Düşünce ve Kuram Dergisi

Devletsiz Uluslarda Milliyetçilik ve Aydınlar

Montserrat Guibernau

Katalan Örneği

Bu bölümün amacı, devleti olmayan Batı uluslarındaki aydınlar ve milliyetçilik arasındaki ilişkiye yönelik çalışma için teorik bir çerçeve sağlamaktır. Özellikle de aydınların, Franco’nun diktatörlüğü esnasında Katalan milliyetçiliğinin yeniden ortaya çıkmasındaki rolü üzerinde odaklanmaktadır.

Bölüm, iki kısma ayrılmaktadır. İlk kısım, Elie Kedourie, Tom Nairn, John Breuilly ve Anthony D. Smith tarafından yapılan çalışmalarda, aydınlar ve milliyetçilik arasındaki ilişkinin nasıl ele alındığını analiz etmektedir. İkinci kısım ise devleti olmayan uluslarda aydınların içerisinde faaliyet gösterdiği özgül şartları ele almaktadır. 1960’larda ve 1970’lerde Katalan milliyetçiliğinin elit sınıfın hareketi olmaktan çıkıp, kitle hareketi halini aldığı süreçler ile birlikte, Franco rejimi süresince Katalan aydınların yerel dil ve kültürlerini korumadaki rolüne yönelik olarak yapılan çalışma üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu kısımda, çoğu aydının milliyetçilikten etkilenme nedenlerini ve Katalan milliyetçiliği içinde harekete geçiren faktörler olarak sıklıkla kullanılan rasyonel ve duygusal bazı argümanları da ele alıyorum.

 

Aydınlar ve Milliyetçilik

Aydınlar ve milliyetçilik arasındaki ilişkiyi değerlendirirken, Anthony D. Smith’in, sanatsal işler yaratan ve fikir üreten kişiler şeklindeki aydın tanımını takip ediyorum. Bu şekilde, onları, ‘bu fikir ve yaratımları aktaran ve yayan, daha geniş olan aydınlar sınıfından veya profesyonellerden’ ve ‘fikir ve sanat eserlerini “tüketen”, yine daha geniş olan, eğitimli kamu kesiminden’, pratikte aynı bireyin bütün bu farklı rolleri gerçekleştirebilmesine rağmen, ayırıyorum. Çalışmalarının bazı bölümlerini milliyetçilik ve aydınlar arasındaki ilişkinin analizine adadıkları için, bu kısma, Kedourie, Nairn, Breuilly ve Smith’in teorilerinin bir değerlendirmesi ile başlıyorum. Ancak, teorilerinin, devleti olmayan uluslardaki aydınların özgül rollerini irdelemediğini de vurgulamak gerekir. Aksine, ulus-devlet içinde faaliyet göstererek, ‘ulusal milliyetçilik’in gelişimine katkı gösteren aydınlarla, kendi devleti olmayan ulusların içinde yetişenler arasında kesin bir ayrım kurma ihtiyacını ihmal etmektedirler. Kedourie’nin sömürge toplumlarındaki aydınlara yönelik analizi bu duruma bir istisna teşkil etmektedir.

 

Elie Kedourie: ‘Ötekileştirilmiş İnsan’ Üzerine

“Benimle ilgisi olmayan ihtişama karşı isyan etmeye başladım.”[1]

 

Kedourie, milliyetçiliğe karşı muhalif bir tavır sürdürmektedir ve gerçekle ilgili olmayan, daha çok ‘tek objesi bir iç dünya olup, sonu siyasetin tamamen ortadan kalkması’ olan bir nevi politika olarak tanımlamaktadır. Milliyetçiliği, Batıdan başlayarak, sonra dünyanın diğer kısımlarına yayılan bir hastalık olarak görmektedir. Görüşüne göre, tarih, antropoloji ve dilbilimin de ispat ettiği üzere ulusların, insan ırkının açık ve doğal bölümleri olduğu varsayımına dayalı bir doktrinin oluşturulmasından aydınlar sorumludur. Kedouri’ye göre Aydınlanmacı rasyonalizmin etkisinde politikadan ötekileştirilen yabancılaştırılmış ve huzursuz aydınlar, Romantizme yönelerek, kendilerine toplum içinde önemli bir rolü garanti etme ehliyeti olan bir doktrin olarak milliyetçiliği ortaya çıkardılar. Kedourie, Johann Gottfried von Herder ve Johann Gottlief Fichte gibi Romantik aydınlara karşı oldukça eleştirel olup, milliyetçiliği tamamen Romantizmle özdeşleştirmektedir. Kedourie, aydınların sömürge toplumlarındaki rolü üzerine odaklanmaktadır. Bazı Batı eğitimli yerlilerin nasıl kendi geleneksel toplumlarında tamamen yabancılaştığını ve sadece, beyaz sömürgecilere ayrılan şeref ve sorumluluk konumlarından yerli elit kesimin dışlanmış olduğunu keşfetmek üzere sömürgecilerin kültür ve örfleriyle özdeşleştiklerini tarif etmektedir.

Kedourie şöyle anlatıyor:

Bir Hintli, yalnızca gerçekten ve pratikte seviye olarak tamamen Avrupalılaşması ve iyi eğitimli bir İngiliz beyefendisi karakterine sahip olması durumunda kamu hizmetine girebilirdi. Ancak bu durum, böyle bir karakter “edinmiş” bir Hintlinin kolayca veya otomatik olarak bir İngiliz beyefendisi gibi muamele görmesi anlamına gelmemekteydi.

Aslında, Kedourie’nin sömürge toplumlarındaki yerli elitlere yönelik yazdıkları, özellikle de yerliliğin devletin sosyopolitik ve ekonomik yapısı içinde sınıf atlamaya engel teşkil ettiği yerlerde olmak üzere, devleti olmayan uluslardaki bazı elitlerin analizi ile oldukça bağlantılıdır. Kedourie’nin teorisine yapılan temel itirazlardan biri, devlet içinde halihazırda şeref ve statü kazanmış olan ‘resmi’ aydınlar tarafından savunulan ve geliştirilen milliyetçiliği açıklamakta başarısız olmasıdır. Bu şekilde, kendi aydın ve politik liderleri de dahil olmak üzere sömürgeciler tarafından benimsenen milliyetçiliği göz ardı etmektedir. Kültürel olarak homojenize ve entegre edilmek yerine, hiçbir zaman sömürgecinin toplumuna ‘ait’ olarak görülmemiş olan yerel elit kesimin tecrübe ettiği dışlanmadan, sömürgecilerin milliyetçiliğinin suçlanması gerektiği tartışılabilir.

Kedourie’nin teorisi, etkin aydın elitler ile etkisiz ve kafası karışık topluluklar arasında büyük bir ayrılık olduğunu varsaymaktadır. Ona göre, insanları milliyetçi hareketi desteklemeye ikna etmenin tek yolu propaganda ve eğitim üzerindeki kontroldür. İnsanları harekete geçirmek için elitlerin, yerel inanç ve uygulamalara hitap etmesi, kötü tanrılara ve ayinlerine başvurması ve safi dini motif ve figürleri politik ve ulusal sembollere ve kahramanlara dönüştürmesi gerekmektedir – ki bunlar, önceden evrensel ve tarih ötesi olan dinlerin ‘etnikleştirilmesi’ ve millileştirilmesinin bir parçasıdır.

Kedourie, aydın elitlerin, nüfusun büyük bir kısmı tarafından çekilen temel adaletsizlikleri yakalayıp, aynı ulusa ait olan herkes tarafından paylaşılan bu adaletsiz durumu ortadan kaldırma amacıyla milliyetçi bir doktrin inşa ederek, elit sınıfı ve kitleleri tek bir amaç altında birleştirdiklerini kabul etmektedir. Ancak ona göre, bu aydınların amacı, yurttaşlarının çekmekte oldukları adaletsiz durumu sonlandırmanın çok ötesindedir. Aydınların amacı toplum içinde güç kazanarak, yabancılaştırılmalarını ve şeref ve imtiyaz konumlarından dışlanmalarını sona erdirmektir.

