Modern çağın en temel problemlerinden biri, birey ve toplumların yaşadığı yabancılaşma olgusudur. Yani birey ve toplumların öz gerçekliklerine yabancılaşmalarıdır. Bilim ve teknolojinin devrimsel gelişimi bir taraftan birey ve toplumların yaşamında çok önemli kolaylıklar sağlarken öte yandan onları kendilerine ve birbirine yakınlaştırmaktan çok tersi yönde rol oynayarak kendilerinden ve birbirlerinden uzaklaştırmalarına yol açmaktadır. Teknik-teknolojik gelişmeler bireyi en kısa bir zaman dilimi içinde dünyanın en uzak ulaştırma imkanına kavuştururken, yine birey ve toplumları saniyeler içinde her türlü bilgiye erişim imkanı sağlarken, kendi öz hakikatlerine bu denli uzak erişememeleri paradoks halidir.
Günümüz toplumcu tümü psikiyatristlerin bu durumu ruhsal bir hastalık, sosyal bilimcileri yabancılaşma, siyasal analizlerde sosyal dağılma ve kültürel asimilasyon olarak ifadelendirmektedir. Demokratik modernite kuramı ise bu durumu sınıf-devlet ve iktidar kültürü tarafından öz hakikatlerinden kopartılması olarak söylemleştirir. Tabi bu durumun temel nedeni teknik-teknoloji değildir. Temel neden kapitalist modernist sistemdir. Onun bilim ve teknoloji üzerindeki tekelidir; hakimiyetidir. Bunların ne şekilde kullanılacağına dair ideolojik yönlendirmesidir. Çünkü kapitalist modernite varlık koşulu birey ve toplumları öz hakikatlerinden uzaklaştırmaya dayanıyor. Kapitalist modernite bu açıdan sadece bilimi değil maddi-manevi tüm olguları bu amaçla kullanır. Dayandığı sınıflı, devletli uygarlık gelenekten bilir ki, toplumları kendi hakikatlerini üretmekten alıkoymak toplumu zayıf, güçsüz kılmaz. Aynı düzeyde kendi hakikatlerine bağımlı halde tutar. Bağımlılık düzeyinin nitel ve niceliği kendiliğine yabancılaşmanın nicel ve niteliği olarak karşımıza çıkar. Bu açıdan birey ve toplumlar için öze dönüş, çağımızda kapitalist modernite sisteminden kaynaklı her türlü (zihinsel, düşünsel, duygusal, kurumsal vb.) yol açan, ideolojik ve kurumsal olgulardan kendini arındırmayı gerektirir. Öze dönüş kendi varlıksal gelişim düzlemine hizmet eden öz hakikatlerini üretme bunlara göre düşünme ve yaşamadır.
Çağımızda kapitalist modernitenin hegemonik sistem olmasından ötürü yabancılaşma olgusunu az veya çok yaşamayan bireyin toplumu yok gibidir. Kürt bireyi ve toplumsallığı da bu toplumsallığı gereğinden fazla yaşadı, yaşamaktadır. Hatta yaşadığı veya yüz yüze kaldığı yabancılaşma olgusunun düzeyi öteki toplumlardan daha yoğun ve daha özgündür. Bunun tarihsel boyutlarıyla beraber farklı ulus-devlet entiteleri altında varlıksal bütünlüklerini parçalanması, inkar edilmesi ve zamana yaydırılmış bir şekilde yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu temel nedensellikten ötürü Kürt toplum sağlığında varlık ve özgürlük iç içe geçen iki kavram olarak karşımıza çıkar. Biri öteki olmadan gerçekleştirilemiyor. Varlık ve özgürlük olguları, Kürt toplumsallığı için hem kavramsal hem de anlamsal düzeyde birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. Varlığını oluşturmak isterse özgürlüğünü gerçekleştirmeli. Özgürlük kazanılacaksa varlığını kazanmakla karşı karşıya olur. 20. Yüzyılın son çeyreği boyunca bu iki hayati olgu eş-evrimli bir gelişimi ve eş-anlı bir oluşumu Kürt toplumunun adeta temel gündemi, arayış ve çabasının konusu olur. “Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama” diye tanımlayabileceğimiz bu arayış ve çaba eş-anlamlı bir biçimde, hem öze-dönüşün hakikati üzerindeki perdelerin kalkmasına hem de yabancılaşmaya yol açan sınıflı-devleti uygarlığın ideolojik ve maddi “hakikat”lerinden ayrışma ve uzaklaşmasına vesile olur.
