Düşünce ve Kuram Dergisi

Evrensel Hukuk İçinde Demokratik Anayasa İttifakı

Ali Fırat

Ortadoğu  ateş içinde, bir çözüm bulmalıyız. Sonucunda anayasayı da uzlaşarak yazacağız. Sol, Kürt ve İslam ittifakı Türkiye’de yeni anayasanın sosyolojisidir. CHP’nin ırkçılığı ile olmaz. Bu yeni anayasa ruhu oluşturulmalıdır. 1924 Anayasasında Sol, İslami gelenek ve Kürt bastırıldı. Yeni anayasa yapılacaksa bunlar tekrar konuşulmalıdır. Ama Beyaz Türk şovenizmini de ihmal etmemek gerekir. İstiyorlarsa beyaz Türkler de gelirler.

Yeni Anayasa’da Vatan tanımı, ulus tanımı, cumhuriyet tanımı, yetkinin yerele devri hususları değişecek. Ermeniler de, Süryaniler de, kadınlar, feministler ve benzerleri de demokratik birim şeklinde örgütlenebilirler. Asıl sosyalizm de budur.

Anayasa çözümü, Kürt reformasyonu, demokratikleşme, yerel demokrasi, belediyeler, seçim, tüm bunları burada kavram ve kuram düzeyinde ele alacağız.

Demokratik Anayasa İttifakına açığız. Demokratik anayasayı hangi parti istiyorsa bunu görüşebiliriz. CHP ile de olsa anayasa için ittifaka gideriz. 1923’ten 1924 anayasasına giderken Demokratik Anayasa imkânı vardı. Ama Meclis ikinci grubunun tasfiye edilmesi ile diktatörlük yolu açıldı.

Dokuz-on maddelik ana tartışmamız yerel demokrasi temelinde demokratik bir statünün elde edilmesi üzerinedir. Tüm kimlikler ve varlıkların (Cemaatler, tarikatlar, etnisiteler, sınıflar, inançlar, sivil toplum vb.) demokratik bir statü elde etmelerini hedefliyoruz. Demokratik statü, demokratik anayasa olarak ifade ediyorum. Demokratik özerklik demiyorum artık. Bazı hassasiyetleri dikkate alarak yerel demokrasi ifadesini kullanıyorum.  Bu, demokrasinin yerel boyutudur. Ulusal boyutunu da tartışırız. Biz Türkiye’yi yerel demokrasiye taşıyacağız. Aynı zamanda özgür yurttaşı yapacağız. Yurttaşlığı yeniden tanımlayacağız. Vatandaşlık kavramı büyük bir karmaşa içindedir.

‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Süreci’ olarak adlandırdığımız çözüm süreci sonrasına damgasını vuran ve Türkiye’nin geleneksel ikilemini aşmayan, dolayısıyla sürekli çatışmacı ve kutuplaştırıcı üslubun başta Kürt sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunları ağırlaştırdığı ortaya çıkmış bir sonuçtur. Cumhur ve Millet ittifaklarının bu gerçekliğine karşılık HDP’de ifadesini bulan Demokratik İttifak ve bağlantılı demokratik müzakere opsiyonu çözüm odaklı olmayı esas almıştır. HDP Demokrasi İttifakıdır, Demokratik İttifak Çizgisidir. Kutuplaştırmaya, ikili duruma tuz-biber olmayacağız, bu çatışma dilidir. Buna karşı biz Üçüncü Yol’u temsil ediyoruz. Bunu koruyacağız. Toplumsal uzlaşı derken, bunu kastediyorum. Gelinen tarihsel noktada toplumsal anlamda demokratik siyasi uzlaşıya ihtiyaç vardır. Ayrıştıran ve kutuplaştıran değil bir uzlaşma olmalıdır. Nedir bu uzlaşma? Türk-Kürt uzlaşması, toplumsal uzlaşma, siyasal uzlaşma, kültürel uzlaşmadır; Türkiye uzlaşmasıdır. İkincisi müzakere yöntemidir. Burada müzakere yöntemi demokratik müzakere yöntemidir. Herhangi bir müzakere değil, demokratik müzakere olarak altını çiziyorum. Eski hataları tekrarlamayacağız. Onlardan ders çıkarıp benzer hataları yapmayacağız. Biz de devlet de bu hatalardan ders çıkaracak. Çıkacak sorunları demokratik müzakere yöntemiyle çözeceğiz. HDP bir müzakere partisidir. Türk-İslam milliyetçiliği (MHP-AKP) ile klasik Türk milliyetçiliği (CHP) arasında üçüncü bir müzakere yeri vardır. Müzakere derken demokratik müzakereyi kastediyorum. HDP demokratik müzakere yapacak, demokratik siyaset yapacak.  Bahsettiğim iki kutuplu hal cumhuriyetin kurulmasından beri var; buna karşı Demokratik İttifak olarak ortaya çıkmak cesaret işidir. HDP Demokratik İttifak ruhuna uygun siyasetini güçlendirmelidir. HDP, demokratik müzakere partisidir; katalizör gibi çözüm siyasetini geliştirmelidir. Yumuşak gücü kullanacağız, bunlar akıl, politika, kültürdür. Akılla siyaset yürüteceğiz, eskisi gibi olmaz. Demokratik müzakere ve uzlaşma yöntemini kullanacağız. Giyotinle, savaş aygıtıyla sosyalizm kurulamaz, biz böyle yapmayacağız.

