yakın atası Sapiens tarihlenmiştir. Bu canlı forumlar Homo (İnsan) Erectus’a kadar doğal-sürü tarzında yaşamıştır. Tam olarak insanlaşmayı tamamlamamış olsalar da bazı insani özelliklerinin geliştiği belirlenmiştir. Bundan dolayı Hominid, primat veya insan atası olarak tanımlanmıştır. İnsan atası deyip de insan olarak tanımlanmaması da garip gelebilir. Çünkü toplumsallık örgüsü oluşturamamışlardır. Doğaya bağımlı, doğaya biçim verme, kontrol etme yoktur. Doğadan kopuşu Homo Erectus (Belki de Adem ve Havva) gerçekleştirmiştir. Cennet yaşamı doğal yaşamdı, oradan kovulma, kendi başının çaresine bakmayı gerektirir. Adem atamız Havva anamız cennete benzer bir bahçe yaptılar. Artık doğada meyve, sebze, av peşinde oradan oraya gitmeye gerek yoktu. Toprağa çapayı vurdu, kendi kaderini eline aldı. Bu klanı yerleşik hayata geçirdi. Erectus zeminini hazırlamış, Sapiens hayata geçirmiştir. Sapiens toplumsal örüntüyü ilerletip klanını geliştirir. Klan bilinçli, örgütlü topluluktur. Toplumun ilk formu ve bilincidir. İnsan tarihinin en uzun evresini kapsar.
Toplumsal yaşamda tekelci, sömürgeci, iktidarcı olguların belirmesiyle birlikte toplumsallıkta yarılma ve sapmalar baş göstermiştir. İktidar ve tekelcilik toplumun artı değerlerinden beslenir. Toplumun kendi geçimini sağlamak için ürettiklerinin çoğunu kendine alır. Bu anlayış klanların kabile formu içinde bir araya gelerek yerleşik hayata geçmenin (neolitik dönem) ortalarına doğru gelişmeye başlar. Gelişen bu toplumsal sapma kendini köleci sistem olarak örgütlülüğe büründürerek toplumu baskı ve sömürü cenderesine alır. Toplumun elindeki değerlere el koyma veya toplum öğelerini kul-köle olarak çalıştırabilmek için zor araçlarına, ideolojik ikna argümanlarına ihtiyaç vardır. Toplumun bir kısmı zor aygıtları ve baskı yöntemleriyle, bir kısmı hayal ürünü; din-mitoloji-hikaye-ideolojik ikna argümanlarıyla denetim altına alınarak köleci düzene sokulurken, toplumsallığın demopolietik değerlerinden taviz vermeyen kesimler ise direnişe geçerler. Köleci sisteme karşı bu toplumsal direniş yeni bir toplumsal formun oluşmasını yaratır. Bu da aşiret formudur. Akraba kabileler, köleci sisteme karşı yurtlarını, varlık ve özgürlüklerini korumak için güçlerini birleştirerek aşiret tarzında yeni bir toplumsal rol oluştururlar. Kabilelerin aşiretsel örgütlülüğü, direnişi etkili olur. Köleci sistemi işlemez hale, krize sokar. Köleci sistem de krizden çıkışın çözümünü feodal sistemi geliştirmekte bulur. Feodal sistem her ne kadar kölecilikten vazgeçilmiş bir sistem gibi gösterilse de öyle değildir. Köle sahibi (efendi) yerine senyör (lord, ağa) geçmiştir. Köle de maraba (serf, xulam) olmuştur. Yani toplumsal sömürü daha da ağırlaştırılmış, derinleştirilmiştir. Feodalizm, toprağın tümünü mülkiyetine almaya çalışarak toplumu da kendi topraklarında serf-maraba-xulam kılmaya çalışmıştır. Oysa toprak toplum için varlık-yokluk meselesidir. Toprağı onun yurdudur, yaşam ve beslenme yeridir. Bu nedenle toprağın bir kaç kişinin tekeline girmesi toplumsal krizi doğurur. Demopolietik toplumun bu toplumsal krizi aşması için aşiret formundan yeni bir forma geçiş yapması gerekiyordu. Ve öyle oldu. Yakın akraba aşiretler, klan ve kabile mahiyetleriyle halklaşma formunu geliştirerek feodal düzeni kaos ve krize sürükler. Ancak toplumsal bünyeye sirayet etmiş sömürücü, tekelci yapılar yine de sökülüp atılamaz. Bu yapılar toprağı bırakıp pazarı-ticareti ve üretim araçlarını ellerine alarak kapitalist sistemi gerçekleştirirler. Kapitalist sistem sömürücü, baskı ve adaletsizliği daha da artırır. Toplum ve ekonomi karşıtı kapitalist, sömürücü düzenine karşı toplumsal bünye hala direnişte ve yeni bir form oluşturma arayışındadır. Kürt Özgürlük Hareketi ve öncülüğü günümüzde bu direnişe öncülük etmektedir. Alternatif olarak da “demokratik ulus” formu önerilip inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Abdullah Öcalan, ahlaki-politik