Sömürgeciliğin Gölgesinde Kurdistan’ın Toplumsal Sorunu!
Hüseyin Sürensoy
“Kuşkusuz en tehlikeli kölelik yalana dayalı, gerçek olarak belleyen insanın duruşunda kendini dışa vurur. Bunun Kürt toplumunda yarattığı zihinsel çarpıklıkla bağı açıktır…”der. Abdullah Öcalan Kürt toplumu için belirlemesi zihinsel bir sürecin çarpık durumunu ortaya koyar.
Mesele Kürt ve Kurdistan olunca bu durum ve değerlendirme çok daha vahim bir tarihsel seyir izler. Sömürgeciliğin Kurdistan’da yürüttüğü sömürgeleştirme politikaları diğer sömürgecileri kat be kat aşan bir karaktere sahiptir. Kürt ve Kurdistan demek Türk sömürgeciliğinin katmerli yüzyıllara varan inkar ve imha politikaları demekle eşanlamlıdır. Özellikle cumhuriyetin ilk yüzyılı bu envai çeşit ‘kırım’ politikalarının bir başka benzerini bulmak pek olası değil. İmparatorluk artığı olan bu cumhuriyet tüm inkar ve imha politikalarını Kurdistan’da uygulamaya koydu. Salt fiziki kırımla yetinmedi onunla kültür, dil, ekonomik, asimilasyon ve ekolojik kırımları da bir strateji dahilinde tek tek uygulamaya koydu ve halen uygulamaya devam etmektedir. Salt fiziki soykırım değil kültürel kırımla da sömürgeleştirmeye çalıştığı Kurdistan’ın tabutuna son çiviyi çakmak istiyordu. Bunu cumhuriyetin temel stratejisi olarak görüyordu. Bu sömürgeci egemenlik sisteminin Kürt toplumunda yarattığı psikoloji hiçbir sömürge halk ile kıyaslanamayacak düzeyde derin bir kimlik, kültür ve dil sorunlarına yol açtı.
Böylesi psikolojik travmaları atlatmak kolay değildir. Bu travmalar ağır kronik bir nitelik ve kimlik kazanmışsa bunun iyileştirilmesi için çok uzun bir zaman aralığına ihtiyaç vardır. Sömürgeciliğin boyutları psikolojik travmanın derinliğini de belirler. Sömürgecilik bunu bildiği için sömürge politikalarını daha da acımasızca çeşitlendirme ve onlara derinlik kazandırmaya çalışmaktadır. T.C Kürt ve Kurdistan’da son yüzyılda askeri, siyasi, kültürel, ekonomik ve teknik olarak kendini örgütlemiş durumdadır. Bu örgütlü sömürge gücü olmasında en büyük pay ve destek konumunda olan yerli işbirlikçi-ihanetçi sınıfın varlığı sömürüyü daha kalıcı hale gelmesinde birincil derecede sorumludur. Yapılanı ve yapılmakta olanı her türlü soykırım ve diğer kırımlar bu işbirlikçi hainler eliyle sömürülmekte ve “kırımlara” meşruluk zemini sunmaktadır. Yeni sömürgeci politikalar bunlar eliyle götürülmektedir.
Kürt toplumunda yaşam paramparça olmuş durumda. Bu parçalanma hali sadece fiziki olarak değil psikolojik olarak bir dağılma durumu var. Kürt halkı adeta bir sömürgeci kolektif nevrotizme yakalanmış durumda. Bu kolektif psikolojik ruh hali diğer sömürü boyutlarından çok daha derin, kapsamlı ve kolay kolay iyileştirilemez etkileri vardır. T.C sömürgeciliğinin yarattığı psikolojik korku derin bunalım ve travmalara yol açan tarihi etkileri vardır. Devrimin önündeki en büyük engel bu ruhsallık durumudur. Öncelikle bunu görmek gerekir. Kitle hareketlerinin psikolojik önemi devrimin zaman aralığı kadar onun niteliğini de belirler. Devrimin kendisi ilk önce bir psikolojik iyileştirme durumundan sömürgeciliğin yarattığı her türlü etkilere karşı yeni bir karaktere çıkma sürecidir.