Akıllı siyaset yapmak cesaret işidir. Siyaset üretilmiyor, siyaset yapılmıyor Türkiye’de. Tartışmasını bile bilmiyorlar; küfürleşiyorlar, hep hakaret. Bunlar demagojidir, çatışmaya sebep olan tarz budur. Böyle siyaset olmaz, bu siyaset değildir. Akıllı siyaset ile çözüm gücü olmalılar. Toplumun en küçük yapısından, köyden başlayıp en yukarıya üstte doğru birçok sorun var. Bu sorunların en tepesinde toplam olarak siyaset durur; tüm bu sorunlara siyaset ile çözüm geliştirmeliler. Siyaset, toplumsal sorunları çözme sanatıdır. Toplumsal sorunlara çözüm getirmeyen siyaset, siyaset değildir, lafazanlıktır. Örgütlenme gerekiyor. Gönüllü, bu halka nasıl hizmet ederim, çalışırım düşünmeleri gerekiyor. Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk üçlü sacayağı üzerine demokratik siyaseti geliştirecekler. Evrensel Hukuk İçinde Demokratik Anayasa İttifakı diyebiliriz. Kilit kavramımız, sözcüğümüz budur. Evrensel hukuka oturtulmuş şekilde Demokratik Anayasa İttifakını geliştirecekler. Evrensel hukuk içinde çözümü arayacağız, geliştireceğiz.

Gelinen aşamada politik üsluba egemen olan çatışmacı ve kutuplaştırıcı üslup sorunları çözümsüz bırakarak daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. İşte Türkiye ağır bir bunalımdan geçiyor. Bunun nedeni toplumsal-siyasal uzlaşıyı tasfiye eden tekçi ulus-devlet anlayışıdır. Bu anlayış esnemek ve kendini demokrasiye açık hale getirmek zorundadır.  Devlet mutlaka kendini demokratik temelde yeniden yapılandırmak zorundadır. Bunun için de, çoğulcu demokratik temelde, yani her tür kültüre, kimliğe yanıt veren, kesin tarihsel-toplumsal-siyasal uzlaşıya yanıt olabilen demokratik bir anayasa gerekiyor. Bu temelde ilkeli uzlaşmalara girmekten çekinilmemeli. Kardeşlerin birbiriyle üstünlük anlayışı ile değil birliktelik ve hak paylaşımını da kabullenerek yaşamaya ihtiyaçları vardır.

Demokrasi, devlet ile demokratik toplum arasındaki uzlaşmadır. Halk kesiminin kendini koruyarak hakları ve talepleri konusunda devletle bir uzlaşmaya varmasıyla, bunun demokratik anayasaya kavuşturulmasıyla demokrasi gelişebilir.

Uzlaşma, tavizler üzerinden değil ilkeler üzerinden olur, bunu unutmayın, bu çok önemlidir. Kalıcı çözüm ilkeler üzerinden olur. Taviz yozlaştırır. İlkeli olmaya tekrar tekrar vurgu yapıyorum. Önemli olan ilkeler üzerinde uzlaşmaktır, gerisi gelir. ‘Demokratik Anayasa’nın İlkeleri’ başlığıyla on ilkenin açılımını yaptım.

1-Demokratik Ulus İlkesi: Bütünlük sağlayıcı ulusallık devlet-ulus olarak değil, demokratik ulus olarak inşa edilmeli veya var olan ulusallıklar demokratik ulus olarak dönüşüm yaşamayı hedeflemeliler. Ucu açık kimlik ve esnek ulus anlayışı bu hedef için yeterli bir başlangıç oluşturabilir. Burada önemli olan içinde bütünleşilecek ulusun iktidar zoruyla değil, demokratik gönüllülük içinde inşa edilmesi veya dönüşümle sağlanmasıdır. Demokratik ulusta hem bireysel hak ve özgürlükler hem kolektif hak ve özgürlükler bir madalyonun iki yüzü gibi birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Sadece vatandaşı içermez. Farklı sivil toplum, cemaatler ve halk gruplarını da kolektif birimler olarak bir zenginlik kaynağı sayar. Vatandaşlar ne kadar fonksiyonel bir kolektivitenin unsuru olurlarsa o denli güçlü bir konum teşkil ederler. Her kültürden, etnisite ve dinden  (ucu açık ve esnek kimlik anlayışından) olduğu kadar; temel hak ve özgürlükleri eşitçe paylaşan bireylerden oluşan; böylelikle kolektif ve bireysel hakların birbirinden ayrılmazlığı esasına dayanan demokratik ulus tanımı ortak vatan tanımıyla uygunluk içinde en kapsamlı bütünlüğü sağlayıcı niteliktedir. Dil, etnisite, sınıf ve devlete dayanmayan çok dilli, çok etnisiteli, sınıf ayrımına ve devlet ayrıcalığına yer vermeyen, özgür ve eşit bireylere dayanan demokratik toplumun ulus halini ifade eder. Demokratik ulus demokratik vatandaştan ve topluluklardan oluşur. Açık uçlu kültürel kimliklerden oluşan esnek ulus paradigmasını esas alır.

2-Ortak Vatan veya Demokratik Vatan İlkesi: Ortak vatan veya demokratik vatan anlayışı esas alınmalıdır. Yani sadece tek dilli bir etnisite ve tek dine ait olmayan çok dilli, çok uluslu, çok dinli vatandaşlardan oluşan bir vatan anlayışı en gerçekçi olanıdır. Dolayısıyla bütünlük ve kardeşliği daha çok karşılar, yaşar. Sadece bir etnik aidiyet hissi veren vatan anlayışı, vatandaşların büyük bir kısmını ötekileştirir. Kutuplaşmayı artıran ötekileştirme asıl bölücü rol oynayan anlayıştır. Aynı tornadan çıkmış vatandaş anlayışı açık ki faşizmden kaynaklanır. Farklılık hem doğanın hem toplumun yaşam zenginliğini ifade eder. Vatanseverlik duygusunu şovence ve ırkçı olarak değil, toprağa, ekolojiye, gelişime duyulan bağlılık olarak yaşamak en doğrusudur. Hiçbir etnik ve dini gruba mal edilmeden, ötekileştirmeye gidilmeden, ekolojik, ekonomik ve demokratik toplumun ve özgür bireylerin demokratik yurttaş olarak yaşadıkları mekân olarak tanımlanmalıdır. Bu tanım kendi başına en kapsamlı bütünlüğü sağlayacak zenginlikte anlam içermektedir. Demokratik vatan, hiçbir kişinin diğerini, hiçbir topluluğun diğer topluluğu ötekileştirmediği, eşit ve özgürce paylaşılan anavatanların toplamını ifade eder.