Yabancılaşma Evrimi
Toplumun öz çıkarlarının üzerini perdeleme görünmez kılma, değersizleştirme ve bunların yerine kendi sistemini ayakta tutacak, gelişmesine hizmet edecek. “Hakikat” diyemeyeceğimiz ideolojik argümanlar yerleştirme faaliyeti genelde sınıflı-devleti uygarlığının özelde ve güncelde kapitalist modernite sisteminin en temel amacıdır. Günümüz dünyasında kapitalist modernitenin en etkili silahı, kendi meşruiyetini yeni ideolojik argümanlarla birey ve toplumların üzerinde zihninde oluşturmasıdır. Hakikatin ne’liği ve nasıl’ına dair geliştirilen yaklaşımlarda bu amaca hizmet etmektedir. En büyük yabancılaşma da bu noktada yaşanıyor.
Hakikat olgusunu yaklaşımda yaşanan-hem kavramsal hem anlamsal düzlemde-yabancılaşma birey ve toplumları, bu olguları karşısında sadece bilgisiz kılmaz. Bir bütün nasıl bir yaşam, nasıl bir kişilik, nasıl bir toplum, nasıl bir sistem vb. içinde olduğuna dair de bilgisiz kılar. Kürt toplumsallığının özellikle 20. Yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyrekleri boyunca içinde olduğu durum, tam buna tekabül ediyor. Kürt toplumsallığı öyle bir kendinden çıkma durumunu yaşar hale getirilmiş ki, “kuyruklu” ön eliyle adlandırılıp, insanlık düzleminden kaynaklı düzlemine düşürülen bir konumda olma halini bile göremez halde olur. Bu süreçte karşı karşıya olduğu yabancılaşma, siyasal düzlemde parçalanmayı, sosyal düzeyde deliliği, kültürel planda da ölme düzeyi olur.
Erich Fromm “yabancılaşma” mefhumunun eskiden akıl hastaları tanımlamak için kullanıldığını ifade etmesi tam buna tekabül eder. E. Fromm, Fransızcadaki Alienê ile İspanyolcadaki Aliyena sözcüklerinin eskiden psikozu yani bütünüyle, kesinlikle kopmuş insanı tanımladığını vurgular. Yabancılaşma, kendi gerçekliğinden kopma, kendi gerçekliğinin farkında olmama anlamına gelse de, bir psikoz olgusu olarak akıl hastaları tanımlaması, göz ardı edilmesi gereken bir hakikat olarak görmek önemlidir.
Yabancılaşma kavramı daha sonra siyasal, toplumsal ve kültürel boyutlarda işlenecek şekilde bir tanımlama genişliğini kavuşması toplum ve sorunları üzerine yoğunlaşmanın bir ifadesidir. Dünyaya nasıl ve nereden bağlı olarak yabancılaşma denilen olgunun tanımlanmasında kimi farklılıklar söz konusu olsa da ortak nokta ister birey ister toplum için “kendi olmaktan uzaklaşma”dır. Belki kuramsal düzeyde oluşum ve kullanımına yakın çağda karşılaşırız, gerekliliği tarihsel düşünme eğiliminde ele aldığımızda, toplum ve bireylerin gündemine sınıf, devlet ve iktidar olgularının oluşmasıyla girdiğini söylemek daha yerinde olur. Gılgamış destanındaki Enkidu karakteri uygarlığı temsil eden tapınak fahişesiyle tanışıp, kent devletine yönelmesi mitolojik söylemdeki ilk içinden çıktığı topluluğa yabancılaşan kimliği temsil etmesi de bunu yansıtır.