Öncelikle T.C sömürgeciliğinin yarattığı psikolojik korkuları anlamak ve bunu bilince çıkardıktan sonra fiziksel korkularla daha güçlü, dirençli bir mücadele içinde olunur. Tüm sömürgeci stratejiler ilk önce bu korku psikolojisini egemen kılmaya çalışırlar. Psikolojik olarak şunu söylemek mümkün; insanlar ölümün kendisinden çok ölüm duygusundan korkarlar. Bu psikoloji ile yaşamlarını yönlendirir ve sürdürürler. Sömürgeci T.C. devleti tüm gücünü Kurdistan’a yığmalarının altında bu korku psikolojisini egemen kılmak içindir. Bu korkuyla hareket eden Kürt toplumu yanlış bilinçle şekillendirildi. Kendi varoluş değerlerinden adım adım uzaklaştırıldı. Bu nedenle dünyanın belkide en zor devriminin bu psikolojiye karşı yapılması süreci ile karşı karşıyayız. Kürt Özgürlük Hareketinin ilk çıkışı bu psikolojik kork bariyerlerini yıkmaya başlamış olmasıydı. Çünkü T.C. sömürgeciliği Kürt toplumunda “devletin yenilmezliği” algısını yaratmıştı. Bu olguya karşı herhangi bir başka direniş her türlü tehlikeyi içinde barındırıyordu. Korku iklimi içinde yaşam, sömürgeciliği içselleştirmekle mümkün olacağı duygusu yaratılmıştı. Zaten sömürgeciliğin en tehlikeli boyutu zihinleri işgal ederek orada kendine yaşam alanı bulmuş olmasıydı. Korku psikolojisi bu alanın açılmasında en belirleyici araçtı. Bu nedenle fiziksel korku psikolojik korkunun gölgesi gibidir.
Psikolojik korkular daha tehlikelidir. İnsan toplumunun tüm sosyal ve siyasal yaşam dengesini bozar. Psikolojik korkunun en kötü yanı insanı çirkin varlıklara dönüştürmesidir. Korku olgusunda insan bilinci, düşünce ve duygusu devreden çıkar, bu değerler yaşamda çıktığı andan itibaren vahşileşme başlar. Sömürgeciliğin klasik çökertme stratejisinindeki “böl ve yönet”in arkasındaki mantık budur. Tüm sömürü araclarini devreye koyması bununla bağlantılıdır. Sömürür ve baskı araçları çoğaldıkça korkunun boyutları da aynı oranda artar. Çünkü psikolojik korkuların tek bir boyutu yoktur. O nedenle Kürt toplumunda devrim yapmak bu denli zordur. Sömürgeci T.C. çok boyutlu ve çok katmanlı bir psikoloji ile varlığını orada sürdürmektedir. Sömürgeciliğin yarattığı bu çoklu korkuları bir bir yenmek kadar onların yerine özgür ve özerk yaşam duygularını benimsetmek zorunludur. Sömürge devletin yarattığı kolektif nevrozuna yakalanmış Kürt toplumunu yeniden devrime çekmek kadar, sömürgeciliğin zihniyetini yıkmak kendi başına bir psikolojik devrimdir.
Devrim mücadelesinde tüm yoğunlaşmaları bu korku psikolojisine verildiğinde, 100 yıllık sömürgeciliğin yarattığı bu sömürge kişiliği ne kadar çok korkular dünyası içinde yaşadığını görürüz. Bu korkuların derinine indiğimizde bilinçli veya bilinçsiz, derin ya da yüzeysel hangi boyutta olursa olsun derinlerde korkular olan sömürgeciliğin yarattığı korkularla yaşandığı/yaşadığımızı görmüş ve öğrenmiş oluruz. Bu aynı zamanda bir bilinçlenme halidir. Parçalı olmanın altında yatan etken bu asılan bedenlerde saklı tutulan korkuların varlığıdır. Kürt bireyi ve toplumu kendini sömürgeci T.C. devletinin aynasında görüyordu. Korkunun işlevselleştirilmesinin ana kaynağı buradaydı. Bu derin yabancılaşmanın köklerinden kopmanın, değerlerinden uzaklaşmanın yarattığı sonuçtur. Kendine özgürlüğün aynasından bakabilmiş olsaydı bu psikolojik korkuların hiçbirini yaşamıyor olacaktı. Derin köksüzleşme ve parçallaşmayı yaşamış olan Kürt toplumu yaratılan korkunun esiri olmuştur. Kendine sömürgeciliğin aynasını tutarken yaşamın bütünselliğine değil de, onun en korkusuz parçasına bakıyordu. O da salt varlığını geleceğe taşımak için biyolojik çoğalmayı esas alıyordu.