toplum, demokratik toplum, demokratik uygarlık, demokratik ulus olarak tanımlarken, literatürde şimdilik kötüler içinde en uygun kavramların bunlar olduğunu belirterek, ileride daha uygun bir kavram bulunursa kullanabileceğini de ekler. Öcalan’ı okuduğumuzda gördük ki, ortaya konulan paradigmaya uygun düşecek ve en iyi anlamlaştıracak kavramlar demokrasi, politika ve ahlaktır. Biz demokrasinin “krasi” ekini Yunan mitolojisinin iktidar tanrısından geldiği için bu kavramdan çıkarak “demo”yu, toplumsallığı tanımlayan en etkin kavramlar olan politika ve ahlakla bütünleşerek “demopolietik” şeklinde ortaya koymak istedik. Toplumun kendi kendini yönetmenin en ideal formülü budur diye düşünüyoruz. Böylece bundan sonra demokratik toplum, demokratik uygarlık, ahlaki-politik toplum, demokratik ulus kavramlarının içeriğini ihtiva ettiğini düşündüğümüz “demopolietik toplum” kavramının kullanılmasının daha doğru olacağı inancındayız. Bunun kavram karmaşasını da ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Demopolietik toplum, toplumun başka bir iradeye, temsile, iktidara, devlete vb. himaye, kontrolcü güce ihtiyaç duymadan doğrudan kendini yönetmesidir. Özcesi toplumun özü, izleyişi, eyleyişi, var olması ve örüntüsü demopolietiktir.
Kürt toplumsallığını ve sorunlarını da bu yöntemle ele almak daha doğru tahlil ve sonuçlara götürecektir. Kürtler Mezopotamya’nın en kadim halklarındandır. Arkeolojik kalıntı ve bulgulardan elde edilen veriler, Kürtlerin buralara yerleşme tarihinin insanlığın bu bölgede yerleşik hayata geçme sürecine kadar dayandığını göstermektedir. Bu verilere bölgedeki Sümer, Akad, Asur, Babil ve Kürt olarak adlandırılan Gundî, Gutî, Kurdî, Hurî, Mîtanî, Kasît, Kardu, Kardukiler… Yukarı Mezopotamya’da M.Ö. 7-8 binlerde yerleşik hayata geçtikleri, neolitik; köy-kadın devrimini gerçekleştirdikleri; köleci sistem saldırılarına karşı kabile, aşiret birlikteliklerini-konfederasyonlarını oluşturarak Nairî ve Med organizasyonlarıyla halklaşma sürecine girmişlerdir. Bu süreç M.Ö. 550’li yıllara kadar gelir. Bu döneme kadar Kürtler kendi yurtlarında genel anlamda özyönetime dayalı yaşamışlardır. Bir dış Pers saldırısı ve Harpagos’un iç ihaneti sonucunda yabancı yönetim altına alınmışlardır. Yabancı yönetim altında da parçalı güç ve bölgelerde öbekli, özerk iktidar yapıları çerçevesinde yaşamışlar. Üst tabaka ailevi ve mikro iktidar çıkarları için dış, işgalci, sömürgeci yapılarla işbirliği içinde hareket edip bu statüye razı olurken, demopolietik toplumsal bünye sürekli özgürlük direnişi, isyanları ve savaşı içinde günümüze kadar gelmiştir.
20’nci Yüzyılda Kürtler büyük kırımların yaşandığı yerel özerkliklerinde tamamen ortadan kaldırıldığı, ulus-devletler arasında dörde paylaşıldığı, artık esamelerinden bile bahsedilmesi yasak ve suç sayıldığı bir sürece girmiştir. Dört işgalci, sömürgeci ulus-devletin soykırım ve asimilasyon değirmenine alınarak öğütülüp başka ulusların inşası için malzeme haline getirilmeye çalışılmıştır. 1970’ler sonrası Kürtler için yeni bir dönemdir. Bir grup aydın-öğrencinin Kürt toplumsal tarihinin direniş mirasından, demopolietik toplum kalıntılarından ve dönemin bilimsel zihniyetinden aldığı güç ve bilinçle Kürt toplumsallığında uyanış, diriliş, direniş ve özgürlük sürecini başlatmışlardır. Bu özgürlük hareketi kısa süre içinde Kürt sosyolojisinde çok ciddi değişim-dönüşüm ve gelişimler yaratmıştır. Tekrar toplumsal değerlerine sahip çıkma, uyanış ve dirilişi sağlanmış, yediden yetmişe kızları-erkekleri ile destansı bir direniş süreci ortaya konulmuştur. Bu direniş ve toplumsal önderlik boşluğu doldurulmuş; ortaya çıkan yeni önderlik direnişi yıkılamaz bir toplumsal zemine-hakikate oturtulmuştur. Kürt toplumu için gelişmenin en büyüğü bu alanda boşluğu doldurması olmuştur. Ortaya çıkan bu toplumsal direniş potansiyeli sadece Kürtlerle sınırlı kalmamış, periferik ve küresel ciddi bir etki ortaya çıkarmıştır.
