Düşünce ve Kuram Dergisi

İlişkilerde Yeni Dönem (1960-78)

Emran Emekçi

1970’lere gelene kadar tarihte Med Aşiretler Konfederasyonu hariç tarihte Kürt halkının özne rolünden söz edilemez. Aşiretlerin doğal demokratik birliğini temsil eden Med Konfederasyonu sürecinde iktidarını büyütme ve yayılma eğilimi içinde olan Harpagos’ta temsilini bulan Kürt üst tabakası, Zerdüşt’ün özgür ahlak ve özgür irade devrimini esas alan doğal demokrasi birimi aşiretlerin birliğini temsil eden Astiyages’i önlerinde bir engel olarak gördükleri için, Persli Kyros ile işbirliğine girerek devirirler. Heredot Tarihinde sözü edilen Kürt aristokrasisinin bu özelliği, Kürt halkının tarih boyunca bir özne haline gelememesi, egemen devletler ile işbirliği içinde iki katmanlı bir sömürüye tabi nesne durumunda tutulmasının temel nedeni olmuştur. Sümer dönemine kadar geriye götürülen Kürt üst tabakasının bu özelliği, Gılgameş-Enkidu işbirliği ile özgür aşiret reisi Humbaba’nın esir edilmesindeki rolü gibi her dönemde egemen devletlerle işbirliği içinde Kürt halkını kontrol altında tutarak, birlikte bir sömürü aracına dönüştürmüştür. Feodal dönemde de Ehmedê Xanî’nin de çok güçlü beyliklere sahip olmasına rağmen Kürt beylerinin ulusal birliği sağlayamamasına hayıflanmasının nedeni de Kürt üst tabakasının anılan özelliğinden dolayıdır. Çünkü onlar için önemli olan halk değil, kendi aile ve haneden çıkarlarıdır. Bu nedenle zamanın ruhuna da direnerek günümüzde bile ulusal birliğe gelmemektedir.

Dünya çapında 1789 burjuva devrimiyle tüm dünya ulusları uyanışa geçip, kendi ulusal çıkarları etrafında birleşirken, geleneksel Kürt üst tabakasının (Mir ve beylerin) böyle bir arayışı yoktur. Onların bütün derdi feodal otonomilerini korumaktır. Bu temelde 19. Yüzyıl isyanları, ulusal birlik adına değil, Osmanlının merkezileştirme politikalarına karşı kendi otonomilerini koruma isyanlarıdır. Sonuç, mir ve beyliklerin son bulması ve yerine daha geri ağa, şeyh devlet işbirliğinin ikame edilmesi olmuştur. Abdülhamit, mir ve beylerin tasfiyesinden sonra geriye kalan bu Kürt eşrafını (ağa, şeyh ve reislerini) Hamidiye Alayları adı altında yetkilerle donatarak daha gerici biçimde, Panislamizm temelinde yeniden sisteme eklemlemenin ustasıdır. Bu dönemde ‘Aşiret Mektepleri’ uygulamasıyla bu üst tabaka çocukları hilafet ve saltanata bağlılıkla yetiştirilmektedir. Abdülhamit’in devrilmesi ardından Aşiret Mekteplerinde yetiştirilen bu eşraf çocuklarının bir kısmı Kürdistan Teali Cemiyeti’nin, bir kısmı da İttihat ve Terakki milliyetçiliğinin kurucularıdır. Devşirme İslamcılıktan devşirme Türkçülüğe terfi etmişlerdir. Bunların İslamcılığı da milliyetçiliği de işbirlikçi temelde ve çarpıktır. Kendi ulusunun öz çıkarları adına yola çıkan bir Müslüman veya modern bir burjuva sınıfı olamadıkları gibi, gerisinde seyrettikleri işbirlikçi feodal özellikleri nedeniyle bunların İslamcılığı devşirme, milliyetçiliği de ilkel milliyetçilik olarak tanımlanmıştır. Çünkü milliyetçiliği, modern anlamda güçlü bir ekonomiye, sınıf çıkarlarıyla birlikte kısmen de olsa ulusunun çıkarlarını esas alan güçlü sermayeye (burjuva sınıfına), teknik ve orduya dayalı bir milliyetçilik değildir. İşine geldiğinde kullandıkları bir propaganda aracıdır sadece.

