Düşünce ve Kuram Dergisi

İşbirlikçi Kürtler

Musa Şanak

Çözümsüzlük Politikasında Israrın Vazgeçilmez Unsuru:

 

I-

Farklı inanç ve etnik yapıya sahip kesimlerin,  karşı karşıya kaldıkları ortak bir tehdite, tehlikeye karşı ortak bir amaç etrafında karşılıklı bir işbirliğinin içine girmeleri ile egemen bir gücün belirlediği, bir amaç ve politikaya tabi olma anlamındaki işbirlikçilik söylem düzeyinde birbirlerine çok yakın hatta anlamdaş iki olgu gibi görünseler de öz ve anlam itibariyle oldukça önemli bir farklılık arz ediyorlar.

Karşılıklı işbirliğinde de her zaman egemenliğin başını çeken basit bir güç vardır. Yine de ilişkiyi belirleyen karşılıklı ihtiyaçlardır. İşbirliği sonucu oluşturulan ortak yönetim mekanizmasında her kesimin belli düzeyde temsil edilme ve etkin olma durumu var. İşbirliği içindeki tüm kesimler ya birlikte kazanır ya da birlikte kaybeder.

Tarihte yeni devletlerin, imparatorlukların oluşumu ile sonuçlanan çok değişik inanç ve etnik kimliğe sahip kesimlerin, despotikleşen imparatorluklara karşı geliştirilen işbirliği ve direniş karşılıklı işbirliğine iyi birer örnek oluştururlar. Bunlar adeta iyi birer demokratik cephe gibidirler. Yeni oluşumun başını çeken güçler, iktidarlarını sağlamlaştırıp merkezileşmeye ve yayılmacı bir politikaya yöneldikleri andan itibaren görece demokratik olan denge bozulmaya başlamıştır. Bunun sonucunda hiyerarşinin daha alt kademelerindeki kesim ve grupları temsilen yönetim bürokrasisi içinde yer alan egemen kesimlerde kendi dar aile, aşiret çıkarları ile ait oldukları kültürel toplumun genel çıkarları arasında bir seçim yapmak zorunda kalmışlar. Bir anlamda ya teslim olup işbirlikçileşme yada ait oldukları geniş toplumsal kesimlerle kader birliği içine girip direnme ikilemi ile yüz yüze kalmışlar.

Tarihte teslimiyet temelinde işbirlikçileşmeyi seçenler çoktur. Teslimiyet temelindeki işbirlikçilik toplumsal yarılma ve yaralanmalara yol açtığından hep bir trajedi kaynağı olagelmiştir. Egemenler toplumsal bütünlüğü parçalamadan bir toplumun doğal gelişme dinamiklerini dumura uğratıp, onu bölüp parçalayıp güçsüz parçacıklara dönüştürmeden onu kontrol edip köleleştirmeyeceklerini, yani sömürüye açık hale getiremeyeceklerini bilirler. Yine bir toplumu denetim altına almanın en etkin yolunun o toplumun egemenlerini işbirlikçileştirmede geçtiğini de bilirler. Böl-parçala-yönet stratejisi ile güçten düşüren ve yalnızlaştıran kesimlerin başındakilerin kimisi zorla teslim alınıp işbirlikçileştirilirken; kimisi de bireysel, ailesel, aşiretsel çıkarlarını esas alıp bir takım paye ve makamlar uğruna genel toplumsal taleplere sırtını dönerek işbirlikçiliğe gönüllü olarak kapaklanmıştır.

Egemen güç bir baltayı simgeliyorsa, teslimiyet temelindeki işbirlikçilik de bu baltanın sapı olarak nitelendirilebilir. Bir sapa kavuşan balta, toplumsallık ormanına karşı etkin hale geliyor; ağacı kökünden kesme, istediğini istediği şekilde budayıp şekillendirme kudretine erişiyor. Ağacı kesen baltadır. Ancak bu işi ağacın bir parçasından oluşan bir sopaya kavuşmadan kolay kolay başaramaz. Bu anlamda işbirlikçilik egemen güçlerin toplumlara ve insanlığa karşı işlediği tüm suçların başta gelen bir suç ortağıdır. Suça ortak edilen işbirlikçiliğin yeniden yönelmesi de zorlaşır.