Yabancılaşmanın günümüze doğru hem bireysel hem toplumsal boyutta çok yoğunluklu bir biçimde yaşanıyor oluşu kümülatif bir şekilde gelişen ve biriken sınıf, devlet ve iktidar kültürünün toplumsal gözeneklere sızma derecesindedir. Bir toplumun veya bireyin kendine yabancılaşma düzeyi, zihinsel ve bedensel yapısında barındırdığı sınıflı-devletli kültürle eş-değerdedir. Güncel terminoloji ile söylersek, kapitalist modernite sisteminin, ideolojik ve kurumsal yapısının etkisinin üzerinde güçlü olduğu toplumlar en çok kendi olmaktan çıkmayla karşı karşıya kalanlardır. Bu açıdan çok rahatlıkla, devlet ve iktidar kültürünün yoğunluk derecesi bir toplumun (yabancılaşma anlamında) delilik ve cinnet halinin de ifadesidir. Ortadoğu toplumlarının bir ucu intihar öteki ucu cinnet düzeyinde bir sosyal duruş içinde oluşunun temel nedeni beş bin yıllık devlet ve iktidar kültürünün günlük olarak kendini üreten yekûn ağırlığı altında, kendi olmaktan uzaklaştırılmasındandır. Toplumsal zihniyet çarpıtılmadan veya çöküşü sağlanmadan yabancılaşma denilen vaka-gerçekleşmez. Bununda öncelikli koşulu, toplumu en temel iki varoluşsal dokusunda; ahlak ve politikadan yoksun kılmaktan geçer. Ahlak ve politika toplumun temel hayati öz-hakikatlerini üreten iki temel olgudur. Yabancılaşma bu açıdan öz-hakikat üretiminin yitimini ifade eder. Öz-hakikatlerin yitimi de yabancı hakikatlere göre yaşamayı ifade eder ki bu da başkalaşma demektir. Tüm hegemonik iktidar yapıları çağlar boyunca toplumları öz-hakikatlerinden koparmak ve kendi hakikatlerini (ki toplumlar için hakikatsizlik anlamına gelir) onunkini yerine ikame etmek için ideolojik (mitolojiden dine, felsefeden bilime tüm düşünce biçimlerini) veya zor aygıtlarına başvururlar. 20. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Kürt toplumsallığının antik yapısına dayatılan da bu olmuştur. 20. Yüzyıl Kürt toplumsallığının ahlaki ve politik dokusunun dumura uğradığı, yok oluşun eşiğine geldiği evreyi ifade eder.
Çağımızda da kapitalist modernite ideolojik olarak liberalizm ve ayrıca üç temel unsuru olan kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet ile benzer şekilde hareket etmektedir. Örneğin endüstriyalizmi toplumun gelişmişlik düzeyinin göstergesi olarak lanse eder. Ama bir doğa-kırım gibi kullanır. Toplumu doğaya karşı yabancılaştırır. Kapitalizmi, ekonomik bir olgu olarak tanımlar. Ama özünde ekonomi üzerinde bir tekeldir. Toplumu hem öz ekonomiye hem de ahlaki dokusuna karşı yabancılaştırır. Ulus-devlet olgusuyla, kendini ulus egemenlik aygıtı gibi sunar. Ama özünde toplumu ve bireyi özne olmaktan düşüren birincil aygıttır. Aynı şekilde toplumun kendi kendini yönetmesini veya özyönetim olgusuna yabancılaştırmayı geliştirir. Kapitalist modernite bir yandan kendini meşrulaştırmayı öte yandan toplumlarda yabancılaştırmayı da ideolojik hegemonyayla üretir. Liberalizm özünde sistemin sömürüsüne sonuna kadar açık bir birey duruşu açığa çıkartmasına rağmen, kendisini özgürlük düşüncesi ile özdeşleştirmesi hem birey hem toplumları sisteme bağımlı hale getirir. Hem de birey ve toplumlarda çarpık, sahte özgürlük anlayışı geliştirmek “özgürlük” olgusuna yabancılaştırır. Milliyetçilik, ulus-devletin seküler dinidir. Temel gayesi ulus-devlet kurulunu geliştirmedir. Devleti kutsallaştırma, birey ve toplumu kullaştırmayı gerçekleştirir. Aynı şekilde ötekiyi düşmanlaştırıp, sosyal ve toplumsal alanda bölünme ve parçalanma geliştirir. Birey ve toplumları öznelleşmeye, yurtseverliğe, ötekine karşı yabancılaştırır. Dincilik ile birey ve toplumlar denetim altında tutularak sisteme yedek kılınır. Toplumsal ahlak ve vicdana karşı yabancılaşma üretilir. Pozitivizm/bilimcilikle de doğu bilimlerinin itibarından yararlanarak akademik çevreler etkisizleştirilip, sistemle bütünleştirirken, toplum uygulamalarıyla toplumları bilime karşı yabancılaştırır. Cinsiyetçilik ideolojisiyle kadın ile erkeği birbirine yabancılaştırır.