Kürt Toplumunda Özgür İrade Kırımı
Sömürgeciliğin bu içselleştirilmiş hali yüzyıllardır devam etmekteydi. Nesillerine aktarılmış bu psikolojik korkular özgür ve özerk yaşamdan düşüşünde nedeni olmuştur. Krizli bir kimlik ve kişilik bütün yaşamlarını kaplamıştır. Bu sömürgeci ile Kürt halkı ve bireylerinin beyni, zihni ve duygularını darmadağın olmuş ve kendisi/kendileri dışında her şey olmuşlardı. Ulusal bütünlüğü bozulmuş ve tarih dışı bir toplum konumuna itilmişti. Bu süreçlerin ideolojik zihniyetini yaratamadığı için sömürgeciyi bir kurtarıcı olarak görmeye başlamıştı. Zaten sömürgeciliğin başarısı tam da buradadır. Kendini Kürt halkının zihniyet dünyasında örgütlü kılmaktı. Yaşamın değerli olduğu kadar özgür bir hareket, devrim olduğunu kavramak ve sömürgeciliğin psikolojik korkularını aşmak için zihinsel işgalden kurtulması gerektiğini devrim süreci ile birlikte biraz anlamaya ve kavramaya başlanmıştı.
Kürt toplumu kendi özgür zihni ve bilinci ile yaşam doğallığında gözlemleyerek öğrenme, deneyimleme pozisyonunda olmamıştı. Zaman zaman bu yönlü isyanlar ve direnişler olsa da devrim skalasını çok çok gerisine düşmüştür. Sonrasında pratikleşen ise yaşamı kendisi gözlemlemek yerine sömürgeciliğin gözlemleyerek öğrenme sürecine devam etmiştir. Kendisi olamamanın en temel nedenlerinden birisi de bu olmuştur. Psikolojik olarak korkutulmuş, ürkütülmüş ve yabancılaştırılmış olan Kürt toplumu ve bireyi kendi kendisini tanıma, kendi benlik ve kimliğini oluşturmada özgüven ve özgür irade kırımına uğramıştır. Bu duruma düşürülmüş olan insan kendi tanımını kendisi yapamaz. Kendi benlik ve kişilik dünyasını sömürgeciliğin işgaline açık tuttuğu için hep fethedilme beklentisi ve duygusu ile hareket etmiştir. Kendi özgür iradesiyle belirlenimlerde bulunamaz. Psikolojik olduğu kadar Siyasal olarak da ‘ben buyum’ duruş ve tavrını sergileyemez. Bu iradeyi gösteremez. Ya da özgür iradesiyle ‘yapacağım’ duruşunu gösteremez. Bu iradeyi gösteremez çünkü onun ‘oluş’ zamanı kendine ait değildir. Sömürgeci devletin zaman akışına kapılmıştır. Kronik bir şekilde kendi köklerinden uzaklaşmıştı. Burada sömürgeci devlet Kürt toplumu ile özgürlüğünün arasına girer. Çok çok güçlü sömürgecelik karakteri oluşmuştur. T.C. devleti aynı zamanda stratejik olarak Kürt toplumu ile yaşamın arasına da girmiştir. Hakikatli yaşamın toplumsal kimlik kazanmasını böylece engellemeye çalışır. Sömürgecilik, yaşam ve özgürlük bağını kopartırken aslında derin bir korku ve anlamsızlık, değersizlik psikolojisini yaratır. Özgürlüğün ve yaşamı temellerini dinamiklerken bir amacı da -ki en stratejik olanıdır- olanla olması gereken arasındaki savaşım, tümden durdurmaktı. Böylelikle sömürgeciliğin sanki bir kadermiş gibi kabullendirmeye çalışır. Bu mücadelesizlik ideolojisini zihinlerde yarattığı kölelik psikolojisinin korkusudur. Mücadelesizlik alanı -ki bu sömürgeci tahakkümdür- kabul etmekten öte başka bir şey değildi. Hakikatin ve özgür yaşamın kapılarına kapatmadır.