 

Tom Nairn: İnsanları Harekete Geçiren Faktörler

“Milliyetçiliğin yeni orta sınıf entelijensiyası, kitleleri tarihe davet etmeliydi ve davetiye anlayabilecekleri bir dille yazılmalıydı.”[2]

Nairn, milliyetçilik çalışmasına Marksist bir perspektifle yaklaşmaktadır. Milliyetçiliği kapitalizmin eşitsiz yayılmasının doğurduğu sınıf sonuçlarından kaynaklanan bir burjuva olgusu olarak değerlendirmektedir. Milliyetçilik, mahrum bırakılmış elit tabakalarının kitlelere dönüp, onları milliyetçilik projesine dahil etmekten başka alternatifi olmayan taşraların sömürülmesini doğurur ve aynı zamanda gerektirir. Bu bağlamda, milliyetçiliğin asıl amacı, sömürgeci kapitalistler tarafından desteklenen katı ‘ilerleme’ şekline karşı savaşırken, aynı zamanda kapitalist baskıya karşı mücadeleye öncülük yapabilecek yetkedeki aydınlar tarafından oluşturulan farklı bir ilerleme şeklini kabul etmektir. Nairn, yoksun bölgelerdeki milliyetçiliğin ortaya çıkışını, kapitalizmin eşit olmayan dağılımına karşı bir tepki olarak açıklamaktadır. Ancak, milliyetçilik, gericilik ve taşra arasında kurduğu bağlantının bazı istisnaları olduğunu da kabul etmektedir.

Yeni aydın elitler, kitleleri harekete geçirmek ve milliyetçi davayı desteklerini kazanmak için, Nairn’in de vurguladığı üzere bu kimliği yalnızca söylencesel olarak paylaşsalar dahi, ortak kimlik paylaşan bir ‘militan orta sınıf toplum’ inşa etmeye yönelik çalışmalıdır. Miroslav Hroch ve Peter Worsley gibi Nairn de milliyetçiliğin yayılmasında elit kesimden kitlelerin katılımına doğru giden kronolojik bir ilerleme tasavvur etmektedir.

Nairn’in teorisinde, milliyetçi hareketin başarılı olmasında kitlelerin desteği elzem. Ancak, insanlara dönmenin sonuçları nelerdir? Üç ana sonuca işaret etmektedir: (1) onların dilini konuşmak; (2) aydınlanmacılık tarafından sürgün edilen kendi genel ‘kültür’lerine daha yumuşak bir bakış takınmak; ve (3) popüler yaşam ve köylü hayatı arasındaki büyük ve yine de bağdaştırılamaz farklılıkları kabullenmek.

 

John Breuilly: ideolojinin yaratıcıları

Milliyetçi ideolojinin kökleri, devlet ile toplum arasındaki ilişkinin modern probleminin entelektüel cevaplarındadır.
 (J. Breuilly, Nationalism and the state/Milliyetçilik ve devlet, s. 349)

Breuilly, milliyetçiliği bir siyaset çeşidi, esasen muhalefet siyaseti olarak algılamaktadır. Görüşüne göre, “milliyetçilik” deyimi, devlet gücünü amaçlayan veya uygulayan politik hareketleri ifade etmek ve bu tip faaliyetleri milliyetçi argümanlarla meşrulaştırmak için kullanılmaktadır’. Kedourie ve Nairn ile aynı doğrultuda Breuilly de milliyetçiliğin kitle desteği alma gücünü vurgulamakta ve milliyetçi ideolojilerin inşa edilmesinde aydınlara ve meslek mensuplarına anahtar rol vermektedir. Ancak, ona göre, milliyetçi liderlerin büyük bir kısmının mesleklerden çıkmasına rağmen, ‘milliyetçilik herhangi belli bir sosyal sınıfın politikası olarak… ve aydınların politikası olarak görülemez’.

Breuilly’nin görüşüne göre ‘milliyetçi hareketlere dahil olan aydınların birçoğuna göre aynı anlama gelse de, milliyetçiliğin, öncelikli olarak, yurtsuz aydınların kimlik ve güç arayışı olarak görülmesi gerektiği düşüncesi büyük bir abartıdır’. Ancak Breuilly, beklenilen konumlardan mahrum bırakılma durumunu çeken bazı aydınların ve meslek mensuplarının, içerisinde güvenli, saygın ve öncül bir konuma sahip olacakları ‘ideal bir devlet ve ideal bir toplum imgelerini’ içeren yeni bir kimlik sağlayabilecek bir ideoloji olarak milliyetçilik için desteklerine katkıda bulunabileceklerini kabul etmektedir. Breuilly, aydınların milliyetçiliğe olan ilgisini açıklamak için iki argümana işaret etmektedir. Bunlardan birincisi, milliyetçi aydınları başarısız profesyoneller olarak betimlemesine rağmen, başarısızlıklarının hem belirli konumlara gelmeyi başaramamayı hem de gelinecek konumdan beklenen mali ve sosyal statüyü elde edememeyi içermesinden dolayı, başarısızlıklarının göreli olduğunu savunmaktadır. Bu noktada argüman, Elie Kedourie’nin, sömürge toplumlarında yerli aydınların üst düzey pozisyonlardan dışlanması ve bu durumun onları milliyetçiliğe nasıl yönelttiğine yönelik teorisini tekrar etmektedir. İkinci olarak Breuilly, bazı toplumlar tarafından aşırı miktarda aydın ortaya çıkarılması ve bunları ‘özümseme’ yetersizliğinin de neden bazı aydınların milliyetçiliğe döndüğünün açıklanmasına katkıda bulunabileceğini tartışmaktadır.

Milliyetçi politikaları, politik olarak kırılgan devletlerin elit kesiminin politikası veya kendini o desteğin belirli alanlarına çok yakın bağlama zorunluluğu olmaksızın kitle desteği uyandırabilen bir çeşit politika olarak algılamaktadır. Milliyetçi ideolojinin ikna edici mahiyeti, aydınların devlet betimi ile ortak inançlar ve genellikle nüfusun geniş kesimleri tarafından paylaşılan yaygın politik sorunlar arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Breuilly, sembol ve törenlerin milliyetçi düşüncelere, iki önemli yönden kesin bir şekil ve güç kazandırdığını ileri sürmektedir: devletin belirli imgelerini yansıtırlar ve bir nevi milli dayanışma ifade ederek insanların bir araya gelmesini sağlarlar.

 

Anthony D. Smith: ‘Kimlik Arayışında’

Aslında topluluğa uyarlanmış sivil, bölgesel bir millet modeli ile profesyonellerin (ve daha az bir ölçüde olmakla birlikte ticaret burjuvazisinin) statü ihtiyaç ve çıkarları arasında ‘seçici bir yakınlık’ söz konusudur.(A.D. Smith, National identity/Ulusal kimlik, s. 121)  

İlk çalışmalarında Smith, etnik milliyetçilik olarak atfettiği kavramın ortaya çıkışında sosyal ve kültürelden çok politik ve dini faktörlere üstünlük vermiştir. Modern çağın ‘bilimsel devlet’ olarak adlandırdığı kavramın, yani ‘etkinliği, bilim ve teknolojiyi kolektif amaçlar için denetim altına alma yetkinliğine bağlı olan devletin, yükselişiyle karakterize edildiğini iddia etmektedir. Ona göre ‘bilimsel devlet’in ortaya çıkması, dini açıklamaların meşruiyetine meydan okumakta ve insanlığa sadakat adına otoritenin rakip tabanına karşı gelen ‘çifte meşruiyet’ durumlarını desteklemektedir. Pre-modern rahiplerin muadili olan aydınlar, bu ihtilaftan özellikle etkilenmişlerdir. Smith’e göre, laik entelijansiyanın ‘bilimsel devlet’ çerçevesinde yükselişi, fazla sayıda yüksek vasıflı personel üretimi, entelijansiyanın kritik rasyonalizmine bazı köklü hiyerarşik bürokratlar tarafından muhalefet edilmesi ve entelijansiyanın kesimlerinin yüksek statüde kamu pozisyonlarına getirilmesinde uygulanan ayrımcılık için etnik veya diğer kültürel nedenlerin kullanılması gibi bazı engellerle karşılaşmıştır. Smith, ideolojinin üreticisi ve milliyetçi hareket geliştikten sonraki fonksiyonlarına yönelik olarak daha çok şüpheci olmasına rağmen, milliyetçi hareketin ilk aşamalarında lideri olan aydınların rolünün önemini vurgulamaktadır. Bazı durumlarda, özellikle de sömürge toplumlarındaki bazı dışlanmış ve gücenmiş aydınlara işaret edilebileceğini kabul etse dahi, aydınları güç arayışındaki bireyler olarak tanımlayanları reddetmektedir. Smith, milliyetçiliğin hem kitlelerin harekete geçirilmesini ve harici egemenliğin pasif objeleri olarak rollerinin sona erdirilmesini, hem de popüler kültürün yazınsal ‘yüksek’ kültüre yükselmesini desteklemesi nedeniyle, milliyetçilikten fayda sağlayanların büyük oranda seferber olan etnik grupların üyeleri olduğuna hükmetmektedir. Smith, ulusların uydurma doğasını ve milliyetçiliği vurgulayanlara karşı, Smith, modern milliyetçiliğin inşasında aydınlar tarafından seçilen kültürel unsurların çoğunun ‘etnik kökenleri’nin altını çizmektedir.

