Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürt Kültüründe Ahlaki Politik Direniş Ve Zerdüşt’ün Sesi Üzerine

Zeki Bayhan

“Ondan korkacağına, ona adaklar adayacağına onu yatıştıracağına ona diren! Kötüden kurtuluşun tek yolu kötü olan her şeye direnmektir.”

ZERDÜŞT

İnsan varlığı toplum, toplum varlığı ise ahlak koşuluna bağlıdır. Toplum, bir araya gelen insanların yaratıp etrafında yaşadıkları ortak değerler üzerinden varlık kazanan bir oluştur. Ahlak bu değerlerin omurgası, toplum oluşum kurucu, temel dinamiğidir.

Ahlakın toplum oluşun temel dinamiği olması nedeniyledir ki tarihsel olarak toplum karşıtı tüm sömürgeci güçler işe ahlaka yönelmekle başlamışlardır. Çünkü ahlakı yozlaştırılmadan bir toplum sömürülemez. Özgür insan bilincindeki kölelik, kölece yaşamak yoktur. Onun bildiği tek yaşam ahlaki-politik ve özgür yaşamdır. Onu öldürebilir hapsedebilir ama köleleştiremezsiniz. Özgür bir insan için özgürlüğünü kaybetmek ahlakını, ahlakını kaybetmek toplumsallığını, insanlığını kaybetmektir. Egemenlerin toplum karşıtı projelerini gerçekleştirmek için aşındırmaya çalıştıkları ilk şeyin ahlak olması bundandır. Ahlakını yitiren toplumun sürüleşerek her türlü sömürüye açık hale geldiği ve yok oluşa sürüklendiği tarihsel ve toplumsal bir vakıadır.
Çağımız için en büyük sorun veya risk toplumun ahlakın yitirmeyle yüz yüze kalmış olmasıdır. Kapitalist sömürü sistemi de tüm egemenlik projeleri gibi ilk olarak toplum ahlakını yozlaştırma politikalarıyla işe başlamışlardır. Her şeyden önce sistemin temeline yerleştirilen bireycilik felsefesi toplumsal ahlakın altını oyan sinsi bir politikadır. T. Adorno ya göre “ahlak” kavramının yerini “etik” (Latince “ethos”tan gelir) kavramının kullanılmasını bu nedenle eleştiriyordur. Etik mizaç anlamına gelir ve bireyi çağrıştırır. Oysa ahlak toplumla ilgilidir. Adorno ’ya göre “Ahlak sorununu etiğe indirgemek bir tür el çabukluğu yaparak ahlak felsefesinin tayin edici sorunu yani bireyle genelin ilişkisini kaybettirmek demektir” (Theodore Adorno, Ahlak felsefesinin sorunları, syf.39)

Birey özgürlüğü, birey ahlakı savunuları egemen sistem tarafından geliştirilen kurgulanmış yanılsamalardır. Toplumsal bağlamından kopuk birey özgürlüğü veya ahlakı düşünülemez. Bireycilik ideolojiyle amaçlanan ahlaki jenerasyondur. Kapitalizmin temelini oluşturan bu proje önemli oranda sonuca ulaşmış, kendi sınırlarına dayanmıştır. Ahlakını yitiren dünya, insana körleşir sağırlaşır. Bugün bir yerlerde milyonlarca çocuk açlıktan ölüyorken başka yerlerde obaziteyle mücadeleye, eğlence sektörüne milyonlarca dola harcanıyorsa bu dünyanın vicdanı körleşmiş demektir. Dolayısıyla çağımız yüz yüze olduğu en büyük sorun ve risk ne nükleer silahlar ne dünyanın sonunu getirebilecek küresel savaşlar, ne soykırımlar, katliamlar ne her yıl açlıktan ölen milyonlarca çocuk ne de artık nefes alamaz duruma gelen ekolojik doğadır. Çağımızın en büyük sorunu tüm bu felaketlerin gerisinde bulunan ahlaki yıkımdır. Ve bu hasta çağı kurtarabilecek yegâne güç ahlaktır.

 

Ahlaki Olmak Toplumsal Olmaktır

Ahlak soyut bir değer değil, yaşama yön veren asli toplum dinamiğidir. Toplum maddi ve manevi yönleriyle ilişkisel bir oluştur, bütünseldir. Ahlak bu oluşun temel dinamiği olarak toplumsal yaşamı organize eder, doğru yaşam tarzının ne olduğu, nasıl geliştirilebileceği sorularına yanıtlar sunar. Ahlak ve politikanın toplum oluş sürecinin temel dinamiği olarak birbirinden ayrıştılamaz düzeyde iç içe geçmiş olması bu nedenledir. Arnold Ambarın toplumun temel dinamiği olarak ahlaki politik karaktere işaret etmesini bu bağlam üzerinde okumak gerekiyor. Zikretmek eylemiş olmak, eylemek zikretmiş olmaktır. O halde ahlaki olan politiktir demiş oluyoruz ki buda bizi ahlaki oluşun diğer bir koşuluna götürüyor: Özgürlük.
Dünden bugüne, doğudan batıya pek çok düşünce ekolu ahlak ve özgürlüğü diyalektik bir ilişkisellik temelinde ele almıştır. Başka türlüsü de düşünülemezdi, zira ahlak ile özgürlük birbirinin koşuludur. Bu nedenle özgürlük sorununu dışta tutarak ahlaktan konuşamazsınız. Peki, ahlaki yozlaşmanın egemen olduğu, egemen güçlerin tüm topluma baskı altında tutmaya çalıştıkları bir ortamda ahlakı nerede arayacağız?

