Düşünce ve Kuram Dergisi

Özgür Yaşamın İnşası Özgür Basının Görevidir

Zeynel Günaydın

Yüz yıllık Kürt soykırım politikaları, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarih sahnesine çıkmasını beraberinde getirdi ve Kürt Özgürlük Hareketi daha başından itibaren çok etkili bir propaganda gücü olarak ortaya çıktı. İlkin propagandasını sınırlı sayıdaki profesyonel kadrosuyla sözlü şekilde yaptı. Daha derginin, kitabın, özcesi yazılı materyallerin pek olmadığı bu ilk dönemde kadronun duruşu, söylemi, eylemi etkili oldu; kadro ve sempatizan sayısı giderek arttı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin partileşmesi işte bu etkili propagandanın yarattığı etki sayesinde gerçekleşti. Buna literatürde ‘Birinci Partileşme Dönemi’ dendi.

İkinci Partileşme Döneminde propaganda görevini Kürdistan özgürlük gerillası üstlendi. Gerillanın yaşam tarzı, öz savunma savaşı, soykırımcı rejime vuran tarzı propagandaya dönüştü. Toplumun ihtiyacı olan varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama savaşının gelişmesine toplum tutundu. Yenilmez denilen düşmanın düştüğü görülünce, kendisini zayıf gören ve öyle görülen Kürt insanından kahramanlar çıkınca propaganda etkili oldu. Özgürlük saflarına gençlerin, kadınların akışı böyle gerçekleşti. Öz savunma savaşı böyle bir sonuç yarattı ve bu beraberinde medya alanında yazılı, görsel, işitsel pek çok kurumlaşmayı doğurdu. Bu yönüyle özgür basın geleneğini bu var olma ve özgürlüğünü sağlama savaşı doğurdu. Özgür basın da özüne uygun şekilde bu dönemde öz savunma savaşını, bunun sonuçlarını işledi. Askerileşme anlamına gelen ve İkinci Partileşme Dönemi diye adlandırılan bu dönemde propaganda öz savunma savaşı ve gerilla öncülüğü temelinde gerçekleşti.

Şimdi ise Kürt Özgürlük Hareketi Üçüncü Partileşme Dönemi’nde bulunduğunu ve bu dönemin temel karakteristik özelliğinin ise ‘Demokratik Uluslaşma’ olduğunu belirtmektedir. Bununla kast edilen ise demokratik komün ve özgür bireye dayalı özgür ve eşit yaşamın yeniden inşa edilmesidir. Yani içine girilen dönem inşa dönemidir. Peki, inşa ile kastedilen nedir, neyin inşasıdır? Kapitalist modernite koşullarında özgür ve eşit yaşamın yeniden inşası. Demokratik komün ve özgür bireye dayalı ideolojinin toplumsallaşması anlamına gelen bu dönemde inşa görevi ise esas olarak özgür basına veriliyor. Çalışmaların kapsamı genişliyor, dar kadro partisi olmaktan çıkılıyor, ideoloji toplumsallaşıyor. Bu temelde her şey değişiyor. Böylelikle güzelin, doğrunun, iyinin ve özgürün propagandasını medyanın yapması görevi doğuyor. Bu Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin ve özgür basının geldiği düzeyin bir gereği oluyor. Bu açıdan bakıldığında medyanın “dördüncü güç” olduğu yönündeki söylem Kürtler, Kürt Özgürlük Mücadelesi ve özgür basın açısından pek bir anlam ifade etmiyor.

Açık ki günümüzde en esaslı güç medyadır. Bu hem egemenler hem de ezilen toplumsal kesimler, devrimciler için de öyledir. Tepeden tırnağa bir özel savaş aygıtı olan AKP de, medyanın gücüne dayanarak kendini bu kadar iktidarda tutabildi. Bunu en akıl, doğa, yaşam, toplum ve insan karşıtı olmasına karşın varlığını hala sürdürebilen kapitalist modernite için de belirtebiliriz. Kapitalist modernite internetle insanlığa, yaşama hükmetmeye çalışıyor. O halde dünyayı değiştirme iddiasındaki devrimciler de toplumu, kadınları, gençleri, emekçileri kapitalist modernite saldırılarına karşı medyayı etkili şekilde kullanarak savunabilir. İşte medya bu denli önemli ve hayati bir çalışmadır.