 

Şark Islahat Planı ve Kürtler

1917 Ekim Devrimi Osmanlı devletinin çöktüğü, Mondros mütarekesi ile emperyalist işgale karşı yerel direnişlerin Urfa, Antep, Maraş’tan Ege, Trakya ve Karadeniz’e yayıldığı bir döneme tekabül etmektedir. Yani sosyalist teoriye göre devrim için objektif koşullar hazır olmasına rağmen TKP, bu direnişlere ve döneme önderlik edecek konumda değildir. Bütün yaptıkları, İngiltere ve Sovyet dengesine oynayan Kemalist harekete methiye düzmek olmuştur. Bu süreçte Lenin ile Mustafa Kemal arasında diyalog köprüsü işlevi gören TKP Önderi Mustafa Suphi, 22 Ocak 1921’de Komünist Enternasyonal toplantısındaki konuşmasında Kemalist hareketi Büyük Rus Devrimi’nin müttefiki olarak ilan ederken, bir hafta sonra İngiltere hegemonyasına kurban edileceğinin farkında bile değildir. Mustafa Suphi’nin 28 Ocak 1921 Trabzon’da on dört arkadaşıyla birlikte Karadeniz’de boğdurulması, bir ittifakın değil, tersine İngiltere merkezli kapitalist hegemonyanın sistemden dışlama tercihinin sonucu olduğunu göremeyen TKP, Lozan sürecinde İngiltere tezlerinin ve kapitalist hegemonyasının resmen kabulü (İzmir İktisat Kongresi) ile gelişen karşı devrimi ve 1921 Anayasasını İngiltere kapitalist dünya hegemonyası lehine rafa kaldırıp tamamen kapitalist dünya sisteminin sacayağı olarak bu sisteme hizmet eden tekçi ulus-devletini ilerici sayma gafletini sürdürecek, revizyonizme battıkça batacaktı. Bu dönemde Kürt üst tabakasının durumu ise daha vahimdir. Kürt halkının Antep, Maraş ve Urfa’da emperyalist işgale karşı yerelde kendiliğinden bir direniş halinde olduğu bu süreçte, öz çıkarlarını öz iradesini ve birliğini temsil eden bir halk önderliği söz konusu değildir. Kürt üst tabakasının oluşturduğu Kürdistan Teali Cemiyeti ise Mustafa Kemal’den yana olanlar ile hilafet ve saltanattan yana olanlar şeklinde ikiye bölünmüştür. İkiye bölünen Kürdistan Teali Cemiyeti üyelerinin Mustafa Kemal ile hareket eden kesimi cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştirilen 1924 tekçi Türk ulus-devlet anayasası ile yok sayılıp sistem dışına atılınca hayal kırıklığı yaşayacak “kandırıldık” diyecekti. Diğer Seyit Abdulkadir önderliğindeki hilafet ve saltanat, dolayısıyla İngiltere ve Sevr yanlısı kesim ise, İngiltere’ye aldanarak Şeyh Sait İsyanına giden provokatif süreci planlayacaktı. İngiltere’ye oldukça güvenen Sevr planından yana tavır alan bu kesim, İngiltere’nin Lozan sürecinde kendilerini sattığını, bu isyanı kendi çıkarı için bir şantaj aracı olarak kullanıp, İnönü+ekibi ve Mustafa Kemal’i “Al Kürtleri ver Musul Kerkük’ü” anlaşmasına razı ederek bizzat İngiltere tarafından idama gönderildiklerini bile anlayamayacaklardı. Sonuç, Kürt üst tabakasının özgüce ve halka dayalı olmayan, dış güçlere dayalı ilişki ve ittifaklarının kurbanı ise yine Kürt halkı olacaktı. Çünkü isyan bahanesiyle sadece isyanda yer alanlar değil, Piran komplosunun hemen ardından isyan bahanesiyle açıklanan Şark Islahat Planı ile bir bütün olarak Kürt varlığı hedef alınacaktı. Çarşı ve pazarda bile Kürtçe konuşma cezaya tabi tutulacaktı. Takrir-i Sükûn ve İstiklal Mahkemeleri’nde sadece isyana katılanlar değil, Türkçe bilmeyenler bile idam edilecekti. Ardından çıkarılan Türkleştirme genelgesi ile her yerde hızlı bir asimilasyon, Türkleştirme politikası devreye konulacaktı. Bir yandan askeri operasyonlar (Ağrı-Zilan ve Dersim katliamları), diğer yandan Türkleştirme uygulamaları iç içe uygulanarak Kürt halkı bir bütün olarak fiziki ve kültürel soykırım kıskacına alınacaktı. Bundan sonrası 1950’lere kadar tam bir suskunluk dönemidir. Süreçten yenilgiyle çıkan Kürt üst tabakası, Türk’ten daha Türkçü kesilerek, soy isimlerini bile “Öztürk” olarak değiştirip giderek DP kanatları altında oligarşi ile işbirliğine, dönme bir burjuvalaşma sürecine girecekti. Kürt üst tabakasının “ilkel milliyetçiliği” ile Türk üst tabakasının “dehşet milliyetçiliği” arasında sıkışan Kürt halkı ise fiziki varlığını sürdürme derdindeydi. Dönemin aydınları ise, Kürtlükten vebadan kaçar gibi kaçıyordu. İnkâr ve asimilasyon sonuç almıştı. 1950’lerden sonra Kürt aydınları 49’lar Olayı ile cılız bir çıkış göstermiş ama bastırılmıştır.