Bütün kültürlerde haksızlığa, zulme karşı direnmek ahlaki bir eylem olarak yüceltilir. Çünkü haksızlık ve zulme karşı direniş insanların kendilerini, toplumsal varlıklarını korumaları olarak kabul edilir. Zulüm ve haksızlığın arz ettiği tehlike de onlara karşı direniş de toplumsaldır. Bugün toplum vicdanında yer edinmiş tarihsel kişiliklerin Sargon, Darius, İskender gibi imparatorlar değil; Mani, Halaç’ı-ı Mansur, Bedrettin, Bruno gibi hakikat arayışçı direnişçiler olması bundandır. Egemenlik ve sömürü ilişkileri ile birlikte ahlaki duruşa yeni bir boyut eklenmiştir: Direniş. Özgür toplumsallaşma düzleminde ahlakın esas rolü inşa etmedir, kurucu unsurdur. Fakat genelde egemenlik özetle devletli uygarlık sürecinin başlamasıyla birlikte ahlak ile ahlaksızlık, özgürlük ile özgürsüzlük, toplumsal politika ile politikasızlık iç içe geçmiş ve bir mücadele eksenine oturmuştur. Sözgelimi devlet, ahlakı hukuka dönüştürür ve iktidarın korunmasına hasreder.

Bu ahlakın yozlaştırılmasıdır. Çünkü ahlak iktidarın koruyucu kalkanı değil: özgür toplumsallaşma dinamiğidir ve iktidarı reddeder.

Ahlakın hâkim olduğu özgür toplumsallaşma düzleminde ahlaka, politikaya, özgürlüğe dair bir gündeme ve hatta bu kavramsallaştırmaların kendilerine de ihtiyaç duyulmaz. Zira onlar zaten yaşanıyordur. Ahlakın kavramsal olarak adlandırılması onun yozlaştırılmış olması ile ihtiyaç haline gelmiştir. Bu manada ahlak kavramını kendisini değil ahlaksızlığa, özgürlük kavramını özgürlüksüzlüğe politika kavramını politikasızlığa borçlu olduğumuz söylenebilir. Denilebilir ki: “Kötü” olan ön plana çıkıp “iyi”nin yerini işgal edince “İyi’nin direnişi başlar. Direniş eylemin ilk adımı adlandırmadır. Ahlaki direniş politik ve özgürlükçüdür. Bu noktada ayırt edici husus ahlaki direnişin ancak toplumsal olabileceğidir. Bireysel direniş toplumsallaşmadığı müddetçe gerçek anlamını bulamaz demek bile yersiz olur, çünkü sosyal bir varlık olan insan içinde bulunduğu dünyadan yalıtık yaşayamaz. Başka bir ifadeyle, yanlış bir dünyada doğru yaşama ahlakını yitirmiş bir toplumda ahlaklı yaşamak mümkün değildir. Bataklıkta lotus olmanın toplumsal yaşamda bir karşılığı yoktur.

Çağımızın büyük bir ahlaki bunalım çağı olması büyük ahlaki çıkışların da habercisidir. Toplumun varlığını sürdüre bilmesinin başka bir yolu yoktur. Ahlaki-politik toplum önermelerini birde bu yönüyle çağımızın duyduğu ihtiyaç üzerinde okumamız gerektiği açık.

Tarihte bunalım süreçlerinde büyük ahlaki çıkışların geçekleşmiş olması tesadüf değildir. Çin’ de; Lou Tzu, Konfüçyüs, Hindistan’da; Budha, Kürdistan’da; Zerdüşt aynı dönemlerde M.Ö 7.  ve 6. yüzyıllarında yaşamıştır. Sokrates yaklaşık iki yüzyıl sonraya denk gelse de onu önceleyen Yunan bilgeler de yakın zamanlarda yaşamışlardır. Hem Doğu hem de Batı ekseni için bu ahlaki ve felsefi çıkışların bu zaman diliminde yoğunlaşmış olmasının nedeni; bu zaman diliminin büyük toplumsal, sosyo-ekonomik bunalımlarla içi içe önemli bir tarihsel geçiş dönem özelliği arz ediyor olmasıdır. Bu toplum olup diyalektiği gereğidir. Zira ahlaki yozlaşmanın yarattığı kaos yeni bir toplumsal çıkışı koşullar.
Toplum için varlığını sürdürmek fiziki değil, değerlerle ilgili ahlaki bir konudur. Bu nedenle devletli uygarlık süreci boyunca toplumların halkların varlıklarını sürdürebilmelerinin temel koşula ahlaki direniş olmuştur. Toplumlara varlık kazandıran ve varlıklarını geleceğe taşıyan güç büyük ordular, imparatorluklar değil büyük düşünce ve kültür yaratımlarıdır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Kürdistan tarihi belki de bu konuda en çarpıcı halk tarihlerinden biridir. Çünkü devletli uygarlık tarihi boyunca nerdeyse sürekli bir direniş halinde günümüze gelmiştir. Kürdistan coğrafyası tarih boyunca bir savaş alanı olagelmiştir. Önce kent devletleri ile neolitik kültür coğrafyası arasındaki çatışma: ardından köleci imparatorlukların işgal ve istilaları Doğu-Batı arasında bitmeyen savaşlar; Safevi-Osmanlı savaşları 1639 da Kasr-i Şirinde ikiye, Lozan da dörde bölünen coğrafya…Her coğrafyada asimilasyon, kültürel yasaklar, kimliksizlik dayatmaları.

Ama tüm bunlara rağmen Kürtler, kök saldıkları Mezopotamya topraklarına dilleriyle, kültürleriyle ve halk kimlikleriyle hala varlar ve hala direniyorlar. Bu büyük askeri ordular, büyük devlet veya devlet adamları sayesinde başarılmış bir şey değil. Ehmede Xane’nin “olsaydı bizimde bir başımız” diye dert yandığı bu “başsız” halk bunu nasıl başarmıştır? Sadece bu yönüyle bile olsa incelenmeye değer bir tarihsel, toplumsal hakikattir Kürdistan gerçeği…

 