3-Demokratik Cumhuriyet İlkesi: Devletin şekli olarak Cumhuriyeti ulus-devlet olarak yorumlamak, özellikle katı bir ulus-devletçilik biçimi ötekileştirmenin diğer bir etkenidir. Cumhuriyet için ideal olan devlet rejimi ulus-devlet değil, demokratik devlettir. Bir devlet hem ulus-devlet hem demokratik devlet olamaz. Bu iki sıfat birbiriyle çelişir. Demokratik devlet, demokratik sisteme açık olan, onunla uzlaşan devlettir. Ulus-devletin böyle bir hedefi olmayıp bilakis demokratik toplumu kendi içinde asimile eden devlettir. Demokratik çözüm ilkesi cumhuriyetle uyuşur, ama aynı uyuşumu ulus-devlet biçimiyle sağlayamaz. Önemli olan, cumhuriyeti, demokratikleşmenin çatı örgütü olarak düşünmek ve inşa etmektir. Devlet biçimini veya Cumhuriyeti ideolojikleştirmemek, bir etnisiteye, dine bağlamamak demokratik çözüm için önemlidir. Cumhuriyet için tüm vatandaşların demokratik çatı örgütü olarak hukuki bir tanım geliştirmek en doğrusudur. Yani cumhuriyeti tüm vatandaşların demokratik hukuk örgütlenmesi olarak tanımlamak büyük önem taşır. Böylelikle sosyal devlet ve laiklik ilkesi de en özlü şekilde tanıma içerilmiş olur. Cumhuriyeti ancak böylesine açıkça tanımlanmış olarak bir etnisiteye, dine, ideolojiye bağlamamış oluruz. Örneğin etnisite ve soy içeren Türk ve Kürt kavramlarıyla din ve diğer ideolojik ifadeler olan İslamilik, Hıristiyanlık, Sünnilik sıfatları eklenmeden ifade edilmek daha kapsayıcı ve bütünlük sağlayıcı olur. Devletin laik, hukuk ve sosyal niteliğinin belirleyici gerçekleştireni olarak demokratik toplumu temel alması gerektiğini ifade eder. Demokrasinin işlediği toplumun devlet şekli ideal olarak cumhuriyettir. Böylesi bir cumhuriyette laiklik, sosyal ve hukuksal nitelikler sonuç olarak ortaya çıkar. Demokratik cumhuriyet, devletin demokratik topluma ve bireye açık olmasını ifade eder. Devlet örgütlenmesiyle bireyin demokratik örgütlenmesi farklı olgular olup birbirlerinin meşruiyetine saygıyı esas alır.

4-Demokratik Çözüm İlkesi: Demokratik çözüm ilkesi daha çok devlet olmayı hedeflemeyen devletin uzantısı da olmayan sivil toplumun demokratikleşmesini, demokratik toplumu esas alan çözüm modelidir. Devletin bünyesinde temel biçim değişikliklerine yönelmekten ziyade toplum bünyesinde işleyen bir demokratik rejim arayan çözümlere yönelir. Devlete ilişkin olarak en çok demokratik bir anayasa talep eder. Tabii ki demokratik anayasanın oluşumu için teorik ve pratik çabalar tatminkâr olmalıdır. Devletten çok toplumsal esenliği esas almalıdır. Demokratik çözüm ilkesinin zıttı iktidarcı-devletçi çözüm zorlamalarıdır. İlke olarak demokratik çözüm, iktidar paylaşımıyla uğraşmaz. Hatta iktidardan uzak durur. Çünkü ne kadar iktidar o kadar demokrasiden uzaklaşmayı doğurur. Yalnızca hükümetler veya devletler adına toplumlar düzenlenirse ortaya çıkan düzen antidemokratiktir. Çünkü toplumsal güçler işin içine dâhil edilmemiştir. İktidar ve hükümet düzenlemeleri olumlu yönde olursa belki demokratikleşmenin önünü açar; ama demokratikleşmenin kendisini oluşturmaz. Demokratik çözümlerin hedefi de iktidar veya devlet olanaklarını paylaşmak olamaz. Devlete tutunmak, bir bloğunu teşkil etmek demokratik çözümün hedefi olamaz. Demokratik çözüm ilkesinde temel husus, demokratik kurumlarla devlet kurumlarının barış içinde bir arada yaşamalarının anayasal güvenceye alınmasıdır. İki kurumsal varlık arasında yasal bir meşruiyet vardır. Varlıklarını birbirlerinin inkârına dayandırmazlar. Ne demokrasi adına devletin tasfiyesi gereklidir ne de devlet adına demokrasi eritilmelidir. Batı sistemindeki aşırı içiçelik ulus-devletin içinde demokrasinin göstermelik bir kuruma dönüşmesine yol açar. Demokratikleşmenin en güncel sorunu bu içiçeliği aşan iki kurumsal varlığın bir arada yaşamasını yeniden düzenlemektir. Demokrasinin, devleti sınırlaması ne kadar vazgeçilmez bir ilkeyse devletin de tecrübe ve uzmanlık birikimi olarak demokrasiye çatı işlevi görmesi o denli ilkeseldir. Tarihi süreç içinde galip çıkacak olan demokratik toplum olacaktır. Özcesi devletle demokratik kurumların barış içinde ama gergin duruşları rekabete yol açan bir durumu ifade eder ki, bundan gelişip güçlenecek olan demokratik toplumun kendisi olacaktır. Cumhuriyet kurumlarıyla demokratik toplum kurumlarının barış içinde birlikte var olmaları demokratik çözümün esasıdır. Bu tanım içinde ulus-devlet, kapitalizm ve endüstriyalizm tekelleri, demokratik toplumun demokratik konfederalist, ekonomik ve ekolojik komünalizm kurumlarıyla uzlaşıya dayalı barış içinde bir yaşamı kabul etmek durumundadır. Açıkçası demokrasisiz bir devlet ne kadar reddediliyorsa devletsiz bir demokrasi de dayatılmıyor.