Kapitalist modernitenin temel amacı aşırı kâra dayalı sistemin sürekliliğini sağlamaktır. İdeolojik hegemonya olmadan sadece siyasi ve askeri baskıyla kapitalist moderniteyi sürdürmek olanaklı değildir. Ve özellikle günümüzde bilişim, teknik ve teknolojinin gelişmesinin çığ gibi büyümesi ve büyük ölçüde tekelinde tutması, ideolojik hegemonyayı çok yönlü kullanmasına imkan sağlar. Amaç, toplum ve bireylerini sömürüye açık hale getirmektir. Birey ve toplumlar açık hale getirilebilir? Elbette bunun yolu da kendine yabancılaşan birey ve toplumlar yaratmaktır. Çünkü kendine yabancılaşan birey ve toplumlar, gerçeklik duygularını yitirirler. Gerçeklik duygusunun yokluğu, kendine ait hakikatlerin yoksunluğu ifade eder. Bir toplumu sömürüye açık hale getirmenin ilk koşullarından bir yukarıda da dile getirdiğimiz gibi “iyi şeyler yapma” olarak da ifadelendirdiğimiz ahlaki dokusundan ve de “iyi şeyleri bulma” diye tanımladığımız politik dokusundan yoksun kılmaktır. Bu iki dokudan yoksunluk, durumu başı kesilmiş tavuğun rastgele sağ-sola gidip gelmesine benzer. Zihnen ve ruhen ölmesine karşın beden amaçsız yaşamasıdır. Birey ve toplumu başı kesilmiş tavuğa getirmenin yolu onu bu iki hayati olgudan yoksun kılmaktan ve uzak tutmaktan geçer. Yabancılaştırma ahlak ve politikayı kemirip erittikçe gelişir. Bunu geliştirme de liberalizmin izlediği en önemli stratejide “görüş enflasyonu” yaratmak, enflasyon üzerinden işine en çok yarayanları elinde bulundurduğu bilişim ve iletişim tekelleri aracılığıyla zihinleri bombardımana tabi tutup azami sonuç almadır. “Görüş tekelini sağlamak ideolojik savaşının nihai amacıdır” New York Times gazetesinin 2005 yılında “Truthiness” (hissel isteğe dayalı hakikat) kavramını zamanın ruhunu yakalayan kavram olarak tüm dünyaya servis etmesi görüş enflasyonun Byung-Chul Han “Enfokrasi” adlı kitabında, Truthiness kavramının dijitalleşmenin patolojik bir fenomeni olarak tanımlanmıştır. New York Times gazetesinin bu kavramı tüm dünyaya zamanının ruhunu yakalayan kavram olarak lanse etmesi bir tespit olarak anlam ifade etse de (yani kapitalist modernite sisteminin toplumsal hakikatler yerine aşırı bireyciliğe dayalı hakikatleri üretmesi anlamında) özünde toplumlara empoze edilmek istenen, toplumsal hakikatleri yürürlükten kaldırılmasıdır. Bu tanımlama zaman, mekan ve olgular dünyası ile bağını yitirmiş, sanal dünyanın ya da Chul Han’ın ifadesiyle “dijital dünyanın” hastalıklı bir fenomeni olabilir. “Gerçek duyum sandığı, hissedildiği kadardır (…) Modernitenin bireyini egoist yapan anlayış, öznellikle yakından bağlantılıdır. Sağlıklı ‘ben’ yerine bencilliğe yol açması, tüketim toplumuna götüren temel güdümlenime bağlanır. Ne kadar benlik o kadar hakikat saplantısından sorumludur… Toplum sanal bir dünyanın bombardımanı altına anlık olarak tutulup öz dönüşüm olanağını hep yitirme ile karşı karşıya bırakılır. Hakikat bir simülasyon (kopyalama) dünyasına indirgenir.” Truthimos kavramı hisse dayalı hakikat, öznenin anlık ruh duygu haline bağlı bir hakikati ifade eder ki, bunun somut olgusallıkla bağı söz konusu değildir. Bir hakikat krizine işarettir. Dahası hakikat ve gerçeklikler karşısında nihilist tutuma su taşımadır. Ki daha sonra 5-10 yıl evvel Posttruth (hakikat ötesi) kavramına benzer şekilde tüm dünyada konuşulur oluşu bu nihilist yol döşemenin bir ardılı olarak okumak gerekir. Truthinnes’ten geçiş; sınırsız hakikat algısından, hakikatin ötesine geçiş! Demokratik toplumcu anlamı, toplumsal hakikat düzleminden, kapitalist modernitenin hakikat (yani yabancılaşma) düzlemine taşınmadır. Yabancılaşma da hedeflenen düzeyin evrimini göstermektedir… Toplumsal hakikatleri ilga edildiği, kapitalist modernite sisteminin ideolojik hükümranlığını tamamıyla egemen olduğu bir düzleme geçişi sembolize eder. Kapitalist modernitenin böyle bir ideali hedefi olabilir. Böyle bir ideal ve hedefin birey ve toplumlar için anlamı saf/mutlak yabancılaşmadır. Kapitalist modernite güçlerinin bu temelde hareket ettikleri, nesnelcilik ve öznelliği bu temelde kullandıkları açık. Fakat aynı şekilde demokratik modernite unsurları da tüm dünyada bölüp, pörçük ve parçalı da olsa, toplumsal olduğundan, mutlak yabancılaşmaya karşı direnmektedirler. Dahası demokratik modernite unsurları içinde de en sistemli, en donanımlı, en planlı ve programlı bir şekilde bu mutlak yabancılaşmaya karşı bir öz dönüşüm esas alan, yani Kürt toplumsallığı karşımıza çıkıyor.
