A- Medya ve Ahlaki Politik İlke
Medyanın ahlaki politik ilkeleri var mıdır? Dahası medyanın böyle ilkeleri olmalı mıdır? Yoksa iddia edildiği gibi medya yalnızca tekel güçleri ve onların belirlediği piyasa koşulları tarafından mı şekillendirilir? Günümüzde devlet-iktidar-sermaye düzeninde medyanın herhangi bir ahlaki politik ölçüsünün olmadığı, böyle bir ilkenin medya için hem gerekli hem de mümkün olmadığı algısı hakimdir. Bu algının hakim hale gelmesinde iktidar ve devlet olguları kadar sermaye sahipleri de etkin bir rol oynarlar. Çünkü ilkesizleştirilmiş bir medya üzerinde tekel oluşturmak ya da başka bir deyişle onu iktidar ve sermaye tekellerinin hizmetine sokmak çok daha kolaydır. Medya üzerinde kurulan tekelleştirmeyle amaçlanan; farklı seslerin çıkmasını önlemek, iktidar ve sermaye sahiplerinin yalanlarının ve suçlarının haberleşerek gündemleşmesini engellemek ve böylece toplumun doğru bilgiye özgürce erişebilmesini ortadan kaldırmaktır.
Medya üzerinde kurulan tekeller günümüzde medya patronlarını o kadar güçlendirdi ki, artık “medya imparatoru” gibi sıfatlarla anılmaya başladılar. Medya imparatorları, doğru bilgi ve haber üzerinde oluşturdukları tekeller sayesinde her türlü manipülasyon ve dezenformasyon gücünü de elde etmiş olurlar, böylece devasa bir güç odağı haline gelirler. Bu gücü tamamen azami kar doğrultusunda kendileri için kullanırlarken, söz konusu çıkarları bir haberi nasıl vermelerini, bir bilgiyi nasıl aktarmalarını gerekli kılıyorsa o şekilde manipüle etmekten geri durmazlar. Bu konuda iktidarla olan ilişki ve çelişkiler de belirleyici bir rol oynar. Tüm bu hususları göz önünde bulundurduğumuzda, “medyanın ahlaki politik ölçülerinin olmayacağı ve de olmaması gerektiği” yönündeki algının aslında medyayı ilkesizleştirerek, tekel altına almayı hedefleyen iktidar ve sermaye sahiplerinden doğduğunu anlamış oluruz. İlkesiz bir gazeteci, birilerinin kalemşorudur. İlkesiz bir televizyonculuk ise birilerinin yalan kutusundan başka bir şey değildir.
Hakikatçı ve dürüst bir medyacılık hem mümkün hem de elzemdir. Devlet-iktidar-sermaye tekeli dışında ve onlara karşı demokrasi ve hakikat mücadelesi yürüten birçok medya kuruluşu buna örnektir. Kürt siyasal hareketinin medyası ahlaki politik yayıncılığın nasıl yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Genel olarak da medyanın ahlaki politik ilkeyle ilişkisi çok yoğun biçimde işlenerek, genel tanı haline getirilmeye muhtaçtır. Hakikat düşmanı tekelci, sömürgeci medyaya karşı da bu bağlamda etkili bir mücadele yürütmüş olacaktır.
B- Medya, Algı ve Hakikat
Günümüzde savaş olgusu dört cepheye yayılmış durumdadır; bu cepheler medya, askeri, hukuk ve diplomasi biçiminde adlandırılırlar. Medya bu cephelerin en önemlisi olarak öne çıkmaktadır. Keser düzeyde algı oluşturmak ve oluşturulan bu algı üzerinden taraftar kazanmak, ulusal ve uluslararası alanda toplumsal destek kazanmak, ağırlıklı olarak medya sayesinde mümkün hale gelmektedir. Abdullah Öcalan, “Hakikatini en iyi ifade eden toplumlar, en gelişmiş toplumlardır” der. Çağımızda bir toplum kendi hakikatini ifadeye kavuşturabilmek için kullanabileceği en etkili araçlardan başlıcası medyadır.
