Düşünce ve Kuram Dergisi

Anayasal Yurtseverlik ve Kürtler

Ahmet Çiçek

Son zamanlarda tartışılan kavramlardan birisidir “ anayasal yurtseverlik” Bu kavramın halen tartışıldığını ve bir sonuca ermediğini varsayarak, bu tartışmaya katılalım istedik.  Bu yazıda amaç bir formül üretmekten çok, olabilirliği/ nasıl oluru tartıştırmaktır. Çünkü anayasal yurtseverliğin özünde iletişime dayalı müzakere vardır.

Yurtseverlik kavramı, bizde yeni bir kavram değildir. Uzun yıllardır Kürt Hareketi bu kavramı kendini ifade etmekte kullanmıştır. Bu kavramı Kürtler, kendi toprağına, kültürüne, diline; kısacası kendine sahip çıkmak boyutuyla kullanmışlardır.

“Yurtseverlik kavramı, tarihin bir kesitinde, bir biçimde yan yana gelmiş ve ortak bir alanda yaşamak durumunda olan insanların tamamını kapsayan bir kavramdır. Bu anlamıyla bütünleştirici bir içeriğe sahiptir. Ortak ülke olarak tanımlanan bir coğrafyada birlikte yaşayan insanlar, ortak yaşanılan alanın daha iyi koşullara sahip olması, daha kendine özgü olması ve daha yaşanılır olması için bir duygu taşımalarıdır. Yurtseverlik, birlikte yaşayan insanların tarihsel olarak hangi milletten ve etnik kökenden geldiklerine bakmaksızın, yurttaş olarak kabul eder. Tüm sorunları ve çözümlerini bütün bu yurttaş kitlesi için ele alır ve yaşama taşımaya çalışır. Kader birliği bu anlayışın hareket zeminidir.”

( Ömer Ödemiş, Milliyetçilik ve Yurtseverlik)

Kısacası yurtseverlik yaşadığın coğrafyaya ve bu coğrafyanın insanlarına bağlılıktır diyebiliriz.

Anayasayı, en anlaşılır tanımıyla, toplumsal sözleşme ve bir toplumun yaşamını düzenleyen normatif yazılı değerler olarak ele alalım.

Anayasal yurtseverlik, nasıl ve hangi amaçla kullanılmış ve bizde nasıl karşılık bulur/ bulabilir. Anayasal yurtseverlik beraberinde “ anayasal yurttaşlığı” da getirmektedir.

Ulus-devlet kurumlarının ve sınırlarının giderek daha fazla sorgulanır hale gelmesi, ulus-devletlerin politik meşruiyetinin aşınmasına neden olmaktadır. Çünkü insan hakları normları ve dünyada gelişen kültürel ve ulusal temelli hak talepleri ulus-devletleri sıkıştırmakta ve ulus- devletler buna yanıt olamamaktadır. Bu meşruiyet kaybı, ulus-devletleri gündelik yaşama daha fazla müdahale eden/ tekçi anlayışa dönüşüne – Türkiye’de olduğu gibi- neden olmuştur. Bu durum daha fazla sorunun oluşmasını, kaosu ortaya çıkarmıştır.

Anayasal yurtseverlik kavramı, Almanya’da gelişmiştir. Çünkü Almanya’da, Nazizimden sonra,  millet kavramının ulusal bütünlüğü ve bağlılığı sağlama olanağı kaybolmuştu. İnsanların “ kendilerini evlerinde hissetme” duygusu zedelenmişti. Bunların tekrar sağlanabilmesi için yurttaşların kendilerini devlete bağlı hissedecekleri bir anayasa hazırlanmalıydı. Böyle bir anayasanın gerekliliğini görüp anayasal yurtseverliği ilk kullanan Alman siyaset bilimci Dolf Steinberger’dir. 1960’ların ilk başlarında “ devletle dostluk”  sözcüğünü geliştirdi. “ Anayasal yurtseverlik” kavramı 1970’te ortaya çıktı. Steinberger, vatandaşların kendilerini demokratik devletle özdeşleştirmelerini, devleti düşmanlara karşı savunmalarını amaçlıyordu. Bu amaç, onu radikal bir anayasa savunuculuğuna götürdü. Rejime gelebilecek sağ ve sol tehditlere karşı Anayasa mahkemesince, militan demokratik bir tavrın takınılmasını istiyordu.Bu, “ Steinberger’in korumacı anayasal yurtseverliği anlayışıdır…Bu korumacı yurtseverliğin ahlaki özü yurttaşlığa dayalı (civic), Aristotolesci ahbablık anlayışıydı. Bu anlayış aracılığıyla yurttaşlar birbirinden talepte bulunabilecekler ancak devlet de yurttaşlardan talepte bulunabilecekti… Steinberger’in anayasal yurtseverliğinin içerdiği duygusal bağların, esas olarak, yatay olmaktan ziyade dikey olduğu söylenebilir… O halde, bu görüşe göre yurtseverlik, basit bir aidiyet meselesi ya da tabii karşılanabilecek bir tür kendini evinde hissetme sorunu değildi; aksine, yurtseverlik, siyasi bir başarıya ve demokrasinin gerçek ya da varsayımsal düşmanları ile kurulacak düşmanca bir ilişkiye –ki bu daha az önemli değildir- dayanıyordu. Sonuçta sadakat, belirli bir anayasal geleneğin somutlaşmış görünümü olarak siyasi ve hukuki kurumlara yönelikti.” (Anayasal Yurtseverlik, Jan-Werner Müller)