27 Mayıs 1960 darbesi sonrası gerçekleşen 1961 anayasası Kürt gerçekliğine kapalı olsa da sola yönelik elverişli bir zemin sunuyordu. Bu zeminde ortaya çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP), Kürt meselesini ‘Doğu Sorunu’, geri kalmışlık sorunu olarak ele alıyordu. Kendini bu yeni duruma uyarlayan ve TİP içinde yer alan Kürt üst tabakası temsilcileri de “Kürt” kelimesini ağzına almamakta, kendilerini Türkiye İşçi Partisi içinde ‘Doğu Grubu’ olarak adlandırmaktadır. Bunların Kürdistan ve Kürtlere yönelik siyaseti de, “Kürt” kavramı yerine “Doğu” kavramını kullanmaya özen göstermek, bölgede kendisini DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocakları) ve daha sonra DDKD (Doğu Devrimci Kültür Derneği) olarak örgütleyecektir. Bunlar Kürt meselesini geri kalmışlık, Doğu’ya yol, su ve elektrik olarak tanımlamaktadır. 1965’ten sonra TİP bünyesindeki tartışmaların etkisiyle Kürt meselesi gündeme gelecek, IV. Kongre’de Kürt meselesinin anayasal vatandaşlık temelinde çözümü parti programına alınacaktı. Sistemin insafa gelerek anayasal vatandaşlık ve kültürel hakları tanıyacağı beklentisi de, partinin (TİP) kapatılmasıyla son bulacaktı. Bu süreç, Kürt üst tabakasının ilkel milliyetçi, reformist ve sosyalist sola egemen milliyetçi, revizyonist, oportünist yaklaşımlarının yenilgisi ve bunu sorgulayan devrimci çıkışın doğuşu olacaktır. Bundan sonrası Türk-Kürt ilişkilerinde halka dayalı yeni devrimci, sosyalist temelde özgür birlik arayışı olacaktır. Zaten 1968 Gençlik Hareketi, Mahir’in İTÜ’deki Kürt meselesi ile ilgili konuşması[1], İbrahim’in meseleye yönelik tespitleri[2] ve Deniz’in idam sehpasında Türk-Kürt kardeşliğini haykırması, Türk-Kürt ilişkilerinde içine girilecek yeni doğrultuyu veya dönemi gösterecekti.