Bu durum Kürt sömürüsü üzerinden palazlanıp iktidar olan yerel-bölgesel ve küresel güçleri paniğe sokmuştur. Özgürlük Hareketi ve Önderliği kapitalist sömürü düzeninin sahiplerini telaşlandırmıştır. Özgürlük Hareketi’nin her an öngörülmez gelişimleri, devrimsel alt üst oluşları etkileyebileceği durum tahlili yapılarak, küresel düzeyde ve tarihte eşi benzerine rastlanmayan bir küresel komployla Abdullah Öcalan bir ada hapishanesinde katı tecrit ve esaret koşullarına alınmıştır. Halkların, demopolietik toplum unsurlarının ilkbaharları bu şekilde kara kışa dönüştürülmeye çalışılmıştır. Geliştirilen tasfiye ve yok etme sürecinden ağır toplumsal bedeller ödenerek çıkılabilirmiştir. Çok boyutlu, çok aktörlü saldırılara karşı gösterilen direniş, verilen bedeller, Öcalan ve Özgürlük Hareketi’nin geçmişin hatalarının tekrarlarını aşacak, yeni durum ve sürece cevap olabilecek bir kurumsal ve anlamsal yoğunlaşmaya götürmüştür. Bu yoğunlaşma sonucunda Özgürlük Hareketi yeni alternatif bir sistemle daha güçlü bir çıkış yapmayı başarmıştır. Yeni sistemle hareket klasik bir örgüt olma durumundan demopolietik tarihsel toplum zeminine-hakikatine oturtulmuştur. Hareket doğru mecrasını bulmuş, toplumsal bedene gerçek ruh ve bilinci kazandırmıştır. Bu hareketin artık yenilmezliği ebediliğinin olduğu zemindir. Ebedi olan toplumsal örgü ve varlıksa, bu hareket bu örgü ve varlıkla buluşmuş, ete kemiğe bürünmüştür. Kürt toplumunun Özgürlük Hareketi ve Önderliğinin bütünleştiği, dinamize olduğu yeni dönemde her şey tamamlanmış, bitmiş değildir. Asıl süreç bundan sonra başlamıştır. Yıkıma uğratılan toplumu yeniden kendi özü üzerinde inşa etme sürecidir. Yeni paradigma ile toplumsal tahlil yapılmış, toplumsal hakikatin ne olduğu ortaya konulmuştur. Bu da demopolietik toplum hakikatidir. Kürt toplumu bugün bu sürece girmiş bulunuyor. Bunun yanında eski, sömürücü, işgalci iktidar ve ulus-devlet sisteminin yarattığı toplumsal yıkımlar, oluşturdukları yapısal ve anlamsal problemler var. Şimdi de bunların ne olduğuna kısaca bir göz atalım.
Kürtlerde Ulusal Birlik
Kürtlerde ulusal farkındalık 19’uncu Yüzyılın ortalarında oluşmaya başlar. Halklaşma formunun boyut kazanması, farklı kültürlerin kendini yeni toplumsal form, duygu ve zihniyetle tabi görmesinin kabulü ortak vatanı, kültürü, bilinci benimsemesi, kapitalist sistemin sömürü ve hegemonyasına karşı arayış ve direniş gibi olgular halklaşmayı uluslaşmaya taşımıştır.
Kapitalizm, uluslaşmayı toplumsal zeminden, özünden saptırmak için ulus-devlet sistemi tarzında demopolietik uluslaşmaya karşı ulus-devlet gibi bir canavarı inşa etmiştir. Ulus-devlet veya devletin ulusu tarzında örgütlenmeleri toplum ve ulus karşıtıdır. Elit, çıkarcı, egemen bir kesimin toplumu kafesleme şebekesi veya hapishanesidir. Kürt toplumunda her ne kadar üst tabakanın talep ve arayışı olmuşsa da kadim ve güçlü demopolietik toplum değerleri, ulus-devlet gibi toplumsallık karşısı sisteme girmeye razı olmamış, rıza göstermemiştir. Bu anlamda Kürtlerde ulus-devletin gelişmeyişi dış güçlerin değil, toplumsal yapının kabul görmemesi nedeniyle olmuştur diyebiliriz. Çünkü kapitalist sistem karakteri gereği her ulusu, ulus-devlet rejimine alarak kendisine dönüştürme çabasındadır. Kürt toplumunun demopolietik değerleri bu rejimle uyuşmamış, kültürel, ahlaki zihniyet, doku uyuşmazlığı göstermiştir. Bu da Kürt toplumu için eksi değil artı olmuştur. Kürtler ulus-devlet sistemine girmediği için bu sefer dört ayrı ulus-devlete dağıtılmıştır. Bu şekilde ulus-devlet rejimine yönlendirme çabası içinde olunmuştur. Kürtlerin yaşam, inanç, ahlak, kültür ve yönetim anlayışları özgürlükçüdür, yerel ve otonomdur. Kürtlerdeki ulusal parçalanmanın en büyüğü ve en önemlisi bu iki çizgi arasındadır. Ulus-devlet peşinde olan çıkarcı, hanedan şebekeler ve toplumsal hakikati çizgisi olan demopolietik ulus arasındadır. Ulus-devlet çizgisinde olanlar (KDP, Hür Dava Partisi vb.) hegemon ve işgalci ulus-devlet yapılarıyla işbirliği içinde hareket ederken; demopolietik ulus çizgisi de özgüce dayalı özgürlük çizgisinde birliği oluşturma mücadelesinde, çizgisindedir. Kürt toplumunun yapması gereken şey, bir an önce ulus-devletin işgalci, çıkarcı, ihanetçi çizgisinden kurtulma ve gerçek değerleri olan demopolietik ulus çizgisinde birliğini oluşturmasıdır.