5-Demokratik Anayasa İlkesi: Demokratikleşme siyasi bir hareket olmasına rağmen toplumsal bir konsensüsle oluşturulmuş bir anayasaya dayanmadan kalıcı ve sistematik bir yönetim rejimi haline gelemez. Demokratik anayasalar, demokratik toplumla devletin uzlaşmasını ifade eder. Bireysel hak ve özgürlükler ancak demokratik toplumla anlam kazanabilir. Aksi halde muazzam güç yoğunluğu olan devlet karşısında korunması mümkün değildir. Devleti de sürekli problem oluşturan ağırlaştıran bir kurum olarak değil, uzmanlık ve tecrübe birikim alanı olarak çözüm sağlayıcı bir etken halinde tutmak için demokratik anayasa vazgeçilmez bir araçtır. Demokratik anayasa hem devleti işlevsel kılan tecrübe ve uzmanlık birikimi halinde tutan niteliğiyle toplum ve devleti bir arada tutan tutkal durumundadır. Son tahlilde demokratik vatandaşı ve toplulukları ulus-devlete karşı korumayı esas olan toplumsal konsensüsle oluşan anayasadır.

6-Bireysel ve Kolektif Hak ve Özgürlüklerin Birlikteliği İlkesi: Demokratikleşme sorunlarının çözümünde hayati bir rol oynayan hak ve özgürlükler ilkesinin uygulanmasında bireysel ve kolektif ayrımına gitmenin kendi başına çözümden çok sorunları daha da ağırlaştırdığı ve içinden çıkılmaz hale getirdiğini, dünyadaki sayısız deneyimden öğrenmek mümkündür. Ayrıca bu ayrım toplumların doğasına aykırıdır. İnsan toplumunda birey hiçbir zaman ve mekânda haklı veya haksız; özgürlüklü veya özgürlüksüz olarak topluluksuz yaşamamıştır. Zaten insanın özelliği, en gelişmiş toplumsal varlık olmasıdır. Dolayısıyla bireyin elde ettiği veya yaşadığı hiçbir hak ve özgürlük aidiyetini yaşadığı topluluklarla birlikte paylaşılmadıkça hiçbir anlam ifade etmez. Toplumdan soyutlanmış birey ne kadar anlamsızsa edindiği hak ve özgürlükler de o denli anlamsızdır. Uygulanma yeteneğinde değildir. Tersi de doğrudur. Bir topluluğa tanınan hak ve özgürlükler mensubu olan bireylere yansıtılmadıkça değer ifade etmez. Hak ve özgürlükler bireysiz yaşanmaz. Bireyleri hak ve özgürlüklerden yoksun bırakmak mensup olduğu toplumu aynı duruma düşürmekle mümkün olduğu gibi toplumu, kolektiviteyi hak ve özgürlüklerden yoksun bırakmak mensubu bulunan bireyleri aynı duruma düşürmek demektir. Özcesi hak ve özgürlükler ne bireysiz ne de toplumsuz birlikte olmadan, paylaşılmadan yaşanacak değerler değildir. Toplumlar kolektif oldukları kadar bireysel, bireysel oldukları kadar kolektif varlıklardır. İkisini ayırmak liberal safsatadır, sömürü ve baskı amaçlıdır. Bu oyunun önüne geçmek ancak bireysel ve kolektif hakların birlikte, etle tırnak gibi yaşanmasıyla mümkündür. Nasıl toplum bireylerden oluşan ama onların toplamından farklı bir şeyse, bireysel ve kolektif haklar arasında farklılık da olsa aynı toplumun iki yüzünü ifade eder. Tek yüzlü madalyonun olmaması gibi sadece bireysel veya kolektif haklı toplum veya bireylerde olmaz.