Medya, ulusal ve kültürel alanı, politik aktörlerin davranışlarını, politik planlamalar ve diplomatik-ticari ilişkileri derinden etkileme gücüne sahiptir. Kaçınılmaz olarak bu durum bir imaj mücadelesine de yol açmaktadır. Zira eskiden felsefenin temel kavramlarından olan “fenomen” insan açısından görüngüye konu olanı ifade ederken, günümüzde artık medya ile beraber dünyanın bizzat kendisini ifade eden hale geldi. Bu sayede insan bir görüngü nesnesine (fenomen) dönüştürüldü. Burada yalnızca “sosyal medya fenomeni” tanımlarıyla anılanları kastetmiyoruz. Genel anlamda da insanın kendisi “gösteri toplumunun” yaratılmasıyla beraber fenomene indirgendi. Konumuz bağlamında dikkat çekmek istediğimiz husus politik aktörlerin, iktidarların, sermayedarların, yönetimlerin sürekli olarak fenomen nesnesine indirgenmiş olmasıdır. Tüm bu taraflar medya aracılığıyla artık sürekli olarak göz önündedirler. Bundan dolayı bir taraftan istenmeyen bir görüntü vermekten itinayla kaçınırlar, öbür taraftan da bunu bir fırsata çevirerek sempati toplamaya çalışırlar. Bu durum genelde üç şekilde gerçekleşir:
1- Taraflar (iktidar ve sermaye güçleri) demokrasiyi, adaleti ve insan haklarını uygularmış gibi bir görüntü vermeye çalışırlar. Bu tür konularda evrensel ölçülerle çeliştiklerini gösteren görüntüler vermekten kaçınırlar.
2- Bazı iktidar ve sermaye güçleri de (özellikle statükocu güçler) demokrasiyi, adaleti ve insan haklarını kendi politikalarına uyarlayarak ve bu kararları kendi dar çıkarları temelinde, demagojik ifadelerle tanımlayarak, kendilerini haklılaştırmaya çalışırlar. Yani evrensel normları medya önünde takiye amacıyla kullanırlar.
3- Demokrasi, adalet ve insan haklarına gerçekten bağlı olan güçler (genelde devlet dışı, iktidar ve sermayeye karşı güçler) yapmacıklığa ihtiyaç duymadan, bu ilkeleri eylemleriyle icra ederek, kendilerinden ziyade hakikati görünür kılmaya çalışırlar.
Bilişsel ve iletişimsel anlamdaki mücadele ekseriyetle medya aracılığıyla gerçekleşir; çünkü algı, medyanın biliş ve iletişim süreçlerine verdiği doğrultuya göre şekillenir. Medyanın bu etkinliğinde yeterince yararlanabilmek için öncelikle “medya bilgi merkezleri” oluşturmak durumundadır. Buna bağlı olarak hem ulusal hem de uluslararası alanda mümkün olan en fazla sayıda “medya bilgi büroları” oluşturulur. Bu bürolar genelde üç boyutta çalışır:
1- Yerelden merkeze bilgi toplayıp aktarmak.
2- Merkezden yerli bilinç ve bütünlüklü bilgi yaymak. Bu manipülasyon ve dezenformasyonla mücadeleyi de içerir.
3- Örgütlenmeye ve kamu diplomasisine alan açmak.
Hakeza “medya bilgi merkezlerinin” yayın politikası da üç ana kategoriye ayrılır:
a- İdeolojik yayın: Bu yayınlar yalnızca bağlı olunan örgütlü yapıya yönelik olup bilgilendirme, ideolojik bilinç oluşturma ve eyleme kavuşturmaya yöneliktir.
b- Temsil edilen toplumsal tabana yönelik yayın: Bu yayın politikası, topluma politik bilinç kazandırmanın yanı sıra tarihsel-sosyolojik bilinci de kazandırarak, sosyal benliği güçlendirmeyi ve toplumsal örgütlülüğü büyütmeyi hedefler.
c- Uluslararası topluma yönelik yayın: Bu boyuttaki yayın politikası, kültürel, sanatsal ve parodi masal içeriğine sahiptir. Kapitalist modernite medyasına karşı demokratik modernite medyasını temsil etme anlayışıyla yayın yapar.
Medya, bilgi aktarımında iki temel yöntemi esas alır; bunlar basitlik ve derinlik olarak adlandırılırlar.
I-) Basitlik: Basitlik yöntemiyle medya yalnızca görselden yararlanarak algı oluşturmaya çalışılır. Görselliği giderek daha etkili bir hale gelmesi, iletişim araçlarının daha fazla görsel gösterge sunma imkanına kavuşmasına da bağlıdır. Ancak gelinen aşamada gösterge ile gösteri toplumu ve gösterilmek istenen şey arasındaki çizgi iyice belirsizleşmiş; birbirlerine dönüşmüş haldedirler. Bu konuyu kapsamlı inceleyen Ronald Barthes, tüm reklamların subliminal mesajlar içerdiğini, burjuvazinin göstergeye yüklediği subliminal mesajlara kendi kültürünü, özellikle de cinsel ahlakını ve tüketim kültürünü yaymaya amaçladığını vurgular.