Dünyanın farklı bölgelerindeki birçok aydının milliyetçiliğe karşı duyduğu ilgiyi ve milliyetçilik ideolojisi ve dilindeki güçlü etkilerini açıklamak için Smith, ‘bilimsel devlet’ tarafından geleneksel dine ve topluma yansıyan zorluklardan kaynaklı olarak genel olarak insanların ve özellikle aydınların tecrübe ettiği ‘kimlik krizi’ni hatırlatmaktadır. ‘Milliyetçi çözüm’ün, bireylerin, ulusun kolektif kimliğinden kendi kimliklerini çıkarmalarını sağladığını öne sürmektedir. Bu şekilde, ‘bir vatandaş, diğer bir deyişle politik toplumun, yani aynı anda kültürel bir “tarih ve kader” topluluğunun, tanınmış ve meşru bir üyesi, haline gelir’. Burada Smith, ulusal kimlik ile vatandaşlık arasındaki ilişkiyi vurgulayarak, milliyetçiliğin kültürel ve politik yönlerinin altını çizmektedir.

 

Benzerlikler ve Farklılıklar

Kedourie, Nairn, Breuilly ve Smith’in yazıları, aydınları kesin olarak milliyetçiliğin üreticisi olarak konumlandırmaktadır. Bu şekilde, bu bilginler, milliyetçiliği, başarılı olmak için kitlelerin desteğini gerektiren modern bir politik ideoloji olarak tanımlamada örtüşmektedirler; ancak, aydınlar ile kitleler arasındaki ilişkiyi çok farklı yollardan ele almaktadırlar. Kedourie, aydın elitler ile kitleler arasındaki geniş uçurumun altını çizmektedir. Onun aksine Nairn, ortak bir amaç ile birleştirilmiş bir sınıflararası topluluğun oluşturulması ihtiyacını vurgularken, Breuilly, aydın elitler ile kitleler arasında, ‘etkileşimli’ ilişki olarak atfedebileceğimiz durumu tanımlamaktadır. Smith, aynı ulusun üyeleri arasında paylaşılan ulusal kimlik özelliğini vurgulamaktadır.

Kedourie, Nairn, Breuilly ve Smith, milliyetçi hareketin başarılı olması için kitle desteğinin önemi üzerinde mutabıktır. Ayrıca, milliyetçiliğin kilit yapıtaşları olarak kültür, dil, semboller ve törenlerin gücünü vurgulamaktadırlar. Analizlerinde eksik olan ise devleti olmayan uluslardaki aydınların görevinin farklı olup olmadığını ve öyle ise, ulus-devletlerdeki aydınların görevinden ne ölçüde farklı olduğunu ele alan belirli bir teoridir.

Sömürge devletlerinde aydınlar ile milliyetçilik arasındaki ilişkiyi inceleyen Kedourie haricinde Nairn, Breuilly ve Smith, analiz ettikleri, yaşadıkları ve teorilerini geliştirdikleri aydınların içerisinde bulunduğu şartları belirtmemektedir. Muhalif milliyetçiliklerde aydınların rolü üzerine yüklü miktarda literatür bulunmaktadır; ancak, büyük bir kısmı azgelişmiş ülkelerin incelenmesi ile ilgilidir (Hobsbawm, Gouldner, Kautsky). Sömürge toplumlarındaki milliyetçilik ve aydınlara dayalı yüklü miktardaki literatürün bir istisnası, aydınların Quebec milliyetçiliğine katılımını çalışan Pinard ve Hamilton’un çalışmasıyla örneklendirilmiştir. Öte yandan, Jordi Casassas, tarafından koordine edilen kültürel tarih kitabı Els intel.lectuals i el poder a Catalunya (Katalonya’da Aydınlar ve Güç // 1808–1975), belirli bir devletsiz ulusta yer alan aydınların rolüne yönelik araştırmaya muhteşem bir katkı teşkil etmektedir. Ancak, esasen ampirik ve büyük tarihi değere sahip olan Casassas’ın kitabı, devleti olmayan uluslarda aydınlar ile milliyetçilik arasındaki ilişkiye yönelik sosyolojik çalışmaya teorik bir çerçeve sunamamaktadır. Devam eden kısımda bu hususa değinmekteyim.

 

Devleti olmayan uluslarda aydınlar ve milliyetçilik

Öncelikle, devleti olmayan uluslarda aydınların faaliyet gösterdiği belirli şartları analiz edeceğim.

 

Sosyopolitik bağlam

Devleti olmayan uluslara yönelik çalışma, iki kilit faktörü göz önünde bulunduran belirli bir yaklaşımı gerektirmektedir. Bunlardan birincisi, devlet dışı milliyetçiliğin halihazırda kurulu ulus-devletlerde ortaya çıktığı ve ikincisi, devleti sorgulamaya, milliyetçi bir ideoloji inşa etmeye ve milliyetçi harekete öncülük etmeye hazır bir ‘alternatif elit’ ihtiyacıdır.

Devleti olmayan ulusların milliyetçiliği, kendi ulusal eğitim sistemi, belirli bir medya sistemi, oluşturulmuş güçlü elit sınıfı ile devleti oluşturan ve bölgesel, politik, sosyal ve ekonomik çerçevesini tanımlayan bir dizi kurumu bulunan halihazırda kurulu ulus-devletler içinde ortaya çıkmaktadır. Devleti olmayan uluslar, devletin kararıyla bir nevi kültürel veya politik otonomi sahibi olabilir veya olamazken, ulus-devletlerin bünyesinde, ülkeyi tanımlayan ve yöneten bir dizi kurum yer almaktadır.

Genellikle birden fazla ulus, bir tek devletin çatısı altında yaşamaktadır. Neredeyse değişmez bir şekilde, bir ulus diğerlerinden üstün olur ve ülkenin yönetiminde ve belirli bir kültür ile dilin teşviki yoluyla, bu da genellikle azınlık kültürlerinin bu dillerinin ötekileştirilmesini içerir, kimliğinin belirlenmesinde başrol oynar. İspanya’da Katalonya, Bask Ülkesi ve Galiçya’nın aleyhine, Kastilya hakim ulus olmuştur. Devletin desteklediği haricinde, kendini ulus olarak gören bir topluluğun salt varlığı bile, bölünmez politik kurum olarak tanımlandığı her yerde devletin meşruiyetine karşı tehdit ve sorun oluşturur. Demokratik devletler, dahili çeşitliliği tanımaktadır; ancak, bir ulusun özerklik hakkının tanınması gibi yol açması muhtemel politik sonuçların genellikle oldukça problemli olması nedeniyle, çoğu zaman ulusal azınlıklarına atıfta bulunurken ‘ulus’ ifadesini kullanmakta isteksizdirler. Bu nedenle, devlet, azınlık milliyetçiliklerini tehlikeli veya en azından baş edilmesi rahatsızlık verici olaylar olarak görme eğilimindedir.

Bölgesi dahilinde yer alan ulusal azınlıkların taleplerine devletin cevap verme yöntemleri, devletin kendi doğasına, milliyetçi hareketin özgün karakterine ve elde edebildiği uluslararası desteğe bağlıdır.

Devleti olmayan bir ulusta milliyetçilik hareketinin ortaya çıkması, devletinkinden farklı ve genellikle aleyhinde bir milliyetçi söylem oluşturmaya hazır bazı aydınların varlığını gerektirmektedir. Öte yandan, ulus-devleti tamamen savunan veya kendini ulus-devletle özdeşleştiren aydınlar, devlet tarafından hali hazırda kurulan ve desteklenen çerçeveler dahilinde çalışmalarını geliştirmektedir. Ulus-devlet, oluşturulma sürecindeyken, entelektüel söylemi, bütün vatandaşların homojenleştirilmesinde kullanılan kültür ve dil sayesinde ve aynı anda bölgesel dillerin ve kültürlerin ötekileştirilmesi yoluyla yapılandırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, bu tip aydınlar, genellikle bölgesel milliyetçi hareketlere karşı eleştirel ve hatta önemsemez bir tavra sahiptirler.

