Düşünce ve Kuram Dergisi

Sosyalizm Odağında Jin Jiyan Azadî Felsefesi

Ferhat Akıncı

“Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır”
Abdullah Öcalan

 

Tarihsel toplum zamanının akışında toplum adına hareket eden hiçbir kuram ve kavram; yapı ve anlam yönünden değişim ve dönüşüme uğramadan kendisi gibi kalmamıştır. Bu kuram ve kavramların böyle bir gerçeklikle oluştuklarından değil, toplumun karakterinin kendisinden kaynaklanan bir durumdur. Toplumun kendisi sabit yasalara göre işlemediğinden toplumu ifade eden kavram ve kuramların da değişim ve dönüşüme uğramaları bu işleyişin doğası gereği oluyor. Elbette sabit yasalar yoktur derken, toplumu tamamen göreceli bir yapı olarak da değerlendirmemek gerekir. Toplumun dayandığı ahlaki ve politik ilkeler vardır. Her ne kadar içerik değişse de dünyanın her yerindeki toplumlar benzer ahlaki ve politik ilkeler üzerinden varlıklarını sürdürürler.

Toplum, kavram ve kuram olarak binlerce yıldır değerlendirme ve tanımlamalara konu oluyor. İnsan, kendi antikitesini tanımlamak ve bir anlama kavuşturmak için hep arayış içinde olmuştur. İlk insanın doğa güçlerine tapması kendisi için ne kadar anlam ifade ediyorsa, bugün tek bir tanrıya inanması da, bilimsel gelişmelere göre hareket etmesi de aynı şekilde anlam ifade ediyor. İlk insanın alet olarak kullandığı bir taş veya kaba bir odun parçası ne kadar anlam ifade ediyorsa aslında bugünün modern teknik araçları da ancak o kadar anlam içerirler. Alet ve araçlara fazla anlam yüklemek içinde yaşanılan çağın, toplum ve insana yüklediği anlamla ilgili bir durumdur. Araçların fazla ön plana çıkması ilk insanın anlam yönünden ‘geri’ olmasını değil ancak bugünün insanın araçlara fazla önem atfederek anlam yönünden ‘geri’ olmasını ifade edebilir. Çünkü anlamlılık araçlara veya insan-doğa dışındaki şeylere önem vermekle ilgili bir durum değil, ‘yaşam’ı bilme ve toplumsal hakikati bilince çıkarma ile ilgili bir durumdur. Araçların önemi kendi başına içerdikleri bir anlamdan ziyade toplumsal yaşamın ve evrenin işleyişinin anlaşılır kılınmasında oynadıkları rol ile ilgilidir.

Birçok filozof, kuramcı ve bilim insanı toplumun gelişkinliğini geliştirdikleri araçlar bakımından değerlendirmeye tabi tuttu. Sosyalizm de insanın tarihsel süreç içindeki gelişimini ele alarak eşit ve özgür bir yaşamın inşası için mücadele ilkelerini geliştirdi. Toplumsal eşitsizliğe karşı son iki yüz yıldır mücadele etmenin yol ve yöntemlerini geliştirdi. Bu yol ve yöntemleri geliştirirken elbette sıfırdan başlamadı. Geçmişin tahlilini yaparak; ezilenlerin, sömürülenlerin, ötekilerin modern çağdaki mücadele yolu oldu. Ancak tüm iddialı ve haklı yanlarına rağmen iki yüz yıl sonra bakıldığında sosyalizmin, varmak istediği yerden çok uzakta olduğu söylenebilir. Bunun nedenleri üzerinde çokça değerlendirmeler yapıldı ve halen de yapılıyor. En temel eleştiri de sosyalizmin iktidar ve devlet yaklaşımıydı.