Yabancılaşmanın Panzehiri
Fransız İhtilali tüm dünyada krallık ve monarşik yönetimler karşısında ulusların uyanışına; 1917 Ekim Devrimi dünyaya karşı işçi, köylü ve ezilen toplumların kendi kaderlerini tayin etme arayış ve mücadelesine nasıl yol açtıysa, Kürt toplumsallığının 21. Yüzyıl girişinde kendisinde başlattığı ahlaki, politik ve entellektüel dönüşüm, dünyadaki tüm demokratik uygarlık bileşenleri için bir rol modeldir.
Wilhelm Reich, “Doğru yaşamın yerini doğruyu arama alınca, doğrudan koşma, doğruyu aramanın ayrılmaz yoldaşı olup çıkmıştır. Ve bugün de doğruyu arama değil. Doğrudan kaçma ağır basmıştır” der. Burada önemli olan soru şudur; doğruyu yaşamadan kasıt nedir? Ve daha önemlisi doğruyu yaşamanın zemini neresidir? Bu sorulara cevap geliştirilmeden girilecek her yol, her bir arayış çabasının Theodor W. Adorno’nun “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” tespitiyle buluşacağı açıktır. Kürt toplumsallığı 21.Yüzyıla girişte insanlığa en büyük katkısı zihinsel düzlemde bu sorulara köklü bir sistemle, bütünlüklü geliştirdiği cevap olmuştur. W. Reich’in bugüne dek “Doğrudan kaçma ağır basmıştır” tespiti ile Adorno’nun “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” belirlemesi, yanlış bir düzlem üzerinde doğru aşamayı çalışılmasının ifadeleridir. Sınıflı-devletle düzlem üzerinde duracak hakikat yolculuğuna çıkan ya da hakikat yaşamaya çalışan tüm toplumların, ezilen, sınıf, kültür, sosyal ve siyasi hareketleri doğrudan uzaklaşmayla, yabancılaşmayla, yanlış hayatla buluşması bunun ifadesidir. Bir halk devrimi olan Fransız Devrimi’nin, burjuva devrimine dönüşmesi; Ekin Devrimi’nin reel sosyalist pratik ile devlet kapitalizmine dönüşümü veya tüm ulusal kurtuluş hareketlerinin zaferlerinden sonra birer kapitalist ulus-devlet dönüşümleri hepsi bu yabancılaşma pratiğinin birer örneğidir. Toplumsal güçler için, doğruyu yaşamanın olmazsa olmaz temel ilkesi, kendini pratik mal düzeyde sınıf, devlet ve iktidar düzleminin dışına çıkarmaktır. İçerisinde kendisini demokratik toplumcu düzlemde ifadeye kavuşturmaktır. Fakat bunun yerine genelde sınıflı-devleti, özel ve güncel de kapitalist modernite düzleminde durarak doğruyu yaşamayacağı, en fazla doğruyu aramaya sevk eder ki bu da doğrudan kaçma, uzaklaşma ve en sonunda hakikatine yabancılaşma ile sonuçlanır. Halkçı eğilime dayalı oluşumlar açısından 21.Yüzyıl başlarına kadar olan ve yaşanan (nitelik düzeyi değişmekle birlikte) bu olmuştur. İlk defa yeni Kürt toplumsallığı kurumsal, kuramsal ve kurumsal bir bütünlük içinde bunun dışına çıkmış öz dönüşümün, öz oluşumu ve öz gelişiminin sistemli programlı yolunu geliştirmiştir.