Demek ki, medyanın toplum, insan, yaşam ve doğanın savunulmasında ve özgür-eşit yaşamın inşasında çok önemli bir rolü var. Hatta bu bağlamda herhangi bir çalışma değil, inşa eden temel çalışmadır. Aksi yaklaşımlar genelde medyanın, özelde ise özgür basının rol ve misyonunu kavrama bakımından sorunludur. Basın çalışmaları egemenler açısından tepeden tırnağa bir karşı-devrim çalışmasıyken, özgürlükçü güçler açısından da bir devrim çalışmasıdır. Egemenlerin topluma, bireye, yaşama hükmetmesinde medyanın gücünü gördüğümüzde tersi ölçüde özgür ve eşit yaşamın inşasında, insan ve toplumun özgürleşmesinde de, bir o kadar özgür-devrimci basının ne denli etkili olması gerektiğini anlarız.

 

Özgür Basın Devrim Karargahıdır

Özgür ve eşit yaşamı inşa çalışmalarının tümü kendini basın üzerinden gösterir. Yani bu çalışmaları hedef kitleyle buluşturan özgür basın çalışmalarıdır. Sanat, edebiyat, savunma, kültür, siyaset, ekonomi vb alanlardaki özgür yaşamı inşa çalışmaları basın aracılığıyla toplumla buluşur, propagandaya kavuşur. Böylelikle toplum eğitilir. Özgürlükçü ölçüler bu temelde toplumda hakim hale gelir; toplumsal bünye kendisini dış ideolojilere karşı savunur.

Bu açıdan özgür basın alanında çalışan herkes toplumun ahlaki ve politik dokusunu koruyan, geliştiren bir devrimci olmak durumundadır. Bu alan çalışmasında yer alan herkes ideolojik kadro olacak, kendini en ön safta görecek, düşmana karşı tetikte olacak, düşmanla an’da savaşacak. Kendini bu hale getiremeyen birinin özgür basın geleneğine bağlı kalması ve görevlerini başarıyla yerine getirmesi söz konusu olamaz. Çünkü özgür basının rol ve misyonu böyle ele almayı zorunlu kılıyor. Zaten, bu nedenledir ki, özgür basın geleneği kendisini devrimci karargâh olarak tanımlamıştır. Devrimci karargâh olmak demek, toplumun savunulmasında ve özgür-eşit yaşamın inşasında karar ve uygulama gücü olmak, var olan sorunları çözmek, ahlaki ve politik ölçüler temelinde değişim ve dönüşümün adı olmak demektir.

O nedenle basın çalışmalarındaki her bir kişinin tam bir devrimci ve yüzde yüz ideolojik bir çalışma yaptığını bilmesi gerekir. Böylelikle genelde medyanın, özelde ise özgür basının rol ve misyonu netleşmiş oluyor. Özgür basın olarak kendi hakikatimizi sanatla, edebiyatla, savaşla, yaşam tarzıyla basın üzerinden ifadeye kavuşturuyoruz. Görevimiz budur. O halde bu hakikati hissedeceğiz ve kendimizden çıkaracağız. Çünkü propaganda tıpkı sanat gibi metafiziktir, yani içten gelir; duygulanacaksın, hissedeceksin, yaşayacaksın ve o temelde doğuracaksın. Aksi taktirde ezber laflarla, duygusuz düşüncelerle, soğuk bir rutinlikle propaganda yapılamaz. Yapılsa da etkisi olmaz. Etkili olması içten ve duygulu olmasına bağlıdır. Bu yönüyle basıncı her zaman doğru gündemlerde düşünür, halkı gözetir, düşmanı hisseder, takip eder, duygulanır, yoğunlaşır, arar, bulur ve bunu propagandayla etkili bir ifadeyle herkese gösterir.

 

Özgür Basın Sorumludur

Rol ve misyonu bu olan özgür basının halkın, hareketin, insanlığın, kadınların, doğanın, yaşamın, mevcut durumundan kendini sorumlu görmesi oldukça önemlidir. Özgür basın yaşanan tüm zorlanmalardan kendini sorumlu görmelidir. Genelde yaşanan zorlanmaların nedeni olarak basının kendi işini iyi yapmamasını, rol ve misyonunun gereklerini yeterince yerine getirmemesini görmelidir.

Özgür basının dayandığı geleneğin tüm toplumsal sorunları çözmeye muktedir muhteşem bir paradigması var. Açık ki, adına demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigması denilen bu paradigma en büyük zenginliktir. Taşları eritecek denli güçlü ve etkili söylemi var. Bu yönüyle her şeye sahiptir ve en zengini konumundadır. Tam da bu noktada özgür basının kendisine soracağı soru şudur: Acaba bunu temsil etme düzeyim paradigmanın potansiyel etkisini ne kadar hayata geçiriyorum, paradigma kadar etkili miyim? İşte özgür basın alanındaki her basıncının kendisine sorması gereken temel soru budur. Toplumsal güçler olarak neden bu kadar zorlanıyoruz, soykırımcılığı ve kapitalist modernite güçlerini toplum karşıtı çalışmalarında, özgürlükçü güçlerin tasfiyesinde bu kadar umutlu kılan nedir? Bu güçler neden umudu yok edebileceklerini düşünüyor? Başta gençlik olmak üzere, toplumsal kesimlerin özgür ve eşit yaşamın inşa çalışmalarına katılımı neden yetersiz? Daha da arttırılabilecek bu soruların cevabı, özgür basın olarak duruşumuzun yetersizliğidir.