Binlerce yıllık toplumsal mücadelenin emek-artık ürüne sahip olma biçiminin toplumun gelişkinlik seviyesini belirlediği ve özgürlüğe giden yolu, devleti ve iktidarı ele geçirmek olan bir sosyalizmin varacağı yerin kendinden önceki siyasal yapıların vardığı yerden farklı olmayacağı anlaşılır bir durumdur. İki yüz yıllık sosyalizm deneyiminin bize acı ve büyük bedellerle öğrettiği şey şuydu: Karşısındakilerin ayak izinden yürüyerek kendine ait bir yol inşa edemezsin. Sosyalizmin büyük üstatları, karşıtlarının araç ve yollarını farklı bir amaç için kullanabileceklerini, bunun için yapılması gereken şeyin bu araçların ele geçirilmesi olduğunu savundular. Onların iyi niyetinden ve halklara eşit-özgür bir yaşam inşa etmek istediklerinden şüphe duyulamaz. Ancak sosyalizmin hayalini kurduğu yaşamı inşa edebilmesinin yolu, toplum dışındaki araç ve yolları kullanmasından değil; bizzat kendi varlık sebebi üzerinden hareket etmesinden geçiyor. Sosyalizm elbette sınıfsız, devletsiz, iktidarsız bir yaşam inşa etmek için bu kavram ve yapıları inceleme konusu yapar, yapmalıdır da. Ancak istenilen yaşamı inşa etmek için bu yapıları kullanmayı hedeflemesi doğru değildir. Bin yıl da geçse bu yapılarla ulaşacak nokta; yine devletli, sınıflı, iktidarlı bir yaşam olacaktır. Yine de tüm eksik ve yanlışlara rağmen eşit ve özgür bir yaşamın inşası sosyalizmden başka bir zihniyetle kurulamaz.

Sosyalizm bir çok açıdan yeniden değerlendirmeye tabi tutuldu. Halen de bu değerlendirmeler yapılmaya devam ediyor. Ancak bu değerlendirmeler sosyalizmin değerinin düştüğü anlamına gelmez. Tartışma, eleştiri ve değerlendirmeler sosyalizmin kendisinin yanlış olduğunu değil, sosyalizmin ‘gelişme’de kriter ve yaklaşımını değiştirmesi gerektiğini gösterir. Sosyalizm şu açıdan önemlidir; gerek bilme düzeyinde kalan, gerekse de maddi yapıya kavuşan tüm kavram, kuram ve yapılar toplumsal işleyişin ürünüdür. O halde sosyalizmin en öncelikli işi toplumsal olan kavram, kuram ve yapıların nasıl toplum dışı kavram, kuram ve yapılara dönüştüğünü incelemek ve buna bir çözüm geliştirmektir. Kuşkusuz geliştirilen çözümün de ilk koşulu, çözümün ‘toplumsal’ olmasıdır.

Sosyalizmin ve bir toplumsal biçime kavuşmuş hali olarak ‘Demokratik Sosyalizm’in bu eleştiriler ışığında “Jin Jiyan Azadî” felsefesini odağına alıp değerlendirmesi, mevcut çıkmaza aslında bir çıkış yapabilir. İnceleme alanı ve özgürlük ölçütlerini yeniden değerlendirmesi elzem bir konudur. 2022 yılında Rojhilat(Doğu) Kurdistan-İran’daki serhildanlar hem biçim olarak hem de içerik olarak sosyalizmin odağına alıp değerlendirmesi gereken önemli bir gelişmedir. Sosyalist kuram açısından bakıldığında toplum yerine bireyi alan, bütün yerine parçayı öne çıkaran, eylem yerine analizi-değerlendirmeyi koyan post-modern yaklaşımlara karşı Jın Jiyan Azadî felsefesi can simidi gibidir. Çünkü Jın Jiyan Azadî felsefesi bu tür ayrımlara takılmadan birey-toplum, parça-bütün, teori-eylem konularını ‘işlevsellik’ yönünden ele alan ve her birimin ‘anlam’ yitimine uğramadığı toplumsal paradigmayı geliştiriyor. Tabii ayrıca sosyalist kuramın önüne yeni mücadele araçları ve inceleme unsurları koyuyor.