Yeni doğrultu ve dönem, hem Kürt ilkel milliyetçi ve reformist çizgiyi hem de Türkiye Sosyalist soluna hakim olan milliyetçilik, revizyonizm ve oportünizm eleştirileri üzerinden anlam kazanmaktadır. Türkiye sosyalistlerinin Kürt meselesine yaklaşımı sorgulanmaktadır. Sistemin tutuklama baskıları ve TKP iç yapısının revizyonist anlayışı nedeniyle boğuntuya getirilen Doktor Hikmet Kıvılcımlının fikirleri[3] ve yeni Tarih Tezi ile Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin tespitleri esin kaynağı olmaktadır. Yeni dönem düşüncesinin liderleri Mahirler ve Denizler kapitalist sistemin burjuva milliyetçiliğine dayalı ideolojik hegemonyasının kırılması gerektiğinin farkındaydılar. Milliyetçiliğe karşı yurtseverliği[4] ve enternasyonalizmi, bağımsız ve demokratik Türkiye’yi, genelde halkların, özelde Türk ve Kürt halkının özgür, eşit, gönüllü birliğini güvenceye alacak demokratik bir anayasayı savunuyor, halkların birlikte kurtuluşunun yolunun uzun süreli devrimci halk savaşından geçeceğini savunuyorlardı. Bu temelde yoksul ve emekçi Türk ve Kürt devrimci gençleri Mahir’in liderliğindeki ortak cephede (THKP-C) buluşmuşlardı. Ancak Denizlerin yakalanması ve idamı, Mahirlerin Kızıldere’de ve İbrahim’in Diyarbakır Zindanında işkence ile katledilmesiyle doğan liderlik boşluğunda milliyetçi, revizyonist ve oportünist yaklaşımlar yeniden canlanmış, Kürt meselesi yeniden kaderine terk edilmişti. Bu durum karşısında Kürdistan Devrimcileri kendi yolunu çizmek zorunda kalacaktı. Fakat bu ayrılık anlamına gelmiyordu. Amaç Kürt halkının özgürlük iradesini açığa çıkarmak ve Türk halkının özgürlük iradesiyle buluşturmaktı. Bu temelde 1990’lara gelindiğinde gelişen özgür halk hareketleriyle özgür Kürt iradesini açığa çıkarmayı başaracaktı. Artık sıra Kürt halkının özgürlük iradesini Türk halkının özgürlük iradesi ile buluşmaya gelmişti. Gelinen aşamada ayağa kalkmış demokratik ve özgürlükçü Kürt hareketi, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin anısına bağlı kalarak ortak mücadeleye en büyük katkıyı yapabilecek durumdadır. Geriye Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin bıraktığı liderlik boşluğunu dolduracak sosyalist kişiliklerin rolünü oynaması, toplum odaklı, kitle temeline (yoksul ve işsizler başta olmak üzere, özellikle kır ve varoştakilere) dayalı bir ortak örgütlenmenin başarısı kalıyor.

 