Gençlik başta olmak üzere, toplumdaki her bireye karşı ele tutuşturulan teknik üzerinden bir savaş yürütülmektedir. Bu teknikle insanlara bir dünya ve bir yaşam tarzı sunuluyor. Deneyimsiz ve savunmasız olanlar bu şekilde ele geçiriliyor. Giderek toplumsallaşma bağlamındaki istekler çarpıtılmakta ve zayıflatılmaktadır. Z kuşağına ilişkin yapılan tespitler tümden yersiz değildir. Bireyselleşmenin giderek arttığı; insanların toplumdan, öz değerlerden, uzaklaştığı doğrudur. Bilişim-iletişim tekniğiyle insanlara hükmetmeye çalışıyorlar. Pompaladıkları liberalizmle tekilliğin hakim olduğu bir ‘yaşam’ örüyorlar. Medyanın gücüyle tarihte hiç olmadığı kadar varoluşsal olarak toplumsal olan insanı tekilleştiriyor, “birey”leştiriyorlar, yalnızlaştırıyorlar.

Peki, bu kader midir, var olan düzeyden daha fazla etkili olunamaz mı? Hiç kuşku yok ki, yapılabilir ama bunun olabilmesi için yapılması gerekenler var.

 

Özgür Basın Temel Özsavunma Gücüdür

Her şeyden önce yukarıda da belirttiğimiz gibi özgür basın olarak ortaya çıkmış olan sonuçtan kendimizi sorumlu görecek; toplumumuzu savunamamanın, sorunları çözememenin, savaşamamanın, zihniyet sorunlarını aşamamanın, kültürel soykırım kıskacından çıkamamanın özeleştirisini vereceğiz-vermeliyiz. Bütünlüklü ve genel olarak tüm bunlar karşısında özeleştiri vermeliyiz. Özeleştiri de kendini mevcut halden çıkarmaktır. Demek ki, öncelikle yetersiz olduğumuzu, rol ve misyonumuza göre olmadığımızı idrak edeceğiz. Kendini bu pozisyondan çıkaran, kendinde değişiklik yapabilen, etkileyebilen bir şekilde özeleştiri yapacağız. Kendini inşa edemeyenin başkasını inşa etmesi mümkün olmadığına göre, sorun özeleştiride; kendimizi ahlaki ve politik ölçüler ve özgür basının rol-misyonu temelinde inşa etmemededir.

Mevcut durumda özgür basın bu çok gerekli olan özeleştiri düzeyine yanaşmıyor, yanaşmak istemiyor. Varlık ve özgürlük savaşının sorunlarını kendi sorunu olarak görmüyor. O da birilerinin bu sorunları çözmesini bekliyor. Halbuki başkalarına devredilemez olan öz savunma hakkı ve görevini toplumun tüm üyeleri ancak bilinçle yerine getirebilir. Toplumsal bilinçlenmenin yolu da eğitimdir ve toplumun, insanların eğitiminden sorumlu olan mekanizma ise medyadır, yani özgür basındır.

Kapitalist modernite saldırılarına karşı özgür basın öne atılacak; o toplumu savunacak, topluma gelen saldırılarıyı o engelleyecek. Kapitalist modernitenin saldırılarının derinliğini düşündüğümüzde, ne denli büyük bir mücadele halinde olunması gerektiği kendiliğinden anlaşılır.

Sömürgeci-soykırımcı güçlerin Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarına karşı koyacak, bu politikaları teşhir edecek, Kürtlerin varlık ve özgürlük savaşını kazanması için gerekli olan bilinçlenmeyi özgür basın sağlayacak. Kürt halkı bilinçlenecek ki örgütlensin, örgütlenecek ki var olması için hayati önemdeki eylemleri yapsın. Kürt halkına gerekli olan bu bilinci verecek olan özgür basındır. Varlık sorunu yaşayan Kürt halkının içinden Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarının üzerini örtmek için çıkarılan ihanet şebekesinin saldırılarına karşı özgür basın yine öne atılacak. İhanete karşı yurtseverlik savaşını o verecek, onların gerçek yüzlerini örtmede kullandıkları Azrail maskelerini o düşürecek. Halka doğru yurtseverlik bilincini o verecek ve halka o kalkan olacak.