 

Sosyalizmde Jin/Kadın

Rojhilat Kurdistan ve İran serhildanlarının başat öznesi kadındı. Gerici İran İslam rejimine karşı ‘kadınının özne olarak öne çıkması, serhildanların biçim ve içeriğini de daha önemli kılıyor. Kadın, gerici rejim için kurucu bir unsur olarak ele alınıyor. Tabii buradaki kuruculuk rolü tersten işliyor; rejim için kadın kurucu unsur iken, kadın için rejim, ‘kadının her türlü kendilik olarak oluşum hakikatinin önündeki’ engeldir. İran rejimi kadını baskılayarak, toplum üzerindeki tüm politik hamlelerini kadın ile ilişkilendirerek hayata geçiriyor. Yani kadın, rejim için toplumu çevreleyebilme ve esas sorunların örtbas edilmesinde bir zemindir. Serhildanlarda Jin’ın öncülük rolü oynaması sadece kadının kendisinin değil, kadın ile birlikte toplumun baskıcı ve zorba politikalardan kurtuluşunu ifade ediyor. Rejim kadına böyle bir payeyi çok bilinçli olarak yüklüyor. Mesele, sadece kadının giyim kuşamıyla ilgili bir şey değildir. Kadının toplumsal kuruculuk hakikatiyle ilgilidir. Molla rejimi elbette kadınsız bir toplumun mümkün olmayacağını biliyor. Onlar kadınsız bir toplumu değil, kadın üzerinden tasavvur ettikleri toplumu inşa etmek ve sürdürmek için böylesi bir politika izliyorlar. Giyimde günah saydıkları şey aslında dini-ilahi bir günah değil, kurmak istedikleri toplumun önündeki bir günahtır. Bu sadece İran rejimi için geçerli bir durum değil, modernist, gelenekselci, gerici, kapitalist, sosyalist vd. tüm hareket ve toplumsal oluşumlar için geçerlidir. Kadının statüsü toplumun genel yaşam biçimini belirliyor. Çünkü kadın toplumsal yaşamın gelişmesinde ilk kurucu unsurdur. Sınıflı, devletli, kentli yapılar erkeğin kurucu olduğu yapılarken, toplum daha çok kadının kurucu unsur olduğu bir oluşumdur.

Son serhildanların sosyalizm için en önemli noktası şudur; toplumsal sorunların çözümünde ve eşit-özgür bir yaşamın inşasında ele alınacak öncelikli konu sınıflar değil, kadındır. Toplumu ve tarihsel gelişimi sınıf tahlili üzerinden değerlendirmek, sosyalist bir toplum inşası için eksik olmakla birlikte hatalı bir yaklaşımdır. Topluma en çok zarar veren şey güç-iktidardır. Sınıfın kendisi en çok güç-iktidar üretir. Bir sınıfa karşı başka bir sınıfı savunmak, kaçınılmaz olarak güç-iktidar gerektirir. Bunun yanında bizzat sınıf kendi varlığını sürdürmek için güç-iktidar yapılarına ihtiyaç duyar. Oysa serhildanlarda görüldüğü üzere jin (kadın) sınıftan ziyade toplumsal kesimleri etrafında toplayarak mücadeleye katıyor.

Jin Jiyan Azadî serhildanlarının da kanıtladığı önemli hususlardan bir diğeri de jin’ın jıyanla bağlantılı olarak erkek karşıtlığı üzerinden değerlendirilemeceğidir. Kadın-erkek ikileminde kadın erkeği dışlaştıran değil, erkekle birlikte tamamlayan bir konumda durur. Yani kadın erkeğin karşıtı olarak değil, toplumu tamamlayan etkin bir öğe olarak tanımlanır ve böylesi toplumsal bir anlama kavuşur. Bu şu açıdan önemlidir; sosyalizm, toplumsallığı dağıtan sınıf yaklaşımıyla karşıt sınıflardan birini veya birkaçını özne yapmak yerine özgün-özerk yapısıyla tamamlayıcılık konumunda olan toplumsal unsurları esas almalıdır. Bu unsurların başında da jin/kadın geliyor.