 

‘Potansiyel elit’

‘Potansiyel elit’in varlığı ve aldığı konum, devleti olmayan uluslarda milliyetçiliğin gelişmesi için elzemdir. Bununla, milliyetçi hareketin başarılı olması durumunda, öncülük etmesi muhtemel olan eğitimli bireyleri kastetmekteyim.

Potansiyel elite şu kişiler dahildir:

1-Devletin, kendi topluluğuna karşı muamelesinden memnun olmayan bireyler. Memnuniyetsizliklerinin derecesi ve kuvveti değişebilir. Bazı durumlarda, devletin, kültürel ve sosyopolitik ölçütlerden güç kullanımına kadar değişen yelpazedeki baskılayıcı ve ayrımcı ölçütlerinin şiddetine bağlıdır. Franco’nun rejimine karşı direniş faaliyetlerinde bulunan Katalan aydınlar, bu durumun tipik bir örneğini teşkil eder. 2-Bölgesel kökenlerinden dolayı devletin ‘resmi elit’i olmaktan dışlanan bireyler. Bu tip durumlarda bireyler, devletin güç ve nüfuz çemberleri dahilinde çalışmalarını geliştiremez ve faaliyetlerini kendi bölgeleriyle kısıtlamak durumunda kalırlar. Bu durum, Kastilya’nın Katalanlara karşı, 19. ve neredeyse 20. yüzyılın tamamı boyunca İspanyol ekonomik ve politik güç yapısındaki nüfuzlu konumlardan dışlanmalarına yol açan yaygın muhalif tavrı ile örneklenebilir. 3-Devletin resmi elit kesimine entegre olmayı istemek yerine, devleti olmayan ulusa bağlılıklarına öncelik tanımaya karar veren bireyler. Bu durum, devletin seçilmiş elit kesiminden otomatik olarak dışlanmalarına yol açan, devletinki yerine ulusal davanın gelişimine olan bağlılıklarını da kapsar. Bu tip durumlarda, bu bireylerin potansiyel elit kategorisine girmesine yol açan, bölgesel kökenlerinden dolayı devletin bazı kişileri sistematik olarak dışlamasından çok, bireyin kendi tercihi söz konusudur.

Modern demokratik İspanya’da bazı Katalan aydınların, çalışmalarını özellikle Katalanca geliştirme kararı, onları, çalışma İspanyolcaya tercüme edilmediği sürece, İspanyolca konuşan aydın çevrelerinden otomatik olarak hariç tutmaktadır. Aksi halde devletin elit kesiminde – şiddetli rekabet nedeniyle – mühim bir konuma gelemeyecek olan bazı eğitimli kişilerin, daha küçük ve rekabetin daha az yoğunlukta olduğu ulus içinde kolayca mühim bir konuma gelmelerini sağlayan bir strateji olduğu tartışılmaktadır. Bu argüman, bazı bireylerin ayrıcalıklı konumlara erişim kazanmak adına bölgesel milliyetçilik şekillerini destekleme konusunda kendi çıkarlarını vurgulamaktadır. Ancak, Katalonya içinde İspanyol yanlısı görünen ve böylece Katalan toplumu içerisinde devlet ‘kültür’ünün temsilcileri haline gelen aydınlar da bulunmaktadır. Bir art niyete işaret eden aynı argüman, genellikle devlet seviyesinde entelektüel çevrelerin desteğini alan ancak Katalonya’da çalışan aydınların nam ve statüsüne katkıda bulunanın, Katalonya içinde devlete uygun, ancak kişinin kendi yeteneklerine uygun olmayan, bir azınlık pozisyonunun savunulmasına yönelik tartışmada bu duruma da uygulanabilir. Her halükarda, ‘kölelik’ ve kişisel yükseliş ve çıkarlarına öncelik vermeksizin, kendi prensiplerine göre hareket eden önemli sayıda aydını her zaman bulabiliriz.

Bana göre, bazı durumlarda kişisel çıkarların, kimi aydınların devlet dışı milliyetçiliği neden desteklediğini açıklamada önemli bir rol oynayabilmesine rağmen, bütün milliyetçi sadakatleri ekonomik motivasyon ve güç arzusu ile açıklamak yanıltıcıdır. Özellikle de ulusun kültürel, politik veya ekonomik olarak baskılanmış hissettiği durumlarda, ulusa karşı gerçek sevgi ve gelişmesine yönelik arzu birçok milliyetçiye ilham vermektedir.

Birinin kendi ulusunun belirli bir özelliğinin savunmasına ve geliştirilmesine hayatını adaması etkili bir güç işlevi görür. Bireyin faaliyetleri için somut ve net bir amaç sağlarken, hayatına anlam kazandırır. Bireylerin milliyetçi projelere genellikle bir grubun parçası olarak girişmesi nedeniyle, ortak hedefi olan bir hareketin mensupları olarak bir çeşit moral desteği ve dayanışma tecrübe ederler. Bir ulusa aidiyet duygusu, milliyetçilik hareketi veya grubu içinden yükselen dostluk tecrübesi ile bir şekilde yaşanır. Buna rağmen, şiddetli yüzleşmelerin yaygın bir fenomen olması nedeniyle, milliyetçi liderler arasındaki farklılıklar göz ardı edilmemelidir. Daha nüfuzlu olmak, daha yüksek maaş almak, daha fazla tanınmak veya daha iyi bir iş teklif edilmek için mücadele ederler. Milliyetçilik ile devleti olmayan ulusların arasındaki ilişkinin içerisinde geliştiği şartlara yönelik olarak bu genel değerlendirmeleri yaptıktan sonra, artık Katalan olayına yönelik çalışmayı başlatabilirim.

 

Aydınlar ve Katalan Milliyetçiliği

Aydınların, milliyetçi hareketin doğuşundaki rolü ile dağılmış bir hareketin yeniden ortaya çıkarılmasındaki rolü arasında önemli farkların bulunduğunun farkındayım. İlk durumda, ulusal bilinci uyandırmak ve daha önce var olmayan ulusal söylemi inşa etmek gerekmektedir. İkinci durum ise, daha önceki milliyetçi söylemde ifade edilmiş olan hisleri ve argümanları hatırlatmak söz konusudur. Bu şartlar altında, ulusal parçalanmanın nedenleri analiz edilmeli ve milliyetçi yöntem yeniden geliştirilmelidir. Francoist diktatörlük esnasında Katalan milliyetçiliğinin dirilmesi, Katalan dili ve kültürü üzerindeki rejimin yıkıcı etkilerinin damga vurduğu şartlar altında gerçekleşti. Yalnızca küçük çaplı aydın çevrelerinin gizli politik aktivistlerin bütün çabalarını Katalan kültürünü beslemeye adayarak, Katalan kimliğinin ana bileşenlerini ortadan kaldırmaya yönelik girişimlere karşı savaştığı tarihi bir andı.

Franco’nun rejimi süresince Katalan entelektüel elit kesimi Francoizm taraftarları ve karşı duruş sergileyerek, yerel dili ve kültürü korumayı kendine görev edinen karşıtlar olarak bölünmüştü. Sonunda ilk gruptan bazıları anaakım İspanyol elit kesime dahil edilirken, diğer gruptakiler otomatik olarak dışlandılar ve rejim tarafından sıklıkla zulme uğramışlardır. Katalan kültür ve dilini korumak üzere o dönemde ortaya çıkan girişimleri değerlendirirken, belirli bireyler ve gruplardan çıkan girişimler ile Katolik kilisesi ve Üniversiteden oluşan iki güçlü kurumun bazı sektörlerinden çıkanları ayrı tutuyorum.

Bu girişimler, 3. Bölümde detaylı olarak çalışılacaktır.

 

Düşün Katalonya

İç savaş ve Franco rejiminin dayatılmasının sonucu olarak, seçilmiş bir grup Katalan aydın, ülkenin doğasını, tarihini ve yerleşik halkın karakterini ele alan önemli sayıda kitap ve makaleler yayınladı. Bu yayınlar 1939 ile 1960 yılları arasında ortaya çıktı ve demokratik, özerk, modern bir Katalonya inşa etme ve iyileştirme amacına yönelik uzlaşmacı bir yapı paylaşıyordu. Bu dönemde yazılan yüklü miktardaki kitap arasında Jaume Vicens i Vives, Notícia de Catalunya (Katalonya Haberleri // 1954) ile Josep Ferrater Mora, Les formes de la vida catalana (Katalan yaşam şekilleri // 1944) katkıları dikkat çekmektedir.