Tabi bu yol öyle kendiliğinden gelişmemiştir. Kürt toplumsallığının 20. Yüzyılın son çeyreğinde ve 21. Yüzyıl girişinde yaşadığı iç sancılar, çürüme ve gözyaşlarının altındaki temel neden de bünyede biriken iktidar ve devlet kültürünün yoğunluğuyla alakalıdır. İktidar ve devlet kültürü bünyede yoğunlaştıkça, özgür toplumsallığı birey ve kişilikleri açığa çıkarmayı sekteye uğramış, erken iktidar hastalığı olarak tanıma kavuşturulan bir olgu ile küçük parçalı ve mikro iktidarların boy vermesine yol açmış ve yabancılaşmayı geliştirmiştir. 21. Yüzyıla girişle birlikte Kürt toplumsallığı da tıpkı 18, 19 ve 20. yüzyıllardaki öteki toplumsal oluşumların kaderiyle başlasaydı kendinden önceki muhalif akımların ayak izlerini takip edip ya onların yaşadığı sonla karşılaşacaktır ya da kendine yeni bir yol açacak ve yeni açtığı yoldan özgür birey ve toplumun gelişmesine öncülük edecektir. Kendilerinden önceki sınıfsal ve toplumsal hareketlerle aynı akıbeti yaşamasının da çok güçlü bir zemini ve potansiyeli vardır. Fakat eş-ağırlıkta toplumcu, eşitlikçi, özgürlükçü bir damara ve kültür yoğunluğuna da sahipti. Kürt toplumsallığının hakikat yolcuları bu damar üzerinden kendilerini iktidar, sınıf ve devlet kültüründen “sonsuz boşanma”ya adayan bir zihinsel dönüşüme uğratarak, kendinden önceki tüm toplumcu oluşum, hareket ve hakikat yolcularını da hayallerini somut ulaştırabilecek bir çıkış gerçekleştirir. 20. Yüzyıl son çeyreği içinde cereyan eden bu gelişmeler birlikte varlığı, yok oluşum eşiğine gelmiş bir toplama, kendilerini yeniden fark etmelerini sağlayarak, bilinçlenen, arayış içinde olan, çabalayan, teşkilatlanan ve kendini üreten ya da daha farklı bir ifadeyle kendine yabancılaşan, nesne, kul, köle bir entiteden özgürleşen, öznelleşen bir entiteye geçişi söz konusu olur. “Buna eski kadavra, köle Kürt’ten yeni canlanan ve özgürleşen Kürtlüğe geçişi de diyebiliriz.” Kendine yabancılaşan geçmişinden, kendini artık özgürce ifadelendiren, organize eden, edimselleştiren bir toplumsal forma dönüş söz konusu olur. Buna bir nevi ruşeym halindeki demokratik ulus toplumu halinde yeniden oluş da diyebiliriz.
Kürt toplumsallığı 21.Yüzyıl girişle yeni bir toplumsal evreye girer. Bu evrenin temel özelliği kendindeki yabancılaşmayı fark etmekle başlayan ve öznelleşen entitenin kalıcı bir varlık haline gelmesi, şimdilik ve özgürlüğün kazanmış bir varlık olmakta ısrar etmesidir. Yeni oluşan varlık, eski tanıdık toplumsal varlık değildir. Eskinin kendi olmaktan çıkarılmış, parçalanmış yutulmuş bir nesnesi değildir. “Eski toplumsal varlık sadece nesne olarak vardı.” Kapitalist modern tek güçlerince üzerinde inkar, imha ve asimilasyon ve benzeri her türlü uygulamanın gerçekleştirdiği bir varlıktır. “Bir kullanım malzemesi durumundaydı. Kolektif öznelliğini kimliğinin gelişmemiş veya geliştirmekten alıkonulmuştu. Kendini ifade etmekten ve savunmaktan uzaktı. Sadece sağılmasını bekleyen inek, yenilmeye terk edilmiş bir leş konumundaydı. Bu gerçekliğe toplumsal bakımından varlık denemezdi. Daha çok varlık, öz kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir nesne değerinde atfedilebilirdi.” 21. Yüzyıla girişle birlikte Kürt toplumsallığı, başkasının kendi adına düşündüğü, kendi adına konuşup tüm kaderini belirlediği toplumsal tondan; kendi gerçeğini ifade edebilen, bunu ifadelendirmeyle yetinmeyi bir evrensel hakikat modeli, yabancılaşmaya karşı bir öze dönüş yol göstericisi olarak sunan ve bu hakikat modelini savunabilen bir kimlik olarak tarih, toplum sahnesine çıkar.