Kürt Toplumunda Din
Din, ahlakın biraz daha katılaşıp inanca dönüşmesidir. Bu anlamda toplumsallığın önemli kültürel, inançsal değeridir. Özüyle oynanıp iktidarcı, devletçi, çıkarcı toplum karşıtı bir sapmaya uğratılmış olması gerçek özünü değiştirmez. Toplumsal din ve inançlar her zaman özgürlükçü, demopolietik olmuşlardır. Kürtlerde de böyledir.
Din olgusu insanlaşma-toplumsallaşma ile birlikte başlamıştır. Doğru yaşamın yolu, inancı ve ütopyası olmuştur. Günümüze kadar sentezlenerek, birbirini izleyerek gelmiştir. Her yeni dinin bir önceki dinin sadece aşınmış yanlarını reddederek, olumluluklarının devamı olarak kendini göstermesi bundandır. Yine kendini yeni gelişmeler ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncelleyip geliştirenler olduğu gibi katılaşma, sapma gösterip eriyenler de var. Ama toplumun kendisi zaten çok dinli ve inançlıdır. Toplumcu çizgide olanların isimleri farklı olsa da özleri aynıdır. Önemli olanda isimleri değil özleridir. Bu anlamda aynı isim altında toplamanın gereği ve anlamı da yok. Doğru olan her inancın kendini ayrı isimle ve toplumsal öz değerleriyle yaşamasıdır. Din ve inançların tehlikesi iktidarcı, devletçi çıkar şebekelerine alet edilmesidir. Önemli olan dinin toplumsal değerlerinden kopmaması ve bu şebekelerin topluma karşı kullandığı bir silaha dönüşmemesidir. Kürtlerde din konusunda ciddi sorunlar var. Kürt toplumu şu an birçok din ve mezhebe bağlı yaşıyor. Kürdün Müslümanı, Musevisi, Zerdüştisi var. Bunun yanında her dinin mezheplerine dağılmışlık var. Din ve mezheplerdeki çeşitlilik demopolietik toplum gereğidir. Çeşitlilik kötü ve yanlış değildir. Bu din ve mezheplerin birbirini yok etmesi, kendine dönüştürmesi yerine her birinin yaşamını maneviyatla anlamlaştıran, ahlaki kılan, iyi-güzel ve doğruya yönlendirmede yarış halinde olmaları doğru olandır. Kürtleri bir dinde veya mezhepte tekdüze yapmak kazanım değil kayıp olacaktır. Her dinin ve mezhebin demopolietik çizgisinde gelişmesi, geliştirilmesi toplumsal ve inançsal doğru ve kazanımdır. Dini inanç konusunda da Kürtler iki çizgiye ayrılmış haldedir. Yabancı iktidar ve yönetimlerin toplumsal zeminden saptırıp toplum ve din karşıtına dönüştüren işbirlikçi, dinci çizginin (Hür Dava Partisi vb.) bir toplumsal karşılığı olmasa da Kürt toplumunun düşman odakları tarafından sürekli kullanılagelen yapılardır. Yakın zamanın Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı’ndan bu yana Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said, Seyit Rıza vb. birçok isyana bakıldığında “Kürt” işbirlikçi şeyh ve mollalar tarafından, haklı, halkçı isyanların din karşıtı olduğuna dönük kara propagandalarla kanla bastırılmasının fetvaları verdirilmiştir. Bugün de bu çizgide olanlar her gün onlarca Kürdü öldürdüğünü övünerek söyleyenlerin sofrasına oturmakta, “Kürt” olarak Kürdün kanını dökmektedirler. Kürtler için elzem olan bir an önce bu çizgiyi iyice teşhir etmek ve din alanında yaratılan sapkınlıkların giderilmesi için oluşan boşluklar doldurularak toplumun kendi değerlerini hakikate dayalı yaşamasını sağlamaktadır. Demokratik İslam Kongresi çalışmaları anlamlı ve değerlidir. Önemli mesafeler alınmış ama kadro zayıflığı paradigmal, perspektifsel doğrultuyu geliştirme, yaygınlaştırmada zayıf kalındığı için çoğu zaman iktidara, anti-toplumcu din çizgisine savrulmalar yaşanabiliyor. Politik ve ahlaki olarak toplumsal çizgide duruluyor olunsa da zihniyet ve perspektif oluşturmada din karşıtı çizginin değirmenine su taşıyacak durumlar hala yaşanabiliyor. Bir zihniyet arınması, toplumsal perspektif oluşturma ihtiyacı elzemdir. Demokratik İslam Kongresi’nin de “Demopolietik İslam Kongresi” tarzında isim güncellemesini yapması da özüne daha uygun düşeceğini düşünüyor ve öneride bulunuyoruz.