Steinberger’den hemen hemen bir çeyrek asır sonra Jürgen Habermas, anayasal yurtseverliği, 1986’da tarihçilerin münakaşası adlı tartışma sırasında, geniş kesimlerce tanınır hale getirdi. Bu kavram, özellikle Avrupa Birliği için bir anayasa oluşturma çabaları esnasında gündeme gelmiştir. Anayasal değerler etrafında Avrupa Birliği Yurttaşlarını birleştirerek farklılıkların bir arada yaşaması ve yaşatılması amaçlanmaktadır.

Habermas, anayasal yurtseverliği temellendirir. Ona göre bireysel düzlemde, toplumsal bir etkileşimle   kimlik merkezsizleşmelidir, yani post-geleneksel kimlikler, olabildiğince tarafsız bir bakış açısını benimsemeyi, kendi arzularından ve toplumun ve belirli toplumsal geleneklerin karşılarına çıkardığı geleneksel toplumsal beklentilerden geri adım atmayı öğrenirler. Bireyler isteklerini ve diğerlerinin kendilerinden beklentilerini daha geniş ahlaki düşünceler doğrultusunda görecelileştirmelidir. Bu durum, aile değerlerinin ya da diğer göreneksel yapıların terki anlamında değildir. Bunları evrensel değer, normlar ve temel haklar ışığında yeniden yorumlanmalıdır. Yerini dinamik ve karmaşık kimlik oluşumu süreçlerine bırakmalıdır. Diğer bir temel, kolektif kimliklerin aklileştirilmesidir. Bunun için iletişimsel süreçler ağına ihtiyaç vardır. Kimlikler olabildiğince geçirgen kamusal alanda yeniden müzakere edilmelidir. Böylece, anayasal yurtseverliğin oluşabilmesi için özgür kamusal alana, iletişime ve müzakereye ihtiyaç vardır.” Kimlik devletçi bir anlayışla anlaşılmamalıdır. Yurttaşlığa ilişkin daimi bir öz-sorgulama, geçmiş hakkında yürütülen açık tartışma ve son ama önemli derecede bir unsur olarak sorunlu devamlılıkların temizlenmesi aracılığıyla kuruluyordu. Yani bir süreç olarak işliyordu.” ( Müller, A.Y)

Jan Werner Müller, Anayasal Yurtseverlik adlı eserinde, Anayasal yurtseverliğin ne olduğu ve olmadığını anlatır. Ona göre anayasal yurtseverlik, yurttaşlığa dayalı her derde deva çözüm değildir. Ama bir dereceye kadar, mevcut siyasi birimlere dayanmak zorundadır. Aynı zamanda kendi başına ayakta duran, siyasi sınır tesisine ilişkin bir teori de değildir. Anayasal yurtseverlik, bir tahakküm biçimi değil, bir kültür bağlamıdır. Temelde bir anayasaya bağlıdır. Ama ihtilaf odaklı olduğu için tartışma, konuşma, sohbete açıktır. Evrensel normatif değerlerden etkilenir ama sadece o değildir. Vatandaşlar kendilerini adil ve eşit bir biçimde görürler ve bunun kültürünü içselleştirirler.

Anayasal yurtseverliğin hedefi, tüm somut tarihsel özgüllüğü ile (yazılı olan ya da olmayan) anayasa değildir. Aksine mesele yurttaşların siyasi yönetimi karşılıklı olarak birbirlerinin gözünde haklılaştırmasıdır ve böylelikle, konunun yalnızca insanlara bir şeyler yapma gerekliliği ile ilişkili olmadığına dair bir ahlaki sezgidir. Sorunu, kim kime tahakküm eder, olarak ele alan anlayışa karşı çıkar.