 

II

Kürdistan Devri Yolu adlı eserde tarihle ilgili bölümünde, Kürdistan tarihinde iki ana eğilimin hep mücadele halinde günümüze kadar geldiğine vurgu yapılmaktadır. Bunların birincisi halkın genel özgürlük eğilimini ifade eden direnişçi çizgidir, diğeri ise daha çok egemen kesimin başını çektiği işbirlikçi eğilimdir.

Her iki eğilimde binlerce yıllık tarihsel arka plana sahiptir ve genel birer eğilim olarak sahneye çıkmaktadırlar. Köken olarak doğal topluma ait komünal demokratik değerleri ile kentli sınıflı ve devletli toplum değerleri arasında binlerce yıldır süregelen çelişki ve çalışmalara dayanmaktadır. Her iki eğilimin de ana rahmi bu çelişki ve sorun alanıdır.

Kentli sınıflı ve devletli toplumun oluşum ve kurumlaşma döneminde köleleştirmeye karşı geliştirilen kabile ve aşiret direnişçiliği, özgürlükçü eğilimin ilk örneğini oluştururken, bu dönemde şu veya bu yolla direniş ağacından kopartılarak, egemen gücü simgeleyen baltayı birer sapa dönüştüren kesimlerin duruşu konumlanma biçimi de işbirlikçiliğin ilk örneği olarak tanımlanabilir.

Kavimler olarak Kürtler ve Türklerin tarihte ilk kez ne zaman karşılaştıklarına dair farklı görüşler mevcut. Firdevsin Şahnamesinden esinlenenler bu karşılaştırmayı M.Ö. ki yüzyıllarca öteye kadar götürmekteler. Komşu çoğrafyalarda yaşayan bu iki halkın ilişkilerini M.Ö.ki yıllara kadar dayandığı genel bir kanıdır. Ancak bilinen en belirgin ilişkiler  İran Selçuklu Devleti ve sonrasındaki döneme aittir. Anadolunun kapılarını Türk boylarına açan 1071 Malazgirt Savaşı Safevi ve Osmanlılar arasında gerçekleşen 1514 Çaldıran Savaşı ve son olarak da Milli Mücadele dönemi Türk-Kürt ilişkileri açısında stratejik dönemdeki önemli üç dönüm noktası olarak tanımlamaktadır.

Birer dönüm noktası olarak nitelendirilen söz konusu üç dönem de dahil olmak üzere tarihte gerçekleşen Kürt-Türk ilişkilerinin ne ölçüde karşılıklı  bir işbirliği esasına dayalı olarak gerçekleştirilen, ne ölçüde de teslimiyete dayalı  işbirlikçi ilişki oldukları oldukça tartışmalıdır. Ortak bir tehdite karşı ortak bir amaç temelinde gerçekleştirilmiş karşılıklı bir işbirliği izlenimi veren ilişkilerin damgasını vurduğu süreçlerin hemen adında yaşanan gelişmelere bakıldığında kuşkulu bir durum ile karşılaşmaktadır.

Bununla birlikte genelde mirlikler döneminde gerçekleşen ve mirliklerin yüzlerce yıl özel birer yapı olarak varlıklarını sürdürmelerine olanak tanıyan Kürt-Türk ilişkilerinin ağırlıklı olarak karşılıklı işbirliği temeline dayandığı; mirlikler tasfiye edilip Kürdistan coğrafyası  merkezi iktidarın bir beklentisi haline getirildikten sonra gerçekleşen ilişkilerin ise ağırlıklı olarak teslimiyete dayalı işbirlikleri ilişkiler olduğu söylenebilir.