7-İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük İlkesi: Bu ilkeyle daha çok; kapitalist modernitenin dünya çapında egemen kıldığı, kaba materyalist ama özünde o denli idealist olan “pozitivist bilimci” geçinen ideolojik hegemonyacılığından kurtulmadıkça demokratikleşmenin ve özünde yatan özgürleşmenin sağlanamayacağını kavramak yatar. Pozitivist bilimcilik Avrupa hegemonik uygarlığının başat ilkesidir. Bu ilkeyi hegemonik kılmadan diğer temel unsurları olan kapitalizmi, endüstriyalizmi ve ulus-devletçiliği dünya çapında kendine bağımlı olarak inşa edip yürütemez. İdeolojik hegemonya Ortadoğu’da oryantalist bilimle zihinleri fetheder. Ardından veya birlikte diğer temel unsurlarla fetih, işgal ve sömürgeciliğini çok çeşitli biçimler altında gerçekleştirir. Eski despotik yerel unsurlarla doğası gereği hep işbirliği içinde olan yeni sömürgecilik, demokratik sorunu daha da ağırlaştırır. Buna karşı gelişen her tür direniş, demokratik bir yan taşır. Bu demokratik yanın gelişip güçlenmesi ve kendisini ayakta duracak ve sistematize edecek biçimlere taşıyabilmesi için hegemonik ideolojiden kopması gerekir. Alternatif ideolojik seçeneklerin anlamlı olması için yerel, kentsel, bölgesel çoklu ulus ve ortak vatan kategorileri içermesi gerekir. Aksi halde başka bir ideolojik hegemonya gelişim gösterebilir. Geleneksel dinci ve ırkçı görüşler de en az kapitalist modernite ideolojisi pozitivist hegemonyacılık kadar hegemoniktirler. Bahsedilen ana kategorilerde özgürcülüğe dayanan ideolojik çıkışları özgürlük ideolojileri olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak bu özgürlük ideolojileriyle demokratikleşme sorunları ve çözüm yolları anlaşılır kılınıp uygulanabilir. İdeolojik özgürlük olmadan demokratikleşme adımları her an tökezlenebilir, hegemonik ideolojilerin kontrolüne geçebilir. İdeolojik özgürlük toplumsal doğanın hakikatiyle bağlantılı olup, demokratik toplumun gerçekleştirilmesi ve yaşanmasıyla kendini daimi olarak ifade eder. Toplumsal hakikat, demokratik toplum gerçeklerinin özgürce ifadesidir. Genelde sınıflı uygarlığın özelde kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyasını aşmadan demokratikleşme sorunlarının çözümü sakat kalır ve eksik olacaktır. Özellikle Avrupa pozitivizmiyle, Doğu ve Ortadoğu kültürünü özgürce çözümlemek ve demokratik çözümlere taşımak zordur. Bu çözümleme ve çözümlere ancak kendi toplumsal doğasını ve tarihini özgürce kavram, kuram ve kurumlara kavuşturanlar erişebilir, özgür yaşamı gerçekleştirebilir. Demokratik ulus çözümü, kapitalist modernitenin pozitivist ideolojik hegemonyasını ve bireycilik olarak yeniden inşa edilmiş liberalist köleliğini aşmadan gerçekleştirilemez. Kendi toplumsal doğası hakkındaki özbilinç, demokratik ulusal çözümün bilinç koşuludur.

8- Tarihsellik ve Şimdilik İlkesi: Demokratikleşme sorunları ve çözüm olasılıkları tarihsellikle şimdilik arasındaki ilişkilerin doğru kurulmasıyla yakından bağlantılıdır. Tarihte ilgili sorunları ve çözüm olanaklarını göz ardı eden, sansürleyen bir zihniyetin sadece demokratikleşme sorunlarını değil, tüm toplumsal sorunları kavramak şurada kalsın daha da ağırlaştırıp içinden çıkılmaz bir hale; kriz, çatışma ve savaşlara dönüştürmesi kaçınılmazdır. Tarihte olup bitenler şimdiyi belirleyen en temel koşullardır. Şimdi veya güncel olan, tarihin kendini sorun ve çözüm olanaklarıyla sunma halinden ibarettir. Tek fark geçmişe müdahale edemeyiz ama şimdiye, güncele müdahale edebiliriz. Müdahalenin fikri temelleriyle ve maddi gücüyle bağlantılı olarak değiştirebiliriz. Değişimi hızlandırabiliriz, farklı yöne çevirebiliriz, özgür kılabilir veya daha çok köleleştirebiliriz. Bu tamamen müdahale güçlerinin konumlarıyla bağlantılı bir husustur. Önemli olan geçmiş, tarih ana halkasıyla şimdiye yansıtılmalı sorusuna verilecek yanıttadır. Şimdiyi tarihin özellikle ilgilendiğimiz sorunlarıyla ilgili alanlarının ifadesi olarak çözümlemek, toplumsal sorunların çözüm anahtarıdır. Bu anlamda tarih kavrandıkça en büyük güç kaynağımız olacaktır. Tarihini doğru kavramayan ve yazamayanların, şimdiyi doğru kavrayıp özgürleştirmeleri, demokratikleştirmeleri çok zayıf bir olasılıktır. El yordamıyla yaşanacak özgürlükler ve demokratikleşmeler kalıcı olamaz, nasıl elde edilmişlerse öyle elden kaçabilirler. Çok iyi bilmek gerekir ki toplumun kendisi en gelişmiş tarihtir. Kendisi bir tarih olan toplumu bu yüzüyle, hakikatiyle tanımadıkça onu sorunlarından kurtarmak, demokratik çözümlere ve yaşam tarzına kavuşturmak pek olası değildir. Bunun için despotların ilk yaptıkları eylem, toplumsal hafızayı yok etmektir. Demokratların da yapmaları gereken ilk şey, toplumsal hafızaya yani tarihe olanca doğrularıyla sahip çıkmaktır. Kapitalist modernitenin en büyük tahribatı insanlık hafızasını yok edici darbelere maruz bırakması ve şimdiyi sonsuz, daha doğrusu tarihin sonuymuş gibi sunmasıdır. Ona göre her şey sıkışmış şimdiden ibarettir. Bireycilik denilen hastalık, bu anlayışla bağlantılıdır. “Kendini yaşa gerisi boştur” bireyciliği tarihsel toplumun inkârıyla ilişkilidir. Böylesi bir zihniyetten toplumsal hakikat ve onun ifadeye kavuşacağı demokratik toplumculuk beklenemez. Bu açıdan liberal bireycilik, demokrasinin inkârıdır. Tarihte an’ı; an’da tarihi görmek sosyal bilimin doğru ilkesidir. Tarih şimdiki anı koşulladığı kadar, şimdi de tarihi somutlar. Aradaki fark şimdiye müdahale imkânı, dolayısıyla özgürleştirme şansını sunmasıdır. Şimdisiz tarih olmadığı gibi, tarihsiz şimdi de olmaz. Modernitenin tarihsizleştirme çabası, toplumu ve bireyi hafızasızlaştırma, ahlaksızlaştırma ve politikasızlaştırma yoluyla baskı ve sömürüye kolayca çekme ve alıştırma savaşıdır ki, hepten reddedilmelidir. Toplumsal gerçeklilikler, tarihsel gerçekliklerdir. Tarihte yaşanan gerçeklilikler çok az farkla şimdide de, güncel olanda da yaşar. Tarih ve şimdi arasındaki bağlar doğru kurulmadan kapitalist modernitenin tarihsizleştirilen bireyciliği ve homojen anlık, şimdilik toplum zihniyeti aşılamaz. Tarih ve şimdinin doğru kavranışı demokratik ulus çözümü için gerekli bir koşuldur.