Yeni toplumsal varlığın en belirgin ve ayırt edici özelliği, özgür bir sosyolojinin oluşmasına odaklanan bir formu içermesidir. Kendinden önceki tüm toplumsal oluşumlardan farkını da tam bu noktada kurumlaştırıp ve kurumsallaştırmasıdır. Muhalif hareketlerin neredeyse çoğu özgürlük, devlet ve iktidar hedefleyerek geliştirilmeye hedeflidir, bu çizgide derinleştikçe özgürlükten uzaklaşma, kendilerine yabancılaşma, bu çizgi içinde erime ve birer mezhebi haline dönüşme atbaşı gider. Yeni Kürt toplumsallığı, toplumcu muhalif hedeflerin izlediği bu devletçi çizgide derinleşme yerine bir gün zamanla kendini bu çizgiden ayrıştırıp, özgürlük sosyolojisini gelişebileceği demokratik toplum çizgisi üzerinde (hem tarihsel ve güncel mirasa dayanarak, hem teorik ve pratik olarak) yoğunlaştırarak varlıklaştırır. Bu ayrışma sıradan bir ayrılık, kopuş değildir. Sistemsel, paradigmasal bir düzlemde kopuş olduğundan, yeni toplumsal varlıklaşmanın oluşumunda da tamamıyla iktidar-devlet kültüründen arındırılmasını ifade eder. Buda Kürt toplumsallığı varlıksallığının, kendi varlıklaşması şahsında topluma evrensel gelişim çizgisinde yeni bir formun doğuşunu/oluşunu belirtir. Demokratik ulus formu olarak tanımlanan bu yeni biçim için insanlık açısından toplumsal anlamda yeni bir biçime bu yeni Kürt toplumsal varlıklaşmasıyla adım atması anlamına gelir. Kürt toplumsalında zihnen ve bedenen varlıklaştırılmaya çalışılan yeni form evrensel bir karakter taşımaktadır.
Formun biçimi ve rengi Kürdî olabilir. Ama taşıdığı anlam ve öz ile tüm dünyaya yaşanan temel toplumsal, siyasal, çevresel, kadın ve benzeri sorunlara getirdiği çözümlerde evrensel bir karakter taşır. Evrensel bir yapıya sahiptir. Çünkü tüm toplumsal sorunların kaynağı, iktidar ve devlettir. Sınıf-devletli uygarlık zemini üzerinde şekillenen varlıklar muhtevalarında sömürü ve baskıyı içerdiklerinden, sorun üretici yapıda olurlar. Bu düzlemde çekinmeden, bu düzlemin anlamsallık ve yapısallıkları aşmadan, sorun çözücü bir sürece getirilemez. Yani Kürt toplumsallığı kendini bir düzlem dışına çıkarması, çözüm üretici bir düzlemde konumlandırılması, tüm toplumlar için emsal niteliği taşır. İkincisi, düzlemin dışında olmak yetmez. Ayrıca toplumcu düzenin anlamsallık ve yapısallıklara göre kendini oluşturmayı gerekli kılar. Bu da ona evrensel karakter kazandırır. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğünü esas alarak toplumsal form kazanma bunun ifadesidir. Toplumsal varlıklaşmanın bir boyutu demokrasidir.
Demokratik boyut ve toplumsal gruplar (dili, dini, etnisitesi, kültürün, ulusun ne olursa olsun) bazında farklılıkların eşitliği ilkesine göre, eşit özneler olduğu, kendi varlıkları konusunda herkesin kendi düşünce, söz, karar ve yönetme hakkı tanır. Ulus-devletlerin ayrıştığı, dışlayıcı, ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı yaklaşımı yerine çoğulcu, özgür ve eşit yurttaşlarca toplulukların bir arada içinde yaşama ortaklığını imkan tanır. Yine aynı şekilde uluslar-devletleri, tüm yurttaşları yönetim dışında tutup yönetime yabancılaşmasına alternatif kendini öz yönetim ile yöneterek geleceğine yön vermesine imkan tanır. Kapitalizmin çevreyi ekolojik kırım eşiğine getirdiği bir yerde, toplumsal ve bireysel varlıklaşmanın bir diğer boyutu ekoloji esas alınır. Birey ve toplum doğayla uyumlu, dengeli bir ilişki içinde olmasını varlıklaşmanın olmazsa olmazı sayar. Bu açıdan toplumun bütün kurumsal yapılarını bu ilkeyi gözeterek oluşturmayı hedefler. Örneğin ekolojiyle uyumlu bir sanayi, bilim, kent, köy ve benzeri gibi. Varlıksallığının diğer en önemli boyutu da kadın özgürlüğüne dayalı bir felsefeye göre zihnen ve bedenen kendini oluşturmadır. Günümüzde dünyanın her yerinde kadın sadece eziliyor. Kadın kadınlıktan çıkaran bir sistem altında yaşamaya mahkûm ediliyor. Kapitalist modernite sistemi erkek akla dayanan bir sistemdir. Bundan ötürü sürekli erkeklik üretir. Bütün ideolojik ve kurumsal yapılarında temel bir ilke olarak erkeklik işlemi inşa edilir. Kapitalist modernist sistemi bu anlamda erkek için erkekliğin cenneti, kadın içinse cehennemi temsil eder. Yeni Kürt toplumsal varlıklaşması bu açıdan kadının özgürlüğünü kendi varlıklaşmasının temel nirengi noktası kabul eder. Bu açıdan yani toplumsal ağırlaşmadan rengi özgür kadın damgalıdır. Kadın bu yeni toplumsallığın hem öncüsü hem de inşacısı kabul edilir. Erkek, bu toplumsallıkta, kendini eril zihniyetin tüm kodlarından arındırarak ancak yeni toplumsal varlığa dahil olabilir. Bu dahiliyeti de hem düşünce hem duygu hem de davranışlardaki egemen erkek veya ataerkil kültürde kendini arındırarak, bir nevi kendindeki “erkeği öldürerek” özgürleştirerek varlıklaştırır.