Jin Jiyan Azadî serhildanları jin açısından sadece kuramsal olarak değil pratik açıdan da sosyalizm için yol gösterici olmuştur. Jin’ın öncülüğünde dünyanın dört bir yanında yapılan gösteriler sosyalizmin pratik örgütlenme ve mücadele yöntemine de ışık tutmuştur. Gösterilerde sadece kadın yer almamıştır. Kadınla birlikte yaşlısı, genci, erkeği, kızı, oğlu… da yer almıştır. Gösterilerde işçinin yanında doktoru, öğretmeni, işsizi, öğrencisi, anarşisti, sosyalisti, liberali… her kesimden katılım olmuştur. Aslında gerçek sosyalizm tüm bunları özerk-özgün olarak kapsayabilecek bir sosyalizmdir. Eğer eşit-özgür bir yaşam inşa edilecekse, tüm bu toplumsal kesimlerin birlikteliği ile yapılabilir. Jin Jiyan Azadî serhildanları kadın öncülüğünde bunun olabilirliğini göstermiştir. En azından bunun tartışılmaya değer olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Marks ve Engels komünist manifestoyu “Dünyanın tüm işçileri birleşiniz” diye bitirmişlerdi. Oysa Jin Jiyan Azadî serhildanlarının sosyalizm açısından açığa çıkardığı şey, “Dünyanın tüm kadınları birleşiniz” gerçeğidir. Kadınların birleşmesi sadece bir sınıfın değil, tüm sınıfların birleşmesi demektir. Sosyalizmin inşasında kadın öncülüğünde mücadele etmektir. Burada sözü edilen kadın, elbette sistemin kollarına aldığı, duygu ve düşüncesini esir aldığı kadın değildir. Jin Jiyan Azadî felsefesini sahiplenen kadın da zaten öylesi bir durumda olan kadın değildir. Kadın kurtuluş ideolojisini benimsemiş, içselleştirmiş ve özgürlüğünü kazanmış kadınlardır. Sadece kadınlar da değil, buna inanmış erkeklerdir de. Kadını, kendisine bağımlı bir parça değil de eşit yaşamın en temel unsuru olarak gören yaklaşımdır Jin Jiyan Azadî felsefesi. Dolayısıyla bu sadece kadın için değil, toplumun tüm unsurları için geçerli bir durumdur.

Jin Jiyan Azadî felsefesi sosyalizmin benimsediği eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkelerini aynen kabul kabul ediyor. Gelirde ve adalette eşitsizliğin; toplumsal özgürlüğün sağlanamamasının; ulus, millet ve dinlerin herhangi birinin diğerine üstün olduğu düşüncesinin tüm sorunların kaynağı olduğu konusunda hemfikirdir. Ayrıştığı nokta tüm bu sorunların kaynağının ve çözüm yolunun proletaryadan ziyade kadınla bağlantılı olduğunu savunmasıdır. Aslında Jin Jiyan Azadî felsefesi sosyalizmin odağına kadını koyarak, sosyalizmi yaşamın tüm alanlarına yayma zemini oluşturuyor. Toplum dediğimiz oluşum kadın ve erkekten oluşuyor. Bir çok toplum var ki içinde proletarya gelişmemiştir; birçok coğrafya var ki kimi sınıflar gelişmemiştir. Böylesi bir durumda, bu toplumlar için sosyalizm gereksiz bir durum mudur? Eğer gerekliyse ve proletarya yoksa ne olacak? Proletaryanın gelişmesi için ön koşul olarak kapitalizmin gelişmesi gerekiyorsa, kendi elimizle oraya kapitalizmi mi taşıyacağız? Oysa Jin Jiyan Azadî felsefesi sosyalist bir yaşamın proletarya olmadan da mümkün olduğunu savunuyor.

 

Sosyalizmde Jiyan/Yaşam

Sosyalizmin en çok zorlandığı husus, sosyalist bir yaşamın nasıl pratikleştireceğine ilişkindi. Tarihsel materyalizmin toplum çözümlenmesi bir çok yanlışlıklar içeriyordu.(Bunun nedeni sosyalist üstadların farklı yaklaşımları değildi, tarihsel bilgilerin eksikliğiydi muhtemelen) Tarihin düz-çizgisel ve sürekli ilerlemeci olarak analizi sosyalist bir toplumun ve dolayısıyla sosyalist bir yaşamın kolaylıkla gerçekleşebileceğini iddia etti. Bu sorumluluğu proletaryanın sorumluluğuna verdi. Sosyalist yaşam er-geç gerçekleşecekti, proletaryanın görevi bu süreci biraz daha kısaltmaktı. Oysa en büyük sorun öngörülen yaşamı inşa etmekti. Çünkü sosyalist teori, gerçek anlamda var olan sistemi gereksiz hale getirecek bir toplumsal yaşam formuna sahip değildi. Bunun nedeni sosyalist teorinin özgürlüğü ve yaşamı toplumsal değerlerden ziyade maddi üretim araçlarının kullanılmasında; sosyal yaşamı da ‘darwinist’ bakış açısıyla ele alan ‘güçlü’ olanın hayatta kalmasında görmesiydi. Elbette kapitalist sistem karşısında mücadele etmek, emperyalist-sömürgeci güçlere karşı direnmek çok önemliydi. Ancak bu mücadele ve direniş yöntemlerini mevcut sistemin dışında inşa etmeden istenilen yaşamı da kurmak mümkün değildi.