Mirlikler, birer aşiretler konfederasyonu hatta yer yer bunuda aşan milliyetleşmeye doğru evrilen bir toplumsal forma tekabül ediyorlar. 19.Yüzyılda Bedirhan Bey’in yönetimindeki Cizre merkezli Botan Beyliğinin tasfiyesi, aynı zamanda mirlikler döneminin de sonu olarak da kabul edilmektedir. Van Bruinesse‘in  de ifadesiyle böylece “emirlikler yerlerini aşiret konfederasyonlarına  aşiret konfedarasyonları büyük aşiretlere, büyük aşiretlerde daha küçüklere bırakırlar.”

Mirliklerin tavsiyesiyle ortaya çıkan boşluk ağa, şeyh ve aşiret düzeni ile doldurulur. Liderliğin bu şekilde el değiştirmesi, teslimiyete dayalı işbirlikçi ilişkilerin geliştirilmesi ve giderek bir takım kurumsal ifadelere kavuşturulması için uygun bir ortam oluşturur.

Ağalık sistemi doğrudan merkezi sistem ile bağlantılı olarak geliştirilir.

Şeyhlik de kurum olarak ümmetin başı olarak bilinen halifeliğe kayıtsız şartsız imtiyazla bir konum elde eder. Elbetteki kültürel kimliğine ilgisiz kalma pahasına. Aşiretler ise oluşturulan Aşiret Mektebine ve Aşiret Süvari birlikleri /Hamidiye Alayları  aracılığı ile merkezi sistemin birer uzantısı haline getirilir.

 

III-

Kavim olarak Kürtler ve Türklerin tarihte ilk kez ne zaman karşılaştıklarına dair farklı görüşler mevcuttur. Firdevsi’nin Şahname’sinden esinlenenler bu karşılaşmayı M.Ö’ ki yüzyıllara götürmektedir. Komşu coğrafyalarda yaşayan bu iki halkın ilişkilerinin M.Ö’ki yıllara kadar dayandığı  genel bir kanıdır. Ancak bilinen en belirgin ilişkiler İran Selçuklu Devleti ve sonrasında ki döneme aittir. Anadolu’nun kapılarını Türk boylarına açan 1071 Savaşı, Safevi ve Osmanlı arasında geçen 1514 Çaldıran Savaşı ve son olarakta Mİlli Mücadele dönem, Türk-Kürt ilişkileri açısından stratejik önemdeki üç dönüm noktası olarak tanımlanmaktadırlar.

Birer dönüm noktası olarak nitelendirilen söz konusu üç dönemde dahil olmak üzere tarihte gerçekleşen Kürt-Türk ilişkilerinin ne ölçüde karşılıklı bir işbirliği esasına dayalı olarak gerçekleştikleri; ne ölçüde de teslimiyete dayalı işbirlikli ilişki oldukları oldukça tartışmalıdır. Ortak bir tehdite karşı ortak bir amaç temelinde gerçekleştirilmiş karşılıklı bir işbirliği izlenimi veren ilişkilerin damgasını vurduğu süreçlerin hemen ardından yaşanan gelişmelere bakıldığında kuşkulu bir durum ile karşılaşılmaktadır.

Bununla birlikte genellikle mirlikler döneminde gerçekleşen ve mirliklerin yüzlerce yıl özerk birer yapı olarak, varlıklarını sürdürmelerine olanak tanıyan Kürt-Türk ilişkilerinin ağırlıklı olarak karşılıklı işbirliği temeline dayandığı; mirlikler tasfiye edilip Kürdistan merkezi iktidarın bir eklentisi haline getirildikten sonra gerçekleşen ilişkilerin ise, yönünü işbirlikçi ilişkilere çevirdiği söylenebilir.