Kürdistan’da Ahlaki ve Kültürel Direniş

Kürt kimliğinin dinsel, kültürel kodları neolitik temellidir. Neolitiği yaratan topluluklardan biri olan Proto-Kürtler bu kültür üzerinde varlıklarını kimliklendirmişlerdir. İlk neolitik yerleşim yerlerinin çoğunun Kürdistan’da bulunması ve aradan geçen binlerce yıllık zaman rağmen Kürtlerin halen aynı coğrafyada yaşamaya devam ediyor olmaları kimlik ve kültür derinliği bakımından çok şey söylüyor olmalı. Bu kimlik şekillenmesi dolayısıyla Kürt kimliği ile neolitik kültür iç içe geçmiş; neolitik üretim sosyal yaşam, inançlar Kürt kimliğine içerilmiştir. Binlerce yılı bulan bir oluş sürecidir bu. Bu oluşun ilk büyük sınavı kent devleti sistemiyle karşılaşmasıdır. Gılgamış destanı” bu karşılaşmanın söylencesidir. Neolitik kültürün kent devleti kültürüyle Proto-Kürtler semitik kabilelerle karşılaşmasının destanıdır bu. Bu destana konu olan çalışmanın kazananı olarak kent devleti olarak resmedilir. Çünkü Gılgamış Enkiduyu yanına almış ve Humbabayı öldürmüştür. Bu destanda Gılgamış kent devletini, Enkidu neolitik tarafta olup kent devletleri safına geçenleri, Humbaba ise neolitik kültürde ısrar edenleri temsil eder. Humbaba öldürülmüştür ama burada kazanan kaybeden denklemi yapmak yanlıştır. Çünkü ortada bir saldırı ve buna karşı direniş vardır. Direniş yenilebilir ya da çekilebilir fakat kaybetmez…

Humbaba kendi olmakta (Xwebun), kendi kalmakta ısrar ve direnişte kültür temelli direnişin ilk temsilcisi olarak görülebilir. Yabancılaşmaya karşı kendi kimliğinde ısrar ahlaki bir direniştir.

Kürt kimliğinin oluşumunda rol oynadıkları konusunda tarihçilerin hem fikir aldıkları Hurri, Guti, Kassit, Mitanni… siyasal yapıları Proto-Kürtlerin karşılarında savaştıkları (Sümer, Azad, Asur) güçlere benzememe girişimleri olarak değerlendirilebilir. Dönem itibariyle henüz kimliksizleşme süreci tamamlanmamıştır.

 

Yeni Bir Kimlik Ve Yaşam Felsefesi

Medler süreci Kürt kimlik oluşumunun dönüm noktasıdır. Kürtlerin, kimlik, dil, kültür ve ideolojik inançsal bakımdan yeni oluş sürecini ifade eder. Bu sürecin yaratıcı gücü Zerdüştî fikriyattır. Çünkü Zerdüştlük yeni bir yaşam felsefesi olarak Kürt aşiretleri bir araya toplatıp Asur zulmüne karşı harekete geçiren ahlaki politik öğretidir. Yazı kapsamı nedeniyle ayrıntılarıyla irdeleyemeyeceğimiz Zerdüşti fikriyatın kurucusu Zarathustra (Zerdüşt) 20 yaşına geldiğinde dünyevi zevklerden el çekerek inzivaya çekilir. İnzivaya çekilirken aklında şu soru vardır: “Dürüstlüğe en fazla istekli olan kimdir, kimdir fakirlerin kalkınmasına en fazla yardımcı olan.” Zerdüşt inzivaya çekildiği Sabala Dağında 7 yıl kaldıktan sonra çıkar ve 2 yıl boyunca yeni inancı vaaz etmeye çalışır. Fakat muvaffak olamaz. Dönem itibariyle bölgede var olan inançlar Mitraizm, Zurvanizm, Daevayasnacılıktır. Ayrıca sapkın inançlar türemiştir. Grehma (kurban eti yiyici) inancıda bunlardan biridir. Bu inanç öz olarak kötü ruhları, onlara kurban kesme yoluyla teskin etme düşüncesine dayanır. Özetle farklı düzeylerde dini yöneticiler, ruhani çevreler, büyücüler, ruh çağırıcılar vb. sahnededir. Böyle bir atmosferde Zerdüşt çıkıp “zengin ile fakiri güçlü ile zayıfı aynı kefeye koyar” Ahura Mazda’yı vaaz ediyor. Haliyle her yerden kovuluyor. Zerdüşt bunun üzerine ikinci bir inzivaya giriyor. Bu inzivanın ardından iki yıl içinde Zerdüştlük inancı yayılıyor.

 

Söyle Sen Kimsin?

Zerdüştlük bir dinden çok yaşam felsefesidir. Bu felsefede kutsanan insan ve insanca yaşamanın adil, ahlaki yoludur. Nitekim adaletle ilgili sorularla başlar yolculuğuna.

“Rivayet edilir ki, Zerdüşt tutkunu olduğu Zagros dağlarında güneş tüm parlaklığı ile doğarken bir ses duyar. Ve o sese şöyle bağırır: “söyle sen kimsin?”  Bu düşence Zerdüşt’ün tanrı ile konuşmasına izafe edilen bir sahnedir. Arnold Ammar bunu “binlerce yıl Zagros halkının özgürlüğüne yöneltilmiş bir tehdit olan Sümerlik tanrı-kralların varlığı ile ilgili bir hesaplama”olarak değerlendirilir. (Arnold Ammar uygarlık tarihi-3.cilt-syf344)

“Söyle sen kimsin” ifadesi dönemin kulluk sistemine dair bir sorgumla sonucu ulaşılan kopuş kararının ifadesidir. Zerdüştî öğretinin genel bağlamı bunu tehdit eder. Kutsallık ve kulluk sistemi reddedilerek onların yerine ahlak ve insan geçerlidir. Zerdüşt düşüncesi temel olarak iyi ile kötünün mücadelesine dayanır. Sembolik olarak iyiyi Ahura Mazda kötüyü, Ahriman temsil ederken; toplumsal anlamda iyi neolitik ağırlıklı kültür ile özgür, adil yaşamı; kötü ise egemenlikçi tanrı-kral sistemi ile kastlaşmış kulluk kültürüne imler Gathalar (Ahura Mazda’nın Zerdüşt aracılığıyla yolladığı mesajlar) tümüyle bunu söyler. Toprak, tarım, hayvancılık ve ateş ibadet düzeyinde yüceltilir. Kurban kesimine karşı çıkılır. Başta kadın erkek eşitliği olmak üzere her düzeyde eşitlik savunulur ve herkes iyiye teşvik edilerek kötüye karşı durmaya çağrılır. Zerdüştîler inançlarının bu özellikleri dolayısıyla kendilerine üç asli sorumluluk yüklediğine inanmışlardır: Düşmanı dost etme, kötüyü iyi etme ve bilmeyeni bilgilendirme.