Jaume Vicens i Vives’in Notícia de Catalunya’yı (Katalonya Haberleri) yazma amacı, Katalan kimliğini aramaktı. ‘kim olageldik ve Karolenj zamanından bu yana doğrudan soy olarak ait olduğumuz muhteşem Batı toplumunun çerçevesi dahilinde kabul edilebilir bir yapı inşa etmek istersek kimiz’i bilme meselesiydi. Yazar, her bir bireyin ‘kendi, farklı’ zihniyetini anlamak için, Katalanları, tarihi bilinci beslemeye teşvik etmektedir.

Vicens, Katalanları ‘Marş’ adamı olarak tanımlamaktadır, yani, Karolenj Avrupalı tabyanın Pirene öncesi kısmı olan İspanyol Marşından gelme, ‘iki farklı coğrafi ve kültürel dünya arasında […] jeo-tarihi bir koridor’. Bu itibarla, Katalanlar ‘aykırı ve paradoksaldır […]. Farklı mayaların sonucuyuz ve bu nedenle ülkenin büyük bir kısmı melez bir biyoloji ve kültüre aittir’. Ancak Katalanlar olarak, ‘deniz-dağ kutuplaşmasının, dağların muhafazakarlığı ve kıyı aktivizminin […], Pirene feodal zihniyeti ile kıyının kapitalist zihniyetinin de bir sonucuyuz. Katalanları tanımlanan bir diğer özellik de yuva ile ailenin, bireysel ve grup çalışmasının kaynaşmasıdır. Ancak Vicens’e göre Katalan karakterinin en önemli belirleyici özelliği paktizmdir, yani egemenliği olan bir paktın, gruptaki bütün insani ve politik düzeni tanzim etmesi düşüncesidir. Bunun kaçınılmaz bir feodal kökeni bulunmaktadır; insanları topraklara değil, insanları insanlara bağlayan feodalizmi görmekten kaynaklanmaktadır.

El pactisme a Catalunya (Katalonya’da paktlar // 1982) kitabında Jaume Sobrequés, Katalan zihniyetinde paktizmin oluşmasını ve bütün sosyal ilişkilere uygulanmasını vurgulamaktadır.

Les formes de la vida catalana (Katalan yaşam şekilleri // 1944) kitabında Josep Ferrater Mora, kendisine göre, Katalan kişiliğini, bütün Katalanların hiçbir zaman erişemeden yaklaştığı, bu nedenle Max Weber tarafından kullanılan ‘ideal tipler’ modelini takip eden bir ideal olarak tanımlayan özellikleri anlatmaktadır. Katalan karakterini tanımlayan ve asla saf halde ifade edilmeyen dört özellik şunlardır: süreklilik, sağduyu (seny/ aklıselimlik), ılımlılık ve ironi. Ancak Ferrater, bu dört ‘erdem’i, kimisi Katalanların kendi içlerine kapanmalarına ve bütün diğer gerçeklikleri aşağı görmelerine yol açabilecek olan erdemlerin abartılı coşkusundan kaynaklanan, ‘eksiklik ve kusurlar’ını unutmadan çalışmak gerektiğine işaret etmektedir. Ferrater, ‘Açık bir hayatı kapalıya dönüştüren güdüler’ arasında, ‘varoluş kökünü yok eden ve hayatın özsuyunu kurutan’ bir eksiklik veya kusur olarak gücenmeye özel olarak önem vermektedir.

Ferrater’e göre Katalan karakterinin en önemli özelliği sürekliliktir, çünkü ‘hayatın sürmesini istemek, esasen hayatın anlamı olmasını, yani her hareketin, hayatın bütününe göre anlaşılabilir olmasını, istemek anlamına gelmektedir. Bu nedenle tarih önemlidir.

Ferrater Mora’yı yorumlarken Salvador Giner, Lluis Flaquer, Jordi Busquet ve Núria Bultà, ‘gelenekçiliğin bir doktrin değil, bir yaşam şekli olduğunu, bu itibarla geçmişe saygı duymanın ve bitmesini de istemenin bir yolu olduğunu anlayabilirsek, Katalonya önemli ölçüde gelenekçidir’ şeklinde yazmıştır.

Süreklilik, Katalanların çalışma ve iyi yapılmış işe karşı sevgi ve saygısında ortaya çıkmaktadır, ‘yani, Katalonya’da çalışma şeklinin neredeyse hep bir gelenek olup, en az manuel olanı bile sezilmez bir şekilde zanaatkar tavrı takınması anlamına gelmektedir’. Ona göre iş, ‘aslında ülkenin esas korunağına, hayal kırıklıklarını gömen ve yeni umutlar uyandıran işe, çekilmesini temsil etmektedir’.

Sağduyu (seny/aklıselimlik), Katalan karakterinin en önemli olmayan ve hatta en kati özelliğidir. Ferrater’e göre sağduyu, ruh sağlığını ve gücünün ifadesidir. ‘Gerçek aklıselimlik, adil, uygun ve doğru olanı, kimi zaman hayal edilebilir en anlamsız hareket olsa bile, yapmaktır.’ Katalan için aklıselimlikten konuşmak, ‘bir tecrübeye sahip olmayı göstermektir ve bu da öncelikle Katalan hayatının hiç de bağnaz bir varlık olmadığı anlamına gelmektedir.’ Tam bu noktada ve Ferrater’in görüşlerini Vicens’inkilere kıyaslarken, Vicens’in Katalan karakterinin iki önemli özelliğine – sağduyu (aklıselimlik) ve ani coşkulu heves (taşkınlık/rauxa) – Katalan tarihi karakterinin iki gizemli direği olarak atıfta bulunduğunu belirtmek uygun olur. Vicens, ‘ancak, ani coşkulu heves (taşkınlık/ rauxa) geçicidir. Kalıcı olan sağduyudur (aklıselimlik)’ demektedir.

Ilımlılık bireysel bir erdemdir, ‘aslında ılımlı insan yoktur’. Ilımlılık, aynı zamanda hem kısıtlı hem de çabuk yayılır. ‘Fazlasından kaçınıyorsam, ölçümlenen alanın ve faaliyetin, fazlanın neredeyse hiçbir zaman ulaşamayacağına: Verimliliğe gerçekten ulaşmayı başarmasını istediğimdendir.’ Ferrater, ılımlılığın bir örneği olarak sardana dansını (Katalan ulusal dansı) belirtmektedir. Şair Joan Maragall’ın da söylediği üzere, sardana, ‘mistik halka’, oldukça derin, çünkü insanların tam kökünün ve kalbinin ifadesidir. Sardana süresince, tanımlamaya çalıştıklarımızla aynı formları keşfederiz […], ancak bir kişi ön plana çıkar ve başarılı olursa, tam olarak ılımlılık olur.

İroni, bireyleri nesnelerden ayıran tecrübenin bir arındırılması, temizlenmesidir. Bireyci bir kişi olarak Katalan, bir şeyi yapmaktan keyif alma kararının olasılığını sürdürmek ister. Bu nedenle, Ferrater, tam adanma hak etmeyen herhangi bir şey teklif edilmesi durumunda ironinin doğal olarak ve kendiliğinden ortaya çıktığını öne sürmektedir. İroni genellikle kriz anlarında ortaya çıkar, ancak bu durum, insanların diğer durumlarda da ironik olamayacağı anlamına gelmez. Ancak ironinin öyle zamanlardaki hakimiyeti, fonksiyonunun böylesi zamanlarda vurgulanan çaresizliği kapatmak olduğunu göstermektedir ve bu nedenle, ironik olan kişi belirli bir şekilde çaresiz kişidir. Katalanların daima tetikte olan vicdanları, yalnızca özellikle kritik olarak değerlendirilen anlarda değil, bütün tarihleri boyunca kriz içerisinde yaşamalarına neden olmuştur. Giner, kritik ruhu ve çaresiz şartları korunarak, ironinin, acı ve vicdan denizinde hayatın kürek çekmeye devam etmesini mümkün kıldığını yazmaktadır. Kişinin, kendine aşırı güven nedeniyle kaybolmasını engellerken, kibir ve gururu ortadan kaldırır. Krizin üstesinden gelen ve aynı zamanda onu muhafaza eden ironi, açıklayıcı bir ironidir.