Kürt Toplumunda Aile
Aile, her ne kadar esir, devletçi uygarlık çizgisinin en fazla üzerinde oynadığı bir olgu olsa da toplumsallığın en küçük yapı birimidir. Mevcut durumda genelde olduğu gibi Kürtlerde de aile yapısı krizlidir. Bu kriz bilimsel değil mevcut sistemden kaynaklıdır. Aile temel toplumsal amaç ve değerlerinden koparılarak erkeğin iktidar alanı- devletçi, sistemin çocuk üretme atölyesi, egemen-elit yapının angarya işlerini gören bir yapı haline getirilmiştir. Bu bencil, iktidara, toplumsallıktan uzaklaştırılmış aile yapısı, enerjisi sürekli iç bunalım ve krizli halde tutularak toplumsallık atomize edilmiş oluyor. Aynı anlayış Kürt toplumu ailesi üzerinde çok daha fazla uygulanmaktadır. Aile kendi değerlerinden uzaklaşsın, toplumsallığı, özgürlüğü ve örgütselliğiyle buluşmasın diye neredeyse her aile efradı üzerinde ayrı bir politika uygulanmaktadır. En kendini korumaya çalışan ailelerin içine bile sızılarak mutlaka bir ya da birkaç kişi aile ve toplum ahlakıyla bağdaşmayan fiillere sürükleniyor. Gayri ahlaki (fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık, dolandırıcılık, çetecilik, ajanlık, bencillik, apolitiklik) işlere sürüklenen aile üyeleri üzerinden ailenin enerjisi içten tüketiliyor. Aile itibarı, onuru yıkıma uğratılıyor. Toplumsal sorumluluklardan uzaklaştırılıyor ve kirli sistemin kirli işlerinin yaptırıldığı bir kuruma dönüştürülüyor. Açık ki bu bir aile değil aile yıkıcılığıdır.
Aile demopolietik bir toplumsal yapı olup özgür eş yaşam zemininde form bulmuştur. Tekrar bu zemine kavuşturmak gerekir. Bu alana dönük sistemin bozma uğraşlarına mukabil bir düzeltme gerçek toplumsal aile hakikati ile buluşturma çaba ve çalışmaları görülmüyor. Bu alanda da demopolietik toplum ailesinin değerleri her aileye taşırılma çalışmaları yapılırsa büyük bir toplumsal sıçramayı yaratacağı kesindir. Bireyden başlayıp aile ve diğer tüm toplumsal yapı ve formlardan “kelebek etkisi” gibi de bir dönüşüm-gelişme yaratabilir. Aksi takdirde kaybeden aile, kaybeden toplumsallık olacaktır.
Kürt Toplumunda Birey
Birey yaygın ve yoğun bir biçimde sistemin yozlaştırıcı, bencilleştirici saldırısı altındadır. Kürt bireyi bundan fazlasıyla “nasibini” almış-almaktadır. İşgalci, sömürgeci, ulus-devlet yapıları beşikten mezara kadar bireyin peşini bırakmaz. Kreş ve okul aşamalarıyla kendisine bir iş kolunda hizmet edecek tarzda kul-köle-kalifiye eleman-birey yetiştirme programlarına tabi tutar. Yetişen birey, aile ve toplumsal değerleriyle değil, sistemin stereotipi olarak iyi maaşlı, askeri, işçisi, amelesi, memuru, bürokratı, eleman biçiminde yetiştiriliyor. Birey ana-babasının toplumsal maneviyatından uzak, bencil maddiyata, haza ve kazanca güdümlenir. Buna gelmeyenler ise çeşitli sert veya yumuşak cezalandırılmalara maruz bırakılır. En hafifi kötü kazançlı bir iş veya işsizlik en serti hapishane veya mezardır. Birey, bu cenderede sürekli “Akıllı ol, toplumsal yaşam, kültür, hak ve taleplere yönelme, kendi kariyer ve kazancına bak” şeklinde telkin altında tutulmaktadır. “Akıllı ol” denilen şey de “sisteme teslim ol veya öyle görün”dür. Bu durum kişiliği parçalanmış, maddi doyumsuz, mutsuz, krizli, toplumsallığa duyarsız bireyi ortaya çıkarmıştır. Güdümlenmiş hayallere ulaşmayı başaramayan çağdaş Sisifoslar gibidirler. Sisifos’un ki ucunda mutlaka başaracağım iradesi değil, sürekli yanlışa-başarısızlığa mahkûmiyettir. Sistemin yarattığı kişilik budur. Kürt toplumunda çok yaygındır. Çünkü bireyi çok yönlü, çok faktörlü, çok bileşenli saldırılar altındadır.