Kadın özgürlük çizgisine ve kadına karşı saldırılara karşı o öne atılacak. Özgürleşmek isteyen kadın ve erkeğin düşmanının erkek egemen ideoloji olduğunun bilincini o oluşturacak. Egemen erkek zihniyeti ve sisteminden kadına, onun şahsında topluma, yaşama olan saldırıyı ilk o görecek ve buna karşı kadın özgürlük çizgisi, özgür-eşit yaşamın ölçüleri temelinde kadın ve erkekleri o donatarak bilinçlendirecek, örgütlü ve eylemli kılacak.

Kısacası, özgür basın yaşamın, toplumun, insanın, kadının, doğanın temel savunucusu, koruyucusu, eğitmeni, örgütleyeni konumundadır. Bunların tümü aynı zamanda basının ne için olduğunu ortaya koyuyor. Bu kadar kurum, örgüt, insan, uğraş hep bu tarihi ve hayati önemdeki görevleri başarıyla yerine getirebilmek; toplumun, öz değerlerin savunulması, yaşatılması içindir. Dikkat edelim, özgür basın olarak bir öz savunma gücü oluyoruz. En temel öz savunma gücü, özgür yaşamı, güzel değerleri savunma örgütü oluyoruz. Kendimizle sınırlı kalmıyor, bunun savaşçılarını, direnişçilerini inşa ediyoruz. Bu temelde düşmana karşı savaşan, mücadele eden bir örgütlenme geliştiriyor; özgür-eşit yaşamı bu temelde inşa ediyor, varlık ve özgürlük sorunlarımızı bu temelde çözüyoruz.

 