“Eleştirel yurttaşlık kavrayışının can alıcı bir parçası olarak anayasal yurtseverlik bir model olarak hizmet edebilir. Anayasal yurtseverler her zaman anayasal kültürlerden daha fazlasını talep etmeye, muhalefet etmeye, siyasi sisteme karşı eleştirel düşünce patlamasının fitilini ateşlemeye ehildirler. Sınır durumlarda anayasal esaslar adına sivil itaatsizlik olasılığı da mevcuttur… Anayasal yurtseverlik, hem eleştirel düşünce hem de karmaşık duygusal bağlılıkla ilgili bir sürecin bunu güçlendirebileceğini iddia eder. Bu, her halükarda, anayasal yurtseverliğin vaadi- ve bazılarına göre muhtemelen tehlikesidir.” ( Jan- Werner Müller )

Anayasal yurtseverliğin AB’nin Anayasasının oluşumunda ortaya çıktığını ve ortak bir AB Anayasası oluşumuna katkı sunmak amacı taşıdığını biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında AB’yi oluşturan her bir ulus-devletin/ ulusun bir üst yapılanmayla ilişkilenerek, deneysel, yeni bir Avrupalılık kimliği oluşturmanın tartışılması sürecine hizmet eder. Tartışmalar halen devam etmektedir. AB vatandaşlığı oluşturulmaya çalışılır.

Anayasal yurtseverliği Kürtler açısından düşündüğümüzde, karşımıza birçok sorun çıkar. Kürtler sadece bir devlette yaşamamaktadırlar. İran, Irak, Suriye, Türkiye’de yaşayan halktırlar. Bazı ülkelerdeki hakları, eşitlik ve özgürlükleri diğerlerine göre daha fazladır. Yaşadıkları her ulus-devlette sırf kimlik, dil ve kültürel hak taleplerinden dolayı birçok sorun yaşamaktadırlar. Yaşadıkları ülkelerin anayasalarında bir karşılık bulamamışlardır. Irak’taki durum, bu sorunu ( federatif yapılanma gereği) bir parça aşmış görünse de hala sorunlar yaşanmaktadır. Suriye’deki sorun ise küresel güçlerin katılımıyla girift bir çıkmaza girmiş görünmektedir. İran ve Türkiye’deki Kürtler “ tekçi anlayışla” reddedilmekte, bu devletlerin anayasalarında bir karşılık bulamamaktadırlar. Son geldiğimiz noktada Kürt meselesi uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Kürtler, anayasal yurtseverlik boyutuyla düşündüğümüzde; Habermas’taki ifadesiyle, yaşadıkları ülkelerdeki anayasalarda ifadesini bulan ulusa dayalı kimliklerin merkezsizleşmesi ve kolektif kimliklerin aklileştirilmesi için mücadele etmeleri gerekir. Bu sadece Kürtlerin sorunu değildir. Aynı zamanda ötekileştirilen tüm kimliklerin ( kadın, gençlik, LGBTİ, Alevi, sol-sosyalistler, engelli bireyler…) de sorunudur. Bunun için gerekli olan her kesimin iletişime açık olması, özgür bir kamusal alanın olması ve müzakereci bir yöntemin bulunmasıdır . Ne için eleştiri yapılacak ve itiraz edilecektir? Bu soruya verilecek yanıt mücadelenin boyutunu ve yöntemini de belirler. Kürtlerin ve diğer sosyal grupların kendilerini bulacakları, görecekleri ve ona ait hissedecekleri bir toplumsal sözleşme, anayasa olmalıdır. Temelini çoğulculuk oluşturmalıdır. İnsan Hakları Normlarının 2. ve 3. Kuşak haklarının anayasalara girmesi ve korunaklı olması toplulukların ve farklı etnisite ve inançların kendilerini bulmalarını sağlar. Anayasalarda etnisiteye dayalı vatandaşlık tanımlarına ihtiyaç yoktur.  Böyle oluşturulmuş bir anayasa, anayasal vatandaşlık temelinde bir bağlılık sağlar mı?

Kürtlerin dört ülkede bulunmalarına rağmen, yazılı olmasa da  yüzyıllardır biriktirdikleri sözlü, tarihi ve kültürel birikimlerinin ve kendi coğrafyalarında yaşıyor olmalarından kaynaklı, birbirleriyle ilişkilerindeki ( ekonomik, sosyal…) zihinlerindeki sınırları kaldırmaları ve ulusal kimliklerini kendi kamusal alanlarında tartışmaları ve uluslararası normları aktif kullanmaları gerekir. Kürt meselesi, artık uluslararası bir nitelik kazanmışsa tartışma alanları ( kamusal alan ) artık her yerdir diyebilir miyiz? Bu kadar çok devletin ulusal sınırları içinde bulunmak, meseleyi uluslararası normları toplumsal sözleşme olarak kabul etmeyi gerektirmez mi?

Sonuç olarak, her ne kadar anayasal yurtseverlik bir model önerisi değilse de bir modele ulaşmak için gerekli olan süreçlerin kendisidir. Ama durağan bir sonuçtan bahsetmiyoruz, dinamik ve sürekli değişen ve gelişen bir süreçten söz ediyoruz.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.