Abdullah Öcalan, Diyarbakır zindanındaki büyük direnişle ilgili bir değerlendirmesinde “Siz direnişte kazandınız, ama yaşamda kaybettiniz” diyor. Aslında hiçbir sosyalist hareket direnişte kaybetmedi. Hatta faşizme karşı çok büyük askeri zaferler de kazandı. Siyasal iktidarlar da kazandı. Ancak sonrasında hiç biri kalıcı sosyalist bir yaşam inşa edemedi. En uzun süreli olanı Sovyetler birliği idi. O da zor aygıtlarına dayalı olarak ancak 70-80 yıl süre bildi. Bu geçen 70-80 yıllık süre, aslında sosyalist yaşamın nasıl kurulacağının değil nasıl kurulamayacağının ispatı oldu. Çok büyük devletler kurulabilir, devasa iktidar gücüne sahip olunabilir, proletarya diktatörlüğü bile kurulabilir ama bunlarla sosyalist bir yaşam kurulamaz. Jin Jiyan Azadî felsefesi bu noktadan hareket ederek, sosyalizmin ‘gerekli’ bir mücadele olduğunu ancak, farklı bir yaklaşımla inşasının mümkün olduğunu ortaya koyuyor.

Sosyalist bir yaşamın gerçek anlamda kurulamamasının en temel nedeni, bir bütünen toplumun rasyonelleştirilmesiydi. Rasyonel tahliller nihayetinde rasyonel çözümler üretti. Aklın; inanç, duygu ve hislerden üstün görülmesi; insan aklının egemen olmasına ve toplumsal yaşamın manevi değerlerinin dışlanmasına neden oldu. Sosyalist üstadların bunca yıkım ve sömürünün insan aklının ürünü olduğunu çözememeleri, tam tersinden daha fazla akla öncelik vermeleri, sosyalist devrimlerin birçok açıdan daha fazla acı yaşanmasına neden oldu. Seçilen aklın ‘erkek egemen aklı’ olması tahribatının boyutunu katladı. Jin Jiyan Azadî felsefesindeki ‘jin’ yaşamla bağlantılı olarak bu aklın ürettiği sistemin dışında bir şey öneriyor. Mesele biyolojik olarak erkek ya da kadın aklının ötesinde tarihsel-toplumsal gelişmeye öncülük eden kadın bilgi-bilim sistemidir. Kadının epistemolojik yaklaşımının ortaya koyduğu yaşam formu-formalarıdır.

Jin Jiyan Azadî felsefesi yaşama sadece bir yönden bakmayı reddeder. Hatta yapay, sıfırdan bir yaşam inşasının mümkün olmadığını savunur. Toplumsal yaşam için, hele ki sosyalist bir yaşam için gerekli olan şey, toplumun binlerce yıldır varlığını sürdürmesinin kaynağı olan ahlaki ve politik değerleri yükseltmektir. Aslında bu değerleri de en güzel Jin Jiyan Azadî kavramları ifade eder. Bu değerler kadın etrafında inşa edildi, yaşamsallaştırıldı ve ‘amargi’ ( hem özgürlük hem de anaya dönüş anlamına geliyor) olarak kavramlaştırıldı. Kürtçe’de kadın ile yaşam aynı anlama geliyor. Azadî de ikisinin birbirini tamamladığı süreçtir. Jin Jiyan Azadî sloganı dünyanın her yerinde haykırılırken aslında sadece Rojhilat-İran serhildanlarına bir destek olarak dile gelmiyordu, sistemsel krize çözüm niyet ve amaçlarını da içeriyordu.