Liberal Etkilerden Arınmak Gerekir

Bahsedilen hayati önemdeki görevleri başarıyla yerine getirebilmek, yanlış yapmamak ve doğru yerde durabilmek için de kendimizi doğru tanımlamalıyız. Bunda da en başta gelen soru, neyin basını olduğumuz sorusudur. Çünkü liberalizm etkili ve bu konuda algıları yönetmektedir. Örneğin, “tarafsız gazetecilik” söylemiyle, “O kadar taraf olmamak gerekir, basının bir genel dili vardır,” deniyor. Evet, basının da bir dili vardır, ama bu dili de nihayetinde birileri yapmış. Nihayetinde basın alanında “evrensel dil”, “kural” diye tabir edilen şeyler de inşadır.  Nasıl ki, her inşa değiştiriliyorsa, bu da değiştirilebilir. Yani kendine yeni kurallar koyabilirsin. Örneğin, kadın için onu yok eden kurallar konmuştu ama şimdi kadınlar bu çizilmiş kaderi yerle bir ediyor. Kürtler için kefenden kurallar biçilmişti, şimdi Kürtler bunu yırtıp atıyor. Bu nedenle toplumsal gerçekliklerin inşa edilmiş ve edilen gerçeklikler olduğu, var olanın da bir inşa olduğu asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Hegemonik olma liberalizmin herhangi bir özelliği değil, en temel özelliğidir. Bir de bunu özgürlük adına yapıyor. Özgürlükten daha güzel bir şey de olmadığı için herkesi peşine takıp gidiyor. Ad “özgürlük” ama gerçekte en büyük hegemonya. En büyük tektipçilik, aynılık, bir’in içinde erime – eritme özelliği. İnsanlık tarihinde hiçbir dönem bu kadar yok oluş olmamıştır. Hemen her şey yok oldu, tektipleşerek yok edildi. Çokluk tek’in içinde “özgürlük” adına eridi.Liberalizm kapitalist modernitenin ideolojisidir; onun bedeni devlet, ruhu milliyetçiliktir. Tüm milliyetçilikler de faşizm yüklüdür. Tüm ulus devletler faşizmin bedenleşmiş halidir. Bunların hepsi liberalizm ideolojisinden doğdu. Liberalizm insanları özgürleştirdiğini söyler, kendisini böyle yansıtır ama gerçekte tektipleştirerek yok eder. Hegemonik karakterde olduğundan yaşamın her alanına kendi kurallarını dayatır ve bunların esas alınmasını ister. Kurallarını esas almayanı kurutuyor, boğuyor; kendisini esas alanlara ise alan açarak yaşam imkânı veriyor. Kendisini bu temelde çekim merkezi haline getiriyor. Liberalizmin sunduğu imkanlardan yararlanmanın karşılığı onun koyduğu kuralları kabul etmek, özgünlüğünü yitirmek ve ona teslim olmak oluyor. İşte temsil edilen değerlere ve öze ters düşme, yok olma süreci böyle gerçekleşiyor. Tüm bunları belirtiyoruz; çünkü liberalizm beyinlere hükmediyor ve bunlar özgürlük adına yapılıyor. Basına ise liberal bakış açısıyla konmuş kuralların esas alınması biçiminde yansıyor. Kendini hemen liberalizmin koyduğu kurallara hapsetme durumu, yani kendini kurutma yaşanıyor. Tam da bu noktada Sühreverdi’nin meşhur Platon ve Aristo’yu felsefeyi kalıplara sıkıştırdıklarından, felsefenin gelişmesini engellediler, önünü kapattılar, mealindeki sözleri akla geliyor. Beynimizin önünü kapatmamalıyız. Kuşkusuz insan kalıpsız olmaz ama var olan kalıpların (dogma da denebilir) ucunun açık olması gerekir. Aksi taktirde kalıplarda boğulma, muhafazakarlık, değişmeme olur. Özgürlük felsefesinde düşünme çembersel değildir, ucu açıktır. Kendini toplumsallığa bağlama vardır. Çünkü toplumsallık insan türünün var oluş koşuludur. Varlık toplumsal olan ile olur. İnsanın var oluş hali olan toplumsallığı ortadan kaldırmama veya buna zarar vermeme koşuluyla düşüncenin önü açıktır. Sürekli düşünme, arama, bulma ve yorumlama potansiyeli olan analitik zekanın sapmamasının garantisi işte bu toplumsallığa, bir anlamda ahlaki-politik topluma bağlanmadır. Toplumsallığa bağlanan bir beynin yanlış düşünmesi ve yanlış şeyler bulması mümkün değildir. Tersine böyle düşünen beyinler insanın, toplumsal yaşamın sorunlarını çözer, ahlaki ve politik toplumun gelişimini sağlar. Kısacası, kendisini toplumsallığa bağlamış bir insanın çözemeyeceği bir sorun yoktur. Önemli olan toplumsallığa bağlanmadır. Toplumsallığı insan türünün varoluş hali olarak görme ve toplumsal gelişmenin toplumsal insanın eylemi sonucu olduğunu idrak etmedir. O halde bir şey yaptığımızda bunun toplumsallığa faydası var mıdır? İnsanlar bununla güzelleşiyor mu, doğru, iyi ve özgür oluyor mu, yoksa olmuyor mu? Esas alınacak temel ölçü budur. Yapılan şeyin insanca ve toplumsal yaşam açısından doğru mu, yanlış mı olduğunu belirleyen budur. Yani herhangi bir şey için ölçümüzü bu oluşturuyor.  Yoldan çıkarmayan, doğru yolda tutan kesinlikle budur.

Tüm bunları belirtiyoruz; çünkü arkasında her biri liberalizmin farklı bir varyantı olan yabancı ideolojilerin etkisinde kalma çok fazladır… Açık ki, görev ve sorumluluklarımızı başarılı şekilde yerine getirebilmemiz için basın alanında yabancı ideolojileri temizlemeliyiz. Kendimizi bunların etkisinden çıkarmalı, toplumsala bağlanma temelinde doğru düşünmeli, iyi yapmalıyız. Güzelleşme ve özgürleşme ancak böyle gerçekleşir.

 

Biz de Bir Ekolüz

Evet, biz bir ekolüz. Özgür basın olarak dayandığımız gelenek nedeniyle hep farklıydık ama özellikle demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmadan sonra çok daha farklı hale geldik. Yani okullaştık. “Toplumsal doğanın varoluş hali ve gelişiminin ahlaki ve politik toplum temelinde incelenmesini varsayan sosyal bilim okulunu demokratik uygarlık sistemi olarak tanımlamak mümkündür,”.[1] Sosyal bilimlerde ekol olmak, “evrenin özeti, ikinci doğa, mikro kosmos” olarak tanımlanan insan ve topluma dair kendi içinde tutarlı, bütünlüklü bir teorik, felsefik, programatik yaklaşıma sahip olmak demektir. Bu paradigmayı kabul eden, bunu yayma görevi bulunan özgür basın, her şeyiyle bu sosyal bilimden doğan zihniyete uygun olmak durumundadır. Bu bağlamda özgür basında başkasına özenme, başkasını taklit etme, başkası gibi olmaya çalışma, kendini küçük görme diye bir şey olamaz. Burada kendini başka ideolojilere kabul ettirme diye bir gündem olamaz. Burada sadece ve sadece kendi olma (xwebûn) gerekli ve geçerlidir.