Sonuç Yerine

1960-78 arası dönemde Kürt üst tabakasının yaklaşımı, “Marksizm’i ve sosyalizmi Kürdistan’a sokmayız” biçimindedir. Bunlar Dünyada Çin’den, Vietnam’a Afrika, Latin Amerika’ya dek uzanan sosyalist halk önderliği tarzında bir önderliğin Kürdistan’da ortaya çıkmasına engel olmaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır. Bu tarz bir halk önderliği 1970’lerde Kürt geleneksel ilkel milliyetçi önderlik ile sosyalist sola hâkim, revizyonist, oportünist ve sosyal şoven anlayışlara karşı mücadele içinde ancak varlık kazanabilmiştir. Tüm engellemelere rağmen 1970’lerde çağdaş Kürt halk önderliği doğacak ve tarihte ilk defa Kürt halkının özne haline geldiği, özgür halk iradesinin açığa çıkarıldığı bir dönem olarak günümüze kadar gelişimini sürdürecektir. Bu dönem aynı zamanda tarihte ilk defa Kürt-Türk ilişkilerinin Kürt ve Türk üst tabaka ilişkileri olmaktan çıktığı, 1968 Gençlik Hareketi olarak yoksul ve emekçi sosyalist, yurtsever ve enternasyonal devrimci Kürt ve Türk gençlerinin Mahir Çayan önderliğindeki ortak cephede, halkların demokratik, özgür, eşit ve gönüllü birliğine kavuştuğu bir döneme geçişi de ifade etmektedir. Bu ilişki tarzı, bahsedilen milliyetçi, revizyonist, oportünist, reformist anlayışlar ve darbeler nedexniyle zaman zaman kesintiye uğratılsa da günümüzde toplumsal temellerine kavuşmuş olarak demokratik özgür, eşit, gönüllü birlik anlayışıyla Demokratik İttifak, Demokratik Anayasa İttifakı, Demokratik Ulus Bloğu ve HDP bünyesinde varlığını güncelleyerek sürdürmektedir. Gelinen aşamada Kürt Özgürlük Hareketinin özgürlükçü demokratik dinamizmiyle sistemden dışlanan sosyalistler ve diğer ötekileştirilenleri de içine alan ortak mücadele cephesi olarak, Anadolu kapitalizmiyle tamamlanan oligarşik iktidarlara karşı halklarımızın demokratik, özgür ve eşitlikçi özlemlerine yanıt verdiği oranda gelişme ve birlikte geleceği yaratmayı başaracaktır.

———————-

 

[1] Mahir Çayan’ın İTÜ’deki konferanstaki konuşması çarpıcıdır; “Revizyonizm bir gerçektir, karşı çıkılmalıdır. Kürt sorunu örtbas edilemez, kabul edilmelidir. Oportünizm tavırlarında ısrar ederse, bağlar kesilmelidir.”
[2] İbrahim Kaypakaya ise “Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, diğer milliyetlere amansız baskı uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir” diyerek Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına vurgu yapıyordu.
[3] Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın TKP’ye yazdığı 5 ciltlik raporunun bir parçası olan ‘İhtiyat Kuvvet: Milliyet Şark’ adlı eserinde Kürdistan’ı bir sömürge olarak ele almakta ve sömürgeden kurtuluş için partizan savaşına gönderme yapmaktadır. Kıvılcımlının bu eserinde geliştirdiği tezler, gerek dönemin uluslararası tek otoritesi Komüntern, gerekse TKP’nin geleneksel tezlerine taban tabana zıt olup ezberleri bozmaktadır; “Türk burjuvazisi görünüşte kendisini emperyalizme karşı ‘Doğu’nun ezilen uluslarına örnek gösterirken nedense bu hakkı Kürt ulusuna teslim etmek şöyle dursun, yeryüzünde Kürt ulusu diye bir şeyin varlığını bile işlemek istemiyor… Var gücünü bu ulusu yok etmeye veriyor.”
[4] 1960’ların ortasında TİP içindeki milliyetçilik, revizyonizm, reformist ve oportünizm hastalıklarını eleştiren Denizler, Mahirler ve İbrahimler 68 Gençlik Hareketi olarak TİP ile yolları ayırıyordu. O dönem TİP içinde Mihri Belli, sosyalistleri “İyi birer milliyetçi” olarak savunurken, Mahir Çayan ve arkadaşları “Hayır sosyalistler milliyetçi değil, yurtseverdirler” diyerek ve kurtuluşun parlamenter yoldan sistemin insafa gelmesine beklemekle değil ancak uzun süreli devrimci halk savaşıyla olacağı tezlerini geliştirerek farkını ortaya koyuyordu.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.