9-Vicdan ve Ahlak İlkesi: Batı sosyolojisi vicdan ilkesini tanımaz. Analitik zekâ olarak işler. Vicdan, duygusal zekâya gereksinim duyar. Analitik felsefe olarak başlayan modern sosyoloji, günümüzde bir yönetim tekniğine dönüşmüştür. Hâlbuki vicdan, toplumsal kuruluşu var eden ilkelerin başında gelir. Vicdan, toplumun adil yargısı olarak işlev görür. Yok sayıldığında toplum en tehlikeli canavar makinesi olarak işler. Dinin ve ahlakın özü de sayılabilir. Eğer kuru gelenek olarak din ve ahlakı bir tarafa bırakırsak bu iki kurumdan geriye kalanın toplumsal vicdan olduğu görülecektir. Toplumsal vicdan, siyasi, askeri, ekonomik gücü olmayanın tek sığınacağı alandır. Bu alan tahrip edildiğinde toplumda sadece güç ilkesi işler ki o zaman herkes herkesin kurdu olur. Demokrasi vicdansız işleyecek bir rejim değildir. Tekelci güç ve sermaye sistemleri, vicdanın inkârı üzerine kuruludur. Demokratikleşme özünde bu vicdan inkârını geçersiz kılma ve toplumsal vicdanı kazanma hareketi olarak da tanımlanabilir. Güç ve sermaye tekelinin dışındaki devasa toplum ancak vicdan hareketiyle savunulabilir. Günümüzde toplumsal mücadele bir anlamda yitirilmiş vicdanı kazanmaktır. Demokratikleşme yitirilmiş olan vicdan değerlerini edinme hareketi olmadıkça tam anlamına ulaşamaz, birey ve azınlıklar haklarını ve özgürlüklerini kazanamaz. Tüm bu gerekçeler demokratikleşme sorunlarının çözümünde dinin ve ahlakın süzülmüş toplumsal değeri olan vicdan ilkesinin mutlaka devrede olmasını gerektirir. Soykırım gerçekleri vicdan devreye sokulmadan çözümlenemez. Kapitalist modernitenin tüm cinayetleri ve soykırımları ancak vicdan ilkesi harekete geçirildiğinde itiraf edilebilir ve adalete yol açabilir. Modernite, tüm toplumsal sorunlarda güç ilkesini esas alır. Gücü olan kazanır veya halleder, olmayan ise kaybeder ve gerçeklik olmaktan çıkar. Temelindeki en büyük hastalık budur. Toplum bu ilkeyle ancak taş devrini bile aratacak bir cangıla döner. Eğer köklü toplumsal sorunlara ve bunların başta gelenlerinden olan demokratikleşmeye kalıcı, adil yanıtlar bulmak istiyorsak güç ilkesi yerine mutlaka vicdan ilkesine yer vermeliyiz. Doğu kültürü bu ilkeye yabancı değildir. Tersine tüm sorunlarında bu ilkeye baş yeri vermiştir. Kapitalizmin, gücün, kar hesapları uğruna bu ilkeden vazgeçemeyiz. Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarına çözümler geliştirirken diğer tüm ilkelerin baş köşesinde vicdan ilkesine yer vermek, başvurmak durumundayız. Toplumsal sorunların çözümlenmesinde ve demokratikleşmenin sağlanmasında sadece ekonomik ve politik yaklaşımlar kendi başına yeterli değildir. Toplum, varlıksal olarak ve tüm tarihi boyunca hep ahlak ve vicdanla iç içe yaşamıştır. Modernitenin toplumsal ahlaka ve vicdana karşı açtığı savaş, baskının ve sömürünün meşrulaştırılması amacına yönelik olup, bu yaklaşımdan kaynaklanan ekonomik ve politik çözümler özde mümkün olmadığı gibi toplumsal sorunları daha da ağırlaştırır ve demokratikleşme çabalarını boşa çıkarır. Sorunların demokratik çözümünde güç ilkesine yer vermeyen; ahlak ve vicdan ilkesine mutlaka başvurmak gereği vardır. Hiçbir toplumsal sorun ahlak ve vicdana başvurulmadan sağlıklı bir çözüme varamaz. Modernitenin yalnız başına güç ve hukuk çözümleri, sorunları bastırmaktan ve çarpıtmaktan öteye sonuç vermez. Demokratik ulus çözümünde ahlak ve vicdandan kaynaklı empati şarttır.