Tarihsel, toplumsal çizgide bir karakter mirası, idealleri var. Özgürlük mücadelesiyle bu daha da belirgin hale getirildi. Geçmiş tarihsel toplum kahramanlıklarının ardılları ve sentezleri niteliğinde Zîlan, Beritan, Agit, Sara ve daha niceleri sayılabilecek örnekler ortaya çıkarılmış. Toplumsal birey ve kahramanlık ancak sistem dışına çıkılarak demopolietik toplum insancısı olunarak sağlanabilmektedir. Sistem hastalıklarından arınmak bile büyük bir savaştır.
Günümüzde çocukluktan yetiştirme imkanları vardır. Yeni nesil, yeni birey “Kendini bil!” şiarıyla demopolietik toplum değer, düşünce ve bilinciyle yetiştirilebilirse sağlıklı bir Kürt bireyi ortaya çıkarılabilir. Sistemin hastalıklarını kapmış yığınla birey var. Öcalan’ın dediği gibi “insan taslakları” hareket edebilen kadavralar gibidirler. Ne ruh ne umut taşıyorlar. Sistemin salgınına tutulmuş bu kesimi de eğitip-bilinçlendirip toplumsal çizgiye kazandırma sorunları da var.
Bireyin doğal, demopolietik toplum özelliklerinin hakim hale getirildiği bir yerde sistemin hayal süsleyici, sanal dünyası etki etmez. Kürt bireyi diğer toplum ve halk bireyleri gibi değildir. Tüm toplumsal, bireysel haklarından mahrum bırakılmış. Yurtsuz, dilsiz, bilinçsiz, savunmasız, ölçüsüz, kültürsüz, toplumsuz, değersiz bırakılmış, bırakılmak istenmiştir. Kendi toplumsal değerleri, özgün örgütsellikleri, siyasal iradeleri, ekonomik sistemleri ile daha fazla buluşma gerekliliği vardır.
Kürt Toplumunda Yönetim
Kendini yönetmek özgürlüktür. Özyönetimi olmayanın özgürlüğünden bahsedilemez. Yönetim toplumsallığın kendini var kıldığı en temel olgudur. İktidarla aynılaştırılamaz. Demopolietik toplumda tüm toplumun politik karar oluşturma sürecine katıldığı, ahlaki normlar inşa ettiği bir özyönetim var. İktidarcı, eril-devletçi yapılarda politika yerine bürokrasi-demagoji (halkı aldatma); ahlak yerine hukuk; toplum (halk, demo) yerine devletin rol üstlendiği bir yabancı yönetim var. Yönetimsiz toplum, toplumsuz yönetim olmaz. Toplumsal zemin ve fonksiyonlarından kopmuş bir yönetim, yönetim olarak değerlendirilemez. Ancak yabancı iktidar olarak değerlendirilebilir.
Kürt toplumunda mevcut durumda demokratik konfederal sistemin çatısı altında gelişen bir özyönetim kurumsallaşması, bilinci, talebi ve mücadelesi var. Gerekli kurumsal, anlamsal çerçevesi ortaya konulmuş, inşa ve işletmede sorunlar mevcuttur. Bin yıllardır yabancı iktidarların bu alanda yarattığı yıkım ve hastalıkları gidermede zorlanma görülüyor. Kürt toplumu gerçek manada demopolietik fonksiyonlarına kavuşursa sorunlarının çoğu kendiliğinden çözüm yoluna gireceği belirtilebilir.