 

Sosyalizmde Azadî/Özgürlük

Sosyalizm ilhamını eşitlik, kardeşlik ve özgürlük sloganından aldı. Eşit, özgür ve kardeşçe bir yaşam için sınıfsız bir sistemin kurulması gerektiğini, bunun da proletarya sınıfının öncülüğü ile mümkün olduğunu savundu. Proletarya, toplumu sosyalist bir yaşama götürecek olan lokomotifi. Ancak zamanla proletaryanın kendisinin sosyalist bir yaşamın inşasının önünde engel konumuna geldiği görüldü. Carl Von Clausewitz, bir savaşta ‘komutan’ın önemini belirtmekle birlikte bazen komutanın kendisinin savaşın kazanılmasının önündeki en büyük sorun olduğunu belirtir. Komutanı bir makineye benzetir. Bu makinenin çarklarının, zembereklerinin birinin bozulması savaş için büyük bir yük olur. Çünkü artık düşmanla savaşılması kadar makinenin de işler kılınması için daha fazla enerji gerekmektedir. Aynı şey proletarya için de geçerlidir. Proletarya kavram itibariyle, başkalarına bağımlı olan kişiyi ifade eder. Dolayısıyla başkasına bağımlı birinden başka birini özgürleştirmesi beklenemez.

Bunları belirtirken proletaryanın hor görüldüğü ve proletarya mücadelesinin küçümsendiği anlamı çıkarılmamalı. Mesele özgürlük meselesidir. Sosyalizmin özgürlüğü ele alış biçimidir. Özgürlüğü nasıl ve kimlerden beklediğidir. Aslında sosyalist üstadlar özgürlüğü proletaryanın sorumluluğuna vererek proletaryanın omzuna haksız ve ağır bir yük bindirdiler. Özgürlük sosyolojik bir olgudur. İnsan şimdilik ancak toplumsal bir özgürlükten bahsedebilir. Tüm canlı-cansız varlıkların özgürlük sorunu var mıdır, varsa nasıldır sorularına henüz bir yanıt verebilecek durumda değiliz. Ancak bir varsayımla felsefik bir değerlendirme yapılabilir. Ancak söz konusu insan toplumu için bir özgürlükten bahsedilebilir. Bireylerin özgürlüğünden, sınıfların özgürlüğünden; toplulukların, ulusların, etnisitelerin, dinlerin, inançların özgürlüğünden söz edilebilir. Tüm bunların dayandığı husus ise toplumsal özgürlüktür.

Sosyalizm bir sınıfın özgürlüğü üzerinden evrensel bir özgürlüğe varılacağı iddiasındaydı. Sosyalizm hedefiyle mücadele eden proletaryanın en çok gittiği yer proletarya diktatörlüğü oldu. Bir sınıfın tahakkümünden çıkınca “özgür” değil bir başka sınıfın tahakkümüne girildi. Jin Jiyan Azadî felsefesi, özgür bir yaşamın proletarya sınıfı ile değil, kadının özgür olduğu bir toplumsallıkla inşa edilebileceğini savunuyor. İki yüzyıldan fazla bir süredir proletarya ve emek araçlarının odakta olmadığı bir sosyalizm pek düşünülmedi. Bunları eleştirmek sosyalizm karşıtlığı ya da düşmanlığı olarak görüldü. Oysa Jin Jiyan Azadî serhildanları hem var olan özgürlük sorununu görünür kıldı hem de özgürlük problemine yaklaşımda yeni bir soluk getirmiş oldu. Erkeğin kadın öncülüğünde, kadın özgürlüğünde kendi özgürlüğünü gördüğü bir yaklaşım.

 