Mirlikler birer aşiretler konfederasyonu, hatta yer yer bunuda aşan milliyetleşmeye doğru evrilen bir toplumsal forma tekabül ediyorlar. 19 Yüzyılda Bedirxan Bey yönetimindeki Cizire merkezli Botan Beyliğinin tasfiyesi, aynı zamanda mirlikler dönemininde sonu olarak kabul edilmektedir. Van Bruinessn’in ifadesiyle, “emirlikler yerlerini aşiret konfederasyonlarına, aşiret konfederasyonları yerlerini büyük aşiretlere, büyük aşiretlerde yerlerini daha büyük aşiretlere bırakırlar.”

Mirliklerin tasfiyesi ile ortaya çıkan boşluk Ağa, Şeyh ve Aşiret düzeniyle doldurulur. Liderliğin bu şekilde el değiştirmesi teslimiyete dayalı işbirlikçi ilişkilerin geliştirilmesi ve giderek bir takım kurumsal ifadelere kavuşturulması için uygun bir ortam oluşturur. Ağalık sistemi doğrudan merkezi sistem ile bağlantılı olarak geliştirilir.

Şeyhlik de kurum ve ümmetin başı olarak bilinen halifeliğe kayıtsız şartsız bağlılık gösterecek ve imtiyazlı bir konum elde edecek. Elbetteki kültürel kimliğine ilgisiz kalma pahasına. Aşiretler ise oluşturulan Aşiret Mektepleri ve Aşiret Süvari Bİrlikleri/ Hamidiye Alayları aracılığı ile merkezi sistemin birer uzantısı haline getirilir.

 

IV

Reis ve ileri gelenlerin erkek çocuklarının Aşiret mektebine alınıp, merkezi iktidarın ölçü ve beklentilerine uygun olarak eğitilip devlet bürokrasisine dahil edilmeleri, işbirlikçiliğin kurumsal bir hal almasını sağlamıştır. Bu kurumsallaşma Hamidiye Alaylarının oluşturulması yoluyla daha ileri bir hayata taşırılmıştır. Sayıları 64 veya 65 alaya ulaşmış islami anlayışa uygun olarak hepsi de sünni aşiretlerce oluşturulmuş İslamlaştırma-sünnileştirme politikasının hedef kitlesi içinde  yer alan Alevi ve Ezidi aşiretlerin kendi alaylarını oluşturmaları teklif bile edilmemiştir. Diğer Hamidiye alaylarının saldırılarına karşı onların kendilerini savunma gerekçesiyle kendi alaylarını oluşturma talepleri de reddedilmiştir.

Kimi aşiret reislerinin rütbelerini Sultan bizzat kendi eliyle takmış, her reise kendi konumunu da vurgulayan hediyeler verilmiş; her biri üçüncü yada dördüncü derece Osmaniye veya Mecidiye nişanı ile ödüllendirilmişlerdir.
Hamidiye alayları ile daha bir kurumsal ve yaygın hale getirilen işbirlikçilik aracılığı ile bölgede binlerce yıldır iç içe ve yan yana yaşayan Ermeni, Asuri/Süryani gibi Hristiyan haklara karşı çok ciddi insanlık suçları işlenmiş, tarihsel süreç içerisinde yaratılmış olan ortak değerler ve inşa edilen dostluk köprüleri dinamitlenmiş, halklar arasında etkisi hala sürmekte olan kin ve düşmanlık tohumları ekilmiştir. Egemenler, işbirlikçileştirilen egemen Kürtler eliyle Kürtlerin de önemli bir bölümünü, bu halklara karşı işlenen suçların etkin bir suç ortağı haline getirmiştir.
Egemen güçlerin ve işbirlikçi Kürtlerin suç ortaklığı bununla da sınırlı kalmamıştır. Alevi ve Ezidi Kürtlere karşı işlenen suçları; yine kendi aşiretleri içinde işbirlikçiliği reddeden kardeş ve yakın akrabalarına; işbirlikçiliği reddeden diğer sünni aşiretlere karşı işlenen suçları da bu ikilinin suç listesine eklemek gerekir.
Egemen gücü simgeleyen baltaya sap olan işbirlikçilik kurumlaştıkça suç listesi kabarmıştır. Bunun sonucunda  coğrafyamızdaki Hristiyan halklar büyük oranda tasfiye edilmiş Kürtlerin birlik olmalarının önüne geçilmiş, etkisi yüzlerce yıl sürecek olan acı ve yıkımlara yol açılmıştır.