Zerdüşti ahlaki-politik bir öğretidir dedik. Zerdüşt’ün etnik aidiyeti Avestanın eski Kürtçe ile yazılmış olmasından açıktır. Zerdüşt’ün Sümerik tanrı-kral sistemine karşı koruyup reforme etmek istediği topluluklarda mensubu olduğu Prato-Kürtlerdir. Dönem itibari ile dağınık kabile, aşiretler şeklinde yaşayan Prato-Kürtlerin düşman saldırılarına karşı koyma imkânı yoktu. Zerdüştlük öğretisi bir üst kimlik olarak Kürt aşiretlerin birleşip konfederasyonlaşarak, Asur zulmüne son vermelerinde temel bir rol oynuyor. Bu, Zerdüşt inancının diğer aşiretsel inançların üstünde konumlandırıldığı anlamına da gelir. Zerdüştlerin inançlarına “Bahdin” adı vermiş olmaları Zerdüşt’e dair toplumsal algıyı göstermesi bakımından öğreticidir. Bah, beh, baş Kürtçede iyi anlamına gelir. Bah-din, iyi din. Bah-dini ise iyi dinliler demektir. Bahdinilerin kendilerini iyi dinliler şeklinde tanımlamalarına neden olarak akla ilk gelen Zerdüştlüğün iyiyi yücelten ahlaki karakteridir. Bağlantılı olarak Zerdüştlüğün eşitlikçi, özgürlükçü karakterinin toplum yaşamının geneli ve herkes için onun, dinlerin en iyisi kaldığı algısının da tanımlamada rol oynadığı söylenebilir. Zira dönem çok tanrıcılığın devam ettiği bir dönemdir. Tarihte coğrafyaların o bölgelerde yaşayan etnisite ve inançların adıyla anıldığı gözetilince Kürdistan’ın bugün de Behdinan adıyla anılan bölgesinin adı “Bahdini”den geliyor diyebiliriz. Behdinan: Bahdi-din yeri yurdu…

 

Zerdüşti Öğreti ve Kawa Destanı

Zalim Dehak’a karşı Demirci Kawa şahsında geliştirilen isyanı konu alan ve Dehak’ın yenilgisiyle sonuçlanan destan Kürt halkının tarih sahnesine çıkmasının sembolü olarak görülür.

Şehnamede Şeytan tarafından yönlendirilen kana susamış bir canavar olarak tasvir edilmiştir. Dehak, omuzları Ahriman tarafından öpüldüğü için iki omzunda iki yılan türemiştir. Kendisi kanla beslenirken vücudunun birer parçası olan yılanlarda genç insan beyinleriyle beslenmektedir…
Bu tanımlar, Asur Kralının uyguladığı sömürü ve zulmün düzeyini sembolize eder. Kürtler için bir yabancı olan bu Kralın topraklarını istila edip kendilerine zulüm uygulaması şeytani bir durumdur. Dolayısıyla Dehak Ahrimanın kuludur ve kendilerine de sınırsız şiddet ve zulümle kulluk dayatmaktadır.

Buna karşı Kawa şahsında sembolize edilen Zerdüşt’ün “söyle sen kimsin? Sorgulamasının ete kemiğe bürünmüş hali olarak Kürtlerin zulme karşı isyanıdır. İsyanın kentin çevresinde yakılan ateşlerle başlatılması ayrı bir sembolizmin işaretidir. Ateş, hem kutsal olup Ahura Mazda’dan gelmekte, hem de ahlaki bir arıtıcı olarak kötüyü (Ahriman ait olanı) yok etme savaşını imlemektedir.

Newroz ateşinin üzerinde atlama ritüeli de bir ahlaki arınma eylemi olarak gelişmiş ve günümüze ulaşmıştır.Newroz gününün Kürt kültüründeki yeri de Zerdüşt inanç kaynaklıdır. Zerdüştlükte Newrozun kutlamalarla karşılanmasının dört nedeni vardır: Tanrının, insanları yaratmaya başlamasının son günü olduğuna inanılması (inanca göre tanrı 16 Mart günü insanları yaratmaya başlamıştır), ateşin yaratıldığı gün olarak kabul edilmesi, atalarının ruhlarının o gece eski evlerine döndüklerine inanılması ve o gün itibar ile gündüzün geceye, aydınlığın karanlığa galebe çalması. Kawa destanının bugünle özdeştirilmesi rastlantı değildir. Bu destanla Newroz kutlamalarına beşinci bir sebep eklenmiş oluyor: Özgürlük Bayramı

 

Tanrısallıktan Toplumsallığa: İyi-Kötü Diyalektiği

İyi-Kötü mücadelesi eksenli Zerdüşti diyalektiği felsefe düşünce tarihinde ilk şeklinde değerlendirilen yorumcular var. Bu değerlendirme Zerdüştlüğünde bir bileşeni olduğu dönemin Doğu düşüncesi içinde geçerlidir. Zira Çin düşüncesindeki Yin-Yong benzeri argümanlarda diyalektik düşünüşün örneklerindendir. Tao, Budha, Zerdüşt gibi dönemin Doğu düşüncelerinde ahlaki yönün ön plana çıkması, tanrının geriye doğru itilmiş olması sayesinde mümkün olmuştur. Mutlak Tanrısallık ve kulluk anlayışı bu düşünce kültüründe ve özellikle de Zerdüştlükte açıkça reddedilmiştir. Tanrı geriye itilince insan, içinde yaşadığı toplum ve dünyayla ön plana çıkmıştır.