 

Katalan kültürüne karşı tutumlar

Ferrater ve Vicens tarafından sunulan analiz, modern Katalan vatandaşların, özellikle de aydınlar ve politikacıların, Katalan kültürel geleneklerinin ‘özü’ olarak görülene karşı farklı tavırlarına yönelik çalışmaya öncülük etmektedir. Bu tutumlar geniş ölçüde farklılık göstermekte olup, genellikle Katalonya’nın sosyal yapısını oluşturan farklı gruplarda yaygındır.44 Salvador Giner’in modelini takip ederek, oldukça fazla sayıda özelliğe yer veren dört ‘ideal tip’in ayrımını yapıyorum. Bu dört tip, tözcülük, paktizm, españolismo veya ‘İspanyolculuk taraftarlığı’ ile kozmopolitliktir.

Tözcülük, Katalan ulusunu saflığının muhafaza edilmesi ve bütün etkileşimlerden korunması gereken doğal, sonsuz ve değiştirilemez bir varlık olarak idrak etmekten oluşur. Tözcülere göre Katalonya’nın maruz kaldığı en büyük tehlike, ‘ulussuzlaşma’, yani özgün bir ulus olarak kimliğini belirleyen özünün kaybı tehdididir. Bu tutum genellikle dinamik bir kimlik özelliğini ve özgün kültürün farklı kültürlerle temas sonucunda zenginleşmesi olasılığını reddetmektedir. Bu nedenle tözcülerin savunmacı bir tavır takınma eğilimi bulunmaktadır ve genellikle sömürülmüşlük, Katalonya’nın sürekli gerekçesiz ataklara ve saldırılara maruz kaldığına ikna edilmişlik hissi eğilimiyle ilişkilendirilmektedirler. Prensipte tözcü tavrın bilimsel analiz dışında bir nevi duygusal tepkiden oluşmasına rağmen, […] farklı seviyelerde rasyonalizm aşılanmış ve gerçekçilik üzerine sakin ve açık bir yansıma ile zenginleştirilmiş bazı tözcülük versiyonlarının mevcut olması da muhtemeldir. Àngel Castiñeira’nın da yazdığı üzere, sıklıkla tözcülüğün, belirli tarihi anlarda veya dönemlerde çekilmiş olan harici saldırılara karşı bir tepki olarak anlaşılması gerektiğini eklemek isterim.

Paktizm, feodalizmin başlangıcına kadar uzanan bir Katalan karakteristik özelliğidir. Paktizm, kişinin, rakipleri karşısında kendi limitlerini tanımasından doğar, ancak böylesi aşikar bir zayıflık, bireylerin belirli durumları kendi avantajına çevirmesine imkan veren olumlu bir güç haline gelebilir. Pratikte paktizm, kurtarılabilecek her şeyi kurtarmak adına, inatçılık ve ani coşkulu heves (taşkınlık/rauxa) durumlarından kaçınarak, bütün şartlar altında müzakere yapma isteğini temsil etmektedir. Hem sağ hem de sol kanat olmak üzere Katalan politik sınıfının tamamı, ister ılımlı milliyetçiliği savunsun isterse özerk federalizmi, yüksek düzeyde paktist ruhu sergilemektedir. İspanyolculuk taraftarlığı (españolismo), Katalonya’nın bir ulus olarak reddedilmesi ve Katalan kültürünün, üniter İspanyol kültürünün hemen hemen folklorik bir çeşidi olarak indirgenmesini temsil etmektedir. İspanyolculuk taraftarlığı tutumu İspanyol nosyonunu savunmaktadır. Giner, ‘İspanyolculuk taraftarlığı’ içinde, farklı İspanyol kültürleri arasında diyalog veya Özerk Topluluklar sisteminin yaratılmasıyla tetiklenen değişikliklerin bir sonucu olarak İspanyolculuğun süreç dönüşümüne tabi olması konseptini kabul etmeyen, ‘tözcü’ pozisyon olarak atfettiği ve demokrasiye geçişini müteakip İspanya’nın yeniden tanımlanmasına daha açık bir tutumu örnekleyen ‘paktist’ pozisyon olarak atfettiği ayrımları yapmaktadır. Bana göre İspanyolculuk taraftarlığının üç versiyonunu – bir sağ kanat ve iki sol kanat – eklemek gerekmektedir. Bunlardan ilki Katalan üst orta sınıfının geniş kesimleri ve ülke çapında piyasaya hizmet sunan o firmaların müdürleri yoluyla yukarda açıklanan olup; İspanyol üst sınıfını, ait oldukları sosyal grup veya en azından kendi referans grubu olarak değerlendirmektedir. Baskın sınıfın aksine çalışan sınıfın geniş kesimleri ile örneklenen, bölgesel iştirakleri üzerinde birleşen ikincisi ise devlet nezdinde güçlü sendikalarca savunulmaktadır. Üçüncü versiyon ise güçlü bir merkeziyetçi İspanya anlayışı olan Jakoben solunun İspanyolculuk taraftarlığıdır ve herhangi bir federalist düşünceye veya İspanya’nın çokuluslu bir devlet olarak yeniden tanımlanmasına muhaliftir. Sağ kanat İspanyolculuk taraftarlığı ile Jakoben solu, İspanyol devletinin ulus çeşitliliğini tanımaya yönelik girişimleri engellemek adına sıkça politik ittifaklar kurmuşlardır.

Kozmopolitlik, liberter proletaryan enternasyonalizmde tarihi emsali bulunan, daha çok sosyal yapı içinde dağılmış bir azınlık tavrıdır – İç Savaş öncesi ve esnasındaki dönemde Katalonya için oldukça önemlidir. Kozmopolitlik, öncelikle, etnik, dilbilimsel ve ulusal farkların insan iletişim ve işbirliğine bariyer olmaktan çıktığı bir dünya görüşünü savunan bir entelektüel tavırdır. Halihazırda kozmopolitliği savunan en az iki farklı grup tespit edilebilir. Bunlardan ilki, kendini ‘dünya vatandaşı’ olarak tanımlayan, her çeşit Katalanizme karşı olan ve sıklıkla merkezi bir İspanyolculuk taraftarlığı gizleyen kişilerce kurulmuştur. İkincisi, dünya kültürüne evrensel bakış açısı ile radikal Katalan milliyetçiliğinin ilginç bir karışımını içermektedir.

 

Modern Katalan Milliyetçiliğinde Harekete Geçiren Faktörler Olan Rasyonel ve Duygusal Argümanlar

Aydınlar, ulusu uyandırmaya ve milliyetçi bir kitle hareketi oluşturmaya çalışırken, rasyonel ve duygusal argümanlar iç içe bir hale gelmektedir. Rasyonellik, davalarını savunurken milliyetçiler tarafından hatırlatılan nesnel nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bölgesel gelişim ve bölgesel olarak üretilen serveti alıkoyma hakkını teşvik, devlet tarafından empoze edilen bir dizi kısıtlamadan kurtulma ve hatta ademi merkeziyetçilik ve kendi kendini yönetme taraftarı olarak demokrasiyi derinleştirme yoluyla bağımsızlık veya daha fazla otonomi, daha iyi bir ekonomi anlamına gelebilir. Bir yandan kolektif kimlik duygusu sağlarken, öte yandan ulus, belirli bireylerin kısıtlı hayatlarını aşan bir topluluk olarak sunulduğunda, duygular canlanır. Mensuplarının gerçek olan, bir ulusa ait olma duygusu, geniş bir aile olarak porte edilen bir grubun parçası olma hissine dayanarak, bir nevi süreklilik duygusu vermektedir. Bireyler, büyük bir sosyalleşme faktörü olarak görev yapan belirli uluslarda konumlandıkları gibi, belirli ailelere doğmaktadırlar. Bireyler, kendileri, başkaları ve doğa ile ilişki kurma yöntemlerini tanımlayan belirli kültürlerle yetişmektedir. Belirli dillerin kullanılması, ortak bir tarih ve ortak bir dizi değer ve uygulamalara sahip bir topluluğa aidiyet hissine arttırmaktadır. Aile içinde olduğu gibi bir ulusa mensupluk da belirli bir kesin dayanışmaya – bu durumda yoldaş yurttaşlar ile – işaret eder. Ayrıca, fedakarlık gerektirip, grubun refahı tehdit altındayken genel olarak daha çok öne çıkan aşk ve yakınlık hislerini de ortaya çıkarır.