V-

Aşiret Mektebi ve Hamidiye alaylarının oluşturulması ile kurumsal ve yaygın bir hale gelen işbirlikçilik Cumhuriyet döneminde de bu kurumlaşmasına Şark Islahat Planı, koruculuk sistemi vb. adlar altında sürdürmüştür.
Milli mücadele döneminde ortaya çıkan ortak tehdide/tehlikeye karşı oluşturulan ve görece karşılıklı işbirliği niteliğinde olduğu izlerini veren ilişkiler, düze çıkıldığı andan itibaren Kürtler aleyhinde bozulmaya başlamıştır. Böylece Kürtler‘ya teslim olma, ya da direnişe geçme’ gibi bir iklemde yüzyüze getirilmiştir.
Direnişi seçen kesimlere sürgün ve kıyım dayatılırken; işbirlikçilik de Şark ıslahat Planı ve başka yollarla ihya edilmeye çalışılmıştır. Şark Islahat planının 10. Maddesindeki ‘’İsyan sırasında hükümete yardım edenlerle, Hükümet ile birlikte doğrudan isyan aleyhinde hareket edenler yerlerinde kalacaklardır.’’ ifadesi Kürdistan’da işbirlikçilik dışında başka bir eğilime yaşam hakkı tanınmadığını göstermektedir. Dersim’de Şark Islahat Planının bu 10. Maddesi bile uygulanmamıştır.

Aşiret içinde Seyit Rıza’ya karşı çıkarılan ve hareketin sonuna kadar işbirlikte sınır tanımayan ve kıyım politikasına hizmet eden Rayber, işlevini yitirince infaz edilmiştir.
Saldırı hareketinin başından itibaren milis desteği de dahil askeri birliklere her türlü desteği sunan Çuxur’un Ağaları olarak bilinen üç kardeş, tam da hareketin son günlerinde Celal Bayar’ın da içinde yer aldığı üst düzey bir devlet heyetini ağırladıkları gün, tüm aileleri ile birlikte katledilmiştir.
Hareketin arefesinde General Abdullah Alpdoğan bazı aşiret reisleri ileri gelenleri ile toplantı düzenler. Direnişe katılmama sözü verip ellerindeki silahları teslim eden bu insanlar, devletin belirlediği yakın bir yere geçici olarak yerleştiriliyorlar. Direniş kırıldıktan sonra bunlar, ani bir operasyonla toplanıp kıyımdan geçiriliyorlar. Son anda kaçabilen çok azı kıyımdan kurtuluyor.
İlginç bir örnek de Cemile Çeto’dur. Önce isyanlara karşı kullanılıyor, sonra idam ediliyor. İdama götürülürken söylediği şu söz; ‘’Nebêjin Cemîlê Çeto, bibêjin Ji kerê da keto!’’ toplumsal hafızada hala güncelliğini koruyor.