Mücadelesizlik bilincimizin eski yaşam tarzına olduğu gibi kabullenmesi ve gelecekteki yaşamın bundan çok da farklı olmayacağını düşünmesidir. Bu, sömürgecinin dayattığını kabul etme, ona karşı direniş içinde olmamadır. Bunun adı kölece duruştur. Var olanı kader diye kabullenmek, doğrudan korkma psikolojisidir. Değişime ve dönüşüme kapalı bu psikolojinin altında yatan esas gerçeklik, kendisi olma ve kendisi gibi hareket etmekten korkmaktır. Eğer burada doğru tutum benimsenmezse, birey ve toplum olarak kendi kendinize doğruyu görmezsek, doğru tutum ve tavır içinde olmazsak hem aldanan hem kendimizi aldatan konumunda olacağız. Bu ise tarihin en büyük ihaneti olur. Burada iki temel düşman vardır: Birincisi yüzyıllık köleliğin öznesi olan sömürgeci T.C. devletinin pratiğine diğeri ise zaman olgusudur. Eğer bu iki düşman olgusuna yenilirsek işte o zaman yaşam ve özgürlük tam bir yıkıma uğrar. O nedenle temel motivasyon korku yenmek olmalıdır. Korku damarlarının arkasında büyük özgürlük damarları vardır.
Sömürgecilik sadece fiziki bedenimizde değil, ruhsal dünyamızda da büyük yaralar açmıştır. Bu yaraları iyileştirmenin yolu özgürlük ile doğru buluşmadır. Yüzyıllık cumhuriyet rejimi bizi her bakımdan yaralamıştır. Toplumsal psikolojimiz ile oynamıştır. Temel felsefesini bunun üzerine bina etmiştir. Bir insan ya da bir toplumu öldürmenin tek bir yolu yoktur. Tıpkı bir tek savaş tanımı olmadığı gibi. Savaşı genelde “organize cinayet” olarak tanımlarız. Bu fiziki yıkımdır. Ama aynı zamanda kolektif olarak toplumun ruh sağlığının bozulmasıdır. Şurası açıktır ki, ne savaşa giren insan eski insandır, ne de devrime giren insan eski insandır. Sömürgeciliğe karşı devrime kalkan insan, sömürgeciliğin yarattığı toplumsal psikolojinin korku bariyerlerini yıkmaya başlayan insandır.
Sömürgecilik uygulamaları, Kürt toplumunun ruhsal sağlığını bozmuş ve dengesiz hale getirmiştir. Kendi duygusuyla yaşamayan Kürt insanı, psikolojik boyutta derin yabancılaşmayı yaşadığı için ruh dünyası sorunlu hale gelmiştir. Psikologların dediğine bakılırsa, kendi duygu, düşünce ve hissettiğini en doğal şekilde ifade etmeyen, bunu engelleyen ya da istismar ederek kısıtlanan duygular, ruhsal dengesizlikler yaratır. Bu durumda kalan her birey, kendine yabancılaşarak, psikolojik korkulara kapılır. Bu ruh halinden kurtulmak için de sömürgeciliğin açtığı alanlara doğru kaçar. Bu nedenle dünya faşizm örnekleri incelendiğinde neden spor, sanat, sex ve diğer eğlence alanları ve gösteri dünyasına revaç olduğu anlaşılır. Böylesi kaçışlar, bireyin kendisinden olduğu kadar, bağlı olduğu toplumlardan, köklerinden ve gerçekliğinden bir kaçıştır. Bu alanlar aslında sömürgeciliği büyüten, kalıcılaşmasını ve içselleşmesini de sağlayan ideolojik mevziler konumundadır. Doğal olarak birey ve toplumun kendisini tanıması mümkün değildir. Çünkü orada çelişki kalmamıştır. Sömürgeciliğe teslimiyet yolu böylece başlamıştır.
Öcalan bir değerlendirmesinde şöyle diyordu; “Neden kendi gerçeğine dokunmaktan korkuyorsunuz?” aslında burada sömürgeciliğin yarattığı korku kişiliği kadar devrimden de korkmanın yarattığı bir ruh halinin yansımasını verir. Gerçeklerden korkarız çünkü gerçeğin insanı özgürleştirici bir özelliği vardır. Bu durum aslında özgürlük devriminin ideolojik ve eylemsellik boyutunu ciddiyetle eğilmediğimizin, tamamen girmediğimizin de bir göstergesidir. Eğer gerçek bir bilinç yoğunlaşması devrime girmiş olunsaydı, aidiyet problemi ortaya çıkmayacaktı. Çünkü ciddi olmanın temel özelliği gerçeklikle kurmuş olduğu bağdır. Dolayısıyla ciddi olan birey, yaşamın herhangi bir alanında ortaya çıkan sorunlara kolektif bilincini ve zekasını devreye koyar. Bu durumda insanın kendisini tanıması, gerçekliğine doğru temelde neşter vurmasını gerektirir.