Öyle bir paradigmaya sahibiz ki, binlerce yıldır insanlığın ve doğanın başına bela olmuş tüm toplumsal sorunları çözebiliriz. Bu paradigmadan toplumsal sorun çıkmaz, öte yandan var olan toplumsal sorunlar da ancak bu paradigmayla çözülür. Çünkü bu paradigma toplumun doğasına uygun, ondan çıkan, bütünlüklü, içinde özne-nesne ayrımı olmayan, özgür ve eşit yaşamın paradigmasıdır. İçinde özgür ilişkiler vardır. Kadın-erkek, kadın-kadın, erkek-erkek, insan-doğa, birey-toplum vb tüm ikililerde ilişki simbiyotiktir ve bir bütünlük arz eder. Tüm toplumsal sorunların nedeni olan özne-nesne zihniyetine kapalı olduğu için toplumsal sorunların çıkması mümkün değildir. Yine özne-nesne zihniyetini ortadan kaldırdığı için var olan toplumsal sorunları da çözüyor. Tüm dualileri özgür ve eşit ilişki düzenine götürecek olan bu paradigmadır. Bizim paradigmamızda özgür-eşit birliktelik esas iken, devletçi paradigmada her şey eşitsiz ve üst üstedir.

Kısacası, bütünlük, simbiyotiklik, özgür-eşit birliktelik esastır. O nedenle, bir yerde bu ilişkiler olduğunda orada toplumsal sorunlar çıkmaz. Bu açıdan biz biziz, kendimize güvenmeliyiz. Sözümüze, duruşumuza güvenmeliyiz. Açık ki, bu temsil düzeyi olursa o zaman kendine güven gelişir; aksi taktirde yukarıda belirttiğimiz gibi başkalarına özenme, benzeşme, kendinden kaçma durumları yaşanır. Bu açıdan biz farklıyız, kimseye benzemeyiz. Birilerine benzeme mecburiyetimiz de yoktur. Hiçbir şeyimizle benzemeyiz -benzememeliyiz de! Biz bir sosyal bilim ekolüyüz ve bir üslubumuz, kavramlarımız, bakışımız ve toplamda bir yaşamımız vardır. Her şeyimizle farklıyız derken, bunu kastediyoruz. Bunlar demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigması ve bu paradigmanın dayandığı zihniyet çerçevesince yeterince izaha kavuşturulmuştur.

Toparlarsak, özgür basın demokratik uygarlık sosyal bilim ekolünün temsilini medya alanında yapma göreviyle karşı karşıyadır. Demokratik modernite basıncılığı nasıl yapılır, bunu somutlaştırmak durumundadır. Mevcut durumda bunu başarma ve kendisini kapitalist modernitenin her türden etkisinden kurtarma görevi bulunmaktadır.

Peki, durum öyle midir?

Açık ki hayır.

 

Kavramların Gücü ve Öze Uygun Kullanımı

Bilim kavramlarla yapılır. Bu yönüyle kavramların gücü vardır, ama herkes, her öğreti aynı kavramdan aynı şeyi anlamıyor. Dahası, egemenler toplum açısından en önemli kavramların içini boşaltarak tekelleştirir. Hegemonik karakterlerine dayanarak da kavramlara dair istedikleri algıyı oluştururlar. Halbuki farklı bir sosyal bilim ekolü ve onun özgür basını olarak bizim o kavramlardan egemenlerin anladığı şeyleri anlamamamız gerekiyor. Her kavramdan biz farklı şey anlıyoruz; o halde anlamamız gerektiği şekilde ele almalı, öyle kullanmalıyız. Ahlak, Politika, Demokrasi, Özgürlük, İktidar, Devlet, Kadın, Erkek, Yaşam, Doğa vb tümüne ilişkin Demokratik Uygarlık Sosyal Bilim Ekolü’nün bir bakışı vardır ve özgür basının bu şekilde bakması ve bunu içselleştirmesi gerekiyor.