Zerdüşt düşüncesinde iyi ve kötü toplumsaldır, toplumsal ihtiyaçlara göre belirlenmiştir. Toprak, tarım ve hayvancılığın ön plana çıkarılması bölgenin üretim kültürüyle ilgilidir. Ateş kutsanmıştır çünkü uzun ve sert kışlar yaşayan coğrafyada ateş hayati önemdedir. Kışlar yakılan ateşler sayesinde atlatılabilmektedir. Magi denilen bu ateşler, etrafında tartışmaların yürütüldüğü kültürel platformlara dönüşür. Bu platformda bilgelikleriyle ön plana çıkan insanlar da zamanla Magi adıyla anılır olmuşlardır. Magiler, Herodot tarihinde bir aşireti olarak geçer. Kimi kaynaklarda rahipler grubu şeklinde işlenir. Oysa Magiler bilgelikleriyle ön plana çıkan insanlardır ve Zerdüşt’ün geliştirdiği inancı sahiplenerek önemli bir rol oynamışlardır. Zerdüşt iyi ile kötü, aydınlık ile karanlığın mücadelesinde “iyi düşün, iyi söyle, iyi yap” diyerek tercihin yönüne işaret eder. Fakat tercihte bir bilinç ve irade gerektirir.

Zerdüşt düşüncesinde bilgi, bilinç yüceltilir. Bu tama en açık haliyle Ahura Mazda adlandırmasında ifadesini bulur. Ahura “rab, tanrı,malik” anlamlarına gelir, Mazda ise büyük ve temiz akıl sahibi anlamına, böylece Ahura Mazda “büyük ve temiz akıl sahibi tanrı” olarak sıfatlandırılmış oluyor. Zerdüşt inancına göre her şeyi bilme ve iyilik Ahura Mazdanın özellikleri iken bilgisizlik ve kötülük şeytani özelliklerdir. Ve fakat yüceltilen bilgiye bir koşul getirilir: İyi ve temiz.

Başka bir ifadeyle bilgi ahlaki dolayısıyla toplumsal iyiye hizmet etmelidir. Nitekim Ahura Mazdanın sahip olduğu akıl büyük olduğu kadar temizdir de.

Zerdüşti öğretide derinliğine kavranması gereken en önemli yönlerden biri iyi ile kötünün ilişkisel diyalektiğidir. Çünkü Zerdüşt düşüncesinde iyi ile kötü birbirinden yalıtık, tümüyle ayrışmış olgular değil; her yerde her şeyde gerçekliğin farklı yüzleri olarak mücadele halinde bulunan bileşenlerdir. Önemli bir felsefi derinliği bulunan bu bakış gibi, iyi ile kötü arasındaki mücadelenin her yerde derinliği bu mücadelede insan ve iradesine de alan açmış olur. Nitekim bu mücadelede iyi koruyup büyütecek, kötüyü sınırlayıp etkisizleştirecek olan insandır.

 

Özgür İnsan Tanrı Sensin

Zerdüşt kutsal tanrı ve kulluk kültürüne karşı insanı ve insan iradesini belirleyici düzeye yükselterek bir özgürleşme alanı yaratır. Avestaya göre insanlar tanrıya ve şeytani olana karşı bağımsızdırlar. Fakat tercihlerinin hesabını öldükten sonra ödeyecekleri bilinci taşırlar. Bu bağlamda insanın en temel sorumluluğu kendisinin ve toplumun kurtuluşuna hizmet etmesidir. İnsanların kötüye karşı direnişi toplumun kurtuluşuna hizmettir.

Kötüye Diren! Der Zerdüşt. Ondan korkacağına, ona adaklar adayacağına, onu yatıştıracağına ona diren, kötüden kurtuluşun tek yolu, kötü olan her şeye direnmektir. Kötü her yerdedir. Senin beynindeki düşüncede, senin dilinde ve eyleminde kötüyü ara ve ona diren. İçine dön, içini dinle, kalp ateşinin (atrium) yanı başında; seni baştan çıkarmaya çalışan kötünün fısıltılarını duyacaksın. Ateşli doğru ile korkutucu kötünün mücadelesini kendi nefsinde yakalayacaksın. Sen bu sırra erdiğinde tanrı sensin. Bu sırra ermekle kötüyü layığı olduğu cehenneme sürmüş olursun. Yeter ki senin “dayanan” yani içsel kişiliğin, içindeki o ilahi varlığın parlasın, yeter ki içindeki ben kötüye dirensin.İnsan irade ve özgürlüğünün bu düzeyde güçlü bir şekilde ortaya konmuş olması, öğretinin ahlaki derinliği ve bütünlüğünün de göstergesidir.

Zerdüştlük genel anlamda bir yüzünde kötüye direniş diğer yüzünde toplumsal inşa bulunan ahlaki politik yaşam felsefesidir. Kötüye direniş yüzünde tanrı-kral anlayışı ve kulluk sistemine itiraz, inşa yüzünde ise toplumun reforme edilerek yeniden örgütlendirilmesi bulunur. Başka bir ifadeyle bir yüzünde Asur zulmüne son veren Med Direnişi, diğer yüzünde yine Medlerle şekillenen Kürt kimliği ve Kürt kültürü vardır. Her iki eylemin yani direniş ve yeniden inşanın öznesinin aynı olması, öğretinin ahlak politik direniş ve özgür yaşam toplum oluşun temel diyalektiği olarak kurmuş olması nedeniyledir. Sonuç itibariyle Zerdüşti öğretinin ahlaki-politik direniş ve özgür yaşam felsefesi Kürt kimliğine, kültürüne içerilmiş, onu karakterize etmiştir. Bu gerçekliğin en somut gösterisi de Kürtlerin Medler sonrası yaşam ve direniş seyridir.

Zerdüştlük, Medler ve ardından onu resmi din olarak kabul eden Pers-Akamenidler zamanında Doğuda Hindistan, Batıda Yunanistan sınırlarına kadar yayılmıştır. Zerdüşt inancına Akamenidler sürecinde ve sonrasında farklı yerel inanç unsurları da dahil edilmiştir. Fakat esas olarak devlet dini haline gelmesi, iktidar çıkar ilişkilerinde araçsallaştırılması nedeniyle zamanla yozlaştırılmıştır. Zerdüşti rahipler şahsımda yaşanan yozlaşmalar Sasaniler zamanında o kadar derinleşmiştir ki, Maninin kapatılıp katledilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Zerdüştlük inancı yozlaştırılıp ahlaki, eşitlikçi karakteri ortadan kaldırılınca aynı topraklarda inançsal, felsefi itirazlar gelişmiştir. Mani ve Mazdek bu itirazların İslamiyet öncesi örnekleri ve Zerdüştlük inancının takipçisidirler.