Neoliberalizmle beraber medya da yepyeni bir kullanım formasyonu kazandı. Kendi içinde ikiye ayrılan medyanın etik ilkeyi tanımayan kategorisi, küreselleşen sermaye tekelciliğinin her yere sızmasını sağlayan maymuncuk rolünü oynarken; etik ilkeyi esas alan medya kuruluşlarında da küreselleşen sermaye tekelciliğine ve sömürgeciliğe karşı direnen, demokrasi ve özgürlük arayanlar ve de ezilen toplumları doğru bilgilendirme ve örgütleme imkanı sundu. Bu imkandan daha fazla yararlanmanın yolları geliştirilmeye muhtaçtır. Görsellerin doğru ve yeterince kullanılması çok önemlidir. Ama bununla beraber toplumun “gösteri toplumu”na dönüştürülmesi ve insanın aklının gözlerine hapsedilmesi projelerine karşı etkili mücadele yürütmekte ahlaki politik medyanın görevidir; zira gösterdiği topluma, içeriği tamamen boşaltılmış, metafiziği öldürülmüş toplumdur. Hakeza aklı gözüne hapsedilmiş toplum da muhakeme yeteneğini kaybetmiş toplumdur.
II-) Derinlik: Derini yöntemiyle görselden ziyade sembolleri yüklenen anlam ve bu anlamlardan doğan çağrışımlardan yararlanılır. Yani semboller aracılığıyla bilinçaltına mesajlar gönderilerek, güdüler harekete geçirilir, algılar oluşturulur. Oluşan bu algı doğrultusunda bireyler ve kitleler hem harekete geçirilir hem de şekillendirilir.
C-Medya ve Kamu Diplomasisi
Kamu diplomasisinin tarihi oldukça eskilere dayanır; ancak neoliberalizmle birlikte diplomasinin en önemli ayaklarından biri haline geldi. 1929 yılında “Güçlü Devlet” (Sözümona Refah Devleti) şiarıyla yürürlüğe konulan ekonomik politikası, çok uluslu şirketler açısından artık azami karın önünde bir engel olarak görülmeye başlanınca, 1980’lerden itibaren neoliberal ekonomi politikasına geçildi. Bununla beraber sermaye artık uluslararası alanda biriktirilebilir ve işletilebilir bir vasıf kazanınca hem şirketler hem de devletler açısından kendisini diğer ülkelerdeki toplumlara ve örgütlü yapılara kabul ettirmek ciddi bir önem kazanmaya başladı. Bu toplumsal ve örgütsel yapılarla kurulan ilişki ve iletişimin adı da kamu diplomasisidir. Burada devlet dışılıktan kastımız sivil toplumdur. Dünya çapında bir misyona sahip olmak isteyen güçler kendi kültürlerini, felsefelerini, ideolojilerini, sanatlarını, bilimlerini, üretimlerini, inançlarını ve dillerini uluslararası kamuoyuna en etkili biçimde anlatabilmek için uluslararası ve kültürlerarası algı farklılıklarını da dikkate alarak, kamu diplomasisini ve medyayı en verimli biçimde kullanmaya çalışırlar.
Medya, evrensel değerlerle buluşma, bütünlük ve uyum sağlama anlamında ne derece etkin kullanılırsa, kamu diplomasisinin o düzeyde etkin yürütebilmesine de zemin hazırlamış olur. İnsan doğasında hep “kendinden olanla” birlikte onun yanında olmak istediği vardır. Bu anlamda, temsil ettiğimiz evrensel değerleri daha fazla görünür kılmak hayati bir öneme haizdir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın insanlar, bizim “kendilerinden” olduğumuzu düşünüp hissetmelidirler. Bu ise ancak medya ve kamu diplomasisinin birlikte ve nitelikli bir biçimde kullanılmasıyla mümkündür.
Medyanın etkili bir biçimde kullanılmasında, dünyanın her yerinde bulunan sempatizan ve taraftarların aktif faaliyet yürütmeleri sağlanır. Çalışmanın bu boyutu gönüllü çalışmalardan oluşur; ancak sadece bununla sınırlı kalmaz. Ayrıca profesyonel birey veya ekiplerden oluşan kurumsal yapılar medya bilgi merkezine bağlı bürolar bünyesinde örgütlendirilip aktifleştirildiğinde daha güçlü, garantili, sürdürülebilir ve strateji bir medya ağ ve kamu diplomasisi zemini oluşturulmuş olur.
Meşruiyet sağlamak açısından da medya en etkili araçlardan biridir. Bu noktada medyanın kullandığı dil, öne çıkardığı kavramlar, oluşturduğu literatür çok önemlidir. Bir şeyi kabul ettirmek, öncelikle ona meşruiyet sağlamakla mümkündür. Varlık ve ad (isim) ilişkisi bağlamında, adın zihinlerde ve literatürde varlık-meşruiyet kazanması, varlığın da küresel alanda meşruiyet kazanmasına kapı araladı. Bu konudaki en bariz örnek Rojava’dır.