Özgür basın olarak propaganda gücüyüz; bu da her şeyden önce dil ile yapılır. O halde dilimiz doğru olmalıdır. Paradigmamıza, felsefemize, temsil etmek durumunda olduğumuz sosyal bilim ekolüne uygun olmalıdır. Bakış açımıza uymayan kavramları kullanmamalıyız; bir başka deyişle, kavramları bakış açımıza göre kullanmalıyız. Ne yazık ki pek çok yanlış yapılmaktadır. Kavramların kullanımında büyük bir parçalılığın olduğu, bütünlükçü bir yaklaşımın olmadığı görülmektedir. Halbuki her medya kuruluşunda olduğu gibi özgür basında da bir kavramsal çerçeve vardır ve her üyeden buna uyması istenir. Üyeler de buna uyar. Ama ilginç bir şekilde en hassas olunması gerektiği halde, öyle yaklaşılmamakta; disiplinsiz, örgütsüz ve kendine göre bir yaklaşımla aynı basın organının üyeleri bile kavramları aynı kullanmamaktadır. Ciddi bir kendine göreliğin ve keyfiyetin olduğu görülmektedir. Bu durum egemenlerce zaten ele geçirilmiş kavramsal çerçevede gerekli düzeltmeleri yapmayı engellemekte, kavramlara dair algının egemenlerin çizdiği sınırlarda seyretmesine neden olmaktadır.

Öte yandan kullanılan dil oldukça erildir. Halbuki özgür basın kadın özgürlükçüdür. Yani özgürlük anlayışını kadına dayandıracak denli kadın eksenlidir. Kurulu sistem erkek egemenlikçidir ve dili de buna göre oluşmuştur. Bunu aştıracak olan kadın özgürlükçü paradigma temelinde bir dil tutturmaktır. Ama buna da dikkat edilmiyor. Kadın özgürlük çizgisi temelinde çalışmak, kadın özgürlükçü olmak basın alanı için yaşamsal ve özseldir. Aksi taktirde karşısında mücadele ettiği erkek egemenlikli sistemin değirmenine su taşımaktan kendini kurtaramaz. Dolayısıyla doğru bilinç vermesi gerektiği halde yanlış bilinç vermiş ve zararlı bir iş yapmış olur.

Moderniteden etkilenme sadece dil ve kavramlarda da değildir. Yaşam tarzında, giyim kuşamda da bu etkilenmelere yoğunca rastlanmaktadır. Kürt elbiseleriyle sanki siyaset yapılamazmış gibi bir algı belli sayıdaki insanda hala vardır. Kapitalist modernitenin oluşturduğu algıya dayalı olarak Kürt ulusal elbiseleriyle siyasi program, haber sunumu yapılamayacağı yaklaşımı vardır. Altı deşilse Kürt’ü küçük ve siyaset yapamaz gören sömürgeci-soykırımcının bakışı çıkacaktır. Açık ki bu liberalizmin ve kültürel soykırımın etkisinde olmaktır. Bunu demek Kürt’ün siyaset yapamayacağını kabul etmek demektir. Siyaset modern bir iştir, modern giyim şöyledir, şöyle olursa olur, öyle olmazsa kimse izlemez… Kadın şöyle olmalı, erkek bunu giymeli vb liberal hegemonik kalıplarda kalmaktır.

Açık ki, modernite gibi giyinir, onun gibi düşünür, yaşar, yer ve içersen onun etkisinde olmuş olur, onun gibi olursun. Bu durumda gerekli düzeltmeyi yapmanın yolu düşünceyi değiştirmektir. Zira düşünce tanrısaldır, inşa eden temel güçtür. Düşüncene göre yaşar, hisseder ve yaparsın. Düşüncelerin moderniteye aitse bedenin de ona göre olur. Demek ki, düşüncede bağımsızlık gerekir. Özgür basının görev ve sorumluluklarını başarıyla yapabilmesi, varoluş koşullarına ters düşmemesi için kendisine gerekli olan biricik şey, temsil etmek durumunda olduğu sosyal bilim ekolüne göre olmasıdır. Aksi taktirde fark olamaz. Kapitalist modernite ile demokratik modernite arasında arafta kalır. Gerçekte bu demokratik moderniteyi inşa görevi olan özgür basın açısının rol ve misyonunun uzağına düşmesi, amacından uzaklaşması ve zararlı bir hale gelmesi anlamına gelir.

Demek ki, işimizi öğretimize göre yapacağız. Özenmeyeceğiz, başka ideolojilere ve tarzlara öykünmeyerek farkımızı koruyacağız. Soykırımcının, kapitalistin bizi gördüğü gibi kendimizi görmeyeceğiz. Dünyayı etkisi altına almış olan paradigmamızın gücüne dayanarak kendimizi onunla donatacak, kendimiz kalarak yaşayacak ve çalışacağız.

Daha geniş kesimlere açılma adı altında kendi asli görevimiz olan toplumu öz değerlerimiz temelinde eğitme ve bilinçlendirmekten uzaklaşmayacağız. Kuşkusuz açılacağız ama bunu kendimiz kalarak yapacağız. Zaten toplumun basınıyız. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma, demokratik toplumun paradigmasıdır. Dolayısıyla bunun basını da az sayıdaki egemenin dışında tüm toplumun basınıdır. Bu açıdan yeterli bir propaganda ile herkese hitap etme imkânımız vardır. O halde açılımı başkalarına benzeşmede değil; kendimiz kalarak sanatkarane propagandacı hale gelerek yapabiliriz.