 

Mani: Zerdüştlüğü Evrenselleştirme Girişimi

Mani M.S 216 yılında Babil in kuzeyinde doğmuş, 241 yılında inancını yaymaya başlamıştır. 1. Şapur ve oğlu Hürmüz’ün Krallığı döneminde inancını yayma imkânı bulan Maninin koşulları 1. Behram zamanında kötüleşmiştir. Burada Mitra ve Zerdüştlük taraftarı din otoritelerinin kara propagandalarıyla kralı yönlendirmelerinin rolü büyüktür. Kral Maniyi saraya çağırır ve hapse atar. Mani baskılar karşısında açlık grevine girer ve hapsinin 26. Gününde 26 şubat 276 yılında ölür. Ardından Mani inancı taraftarlarına dönük büyük katliamlar başlar. Kaçabilenler Hindistan’a, Orta Asya’ya kaçarlar. Mani kendinden önceki gelen peygamberi sayarken Buda, Zerdüşt ve İsa’yı anar. Onların dini inançlarının tanrısal olduğuna fakat zamanla yozlaştırıldıklarının söyler.

Mani inancı da düalisttir. Zerdüştlükteki iyi ve kötünün karşılıkları Manide tanrı ve maddeye dönüşür. Buna ışık ve maddede diyebiliriz. Buna göre tanrı ışık iyidir, madde ise kötü. Maninin insan tanımı ilk insan olarak kabul ettiği Adem tanımlamasında gizlidir. Ona göre Adem in ruhu ışıktan yani tanrısal iken bedeni maddeden yani kötüdür.

Mani, madde olana değer vermediğinden bedenin yaşamasını da önemsemez. Her canlı aslında geldiği yere dönecektir, dönülecek yer tanrısal olduğundan dönüşü geciktirmenin bir yararı yoktur.
Bu nedenle Manide öz savunma amacıyla da olsa şiddete yer yoktur, hatta günah kabul edilir. Bu yönüyle İsa’dan etkilendiği düşünülebilir.

Zerdüştlüğün “iyi düşün, iyi söyle, iyi yap” ilkesi Manicilikte “ağzın mühürlenmesi, elin mühürlenmesi ve cinsel organının mühürlenmesi” şeklini alır. Mani ayrıca on ahlaki ilke geliştirir.
Mani inancına bağlı olanlar esas olarak Zerdüştlüğe inanırlar. Felsefi düşünsel temelleri büyük oranda Zerdüşti olan Maniciliyin yorum farkları yok değildir. Örneğin Zerdüşt iyi ve kötünün insanın canında (ruh) olduğunu söylerken Maniye göre can/ruh temizdir kötü olan bedendir. Zerdüştlük maddi manevi bir bütünlük arz ederken Manicilikte manevi yön çok baskındır. Zerdüştlükte yurt sevgisi ön planda iken Manicilik genele, evrensele hitap eder. Maniciler İslamiyet döneminde de büyük baskılara, şiddete maruz kaldılar. Bir bölümü zorla Müslümanlaştırıldı. İslami çevreler Manicilere zındık derlerdi.
Zındık kelimesinin “Zend Avestadan” geldiği söyleniyor. Zend Avestaya bağlı olanlar anlamında.

 

Mazdek: Eşitlikçi, Özgürlükçü Zerdüşti Yaşam Arayışı

Zerdüşti geleneğinin devamı olarak Maniden sonra kurucusu Mazdek adıyla anılan ortak yaşam perspektifli yeni bir çıkış gelişir. Mazdekin doğum tarihi bilinmiyor. Fakat 499 yılanda katledildiği sabittir. Hamedanlı bir Kürt olduğu söyleniyor. Böylesi Tarihi kişiliklerin etnisiteleri çoğunlukla tartışma konusu olmuştur. Bu tarihi kişiler kahramanlar kültü üzerinde okuyan modernist tarih anlayışı ürünü sorunlu bir tartışmadır. Zira asıl olan kişiler değil bu hareketlerin dayandığı toplumsal taban ve halklardır. Kişilerde bu toplumsal bağlamdan kopuk ele alınamaz. Mazdek hareketi hem düşünsel, felsefi açıdan Zerdüşti (iyi-kötü, aydınlık-karanlık vb.) geleneğinin takipçisidir hem de dayandığı toplum sosyolojisi Zerdüştidir.

Mazdekizm olarak adlandırılan bu çıkışın gerisinde Sasani devlet sistemi ve yozlaşmış Zerdüşti rahiplere karşı dinsel ve sosyo-kültürel reform anlayışı vardır. Mazdek özgürlükçü ve ortaklaşmacı bir sistem geliştirmek ister. Kadın-erkek eşitliği ve ekonomik ortakçılığa dayalı bu hareket, insanın insan üzerindeki her türlü sömürüsünü reddeder. Mazdek bu taleplerle bölgede büyük bir taban bulmuştur. Zira bölge Mazdekin savunduğu inanç ve yaşam kültürüne aşinadır.

Mazdekin nasıl öldürüldüğüne dair bazı rivayetler var. Savaşta katledildiği de söyleniyor. Sasani Kralı Hüsrev tarafından inancını vaaz edebileceği vaadiyle saraya çağrılıp katledildiği de. Mazdekin katledilmeden önce krala hitaben bütün halkı katledebilir misin? diye sorduğu rivayet edilmiştir. Bu inancın toplumsal tabanına işaret etmesi bakımından önemlidir.

Mazdekin ölümünden sonra Mazdekilere dönük katliamlar devam eder. Mazdekin eşi Hürrem bu katliamlar sürecinde Rey şehrine gider ve orada Mazdek düşüncelerini yaymaya devam eder. Bu düşünceler süreç içinde Hürrenizm adıyla anılır hale gelir. Hürrenizm baskılar devam ettiği için mazdekiler/Hürremistler yer yer açık, yer yer farklı adlar altında ve gizlice örgütlenirler. Zerdüşti geleneğin bölge halkında güçlü bir karşılığının olması, bu damar üzerinde gelişen ahlaki-politik direnişlere hazır bir taban sunduğundan böylesi düşünceler hızla yayılabilmiştir. Mazdeki/Hürremist düşünceler de Babekin çıkışına kadar devam eder ve Babek hareketinin temellerini oluşturur.