Medya, evlerin içine kadar giderek ilişki ve etkileşim gerçekleştirme imkanı sunar. Kapitalizm yarattığı kültürü yaymak ve tüketim toplumu yaratmak için bu imkanı yetkin bir biçimde kullanmaktadır. Demokratik modernite güçleri, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü kültürü yaymak için bu imkanlardan çok daha etkili bir biçimde yararlanma potansiyeline sahiptir. Bu gerçekleştirildiği oranda kapitalizme karşı yürütülen hakikat savaşında önemli başarılar elde edilebilir.
Sinema, dizi, reklam, çeşitli programlar, sanat (müzik, dans, folklor vs.) gibi alanlarda medya ne kadar etkili kullanılırsa o kadar başarı elde edilebilir. Medyada habercilik de en etkili algı oluşturma yollarından biridir. Ancak medyayı yalnızca gazetecilik ve haber bağlamında kullanmak, medyayı bunlardan ibaret saymak büyük bir hata olur. Medya, yukarıda sıraladığımız tüm ayaklarıyla birlikte kullanıldığında ancak sonuç alıcı olabilir. Habercilikte hangi haberlerin öne çıkarılması gerektiği, haberlerin nasıl ters yüz edilerek verilmesi gerektiği türünden konularda etkileyicilik açısından belirleyici bir öneme sahiptir. Özellikle savaşan güçler açısından haberlerin “umudu büyütme” ve “umudu baltalama” gibi bir gücü vardır. Uluslararası kamuoyunun desteği meşruiyet ve ajitasyon üzerinden sağlanırken, ulusal destek ise hak-güç-inanç diyalektiğin üzerinden sağlanır. Bu yüzden profesyonel medyacılık, ulusa sunduğu haberler ile uluslararası kamuoyuna sunduğu haberler arasında dil ve sunum farklılığı tutturabilen medyacılıktır. Böylece hem ajitasyonun hem de propagandanın gücünden yararlanılır. Aksi halden ajitasyon ve propaganda birbirini keserek nötrleştirir.
Modern çağın diplomasinin en etkili kavramlarından biri de “yumuşak güç” kavramıdır. Joseph S. Nye, Jr.’ye göre yumuşak güç, tercih edilen çıktıları elde etmek için gündem, ikna, etkileyici cazibe gibi beraber seçilen araçlarla çevrelenmesiyle başkalarını etkileme yeteneğidir. Nye’nin sıraladığı bu üç aracı kullanabilmenin başlıca yolları, medya ve kamu diplomasisidir. Gündem oluşturarak algı şekillendirilir. Böylece etkileyiciliğin gücü de artar. Algıları kitlesel düzeyde bu kadar hızlı belirleyebilmek, modern çağın en önemli stratejilerinden biri olmaktadır.
Bazı diplomasi analizcileri, “Ekonomik gücü elinde bulunduran bir gücün uluslararası bir medyada kendini gösterebilmesi, askeri gücü elinde bulunduranlara nazaran çok daha mümkündür” diye iddia etmektedirler. Bu biçimiyle sermaye-medya ilişkisine dikkat çekerek, medyayı en etkili biçimde kullanmayı mümkün kılan faktörler arasında sermayeyi birinci sıraya, askeri gücü de ikinci sıraya yerleştirmektedirler. Oysa bir analiz yaptığımızda bunun pek isabetli bir iddia olmadığına tanık oluyoruz. Uluslararası medyada görünür olmak kuşkusuz ekonomik ve askeri gücün kayda değer bir etkisi olduğunu inkar edemeyiz; ancak gerçekte ideolojik, politik güç daha belirleyicidir. Abdullah Öcalan, “Kapitalizm asıl gücünü ne tekniğinden ne de parasından alır; o asıl gücünü ideolojisinden (liberalizm) alır” derken, bu gerçekliğe dikkat çekmektedir. İdeolojinin muhtevasının güçlü, bilimsel, ahlaki politik ve toplumcu olması çok önemli olmakla beraber yine de tek başına bu muhtevası onun başarılı olmasına yetmez. Onu yeterli kılacak olan muhtevasıyla beraber, iyi, donanımlı anlatıcılara ve iyi örgütleyicilere sahip olmasıdır. Günümüzün çarpıcı gerçekliği şudur: Kendini anlatabildiğin ve gösterebildiğin kadar varsın…
Yoruma kapalı.