VI

Uluslararası alanda ne zaman Kürtlerin lehinde bir ortam oluşsa, kimi platformda Kürtlerin meşru hakları gündem konusu olsa ya da birileri Kürtler adına bir tutum ortaya koysa, egemenler hemen işbirlikçi Kürtleri harekete geçirip boşa çıkarmaya çalışır. Örneğin; 1920 Paris  Konferansına Kürt temsilcisi olarak katılan Şerif Paşa ile Ermeni temsilcisi Boğ  her iki halk için ortak bir bildirimde bulunurlar. Hemen işbirlikçilik harekete geçirilir, onlar Halifeliğe ve Osmanlıya bağlılık nameleri yazar ve telgrafları ile Şerif Paşa’nın temsilciliğini reddederler.
İstanbul’da ki Kürt dernekleri ve onların Kürdistan’daki şubeleri Kürt adına olumlu sayılabilecek kimi siyasi ve diplomatik girişimler başlatır. İşbirlikçilik harekete geçilir. Onlar ümmeti bölmek ve din düşmanları ile ortak hareket etmekle suçlanıp faaliyetlerinin önü kesilir, buda yetmez dernekleri kapatılır.
Lozan Konferansı’nda Kürtler gündeme getirilir, hemen meclisteki kimi Kürt vekillere Kürt kıyafetleri giydirilerek sahneye sürülürler. Onlar eliyle Lozan’a telgraf çekilerek İnönü Kürtlerin biricik temsilcisi olarak ilan edilir. Ve daha sonra bu milletvekillerinden biri olan Hasan Hayri bu eyleminden dolayı suçlanarak darağacına gönderilir. Kürt  Özgürlük mücadelesi ile Kürt halkının yaşadığı haksızlık ve gördüğü zulüm uluslararası alanda güçlenir, işbirlikçilik harekete geçirilir. Onlar sömürgecilerle aynı argümanları kullanıp kullanıp kara propagandaya baş özgürlük mücadelesinin kriminalize edilip ‘’terörizm’’ ile yaftalanmasına neden olurlar. Büyük bedeller sonucu bir takım değerler oluşturulur, sorunları demokratik yollarla çözmenin fırsatı doğar; Rojava’da Kürtler başta olmak üzere tüm bölge halklarına kazandırılabilecek ve demokratikleşmeye güç katacak bir oluşum ortaya çıkar; işbirlikçilik hemen harekete geçirilir. Kendilerine kanaat önderi, şeyh,mela vb. kişiler toplantı düzenlerler, sömürgeci politikalara methiyeler düzen deklarasyonlar yayımlanır, ‘’bize anadilde eğitim gerekli değil’’  diyen birileri uluslararası alandaki çözüm toplantısında Kürt temsilcisi olarak sunarlar. Kürtlere karşı görülmemiş düzeyde çirkince bir savaş yürüten iktidar partisi lideri, içlerindeki Kürt vekilleri işaret ederek, kendileri Kürtlerin en büyük temsilcisi ilan eder.

 

VII

Son 40 yıllık mücadele boyunca binlerce yurtsever Kürdün kaçırılıp işkenceyle öldürüldüğü ve sokak ortasın infaz edildiği Kürdistan’ın bir tür kayıpları ve toplu mezarlar ülkesine dönüştürüldüğü biliniyor. Faili meçhul diye tabir edilen tüm cinayetlerin, devlet kasabı ile işbirlikçilere işletildiği de biliniyor. Çeteleştirilen korucular, itirafçılar, Hizbullahçılar bu cinayetlerde baltanın sapı olma rolü oynayan işbirlikçi unsurlardır. Binlerce köy ve mezranın yakılıp yıkılması sürecinde Şark Islahat Planı 19. Maddesi uygulanmıştır. Koruculuğu kabul edenlerin ev ve köylerine dokunamazken; kabul etmeyenlerin ise her şeyleri yok edilmiştir. Birkaç yıl içinde milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmesi, ya kendi ülkesinde bir göçmene dönüştürülmüştür ya da dünyanın dört bir yanında savrulup mültecileştirilmiştir. Burada da işbirlikçilik en büyük suç ortağı rolü oynamıştır.
Son yıllarda uygulamaya sokulan kayyum politikasının da temel amacı işbirlikçi Kürtlere alan açma, onları palazlandırıp onlar eliyle onlarca yıllık mücadele sayesinde yaratılan kanun ve değerleri tasfiye etme ve halkı özgürlük umutlarını kırmak olduğu açıktır. Kayyum olarak atananların da çoğunlukla bürokrasi içindeki işbirlikçilerden seçilmesi ilk icraat olarak Kürtçe tabelaları indirilmesi, çok dilli belediyeciliğin dil ve kültür alanındaki çalışmaların hedeflenmesi; en önemlisi de başta eşbaşkanlık olmak üzere tüm kadın kurum ve kazanımlarının tasfiye edilmek istenmesi çok şey ifade etmektedir.