 

Peki, Hangi Tarz, Tempo ve Üslupla?

Bu devasa çalışmaları başarı ile yapmanın tarzını, temposunu, üslubunu tutturmak da olmazsa olmazdır. Aksi taktirde mutlaka başarılması gereken bu büyük çalışmalar yerine getirilemez.

Bu o kadar önemli ve hayati bir iştir ki, küçücük bir hatayı bile kaldırmayan, hatasız çalışmayı şart kılan bir iştir. Yine o kadar iş var ki; bunun ağır, disiplinsiz, programsız, kendiliğindenci ve amaçsız tarzla yapılması söz konusu olamaz. Yaparken düşünen, düşünürken yapan bir tarz gerekir. Buna ivmeli yürüyüş de denebilir. Çok düzenli, disiplinli ve programlı olacağız. Günlük planlama yapacağız. Planlı insan haline geleceğiz. Anı boş geçirmeyecek, görevlerimiz temelinde doğru değerlendireceğiz. Tarzımız ruhta amatör, çalışma tarzında profesyonel olmak durumundadır. Öyle olmalıyız. Amatörlük arayış, yenilenme, bulma, yaratıcılık ve akışkanlıktır. Kendini yeterli görmeyip her zaman yeniye ihtiyaç duymaktır. Bu tarzda doyma, yetinmecilik, donma ve akışkanlığını yitirme diye bir şeye yer yoktur.

Profesyonellik de yaptığı işi en iyi şekilde ve hatasız yapmaktır. Bu tarzda kara düzenciliğe, yüzeyselliğe, eğitimsizliğe yer yoktur. Böyle de olur, demeyeceğiz. Mesleki ve ideolojik olarak ne kadar eğitim gerekiyorsa kendimizi o kadar eğitecek ve kendimizi en etkili bir propaganda gücüne dönüştüreceğiz. Çok büyük imkanlara sahip olduğumuzu ve en etkili propagandayı yapmamız gerektiğini bilerek hareket edeceğiz. Paradigmamız, sahip olduğumuz zihniyet yapısı en büyük imkanımızdır. Hazine değerindedir ve bize “süzülmüş bal kıvamı”nda verilmiştir. Özgür Kürt’ün onurlu duruşu, Kürdistan özgürlük gerillasının destansı kahramanlığı, varlığını kazanma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesinde ortaya çıkarılan değerler çok büyük imkandır. Öte yandan özgür basının kurumsallaşma düzeyi ve sahip olduğu maddi imkanlar da hiç azımsanmayacak düzeydedir. Dolayısıyla en etkili, toplumun tüm kesimlerine hitap edebilen, toplumu yeterince eğitip bilinçlendiren, düşmanları korkutan, yenilgiye uğratan bir propaganda gücü haline gelmek için her şey vardır.

Ne yazık ki, bu muazzam imkanların yeterince değerlendirildiğinden bahsedilemez. Propagandada “etkisiz olunduğu, kullanılan dilin ve gündemlerin dar kaldığı, kapsayıcı olunmadığı” yönünde şikâyetler olmaktadır. Tuhaf olanı bunu söyleyenlerin propaganda çalışması yürüten kişiler olmasıdır. Açık ki kimse özgür basından dar, etkisiz, kuru olmasını istemez. Varsa böyle bir gerçeklik, bu özgür basının kendisini bu hale getirdiğini ortaya koyar. Çünkü özgür basının dayandığı zihniyet dünyası, paradigma evren kadar zengindir ve her şey onun içindedir. Öte yandan toplumsal doğaya dayanılmaktadır ki, burada da teklik ve tekdüzelik değil; çokluk ve renklilik esastır. Çalışma tarzında acemilik ve yetmezlik varsa, bu da yukarıda da belirttiğimiz gibi amatörlüğü ve profesyonelliği harmanlayamamış tarzdan kaynaklanmaktadır.

Özcesi; özgür basın hem bizzat yürüttüğü propaganda çalışmaları hem de diğer tüm toplumsal inşa çalışmaları için kimseyi suçlayamaz, sorumluluğu kimsenin üstüne atamaz. En iyisini yapması için her şey mevcuttur. Görevi de toplumu, yaşamı, insanı ve doğayı savunmaktır.

Her şey özgür basını bu tarihi görevini başarıyla yerine getirmeye çağırmaktadır…

 

[1]  Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu – III. Cild

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.