Özellikle T.C. sömürgeciliğine karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin temel karakteri burada kendisini dışa vurur. Akışkan olmayan zihne akışkanlık kazandırmasının en temel nedeni, sömürgecilik tarafından şartlandırılmış zihin nasıl ve hangi saiklerle şartlandırıldığını ortaya koymuş olmasıdır. Nasıl şartlandığını bilirsen, ona karşı savaşın güçlü ve nitelikli olur. Bu sadece başlangıç için ilk adımdır. Faşizmi Kürt toplumunun zihin ve ruh dünyasını çeşitli sömürge araçlarıyla şartlandırmıştır. Zihinsel sömürgeciliği geliştirmişken de çağa uygun araçları kullanmaktan çekinmemiştir.
En başta zorunlu eğitim ile birey ve toplumun zihin dünyasının işgalini gerçekleştirmeye çalışmış. Bunun yanında en temel olgu olarak İslamiyet temel baskı aracı olarak kullanılmıştır. Pozitivist bilim ile ince bir toplum mühendisliği yapılarak Kürt birey ve toplumunun düşün ve ruh dünyası şartlandırılmıştır. Eğitim ve bilim birer özgürleşme araçları olurlarken Kurdisatan’da ağır bir sömürü malzemesine dönüştürürler. Bilinç, sömürgeciler tarafından tam bir kuşatma altına alınır ve kendi dokuduğu kalıba sokularak biçim kazandırılır. Böylelikle bilinçteki bu hızlı gerileme duyarsız, tepkisiz ve inançsız olacak şekilde ideolojik erozyona uğratılır. Bu zihinsel körelmede miyoplaşma hali Kürt insanı ve toplumunu duyarsızlık girdabına alır. Sömürgeci politikalara zamanında yeterli ve yetkin cevap verememe gelişir. Sorgulayan zihin yerini duyarsızlaşan zihin alır.
Hakikate Kaşı Yalan Hükümsüzdür
Zeka ve bilinç anlam ve anladığını sorgulama araçlarıdır. Köreltilmiş bir zihin, verimsiz kılınmış zihindir. Ne sorgular ne de sağlıklı bir duygu geliştirilir. Bir sorunu bir problemi irdelemek onu çözüme kavuşturmak için sorgulamak aynı zamanda eleştiriler tutum geliştirmeyi gerektirir. Bu da sömürgeciliği korkutan bir durumdur. Bu durumu gören T.C. devleti tüm silahlarını kuşanır ve psikolojik korkuların tarihsel sürecini hatırlatır. Korkuları depreştirir. Böylece bilinçaltına seslenir. Zihinsel gerilemenin tüm olgularını psikolojik korkularla etkin bir şekilde pratikleştirmeye çalışır. Tercih şansı bile bırakmaz. Varoluşun evrimsel aşamalarında bazı tercihlerde bulunursak da sömürgeci rejim buna izin vermemek için her türlü gündemi devreye koyar. Adeta insanın bilincini uyutur, tepkisiz ve duyarsız kılmaya çalışır.
Bilinç üzerinde çalışan uzmanlar bilincin anestezi süreci üzerine araştırmalar yaparlar. Anesteziye alınmış bilinç geçici olarak nasıl olur da ortadan kalkar, hâlâ aydınlatılabilmiş değildir. Bilincin bu anestezik durumunu sosyal, siyasal, kültürel, psikolojik olarak sömürgeciliğe indirmediğimiz de bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Kürt halkının bilinci narkozlanmış, kendi bireysel ve kolektif oluş bilincini işletemez hale gelerek kölelik koşullarında yaşamaktadır. Elbette koşullar ve şartlar değişmiştir ve özgürlük paradigması sayesinde bu narkozun etkisi kırılmıştır. Kimi işbirlikçi ve ihanetçiler dışında Kürt toplumu artık özgürlük bilincini uyanık tutmayı başarmıştır. Yüzyıldır uyutulan bu zihni artık kendisi hakkında karar verme sürecine girmiş bulunmaktadır. Sömürgecinin köleleştiren anestezik zihnine karşı özgürlüğün yaşam iksiri toplumun geleceğini etkin güçtür.