Kürt toplumsal gerçeğiyle ilgili örnek babında açımlamaya çalıştığımız boyutlara eklenebilecek daha birçok yan var. Bunlar bir makalenin sınırlarını aşacak düzeyde olduğu için fazla teferruatlarına giremeyeceğiz. Ama toplumsal duruma ilişkin kısa maddeler halinde şunlar da eklenebilir:
1- Bireyin grup ve sınırların bazı ahlaki-politik değer ve normlar etrafında oluşturulan uyumlu yaşama sosyal düzen denilir. Kürtler yabancı yönetimleri altında olmalarına rağmen bu sosyal düzenlerini koruyup geliştirmesini başarmışlarıdır. Bunu köklü demopolietik toplum özelliklerine borçludurlar. Kürt toplumunun sosyal düzenin bozucu ve bozmaya çalışan faktör ve güçler hiç eksik olmamıştır. Buna karşı demopolietik çizginin direnişinde hep varola gelmiştir. Günümüzde bu çizgi kendini çok daha güçlü göstermektedir. Sosyal düzenini koruma, geliştirme mücadelesini yürütmektedir. Kürt veya Kürt toplumu adına ortaya çıkıp Kürt sosyal düzen uyumunu bozmaya, yıkıma uğratmaya çalışan çok sayıda iç ve dış güç bulunmaktadır. Bunlar da çoğunlukla din, devlet, milliyetçilik, cinsiyetçilik, Kürtçülük, bölgecilik adı altında çıkarcı iktidar yapıları ve hizmet ettikleri işgalci güçlerdir. Kürt toplumu geçmiş yaşanmışlıklardan çok iyi dersler çıkarmıştır. Deneyimle kazanılan dersler toplum için pahalıya mal olsa da toplumsal hafızanın derinlerine işleyerek şaşmaz refleksler oluşturduğu da bir gerçek. Kürtlerde bugün bu refleksler çok daha güçlüdür. Son yüzyılın acı ve zorlukları, kırk yıllık savaş süreci Kürt toplumuna kendi toplumsallığını, dostunu ve düşmanını daha iyi tanıtmıştır. Toplumsal düzeninde buna göre sağlam tutmakta, savulmalara zemin vermemektedir. Bu durum, çeşitli düzeylerde asimilasyona uğramış kesimleri de etkilemiş, tekrar toplumsal kimliklerin döndürmeyi sağlamıştır.
2- Kürt toplumunu oluşturan sosyal grupları birbirini etkileme, geliştirme, ortak değerlerini güçlendirmeleri hep engellenmiş; zıtlıklar oluşturularak birbiriyle ihtilaflı veya çakışmalı hala getirilmiştir. Rol ve konumları toplumsal yaşama göre değil, işgalci devletlerin çıkarlarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Yaşam tarzları baskı altına alınarak, tek düzey bir yaşama zorlanılmışlardır. Hobbes’in “İnsan insanın kurdudur!” anlayışının gelişmesi teşvik edilmiş, toplumsal düzen ve uyum sürekli problemi tutulmuştur.
3- Sosyal ilişki ve etkileşim minimalize edilmeye çalışılmıştır. Var olan iletişim ve etkileşim, zorunlu ihtiyaç alışverişleri veya içi boş; asosyal anlamsız ilişki düzeyindedir. Etkileşim, toplumsallıktan uzak, sistem kültürüne özendiren sınırda tutulmuştur.
4- Sosyal sistem veya yapısal bütünlüğünün oluşması hep engellenmiştir. Aile kendi içinde başka ailelerle veya toplumsal yapıyla hep uyumsuz kalınmıştır. Din ve inançlar çatışmalı ve birbirinden uzaklaşmanın sebebi yapılmıştır. Siyaset kurumu hep egemen-işgalci güçlerin inisiyatifinde veya elinde yürütülmüş, Kürt siyasi iradesi sürekli darbelenmiş, baskı altında tutularak gelişimi engellenmiştir. Kürt bireyinin toplumsallığını yaşaması yasaklanmıştır, başka ulusların, ulus-devletinin kullanım malzemesi haline getirilmiştir. Ekonomik olarak hem dışa bağımlı ve muhtaç düzeyde tutulmaktadır. Temel toplumsal sistemi oluşturan bu olgular tasfiye veya ölüm sınırında tutularak toplumsal düzen ve bütünlüğün oluşması engellenmiştir.
5- Toplumsal hareketlerin gelişmesi, örgütlenmeleri ve eylemselleşmelerine ya izin verilmemiş ya da saptırılıp sistem çıkarları düzeyinde statükoyu zorlamaya derece tutulmuştur. Umut ve beklentiler devlet ve aparatlarına kanalize edilmektedir. “Bu iktidar gitsin diğeri gelsin” umut ve beklentisi toplumsal sorunların çözümüne deva olmamıştır. İsmi üzerinde “iktidar” hedeflenmekte. Doğal olarak aynı olacaktır. Bir süre sonra da “Bu da gitsin bir başkası gelsin!” denilecektir. Köklü çözüm buradan çıkmaz. Yapılması gereken sistem içinde iktidarı hedefleyen tüm parti ve oluşumları aynı kefede ele almaktır. Zaten söz konusu özgürlük ve özyönetim olduğundan hepsi, “milli mutabakat” oluşturmakta, toplumsal çıkışın bastırılması için her biri ayrı ayrı rol üstlenmekte, rıza veya zor aygıtlarıyla toplumu tepelemektedirler. Halkın, toplumun, umut ve gelecekleri bunlara ipotek edilemez. Toplumun sorunlarını ancak ve ancak toplumun kendisi çözebilir. Sorunların kaynağı olan zihniyet ve oluşumlar sorunları çözemez; daha da ağırlaştırılmasında rol oynayacaklardır. Toplum demopolietiktir. Demopolietik fonksiyonlara hassasiyet kazandırmak tüm sorunların çözümüdür.