Özetle yeni Kürt toplumsal varlıklaşmasının demokrasi, ekoloji ve kendi özgürlüğüne dayalı yapısı, tekilden evrenselliğe doğru birey (kadın-erkek) ve toplumları öz hakikatlerde buluşturmasını ifade etmektedir. Kendine, topluma ve çevreye yabancılaşmış birey ve toplumlardan özgür birey ve toplumların oluşumunu göstermektedir. Özgürlüğü olmayanın anlam ve hakikati de olmayacağına göre, anlaşmaya da kendi hakikatini ifadelendiren kadın, erkek veya herhangi bir tekil topluluk özgürlüğe yürüyen varlık demektir. Tüm dünyadaki toplumların demokrasi, ekoloji ve kadın konusu noktasında ciddi ontolojik sorunlar yaşadıkları çok açık bir realite olarak orta yerde duruyor. Belki biçimde, nitelikte kimi farklılıklar olabilir ama felsefede ifade edildiği gibi temel-baş çelişki her yerde aynıdır. Örneğin kapitalist modernite küresel düzlemde kadını içine düşürdüğü kördüğüm New York, Moskova, Paris, Londra, Mekke, Ankara ve Amed’de aynıdır. Çelişki küresel, evrenseldir. Yeni Kürt toplumsallığı, kadının düşürüldüğü bu konumdan çıkışını bu baş çelişkiyi kendi şahsında çözüme kavuşturması, çelişkinin küresel düzlemde çözümü anlamına gelmektedir. Bu noktada çözümü formüle ettiği “Jin, Jiyan, Azadî” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) söylemi de tekildeki evrenselliğin en net ifadesidir. Benzer durum demokrasi ve ekoloji boyutları içinde geçerlidir; bu noktadaki temel çelişkiler, yeni Kürt toplumsal varlıklaşmasında çözüme kavuşturuyor. Zihinsel anlamda yeni varlığın teorik, felsefik ve bilimsel muhtevası oluşmuş. İzlenecek tarihsel ve güncelleştirilmiş modernite biçimi, geliştirilecek toplumsal formasyon vb. belli bir çerçeveye oturtularak, tüm insanlara, yeni Kürt toplumsallığı biçiminde sunulmuştur. Tüm bunların bedensel varlıklarla tamamlanması da başta Kürtler olmak üzere tüm toplumların, toplulukların, kültürel hareketlerin, kadın ve gençlerin iddia, kararlılık ve sabırlarına bağlıdır.
Alfred Adler, “Başlangıçta işlenen hata ortaya çıkarılmadıkça ne ikna edici sözler ne uygulanacak bir tedavi başarı sağlayacaktır. Başarı vaat eden tedavi yöntemi, eskisinden güçlü bir toplumsallık bilincine yer veren cesur bir yaşama bireyi alıştırmaktan geçer” der. Yeni Kürt toplumsal varlıklaşmasında işlenen ilk hatanın 5 bin yıl önce sınıflı-devlette yaşama adım atmakla başladığını belirtir. Bu adım uzun bir yürüyüşe dönüşünce sırasıyla hem kadın, erkek, toplum ve doğa egemenlik altına aldılar, hem kendilerine ve birbirlerine yabancılaştırılırlar. Başarı vaat eden bir tedavi yöntemini de ilk adımının öncelikle yabancılaşmaya götüren bu yol izleklerini terk etmektir. Sonra kendi toplumsal varlığın Sümerlerin özgürlük kavramı için kullandığı ama anlamsal karşılığı “Ana’ya (kadına dayalı topluma) ve doğaya dönüş”ü ifade eden Amargi’ye götürecek ayak izlerini takip ederek özgürleşbileceğini, özgürleştikçe güzelleşeceğini, güzelleştikçe de sevilebilecek bir yapıya kavuşacağını söyler.
O zaman son söz olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kürt toplumsallığın zihni ayak izlerini izlemek, birey ve toplumları hem kendine yabancılaştırmaktan kurtarır hem de özgürlüğe taşır.
Yoruma kapalı.