 

Rasyonel argümanlar

Franco’nun rejimi esnasında temel amaç demokrasiyi ve beraberinde Katalonya’nın kendi dil ve kültürünü geliştirme hakkını yeniden oluşturmak ve özerk politik kurumlarını geri almaktı. Bunlar, yoğun duygusal tepkiler uyandırabilen rasyonel taleplerdi.

Artık Generalitat’ın (hükümet) yeniden kurulmasının üzerinden 20 yıldan fazla süre geçtiğine göre, milliyetçi aydınlar ve politikacılar hangi rasyonel argümanları ortaya çıkarıyor? Anaakım milliyetçiler artık Katalonya’nın daha fazla özerklik sahibi olma ihtiyacını, kendi özgün kimliğini tamamen geliştirebilmesini ve ulus olarak refah seviyesinin artabilmesini sağlayacak bireyselleştirilmiş bir fonlama modeli verilmesini – bölgelerarası dayanışma kriter ve mekanizmalarının gözden geçirilmesini de kapsayacak – ve İspanyol devleti içerisinde bir ulus olarak tanınmasını savunuyor. Önemli ölçüde daha küçük olan akım ise ayrılmayı destekliyor. Onlara göre Katalonya, yalnızca bağımsız olması durumunda kültürel ve ekonomik olarak gelişebilecek ve tam yetkili bir politik aktör haline gelebilecek.

Yalnızca güçlü bir ulusal kimlik duygusunu paylaşanlar değil, aynı zamanda yalnızca kendi yaşam kalitelerini iyileştirme, demokrasiye derinleştirme ve/veya sivil topluma dinamizm kazandırma yetkinliğini ispat edene kadar Katalan milliyetçiliğini desteklemekle ilgilenenleri de ikna etme amacındaki üç ana rasyonel argümanın ayrımını yapmaktayım.

1-Katalonya’nın İspanyol hazinesine katkısı, merkezi hükümetten aldığı gelirden daha fazla. Özellikle Katalonya’nın devletin diğer bölgelerinden daha fazla katkıda bulunmak durumunda olup, İspanya’nın geri kalanıyla dayanışma göstermek zorunda olduğu varsayımı ile bu durum oldukça rahatız edici olmaktadır. Bu sorunu çözmek, otomatik olarak Generalitat’ın harcama gücünü arttıracak ve Katalanların yaşam kalitesini iyileştirecektir.

2-Politik ademi merkeziyetçilik, karar alma sürecini insanlara yaklaştırma kadar, demokrasiyi de güçlendirme eğilimindedir. Sorunlar ortaya çıktığı zaman belirlenir, analiz edilir ve çözülür. Bölgesel politikacılar genellikle seçmenlerinin ihtiyaç ve isteklerine karşı daha fazla farkındalık sergilemektedir; bu nedenle argüman der ki Katalonya’ya daha fazla güç verilmesi, topluluğun sorunlarının çözülmesinde daha fazla verimliliği getirecektir.

3-Bölgesel kuruluşlara güç verilmesi, belirli politikaların ve bölgesel bütçe planlamanın gerçekleştirilmesini sağlamak üzere kaynakların yeniden tahsis edilmesini gerektirmektedir.

Bu süreçler, dolaylı olarak, kültürel, ekonomik ve sosyal projeler de dahil olmak üzere lokal ve bölgesel girişimlere teşvik ederek, sivil toplumun yeniden canlandırılmasına katkı sağlamaktadır.

 

Duygusal argümanlar

Katalan milliyetçiliğinde duygusal argümanlar, zaman içerisinde birlikte acı çekmiş ve sevinmiş bir kültürel ve bölgesel topluluğa aidiyet duygusunu vurgulamaktadır. Duygusal argümanlar beş ana grup etrafında gelişmektedir: dil, kültür, tarih, bölge ve sanat. Örneğin, Francoizm altında acı çekmiş olan önemli miktarda insan, işkence, sürgün, kendi yerel dil ve kültürlerini geliştirme özgürlüğünün yasaklanması ve bulunmaması da dahil olmak üzere hala kendi veya sevdiklerinin tecrübe ettiklerinin canlı bir imgesini taşımaktadır. Franco altında yaşanan baskılanmanın hatıraları, büyük bir çoğunluğu Katalan dilini, kültürünü ve politik kurumlarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak tekrar tekrar gerçekleştirilen İspanyol teşebbüsleri ile ilgili olmak üzere uzun bir kin listesi ile bağlantılandırılmaktadır.

Belirli bir anlam yüklenen ve Katalanlar ‘geçmişlerini anlattıklarında’ duygusal bir cevap uyandırabilecek olan ana tarihi olaylar arasında bulunanlar: (1) Orakçıların Savaşı (Guerra dels Segadors, 1640-1652), temelde taht tarafından uygulanan mali baskı nedeniyle Katalan ayrılıkçıların İspanyol monarşisine karşı isyanından oluşmaktadır; (2) Eylülün On Biri 1714, büyük bir Franco-İspanyol saldırısını müteakip, Barselona’nın teslim olması – Katalanca yasaklanıp, Kastilyan dili resmi dil ilan edildiğinde, Prensliğin bütün özerk politik kurumlarının tasfiyesini ve Katalonya’nın, Philip V’in sert merkeziyetçi ve otoriter monarşisi ile tanımlanan işgal rejimine boyun eğmesini dayatan olay. Daha yakın zamanda gerçekleşen tarihi anılar arasında General Miguel Primo de Rivera’nın gerçekleştirdiği darbe ile Katalan Mancomunitat (1913-1923) özerkliğinin baskılanması da yer almaktadır. İkinci Cumhuriyet esnasında özerklik kısa bir süreliğine tekrar kuruldu – o zaman Katalonya, Özerklik Statüsü ve Özerk Hükümet (Generalitat) sahibi olmuştu. Her ikisi de Nisan 1938 tarihinde Franco tarafından ilga edildi. Katalonya bölgesi, ayrıca, bölgeyi bugünkü Katalonya (Katalan özerk topluluğu) ile kısıtlı tutanlar ile genellikle Països Catalans (Katalan Ülkeleri) olarak addettikleri daha geniş bir Katalan ulusu konseptini savunanlar arasında duygusal atıflara ve farklılıklara yol açmaktadır. Bunların arasında, feodal çağda Barselona kont-krallığına katılan ve bu nedenle ortak bir kültürel ve dilbilimsel miras paylaşılan Katalonya Prensliği, Valencia, Balearic Adaları ve Kuzey Katalonya (Fransa’nın, Pirene’nin kuzeyinden Perpignan ve Salses bölgesine kadar uzanan kısmı) bulunmaktadır. Bazı bölgeler, duygu yüklü olup, Katalan gelenekleri, tarihi ve kültürünü barındırıyor olarak betimlenmektedir. Bunların arasında Ripoll, Poblet, Montserrat ve Cuixà Manastırları (Fransa); Montserrat, Canigó (Fransa) ve Montseny dağları; veya Barselona’da yer alan Plaça de Sant Jaume ve Fossar de les Moreres kent peyzajları yer almaktadır. Yalnızca az önce belirttiğimiz kültürel ve tarihi nedenlerden dolayı değil, ayrıca bölgenin, ulusun ‘anakarası’ olması nedeniyle, bütün milliyetçi hareketlerde bölgenin büyük önemini tekrar vurgulamakta fayda var. Bölge, kaynak sağlar ve insanların kendi evlerini kurdukları ve kendi kasaba ve şehirlerini oluşturdukları yerdir. Bölge, insanları, orada doğmuş, yaşamış, çalışmış, savaşmış ve ölmüş olan ataları ile birleştirmektedir, bu nedenle ulusun devamlılığına işaret etmektedir ve kutsal bir kale haline gelmektedir: Bölge, insanların tecrübe ve arzularını içeren yerlerle doludur. Anlam merkezleri; çeşitli his, düşünce ve duyguları ifade eden semboller haline gelen yerlerdir. Bazıları, belirli bir gruba net bir aidiyet duygusu uyandırmaktadır – ki biz bunu kimlik belirleyici bir emare olarak kabul ederiz. Açıkça milliyetçi karakterin gerçek bir sembolü haline gelirler. Bu nedenlerden ötürü milliyetçi teori dahilinde, bölgenin anlamı ile onu koruma kararlılığı ve yaşam alanının korunması ve saflığını savunan çeşitli çevreci grupların kaygıları arasında mevcut bir bağ kurmak mümkündür.