6- Toplumsal değişim ve gelişimin olumlu yönde olması engellenmiştir. Toplumsal yönden gelişmelerin önü tıkatılmış, olumsuz ve geri düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.
7- Kürt toplumunda sosyal problemler genel ekseriyet devlet, sınıf, kent, cins, iktidar, işgalci, sömürgeci yapılardan veya işgalci devlet ve işbirlikçilerinden kaynaklı sorunlardır. Ancak bu yapıların geriletilmesi veya tasfiyesiyle problemler çözüm yoluna girebilir. Sosyal problemlerin artış ve yaygınlığı ahlaki çöküntüyü yaratmıştır. Sosyal düzensizlik ve çöküntü egemen ve işgalcilerin işine geldiği için bu “normal” bir hal haline getirilmiştir. Bu durumda olan toplumu yönetmek egemenler için her zaman daha kolay olmuştur.
8- Sosyal politikalar, sosyal kontrol mekanizmaları işlevsizleştirilmiştir. Toplumun kendi sorunları çözme, ihtiyaçlarını karşılama, varlık, birlik, işleyiş ve refahını sağlamasının en temel fonksiyonları engellenmiştir. Politik iradelerin yok sayılmış bir merkezde tekelleştirilip işbirlikçi, işgalci güç denetimlerinde tutulmuş, tutulmak istenmektedir.
9- Ekoloji (çevre sorunları); insan ve doğa, toplum ve insan karşıtları oluşturulmuştur. Kürtlerin yaşadığı coğrafya ekolojik yıkım ve tasfiyeyle yararlanamaz hala getirilmeye çalışılmıştır. İnsanlığı milyonlarca yıl beklemiş olan coğrafya en haininin, en zaliminin saldırılarına maruz bırakılmıştır. Doğanın tasfiyesiyle Kürt toplumunun tasfiyesi hedeflenmiştir. İnsansızlaştırma, bitki örtüsü ve canlı popülasyonlarının yok edilmesi üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Ekolojik bilinç saptırmalarıyla insanların kendi elleriyle kendi cennetlerini cehennemlerine çevirmenin yolu açılmıştır.
Sonuç olarak, sosyo-psikolojik olgularıyla vardır. Sosyo-psikolojik olgular çok boyutludur, girift ve karmaşıktır. Hepsine sınırlı dar bir makalede yer vermek, analizini yapabilmek zordur. Bizde temel boyutlardaki konulara ilişkin vurgu yapmak ve işaret etmekle yetinmeye çalıştık. Yukarıda ortaya koyduğumuz hususlara ilaveten eğitim, sosyalleşme, boş zaman, adalet, eşitlik, sağlık, yaşlılık, göç, suç, tüketim, üretim, bilim, beden, kadın, çocuk, barınma ve benzeri, tüm toplumsal olgularda işgalci sömürgeci yapıların olumsuzlaştırıcı, toplum aleyhine dönüştürücü bir durum ve konumu mevcuttur. Bunlara cevap olacak olanlar da sosyo-psikolojik olgunluğu-bilinci kavramış bireylere ihtiyaç var. Sağlıklı toplum, tüm boyutlarıyla demopolietik olarak işleyen topluma denir. Toplumun bu şekilde öz değerleri ve temel fonksiyonlarıyla çalışabilmesi için her toplum bireyinin rolünü gerektiği düzeyde oynamasıyla mümkündür.
Bireyin kendi rolünü oynayabilmesi için de birey ve toplum arasındaki özgürlüksel denge; bedensel (fiziki), ruhsal (psikolojik) ve sosyal (toplumsal) olarak da sağlıklı nesil ve bireyler geliştirilmesi gerekiyor. Bu boyutlarda oluşturulan düzey ve farkındalık bireysel ve toplumsal başarıların teminatı olur.
Kürt bireyi ve toplumu tüm bu konularda güçlü bir bilinç sahibi kılınması gerekmektedir. Oluşan konjonktürel ve küresel uygun koşullarda demopolietik görev ve sorumlulukları yerine getirmezse, yeni çağda oluşan olanak, imkan ve zemin iyi değerlendirilmezse geçmiş yüzyıllarda yaşanmış olan meşum “kader”in bir benzeri yaşanır veya daha kötü bir durumun içine düşürülmesi işten bile değildir. Bu yüzyılların belki de birkaç neslin ve daha nice toplumsal değerlerin kaybı anlamına gelecektir. Toplumsal yaşam ve görevler için paradigmal sorun kalmamıştır. Önderliksel, örgütsel boşluk doldurulmuştur. Yapılması gereken şey, her Kürt bireyinin ciddiyetle inanç, ısrar, özveriyle çalışması ve demopolietik görevlerini coşku ve heyecanla yerine getirmesidir.
Yoruma kapalı.