10-Demokrasilerin Özsavunma İlkesi: Bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki tek hücreli canlıdan, cansız zannedilen ama öyle olmadığı tüm canlılık ilkesinin temeli olduğu da anlaşılan atom altı parçacıkların yaşamına kadar özsavunmasız varlığın olmadığı bilinen bir hakikattir. İnsan toplumları gibi son derece zekâlı ve esneklik düzeyi yüksek varlıkların özsavunmasız olamayacakları her yaşam anında ve mekânında rahatlıkla gözlemlenmektedir. Savaşlar bile uygarlık sistemlerinin çarpıklaştırılmış özsavunma anlayışlarıyla yakından bağlantılıdır. Demokratik toplumlar ve özgür bireyleri sınıflı uygarlıklar döneminde kendilerini korumak için büyük savunma sorunlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Hatta ilksel komünal toplumların uzun dönemli yaşamlarında kendi aralarında olduğu kadar daha çok da doğanın canlı ve cansız oluşumlarından kaynaklanan ölümcül tehlikelerle hep karşı karşıya kalmış ve özsavunmayı her anın ve her mekânın birincil görevi saymışlardır. Kapitalist modernite unsurlarının (ulus-devlet, kapitalizm ve endüstriyalizm) ekonomik, ekolojik ve demokratik toplumlarla; özgür ve eşitçi bireyleri üzerinde yürüttüğü tekelci baskı ve sömürüsüne karşı özsavunma sorunları hayati konuların başında gelmektedir. Özsavunmasız yaşam sadece ücret köleliliğiyle sonuçlanmamakta, her tür işsizlik, hastalık ve yozluklara da yol açmaktadır. Daha da kötüsü çok sayıda fiziki ve kültürel soykırımları da beraberinde taşımaktadır. Modernite sistem olarak genelde toplumu ve bireyleri; özelde ve daha şiddetli olarak demokratik toplumları ve özgür bireyleri varlıklarını özsavunmayla zorunlu olarak karşı karşıya bırakmaktadır. Özsavunmanın başarılamaması halinde sadece özgürlükleri değil varlıkları da soykırım tehlikesine uğramaktadır. Modernitenin tekelci unsurları kendini sürdürebilir kılmak için toplumun ve bireyin özgürlüğünü ve varlığını tehdit altına almakla yetinmemekte, geç dönemlerinde yaşam için vazgeçilmez olan ekolojik koşulları da tüketmektedirler. Ekolojik koşulların tüketilişi, uzun vadeye yayılmış ve tüm yaşam üzerinde bir nevi soykırım olmaktadır. Demokratik toplum ve özgür birey, devrimci ve evrimci gelişmeler kadar onlarla birlikte özsavunma sorunlarına çare bulmak zorundadır. Modernitenin yapısal krizinin son dönemi, özsavunmayı tüm sorunların başına yerleştirmiştir. Her topluluk ekonomik, ekolojik ve demokratik bir birim olmak kadar, özsavunmalı bir birim olarak da yaşamak durumundadır. Aynı zamanda her eşit ve özgür birey ekonomik, ekolojik ve demokratik bir veya daha çok birimde yaşamak kadar birlikte, o denli bir veya çok sayıda özsavunma biriminde de yaşamak durumundadır. Tüm canlılar için geçerli olan beslenme, üreme ve korunma en çok insan toplumu için de geçerli vazgeçilmez üç yaşam koşuludur. Sadece canlı varlıkların değil cansız addedilen varlıkların bile her zaman ve her yerde özsavunma sistemiyle yaşadıkları bilimsel bir tespittir. Dolayısıyla demokratik toplumların, kurumların ve bireylerin kapitalist modernite unsurlarına (ulus-devlet, kapitalizm ve endüstriyalizm) karşı yeterli bir özsavunma sistemine sahip olmaları özgür ve eşitçe yaşamın vazgeçilmez bir gereğidir. Özsavunmazsız varlık olmadığı gibi doğanın en gelişmiş varlığı olan demokratik toplumlar özsavunmasız gerçekleşemez, varlığını sürdüremez. Demokratik ulusal çözümlerde özsavunma ilkesinin gerekleri karşılanmak durumundadır.

Türkiye’de güçlü bir demokratik seçeneğe ihtiyaç vardır. Onun için HDK ve HDP’yi kurduk. Ortadoğu’da üç siyasi güç var. Birincisi küresel güçler. İkincisi bölgesel statükocu güçler, üçüncüsü de demokratik güçler.  Ben muhafazakâr demokratlığın olabileceğini belirttim, hatta onları anlamaya da çalışıyorum. Ama tüm toplumu etkisi altına alan hegemonik bir yapı kurmalarına da karşıyım. Türkiye’de Liberal demokratlar da var, her zaman da oldu. Liberal demokratlar, tarihin her döneminde var olmuşlar. Bir de Radikal demokratlar var. Radikal demokratlar toplumda ve siyasette rolünü çok iyi kavramalı ve oynamalıdır. Muhafazakâr, liberal ve radikal demokratların bir demokrasi paydasında buluşabileceklerini, Demokratik İttifak oluşturabileceklerini söylemiştim. Muhafazakâr demokratlar, bir kesimi, bir kültürü temsil ediyor ama şu an yaptıkları İslami de değil. İslamiyet’in özü, muhafazakâr demokratlık adı altında yapılan işlerle bir ilgileri yoktur. Liberal demokratlar da hep var olmuştur ancak değişimi gerçekleştirebilecek güçleri yoktur. Asıl değişimi dönüşümü gerçekleştirebilecek güç radikal demokratlardır. Radikal demokratlar bu gücünü iyi kavramalıdır. Onlar değişime, demokratikleşmeye öncülük yapmalıdır. Bu üç grup da demokrasi prensipleri çerçevesinde bir araya gelebilirler. İspanya’daki gibi demokratik bir anayasayı gerçekleştirebilirler. Muhafazakârların demokratları, liberallerin demokratları yok denecek kadar az ve çok zayıftırlar. Asıl demokrasiyi, demokratik çözüm ve barışı getirecek, güçlendirecek olanlar radikal demokratlardır.