Jin Jiyan Azadî Felsefesinin Çıkışı

Jin Jiyan Azadî felsefesinin sosyalizm açısından en başta gelen önemi, bu felsefenin mekanı ve çıkış koşuludur. Bu felsefeyi geliştiren Abdullah Öcalan, sosyalizmin derin bir kriz yaşadığı 1960’ların sonlarında, sosyalizm ile tanıştıktan sonra “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” dedi (Burada bir parantez açarak, Öcalan bunu söylerken İslamı veya Muhammedi hiçbir zaman reddetmedi. Mücadele yöntemi olarak dinin değil, bilimin hakikati oluşturmada galip geldiğini vurguladı). 1990’lı yılların başında Sovyetler örneğinde reel sosyalizm çökerken, “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” diyordu, Öcalan. Bir taraftan Kürt ulusunun varlığını garantiye alma mücadelesi verirken diğer taraftan da dinsel, mezhepsel, cinsiyetçi ve milliyetçi bir toplumsal-devletçi yapıya karşı sosyalizmi savunmak kolay bir iş değildi. İslam dini ve Arap, Türk, Fars milliyetçiliğine karşı milliyetçilik ve dincilik yapmadan bir ulusun özgürlüğünü sosyalizmde görüp, sosyalist yöntemlerle mücadele yürütmek tarihin en zorlu işidir. Hele ki kadının varlık olarak en dipte olduğu islam toplumunda kadını savunmak, buna bağlı olarak yaşam ve özgürlüğü de kadınla iç içe ele almak, sosyalist mücadele için çok büyük bir öneme sahipti. Jin Jiyan Azadî felsefesinin savunucuları, bu felsefeyi salt kuramsal bağlamda bırakmayıp toplumsal örgütlenme modeline de kavuşturdular. Kadınlar özgün-özerk parti, hareket, kongre, dernek, meclis vb yapılarla bu felsefeyi hayata geçirdiler.

Sosyalist mücadele yürütmenin zorluğunun yanında sosyalizmi benimsemek ve sosyalist yaşamı inşa etmek için bir avantaj da vardı. Jin Jiyan Azadî felsefesinin doğduğu coğrafya, aynı zamanda “yarin yanağından gayrı her şey ortaktır” diyen Şeyh Bedrettin felsefenin çıkış yaptığı coğrafyadır. Sasanilere karşı direniş hareketi örgütleyen Mazdek daha 1500 yıl önce en temel sorunu üç hususta özetliyordu: “Kadının köleliği, mülkün belli kişilerde toplanması ve iktidarın (yönetimin) tekelleşmesi.” Mazdeki hareket Sasani derebeylerinin istedikleri kadını kendilerine alabilmesine; üst sınıfın çok zengin, alt sınıfların yoksul olmasına; yönetim görevinin sadece bir kişinin elinde toplanmasına karşı çıktı. Direniş gerekçeleri ve ulaşmak istedikleri hedef eşit-özgür bir yaşam inşa etmekti. Tabi o dönemin direniş yol ve yöntemleri farklıydı. Direnişlerini, dönemin koşullarına göre geliştirdiler. O dönemin en temel mücadele yöntemi de dinseldi. Bundan dolayı en başta iktidara bağlı hareket eden Zerdüşt rahiplerine karşı, ‘gerçek’ Zerdüştiliği savundular. Aslında çürümüş Zerdüşti rahiplerine karşı çıkmak, üst sınıfa karşı yoksulların sınıfını savunmaktı. Onların adına savaşmaktı. Bugünkü modern partilerle ya da meclislerle mücadele etmemeleri sosyalist olmadıkları anlamına gelmez. Zaten Jin Jiyan Azadî felsefesinin beslendiği kaynak burasıdır. Tarihte onlarca hareket kabile, mezhep, din veya başka toplumsal formlar altında eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüttü. Bazıları yüzlerce yıl (karmatiler devlet formunun dışında yaklaşık 300 yıl varlıklarını sürdüler) eşit ve özgür bir yaşam için devlet formunun dışında, toplumsal yaşamlarını sürdürdüler. Belki bugünkü kadar toplum ve iktidar çözümlemeleri geliştiremediler. Ancak duygu ve toplumsal form olarak bunu bizzat yaşadılar.

Jin Jiyan Azadî felsefesi içinde doğduğu coğrafya ve çıkış yaptığı koşullar bakımından değerlendirildiğinde sosyalizm kuramına birçok katkı yaptığı görülecektir.

Birincisi; kadın özgürlüğünün toplumsal özgürlüğün garantisi durumunda olduğunu gösterdi. Kadın özgürlüğünü esas almayan sosyalist bir yaklaşımın başarı sağlayamayacağını açığa çıkardı.