Sömürgecilik, varlık olarak doğal alana karşıt ve onun antitezi olarak yaşam bulmuştur. Özgürlük ve özerkliğin sınırlarını daraltma onların var oluşsallığına sınır koyma ile varlık kazanmıştır. Bu sınırların kendi sömürgeci stratejilerine uygun hale getirme politik yaklaşımlarıdır. Bu şekilde Türk devleti Kürt halkının özgürlük ve özerklik sınırlarını devletin çıkarlarına göre çizmektedir. İnsanların özgürlüğü devletin bekasına göre yaşam alanı bulmaktadır. Bu alanın dışına çıkmak her türlü kırıma uğramanın meşru ve hukuki zeminini aşmış olacaktır. Eşitsizlik bu sınırların içinde gerçekleşir. Sömürgeciliğe bırakılırsa asıl eşitlik buradadır. Eşitsizliği özgürlük olarak algılayıp algılatırlar. Onlar eşitsizliği yasalarla gidermeye çalışırlar. En temel yaklaşımları da “anayasada herkes eşittir” teranesidir. Oysa bu tam bir aldatmacadır ve demagojiden ibarettir. Yasalarda eşitlik olsa bile yaşamda bunun esamesi okunmaz. Sömürgeci hukuku sömürü stratejisine göre oluşturulur. Bunu yüz yıllık cumhuriyet pratiğinde yaşayarak öğrendik. Şu çok açıktır; özgür olmayan eşit olamaz. Eşit olmayan özerk olamaz. Özerk olmayan birey ve toplum ahlaki-politik olarak varlık kazanamaz. Öncelikle özgürlük bilincini kazanmak gerekir ki korku psikolojisi ile savaşa bilinsin.
Sömürgecilik öyle bir zihinsel algı ve ideolojik bilinçle Kürt toplumuna yaklaşır ki sanki her şey çok normal ve olması gereken buymuş gibi bir ruh, duygu ve hissiyat yaratarak temel stratejik yaklaşımlarını durmadan empoze etmeye çalışırlar. Kürtler ilkellikten kurtulmaları için de T.C. ihtiyaçları vardır. Modernite sınırlarına çekmek için bir dışsal güç olarak kendilerini görürler. Onlara göre modernleşmek medeniyetle tanışmaktır. Bunun yolu da üst sömürgeci kimliğe teslim olmaktan geçer. Sömürge ideolojisinin tipik karakteri, doğal olmayan doğal gibi göstermek varoluşa karşı bir kölelik darbesi indirmektir. Hiçbir toplumda bunu kabul etmez!
Türk Devleti’nin bu kadar uzun süre varlığını devam ettirmesinin nedeni başarılı sömürgeci politikaları veya askeri gücü değil Kürt halkının örgütsüz ve dağınık olmasıdır. Gerçekleştirilen isyanlar süreci özgürlük getirmekten çok sömürgeciliğin kalıcılaşmasına yol açmıştır. İsyanların kendisi bile örgütlü değildir. Yenilgiler sonrası halk, tam bir dağılma, içten parçalanma sürecine girmiştir. Önderliksiz, ideolojisiz, partisiz, ordusuz ve örgütsüz kalan halk sömürüye, asimilasyona ve köksüzleşmeye açık hale getirilmiştir.
Örgütsüzlüğün yarattığı ruh ve korku halinin tüm öfke ve tepkilerini içe dönük gösteriyordu. Kendi toplumuna karşı en yakıcı şiddeti kullanmaktan çekinmiyordu. Bu davranış tipik sömürgelerdeki kişilik yapılanmasının dışavurumudur. Sömürgeciliğe karşı aşırı düzeyde kölece bir duruş gösterirken kendi halkının insanına ve hatta en yakınına karşı şiddetin her türünü acımasızca kullanmaktan geri durmuyordu. Kendisi köleliğe alışmışken toplumun diğer üyelerini de buna çekmeye çalışır. Daha doğrusu sömürgecinin ona uyguladığı zoru o da kendi ulusuna uygulamaya çabalar. Yansımanın yansıması demek daha açıklayıcı olur.