Katalan kimliğinin sembollerine dönüşen seçilen belirli sanat eserleri ve sanatçılar, uluslararası kabul kazanan Katalan yüksek kültürünün genellikle temeli olarak betimlenmektedir. Diğerleri arasında Joan Miró, Salvador Dalí, Antoni Gaudí, Antoni Tàpies ve Pau Casals’ın eserleri, Boí vadisi kiliseleri gibi Romanesk sanatın enfes örnekleri ve Barselona katedrali ve gotik bölgesi gibi diğer seçkin sanat eserleri ile yan yana durmaktadır.

Katalan kimliğini oluşturan faktörler arasında, çok sayıda geleneksel danslar, şarkılar, müzik ve enstrümanlar ile birlikte sardana, insan kuleleri (castell), Berga’daki Patum, Vilanova’daki Karnaval ve Verges’teki Dansa de la Mort gibi geleneksel şenlikler gibi popüler ve geleneksel kültür gösterileri de yer almaktadır. Bir şekilde yukarıdaki tipoloji kaygılarından sızan Katalan kimliğinin daha da ileri ve güçlü bir sembolü de spor, özellikle futboldur. Francoizm esnasında Barselona Futbol Kulübü (Barça), Katalan ulusunun bir temsilcisi olarak portre edilirken, diktatörlüğe karşı bir direnç örneği olarak gösterilmiştir. Barça ile Real Madrid her maç yaptığında, maçın önemi sporun ötesine geçmiştir. Şu anda devam etmekte olan Katalonya’nın İskoç veya Galli takımlar gibi uluslararası yarışlara katılmasına izin verme vaadi ile birlikte, bir Katalan futbol takımı ve Katalan Olimpiyat komitesi kurma kampanyalarının sembolik tabiatı hafife alınmamalıdır. Bu hareketler, Katalan nüfusunun çok büyük bir kısmını harekete geçirmekte olup, ilkin verilen olumsuz cevabın değiştirilmesi için Madrid üzerinde baskı yaratmaktadır.

İnsanların dil, kültür, tarih, bölge ve sanat ile olduğu kadar popüler gelenekler ve ülkenin simgesi haline gelen diğer elementler ile özdeşleşme ve ilişki kurma şekli, ait oldukları topluluğu tanımlamaya katkı sağlamaktadır. Sembollerin, kesin olmamaları ve ülke heterojenliğini kapatmaları nedeniyle etkili olduklarını vurgulamak önemlidir. Semboller, farklılıkları benzerliklere dönüştürerek, insanların ‘topluluk’a ideolojik bütünlükle yatırım yapmasını sağlamaktadır. Bu durum, milliyetçiliğin farklı kültür seviyelerinden ve sosyal geçmişlerden gelen insanları birbirine bağlama yetkesini açıklamaktadır. Duygusal argümanların gücü, aynı kültürü paylaşan, belirli bir toprak parçasına bağlı hisseden ve ortak bir geçmiş tecrübesi ile gelecek projesi bulunan insanlara hitap etme yetkesinden gelmektedir.

Aydınlar ve politik liderler (bazı durumlarda dini liderler de dahil edilmelidir), ulusal kimliğe uyan kilit faktörleri seçip, yüceltirler ve ulusa ait olanları birleştirmenin vurgulandığı etkinlikleri de yeniden gerçekleştirir veya yaratırlar. Bunların arasında çeşitli anma törenleri, ulusal günler, geleneksel şenlikler, spor müsabakaları ve bir dizi halka açık etkinlik yer almaktadır. Milliyetçiliğin duygusal boyutu, belirli bir gruba aidiyet hissi ve ulus sevgisini paylaştığı yurttaşlara karşı beslenen dayanışmadan kaynaklanmaktadır.

 

Özet

Aydınlar, bir yandan ulusun özgün karakterini sürdürmek ve kendi politik geleceğine karar verme isteğini meşrulaştırmak üzere kültürel, tarihi, politik ve ekonomik argümanlar sunarak, milliyetçi hareketin mimarı görevi görmektedir. Öte yandan, yıkıcı olup, mevcut düzenin meşruiyetini zayıflatan bir söylem inşa etmektedirler. Ulusun devlet içindeki mevcut durumunu kötülemekte ve çatışma şartları ve süreçlerini destekleyerek bir alternatif sunmaktadırlar. Aydınlar, milliyetçi ideolojinin kurucuları olarak değerlendirilmelidir. Ancak, çoğunluğu milliyetçi hareketin provokatörleri ve ateşleyicileri olarak davrandığı için görevleri burada bitmez. Valentí Almirall (1841–1904), Enric Prat de la Riba (1870–1917), Antoni Rovira Virgili (1882–1949) ve şu anda Josep Benet ile Jordi Pujol, oldukça etkili politik liderler haline gelmiş, Katalan milliyetçiliği kilit ideologlarını temsil etmekte olup, yalnızca birkaç örneğini oluşturmaktadırlar.

Devleti olmayan uluslarda aydınların içerisinde faaliyet gösterdiği bağlamı tanımlayan iki kilit faktör olduğunu ileri sürdüm. Bunlardan birincisi, devlet dışı milliyetçiliğin, kendi elit kesimi, kültür ve dili, eğitim ve medya sistemi ve politik kurumlar olarak uluslararası tanınmışlığı bulunan halihazırda kurulu ulus-devletler içinde ortaya çıktığıdır. İkincisi, devlet dışı milliyetçiliğin başarılı olmak için mevcut statükoyu eleştiren bir söylem inşa edebilecek alternatif elite ihtiyaç duymasıdır.

Sonuç olarak bu bölümdeki temaların bir özetini çıkarmaya çalışmama izin verin. Aydınların, devleti olmayan uluslarda milliyetçiliğe yönelmesini, çeşitli etmenlerin bir kombinasyonu açıklamaktadır. Kedourie gibi aydınların milliyetçiliğe salt kişisel çıkarlar nedeniyle yöneldiğinde ısrarcı olanlara karşı, bu durumun bazen doğru olmasına rağmen, bu tip bir iddianın aşırı abartılı olduğu yönünde Breuilly ile aynı fikirdeyim.

Aydınların, milliyetçilikten etkilenmelerinin nedenini genellikle altrüizm ve kişinin kendi ülkesinin özgürlüğüne yönelik samimi arzusu açıklamaktadır. Örneğin milliyetçiliğin ilk zamanlarında belirli bir seviyede altrüizm ve ülke sevgisi, aydınların faaliyetlerini oluşturmada etkili kuvvetler olarak rol oynamaktadır. Katalan milliyetçiliğinin Franco rejimi esnasında yeniden ortaya çıkmasının da gösterdiği üzere, ulusal azınlığın baskı altında yaşadığı durumlarda bu hisler daha şiddetli olarak ortaya çıkma eğilimi göstermektedir. Böyle şartlar altında azınlığın milliyetçiliğini onaylamak, genellikle, yalnızca devletin elit kesiminden radikal bir şekilde dışlanmayı değil, aynı zamanda kişinin hayatına karşı önemli bir risk tehdidini de kapsamaktadır. Kedourie, Nairn, Breuilly ve Smith, milliyetçi bir hareketin başarılı olmasıyla kitle desteğinin yakın ilişkisi üzerinde hemfikir. Francoizm esnasında, Katalan kimliğinin temel bileşenlerinin yaşamasına karşı en büyük tehdit, Katalan yüksek kültürünü besleyen aydın elit ile Franco rejiminin homojenleştirme politikalarına daha çok maruz kalan nüfusun büyük bir kısmı arasındaki büyüyen farklılıktı. Buna ek olarak, İspanya’nın diğer bölgelerinden Katalonya’ya gelmekte olan Kastilyan dili konuşan göçmenler – devlet tarafından desteklenen ve politik ve ekonomik kaynaklar ile bu durumla baş edebilecek Katalan kurumlarının tamamen yok olduğu hareket- de, daha sonradan yasaklanan Katalan dil ve kültürünün zayıflamasına katkıda bulundu. 1950 ve 1975 yılları arasında Katalonya’ya 1.400.000 göçmen geldi ve bu dönem içerisinde Katalonya’nın toplam nüfusu 3.240.313’ten 5.663.125’e yükseldi.

 

 

 

İngilizceden Çeviren: Belçim Ceylan Fer Kaya

 

 

[1] (E. Kedourie, Nationalism in Asia and Africa/Asya ve Afrika’da Milliyetçilik, s. 88)
[2] T. Nairn, The break-up of Britain / Britanya’nın Ayrılması, s. 340

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.