İkincisi; hem ekonomik yaşamda hem de sosyal yaşamda kadının en çok ezilen ve sömürülen sınıf-birim olduğunu ortaya çıkardı. Sadece felsefi bir fikir olarak kalmayıp bunu Jineoloji bilim ve akademisiyle somut bilimsel verilerle ortaya koydu. Dolayısıyla hem tarihin inceleme metodunda bir değişikliğe gidilmesi hem de tarihin itici gücünü değerlendirirken ‘kadın’ın öncelikli bir konumda tutulması gerektiğini belirtti. Yani eğer tarihsel olarak ezilen-sömürülen ve tarihi iten sınıf-birimler araştırılacaksa, ‘kadın’sız bunun mümkün olmayacağını gösterdi.

Üçüncüsü; özgürlüğün toplumsal değerlere karşıtlık üzerinden değil, ahlaki ve politik olarak körelen, gerileyen toplumsal yanları geliştirerek sağlanabileceğini gösterdi. Kurdistan ve Ortadoğu koşullarında dinsel dogmatizmin en katı olduğu koşullarda bile sosyalist bir yaşamın mümkün olduğunu gösterdi. Rojava’da IŞİD’e karşı savaşan kadınların, daha sonra demokratik sosyalist bir yaşam modelini hayata geçirdiklerini hep birlikte gözlemledik. IŞİD’in başkentliğini yapmış Rakka gibi bir kentte kadınların diğer toplumsal birimlerle bu yaşama katıldıklarına tanıklık ediyoruz.

Dördüncüsü; Jin Jiyan Azadî felsefesi, sosyalist bir yaşamın salt ekonomik indirgenmecilikle inşa edilemeyeceğini söylüyor. İlk ana-tanrıçalarda tutalım da günümüze kadar süregelen birçok hareketin ve direnişin ana-kadın zihniyetini benimseyerek içsel olarak sosyalizmi yaşadığını ortaya koyuyor. Bunda önemli olan fiziksel olarak kadının veya erkeğin yönetici ve öncü konumda olması değildir. Düşünce olarak ilk toplumsallığın zihniyeti ile hareket etmektir.

 

Sonuç

2022 Jin Jiyan Azadî serhildanlarının başladığı İran’a bakalım. Rojhilat’ta sanayileşme neredeyse yok; ama sistem karşıtı direniş on yıllardır var. Aynı şey Kurdistan’ın her yeri için geçerlidir. İlk çıkış yapan sosyalist hareketlerin çoğu gözünü proletarya örgütlenmesi ve direnişine dikmişti. Oysa ortada örgütlenecek pek bir proletarya yoktu. Ama diğer tarafından alabildiğine sömürülen bir toplum, adı bile yasaklanan bir ulus vardı. İnancı yasaklanan onlarca halk vardı. Hepsinin de eşitlik, özgürlük ve kardeşlik talepleri vardı. Belki kavram olarak sosyalizmi bilmiyorlardı ancak eşit ve özgür bir yaşamın nasıl olması gerektiğini içsel olarak biliyorlardı. Çünkü devlet dışında kalan toplumun işleyişi zaten komünaldir. Komünalite tarihsel topluma içkin bir durumdur. Jin Jiyan Azadî felsefesi içkin olup, unutulmaya yüz tutmuş bu toplumsal karakteri yeniden canlandırmanın zeminini geliştirdi. Son serhildanlarla da bunun ne kadar gerekli olduğu görüldü.

Haykırılan şey sadece fiziksel olarak kadının kabul edilme talebi değil, düşünce dünyasında eşit iradeyi benimseyip sömürü ve ezilmenin önüne geçmektir. Yabancılaşma salt üretim ve ekonomik araçlarla ilgili bir durum değil, bir kadının kocası tarafından, rejim tarafından uygulanan baskı ve şiddetle kendine yabancılaşması pekala mümkündür. Kendine yabancılaşan kadın bir bütünen kendine yabancılaşan toplum demektir. Yabancılaşmanın ilki aslında kadını ele almada yaşanıyor. Mesela İran molla rejimi kadını örterek toplumu tahakküm altına alıyor; tersinden Türkiye cumhuriyeti ilk kuruluşunda kadını ‘soyarak’ toplumu tahakküm altına alma politikası yürüttü. Her ikisinde de politikalarının kurucu öznesi kadındır. Dolayısıyla eğer sosyalizm gerçek bir özgür yaşam inşa edilecekse, kadının bu durumunu göz önünde bulundurmalıdır. Jin Jiyan Azadî felsefesi sosyalizmin bu eksiğini görüp tamamlamıştır.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.