VIII-

Susurluktaki kamyon kasasıyla ortaya serilen devlet, jitem, mafya, siyaset ilişkilerinin bir ayağını oluşturan Bucak aşireti de konumuz açısından ilginç bir örnek oluşturuyor.
Türkiye KDP’sinin kurucularından olan rahmetli Av. Faik Bucak’ta aşirete mensup. Faik Bucak’ın başını çektiği yurtsever bir damarın varlığı işbirliğin tüm aşirete hakim olması önünde engeldir. Av.Faik Bucak bir siyasi suikastla engel olmaktan çıkınca aşiret bünyesindeki yurtsever damar bastırılıyor, siyasetten de önü açılan işbirlikçi eğilim Celal Bucak döneminde tam hakim hale geliyor. Oğul Sedat Bucak dönemindeki koruculaşma ile birlikte mafya, çete ilişkilerinin önemli bir merkezine dönüşüyor.
Dini bir maske ile ortaya çıkan ve Kürt halkının dini duygularını istismar etmek isteyen hizbul kontra bizzat Mit ve Jitem bağlantılı olarak çalışan Kürdü Kürde kırdırma projesinin başka bir ayağıdır.
Teşkilatı Mahsusa döneminde  İttihat Terakki Türkçülerinin bir projesi olarak geliştirilen  Zazaların Kürt olmadıklarını tezini işleyerek Kürtleri bölmeyi amaçlayan yaklaşım, 1980 darbesinden sonra güçlenerek yeniden devreye sokulmuştur. Teşkilatı mahsusdan devralan tezlere uygun bir Zazacılık, Zazaistan faaliyeti de yıllardır devlet ile bağlantılı olarak yürütmekte; son yıllarda bazı üniversiteler başta olmak üzere değişik alanlarda bunlara yer açılmıştır. İşbirlikçileştirme  önünde egemen güçlerin egemenlik altında tuttukları toplumlara uyguladıkları bir tür mühendislik projesidir.

 