Bu konuda F.Fanon’un sömürge kişiliği tanımları hayli öğreticidir. Sömürgeleştirilmiş kişiliğin ruh dünyası ve davranış tarzı, düşünüş biçimi hakkında şu değerlendirmeyi yapar, “Sömürgecileştirilmiş insan, kemiklerinde birikmiş olan bu saldırganlığı ilk olarak kendi insanlarına karşı dışa vuracaktır… Çünkü yerlinin son sığınağı kendi kişiliğini kardeşine karşı savunmaktır.” bu değerlendirme tüm sömürge kişilik yargılaması için geçerlidir. Sömürgeciye özenme, onun gibi davranmaya çalışma onu içselleştirmektir. Bunu bir başarı ve kabul görme hedefiyle yapar. Bunu değer görme yöntemi olarak seçer. Onun kendini ve dünyayı adlandırması sömürgeci adlandırmasıdır. Onun için dünya, yaşam ve kültürün tamamı bağlandığı sömürgeci ideolojidir. Bu derin suskunluk, kölece kabullenişin yarattığı çaresizliktir. Sömürgeciliğin Dayattığı boyun eğmeyi kabul edip aynı zamanda kendini de inkar etmesidir. Bu sürecin Kurdistan’daki travmatik etkileri son asırda tarife sığmayacak kadar ağır süreçlerdir. Bu örgütsüzlük, parçalanmışlık üzerinde tahakküm kurma ve onu idare etme zor olmamıştır. Kaldı ki kendi kendini inkar sömürgeciliğin nesnesine dönüşmektir. Varoluşunu inkar Kürt toplum ve bireyinin özgürlük ve özeklikten düşme tarih dışı olması ile eşdeğerdir.
Ezenin sömürgeci ideolojisine karşı Kürt Özgürlük Hareketi yeni bir ideoloji ile çıkmıştır. Ezilenlerin ideolojisi yeni bir toplumsallık kurmaya başlamıştır. Dünyanın en örgütsüz halkı bu yeni toplumsallık ile örgütlü kılınmaya başlamıştır. Yeni bir Önderlik gerçeği, parti ve örgüt ilk devrime adım atmıştır. Bunun için özgürleşmenin ilk büyük adımı korku psikolojisini yıkmayı başarmış olmasıdır. Toplumsal devrime böyle giriş yapılmıştı. Yani devrim yeni bir doğum sürecidir ve her doğum büyük sancılar ve acılarla başlar. Bu devrimin doğasında vardır. Fakat bu doğum acılarının yeni insan ve toplum yaratma, kendi varoluşu ile yeniden buluşma, yabancılaşmaya karşı kendi özerk varlığını inşa etme çabası Kürt halkının yeniden tarih sahnesine çıkışının adı oluyordu.
Egemenin Kürt toplumunda yarattığı bölünme ve parçalanma durdurulmuş, birlik ve ortak mücadele iradesi büyük oranda sağlanmıştır. Sömürü stratejisinin nesnel olan bölücülüğüne karşı Kürt Birliği’nin her alanda sağlanması stratejisi adım adım hayat buluyor. Artık sömürgeciler değil, kendisi hakkında karar veren ve karar alabilen bir irade ortaya çıkmış durumdadır. Kendi adına seçimler yapan ve bu seçimlerle yaşamını daha özerk ve özgür yaşamaya çalışan bir halk gerçeği vardır.
Henüz sömürgeciliğe tamamen son verilmedi ama can çekişiyor. Hakikatin karşısında yalanın bir hükmü olamayacağına göre, son devrimsel vuruş ile Kürt halkı kendi oluş halini özgürce belirleyecektir.
Kürt halkının devrime kalkışması, yeni bir toplumsallık inşaa etmesi, onun tarihsel ve varoluşsal olan asil ve onurlu davranışıdır. Kendine ait olana yeniden kavuşma tahakkümcü güçlere karşı doğal savaşım içinde olma ile mümkündür. Kürt toplumu son 50 yıldır özerk ve özgür yaşamak istiyor. Bu istemini de eylemsel kılarak tüm dünyada saygın bir halk olduğunu direniş ile de ortaya koymuş durumdadır.
Devrimin iyileştirici gücü ve yaşattığı motivasyon ile sömürgeci güçler aynı ruhsal hastalıklara yakalanmaya başlamış durumdalar. Sömürgecilik Kürdistan’da darbelendikçe ruhsal bunalım ve Kürt sendromu ile derin bir kriz yaşamaya başlamış durumdalar.
Yoruma kapalı.