Bu arada İslamiyet ortaya çıkmış ve hızla yayılmıştır. Bölge halklarını zorla Müslümanlaştırma sürecidir bu. 661 yılında kurulan Emeviler, İran dahil orta doğunun tamamını egemenlikleri altına almıştır.750 yılında bu kez Abbasiler Emeviler sayesinde yendikleri Ebu Müslim Horasani ye ihanet ederek onu katlederler, taraftarlarını katliamdan geçirirler (753-754). Bu gelişmeler yaşanırken İran’da İslamin şia kolunu kendisine uyarlamış, İran Şialığını geliştirmiştir.

 

Babek: Özgürlük, Yalnız O’ydu Benim Secde Yolum

Babek Mazdeki/Hürremist hareketin zirvesi olarak değerlendirilir. Zerdüşti bir aileden gelen Babek 808 yılında Bezz bölgesinde Cavidan bin Süheyl önderliğinde başlayan Mazdeki /Hürremist isyanın devamıdır. Cavidanın ölümünden sonra Babek isyanın başına getirilir ve 816 yılında programını tebliğ etmeye başlar .Tebliğ edilen Mazdeki hareketin eşitlikçi, özgürlükçü ortak yaşam savunucusudur.
Babek hareketi de Mazdekizm gibi etnik kimlikleri aşan bir karakter arz eder.

Babek, Abbasi halifesinin Memun valileri aracılığıyla üzerine gönderildiği orduları pek çok kez yenilgiye uğratır. Memun öldükten sonra yerine geçen oğlu Mutassım 835 yılında Afşin komutasında bir orduyu Babekin üzerine gönderir. Afşin’in orduları yenildikçe yeni askerlerle takviye edilir. Üç yıl süren bu savaşın sonunda Babek Bezz kalesinde kuşatılır. Babek zarar görmesini istemediği halkın kaleden çıkılmasına izin verilmesini ister. Afşin Halifeden af dilenmesi şartı koşunca Babek reddeder ve bir yarma hareketiyle kuşatmayı aşarak Ermeni emirlerinden Suheyl İbn Sumbat’ın yanına sığınır. Planı Bizans tarafına geçerek yeniden toparlanmaktır. Fakat Ermeni amiri ona ihanet eder ve yanındakilerle birlikte Abbasilere teslim eder. Babek 838 yılında Dicle’nin kenarında bulunan Samarra kentinde katledilir. Babek’in teslim edildikten sonraki direnişi 30 yıl boyunca Abbasi ordularına kök söktüren Babek direnişinden daha büyük bir yankı yapmıştır.

Rivayet edilir ki halife (Mutassım) şayet af dilerse kurtulacağını söyler. Fakat Babek diz çökmez. Bunun üzerine halife, onun iki elinin kendi gözleri önünde kesilmesini emreder. Bir eli kesilince Babek diğer eliyle akan kanı yüzüne sürer. Halife bunun nedenini sorunca, Babek vücuttan akan kanın insan yüzünü sararttığını, bunun korkuya yorulmasını istemediğini belirtir. Zulüm  oldukça direnişinde var olacağını ifade eden son sözleri ise özgürlük manifestosu gibidir: “Bütün müstebitler (zalim hükümdarlar) gibi sende yanılıyorsun

Çünkü benim destanım öyle bir destandır ki ne Babekle başlamıştır ne de Babekle bitecektir. Ey zavallılar siz hiçbir zaman özgürlük yangısının ne demek olduğunu anlamayacaksınız. O dehşetli yangın ki yüreği yakıp küle çeviriyor. Özgürlük, oister tatlı olsun, isterse acı yalnız oydu benim secdegahım. Ve müstebitki beni öldürüyor. O da hiçbir zaman anlamayacak ki ölümü ile özgürlük fedaisi büsbütün yok olmuyor.” (Seyid Nefisi Babek)

Bu bir yaşam kültürüdür. Zerdüştlükle başlayıp Mani, Mazdek/Hürrem ve Babekte yine Zerdüşti çizgide devam eden ahlaki politik direniş kültürü Kürt kimliğinin asli birleşeni olarak varlığını koruyabilmiştir.

 

İslamiyet ve Kürtler

Arap İslam istilası Kürdistan bölgesine 637 yılı dolaylarında ulaşır. Bizzat halife Ömer’in emriyle Kürdistan bölgelerinde var olan bütün belgeler yakılır. Gerekçe şudur: “Eğer bu belgeler kurana uygunsa bu belgeler gereksizdir. Çünkü kuran vardır. Eğer bu belgeler Kurana aykırı ise yanlıştır. Halkın yanlışı öğrenmesi gerekmez”. İslami yayılmacılığın karakterini gösteren bu kültür kıyımı aslında bölgenin inançsal, kültürel değerlerine duyulan korkunun dışa vurumudur.

Kürtlerin Müslümanlaştırılması zora dayalı gelişmiştir .Kürt üst sınıflarının öncesinde Sasanilerle kurdukları ilişkilere benzer biçimde Arap egemenlerle de uyumlu işbirlikçiler haline gelmiş oldukları biliniyor. Özelliklede 7. ve 11. yüzyıllar arasında Kürt üst sınıfları Arap aristokrasisiyle yakınlaşmış, hatta denile bilinir ki bütünleşmiştir. Türklerin 11. Yüzyılda Kürtlerin desteğiyle Anadolu’ya girmesi yeni bir sürecin başlangıcı olur.

16 yüzyılda (1501) İran’da Şii Safevi devletinin kurulması Kürdistan coğrafyası için yeni bir dönem başlamıştır. Çünkü Şii devletinin kuruluşuyla Kürtler, Osmanlı ve Safeviler arasında bir denge gücü haline gelirken, Kürdistan yeniden bir savaş alanına dönüşür. Kürtler her iki tarafla da ilişkilenir fakat daha çok Osmanlılar tarafında yer alırlar. Bu tercihte Sünnilikte önemli rol oynar.