IX-

Sonuç olarak nasıl ki baltanın sapı koca ağacın bir dalı ise işbirlik de toplumsal bir bütünlüğün parçasıdır. Ama iradi olarak teslim alınmış ve özüne yabancılaştırılmıştır. Egemen güçlerin amaç ve politikasının bir uzantısı haline gelmiştir. Ya zorlu işbirlikçileştirilmiş; ya kişisel hırsları ve aç gözlülüğü nedeni ile para, mal-mülk ya da makam  karşılığı buna razı edilmiştir. İşbirlik hem kendi toplumuna karşı işlenen sayısız suçun hemde binlerce yıl iç içe yan yana yaşadığımız halklara karşı işlenen insanlık suçlarının en başta gelen suç ortağıdır. Binlerce yıl içinde oluşturulan ortak değerlerin ve dostluk köprülerini yıkanların suç ortağıdır. Egemen gücün kirli eli gibi yıkıcı bir şekilde işlenmiş ve işletilmiştir. Ulusal birliğin oluşturulması Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yoldan çözümünün kaçınılmaz hale getirecek; işbirlikçi kürtlük hem toplumsal parçalanmışlığın suç ortağı hemde elzem olan ulusal birliğin yaratılması önündeki en ciddi engel olacaktır. Bu anlamda çözünürlük politikasında ısrarın vazgeçilmez unsurudur.Sorunun çözümünün geciktirilmesi daha fazla acı ve ölüm daha fazla kan ve gözyaşı demektir. Ve her gün işlenen insanlık suçlarına yeni birinin eklenmesi demektir.
Dar çıkarlarına göre hareket eden işbirlikçilik, genel ulusal toplumsal çıkarlar ile kendi kişisel ailesel çıkarları arasında kabul edilen bir denge kurma becerisinden yoksundur. Toplumun geneline yönelik ilkeli bir politika belirtmek yerine parçacılık yapar, parça bazında kendi parti çıkarlarını, parti içinde kendi aşiret çıkarlarını, aşirette kendi aile çıkarlarını ve aile içinde bireysel menfaatini esas alır. İlkesizdir. Amacına ulaşmak için her yolu mübah sayar.
Kendine ve toplumuna karşı güvencesizdir, özgücünü esas almak yerine; bölgede sömürgeci egemen güçlere, genelde ise büyük hegemonik güçlere göbekten bağlıdır. Bu güçlerin belirlediği doğrultuda yürümeyi politika bellemiştir.
Demokrasiden dem vurur, ama demokrat değildir. Gücü yetse kendi dışındaki hiçbir eğilime yaşama şansı tanımaz. Farklı eğilimlerde ortak ilkeler etrafında bir ulusal birliğe gelmekten korkar. İlişkilerin daha çok taktik düzeyde ve ekonomik çıkarların paylaşım eksenindedir. Dostluğu içten içe taşıdığı ebedi düşmanlığı maskelemenin bir aracı olarak kullanılır. İlk fırsatta dostum dediklerinin en büyük düşmanı olur. Güneyle hakim olan bu eğilimin halen Soran, Kurmanç; Hewler, Süleymani ayırımın ortadan kaldırılmamış olması da bu özelliğin bir yansımasıdır. İşbirlikçilik Mem u Zinde ki Beko karakterinin güncellenmiş ve kurumlaşmış versiyonudur.Beko bir zeydine bağlıdır.İşbirlik ise egemen sömürgeci güce bağlıdır. Onu simgeleyen öldürücü baltanın sapıdır.

 

X-

Sömürgeci egemen güçler ile kurumsal bir ifadeye kavuşturdukları işbirlikçileri, son 200 yıllık süre içerisinde halkların insanlığa karşı korkunç derecede büyük suçlar işlediler.Bu maksatla devasa bir zorbalık sistemi inşa ettiler. Şimdi de zorbalık binasının tepelerine çökmesinden korkuyorlar. Korku ilk onu ayakta tutmak için yeni yeni insanlık suçları işliyorlar. Özerk yönetim tabelasının bahane edilerek Sur’un,  Nusaybin, Cizre ve Silopi kentlerinin yıkılması yüzlerce gencin bodrumlarda diri diri yakılması bunun örneğidir. Rojava’ya yönelik saldırılar bunun örneğidir. Milliyetçi Arap subayı Muhammed Talib-el  Hilal’in hazırladığı ve dönemin Suriye Hükümetince resmi bir politikaya dönüştürülüp hayata geçirilen fakat tam olarak başarıya ulaştırılmayan Arap kemeri politikasının, AKP-MHP hükümetine bağlı yerler çeteler eli ile Rojava Türkiye sınırı boyunca 30 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturma biçiminden yeniden gündemleştirilmesi de bunun başka bir örneği.
Listeye eklen bu yeni suçlarda zorbalık binasının çöküşünü önlenmeyecek aksine başlayan çöküş sürecini hızlandıracaktır. Çünkü zulüm baki değildir.
Zulmün acıtan yıkıcı etkileri onlarca belki yüzlerce yıl sürebilir ama kendisi kısa ömürlüdür.

Kaynaklar:

  • Hakan Sinan, TR kurulurken Kürtler (1916-1920)
  • İstanbul iletişim yayınları 2013
  • KLEİM JANET, Hamidiye alayları imparatorluğun sınır boyları ve Kürt aşiretleri
  • İstanbul iletişim yayınları 2013
  • Bayrak, Mehmet Kürtler ve ulusal demokratik mücadeleleri
  • Bayrak, Mehmet , Kürtlere vurulan kelepçe, Şark Islahat Planı Ankara özge yayınları 2013
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.