Barış ve çözüm için büyük bir çaba harcanmalı. Bunlar hep birlikte bir araya gelip bir Demokratik Anayasa Hareketi oluştursunlar demiştim. Şimdi de Demokratik Anayasa İttifakı diyorum. Anayasa şudur: Anayasa, egemen güçlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve halkın bunlarla ilişkilerini, hukukunu düzenler. Bu nedenle çok önemlidir. Bizim anayasa konusundaki tutumumuz şudur. Anayasa bir toplumsal sözleşmedir, toplumun taleplerinin ortaklaşmasıyla olur. 1921 Anayasası eksiklikleri olsa da bu niteliği yansıtıyordu. Önemli olan mevcut anayasada kendisini ifade etme imkânı bulamayan sınıfların, grupların, kesimlerin sesi olabilmektir. Önemli olan ötekileştirilen tüm farklı kimliklerin, inançların, milyonlarca yoksulun, emekçinin haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır.

Kürt meselesi hem Avrupa’da hem Türkiye’de bir anayasa, hukuk sorununa gelip dayandı. Bu, evrensel hukukun Türkiye’ye yansımasıdır. Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk üçlü sacayağı üzerinden demokratik siyaseti geliştirmeliyiz. Evrensel hukuk içinde Demokratik Anayasa İttifakı diyebiliriz. Kilit kavramımız veya sözcüğümüz budur. Evrensel hukuka oturtulmuş şekilde Demokratik Anayasa İttifakını geliştirmeliyiz. Demokratik anayasa nasıl olacak, bu nasıl sağlanacak? Hukukçular bu işi üstlenmeli. Evrensel hukuk içinde çözümü arayacağız, geliştireceğiz. Avrupa’da olduğu gibi demokratik anayasalarla üç kuşak insan hak ve özgürlükleri bağlamında sınıf, din, dil, ırk, inanç gibi toplumsal çelişkilerini yıkıcılıktan yapıcılığa dönüştürmeyi başarmalıyız. Onlar bunu ‘Yumuşak Güç’ diye tabir edilen ideoloji/akıl, siyaset ve hukukla gerçekleştirdi. Biz de yapabiliriz. Bu temelde entelektüel gücü, politik gücü, kültür gücünü, edebiyat ve sanat gücünü, evrensel hukuktan kaynağını alan demokratik hukuk gücünü, Demokratik Anayasa İttifakını harekete geçirme zamanıdır.

Kapital Finans tek tipleştirerek her şeyi denetim altına almak istiyor; ulusu da kadını da erkeği de. Senin geçmişini, kültürünü, inançlarını, farklılığını reddediyor. Yerine kendi belirlediğini koymaya kararlı. Şimdi buna karşı nasıl durulacak? Bizim demokratik gelişmemize tahammül edeceksin, biz de devlete tahammül edeceğiz. Uzlaşı temelinde ikisi bir arada var olacak. Benim önerdiğim Demokratik Medeniyet Uzlaşısıdır. Kürtler için demokratik çözüm ve Ortadoğu’da medeniyetler uzlaşısını ele aldım. Dikkat edin ulus-devletler uzlaşısı değil medeniyet uzlaşısı diyorum. Türkiye için de gerekli olan bir anti-tekel anlayışıdır. Türkiye’de bu anlayış zayıftır. Türkiye’ye üç şey gerekli ve bunlara ilişkin adımlar atılmalıdır. Bir; anti-tekel anlayış, iki; demokratik uzlaşı, üç; barış, savaşa karşı barış. Toplumsal ilerleme, uzlaşı, gelişme ancak radikal demokratların öncülüğüyle olur. Bir başkası bunu yapamaz. Bugün katı ulusalcı blok ve Türk-İslam bloğu zayıflamıştır, yeni bir demokratik uzlaşma zemini doğmuştur. HDP Demokrasi ittifakıdır, demokratik ittifak çizgisidir. Bunu üçüncü yol demiştim; biz üçüncü yolu temsil ediyoruz. Belirttiğim bu üçüncü yolun/blokun (Demokratik Ulus Bloğu) da güvenceye alınmasıyla bir demokratikleşme sağlanabilir. Devletle bir uzlaşmamız olursa bu temelde olacaktır. Bu blok Kürtlerin, ezilenlerin, farklılıkların hepsinin, anayasa dışına itilmiş herkesin uzlaşma bloğudur. Bir toplumsal uzlaşma bloğudur. Toplumsal uzlaşma herkesin yararına, bundan herkes kazanır, toplum kazanır. Toplumsal uzlaşmayı sağlayan hedefleyen bütün felsefeler ve ilkeleri de bunu gerektiriyor, uzlaşmayı gerektiriyor. Müslümanlığın ilkeleri de bunu gerektiriyor, kardeş olmayı gerektiriyor. İslam’ın demokratik yorumu, demokratik İslam kimliği ile de uzlaşılabilir. Yeter ki demokratik uzlaşı kültürüne bağlı olsunlar. Herkes demokrasinin gerekli olduğunu anlamalıdır. Herkesin ihtiyacının demokrasi olduğu anlayışı topluma iyice yerleşmelidir. Bir kişilik cemaatten bin kişilik cemaate, örgüte kadar her yerde demokrasi ilkeleri işlemelidir. Cemaati olan dindar insanlarımızdan ateist insanlarımıza kadar herkes demokrasinin kurallarını özümsemelidir. Toplumsal anlamda demokratik siyasi uzlaşıya her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Kim demokratik tarzda gelirse onunla uzlaşılır. İlkeli olmaya tekrar tekrar vurgu yapıyorum. Önemli olan ilkeler üzerinde uzlaşmaktır. Demokratik kriterlerde uzlaşma önemlidir. Bu temelde diyalog ve demokratik müzakere yöntemiyle sorunun çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz. Biz Türkiye’nin kaderinin önemli oranda demokrasi güçlerinin tutumuna bağlı olduğu düşüncesiyle tüm demokrasi güçlerini toplumsal uzlaşı ve demokratik müzakere yöntemini destekleyerek tarihi sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyorum.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.