1500’lü yılların başından itibaren Osmanlılarla gelişen ilişkiler İdris-i Bitlisi ile Osmanlı sultanı arasındaki anlaşmayla güçlenir. Kürtlere geniş özerklik hakkı tanınır, buna karşılık Kürtler Osmanlılarla birlikte hareket edecektir.17. yüzyılın sonlarına doğru Viyana Bozgununda (1683) sonra Osmanlıların Kürtlerle ilişkisi bozulmaya başlasa da İ. Bitlisi ile Yavuz arasında yapılmış olan anlaşma 19. Yüzyılın başlarına kadar sürer. Bu arada 1639 yılında Kasr-i  Şirin anlaşması ile Kürdistan coğrafyası ikiye bölünmüştür.19. yüzyıl Osmanlının Kürtlere dönük ağır baskılarıyla başlar. Kürtler kendi özerk, özgür yaşamlarına müdahaleyi reddeder ve 19. yüzyılı boydan boya bir isyan yüzyılına dönüştürür. Öyle ki bir isyanın yenilgisi hiçbir zaman Kürtlerin yenilgisi olarak kabul edilmemiş, çağa kalmadan yeni bir Kürt isyanı sahne almıştır. 19. yüzyılda sonuçlanmayan isyanlar sonraki yüzyıla taşmıştır. Kürt halk tarihinde ahlaki-politik direniş hattı Zerdüşten bu yana değişmemiştir. Baskı ve zulüm varsa direniş ahlaki ibadettir. İnançsal bakımdan İslamiyet sürecinde Kürt kültürel varlığını koruyup günümüze taşıyan inançların başlıcaları Alevilik ve Ezidiliktir. Bölgede vücut bulmuş farklı düşünce ve inançlardan etkilenmiş olsalar da Alevilik ve Ezidilik önemli oranda Zerdüşt inancının devamı niteliğindedir. Faik Bulut, “Alisiz Alevilik” adlı çalışmasında Zerdüştlük ile Alevilik arasındaki organik bağı; inanca dair çeşitli örnekler üzerinde irdeler. Sözgelimi  Zerdüştlükteki  “iyi düşün, iyi söyle, iyi yap” ilkesi 7 tanrı anlayışı, kutsal kemer, soma bitkisi gibi pek çok unsur  ya aynıyla ya da belli bir değişim/uyarlamayla Alevilikte bulunur. Arnold Ammar Kürt Aleviliğinin kültürel karakterini şöyle değerlendirir. ”Dağlarının mekanlarından anlaşılmaktadır ki Aleviler geleneksel direnişçi kültürel varlığını koruyan, asimilasyonu küfür sayan ve kendi kültürel varlıklarına uyuştuğu ölçüde İslami kabul eden radikal kesimin inanç kültürüdür. Aleviliğe tam olarak İslam kültürü denemez. Kendi kabile ve aşiret kültürlerine en çok bağlı kalan, kendi kültürleriyle uyuştuğu ölçüde bazı İslami değerleri başkaları için değil kendileri için asimile edip içselleştiren bir kültürdür. Bu özellikleri nedeniyle beş bin yıl öncesindeki Hurri kültürü ve dilsel varlığıyla benzerlik göstermeleri anlaşılır bir husustur. Dış istilalara karşı sürekli direnmeleri , dağların gerektiği sıkı kabileci yaşam kültürü bu sonucu doğurmuştur.”(Arnold Ammer, Uygarlık Tarihi/5cilt sf. 106.107)

Ezidilerde tarih boyunca daha çok dağlık bölgede yaşayarak benzer bir direniş sergilemişlerdir. Ezidilik için Zerdüştlükten önce Kürt coğrafyasında var olan Daeva Esnacılık inancına dayandığı gibi yorumlar da yapılmıştır. Fakat Ezidi inancı iyi irdelendiğinde Ezidilikteki pek çok inancın Zerdüştide uygulanmakta olduğu görülmektedir. İslamin dışında kalan bir inanca mensup olmalarının da etkisiyle Ezidiler onlarca kez katliamlara uğramıştır. Fakat bütün baskı ve zulümlere karşı inançsal, kültürel, dilsel değerlerini koruyarak asimilasyona amansız direnmişlerdir. İnanç eksenli ahlaki-politik direnişler bağlamında Kürt Ehl-i Hak (Yaresan) inancını da ayrıca anmak gerekiyor. Ovalarda yaşayan Kürtler ise genel anlamda egemen inanç ve iktidar sistemlerinin etkilerine daha açık olmuşlardır. Fakat kültürel direnişler de yok değildir. Ovalarda yaşayan Kürtlerin inançsal, kültürel ve politik direnişçileri daha çok tarikat türü örgütlenmeler aracılığıyladır.
Kürt kültürünün, milli kimliğinin gelişiminde tarikat-medrese kültürünün rolü yadsınamaz. Fakat iktidarla ilişki de, iktidarlaşmaya da açık yönlerinin bulunduğu göz ardı edilemez.

Özetle, Kürtlerin varoluş mücadelesinin bugüne gelmesinin temelinde kültür ve dil vardır. Neolitik üzerinden şekillenen bu kültürün toprakla-yurtla olan güçlü bağı Kürtlerin kimlikleştiği bu topraklara kök salmasını sağlamıştır. Bu kültürel temel, Zerdüşti inancın ahlaki, politik felsefesiyle güçlü bir düşünsel sisteme kavuşmuştur. İlk büyük sonucunu Kawa Destanına konu alan Medlerin Asur zulmüne karşı özgürlük mücadelesinde gördüğümüz bu kültürel  ve ahlaki buluşma Kürt kimliğini şekillendirme ile sınırlı kalmamış, onu günümüze kadar taşıyarak ahlaki  politik direniş doğrultusunu da belirlemiştir.

Son söz olarak denilebilir ki, Kürtler tarih boyunca mücadeleden, direnişten vazgeçmemiş olmalarını güçlü kültürlerine, dağlık coğrafyalarına  ve en çok Zerdüşti ahlaki-politik, özgür yaşam felsefesine borçludurlar. Zira ahlaki politik direniş bir toplumsal varoluş mücadelesidir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.