Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadın Özgürlük Hareketlerini-Feminizmi Yeniden Yapılandırarak Faşizmi Aşmak

Besê Doğan

İnsanlık tarihinin doğru anlaşılıp, yorumlanması ve sömürgeci sistemlerin aşılması ancak ve ancak kadın özgürlük hareketlerinin gelişim diyalektiğinin bilinmesi, güçlü ve zayıf yanlarının tespit edilmesi ve günümüze kadar başvurulan mücadele yöntemlerinin yenilenmesi ile mümkün olabilir. Kadın özgürlük tarihi ve feminist tarih anlaşılmadan insanlık mücadelesi yeterince anlaşılamaz. Kadının özgürlük mücadelesi tarihinden, yaşanan gelişme ve gerilemelerden sonuçlara ulaşarak içinde bulunulan dönemin karakteri, doğru tanımlanması yapılabilir ve doğru mücadele tarzı, taktikleri, yöntemleri tutturulabilir. Şuna içtenlikle inanmaktayız ve bilmekteyiz ki, tarihe kadın gözü ile bakıldığında hakikat son derece yalın bir şekilde ortaya çıkar. Genel tarihe ilişkin ifade edilenler bir de o dönemin özgürlükçü kadınlarından dinlenilmelidir. Tarih bu kadınların gözünden, düşünce ve duygularından yeniden yazılmalıdır. Patriarkal yazılı tarihin kadın aleyhine oluşturulması, kadın dünyasının eril algı tarafından inşa edilmiş olması bizlere tarihin yeniden kadın lehine yorumlanmasını gerekli kılmaktadır. Sorulması gereken soru şu; kadın kimliğini, zihniyetini, duygusal zekasını, mücadelesini inkar ve ret üzerine inşa etmiş erkek tarih yazılımı ve anlatımının bağlayıcılığı varmı dır? Uygarlık tarihinin yalanlar, saptırmalar üzerinden geliştirmek istediği maskeli tarihin gerçek yüzü ancak kadın özgürlük çizgisinden, kadınların gözünden bakılabildiği oranda doğru anlaşılabilir.

Dolayısıyla toplumsal tarihin doğru yorumlanabilmesi için sadece egemenlerin, hükümdarların, kralların gözünden bakan, iktidar oyunlarını tarih diye belleten yaklaşımlar artık çağımızın özgürlükçü güçlerince hiçbir biçimde kabul görmüyor. Çünkü hanedanların, krallıkların, padişahların iktidar oyunlarını; tarih diye tüm insanların belleğine yerleştirmek iktidar ve şiddet üretmenin en verimli yol ve yöntemi olmaktadır. Egemenlerin, büyük ideolojik söylem ve yaratımlara başvurmalarının sebebi devletin ve iktidarın sürekliliğini ve kalıcılığını çeşitli biçimlerde sağlamaktır. Burada hiyerarşi ve tahakküm zincirinin ilk halkası kadınların sömürge haline getirilmesidir. Kadınların köleleştirilmesi iktidarcı güçler açısından bu nedenle stratejiktir ve bu önemde ele alınır. Geliştirilen bu yöntem ile toplumsal düzeneklere sürekli kölelik aşılanır. Kadınlar adeta bir toprak parçası gibi mülkleştirilir. Bedeni ve ruhu ile tüm varlığı sömürge haline getirilir.

Bu açıdan özgürlükçü tarih anlatıcılarına düşen en temel görev devletçi ve iktidarcı güçlerin karşısında sürekli bir direniş içerisinde olan geniş toplumsal yapıların varlığını göstermektir. İnsanlık tarihine bu temelde baktığımızda devletçi, iktidarcı güçlerin şiddeti ve baskısı ne olursa olsun buna karşı çeşitli biçimlerde toplumun, kadınların öz savunma refleksinin farklı farklı biçimlerde geliştiğini görürüz. Bu anlamda feminist hareketleri önemle ve titizlikle incelemek, mücadele ve direniş haklarını güçlü teslim etmek gerekmektedir.

20.yüzyılla birlikte gelişen faşizm dalgasını azgınlaşan egemen erkek zihniyeti ve onun devletçi, iktidarcı yapılanması karşısında feminist hareketleri, kadın özgürlük mücadelelerini ele alıp, kapsamlı değerlendirmesini yapmalıyız. Bilindiği gibi 20. yüzyılda gelişen savaşlar erkek egemen sistem güçlerinin kendi aralarında olduğu kadar ondan daha fazla toplum ve kadınlar üzerinde kurulan hegemonya savaşlarıydı. Egemen erkek anlayışın toplumsal yaşamda hâkim kılınması hamleleri olarak da değerlendirilebilir. Savaş, erkeğin hegemonyasını arttırması için vazgeçilmez bir araçtır. İnsanlık tarihinde işgal amaçlı savaşlar sürekli olarak iktidar güçlerinin işine yarar, onları büyütür. Buna karşı geliştirilen öz savunma savaşlarını farklı ele almalıyız. Öz savunma savaşları halkların, kadınların, ezilenlerin kendi varlıklarını koruma savaşlarıdır.

Faşizm, egemen erkekliğin saf ideolojisidir. Faşizm aynı zamanda erkekliğin kadın kimliği üzerinden ırk, ulus, devlet ve milliyetçilik hakimiyetini sürdürme arzusudur. Faşizmde kadınlar ve toplum nesneleşir, makineleştirilir. Toplum kadın politikaları üzerinden sürüleştirilir. Pozitivist anlayışın tüm dogmaları toplum ve kadınlar üzerinde uygulanır. Toplumsal cinsiyetçilik kutsanır. Farklılıklara düşman gözü ile bakılır. Tek ulus, tek vatan, tek millet, tek cins algılamaları ile geliştirilmek istenen kışkırtılmış egemen erkeklik ve köleleştirilmiş kadınlık imgeleri faşizmin propaganda ve ajitasyon çalışmalarının temel ideolojik argümanları olarak kullanılır. Faşizmin temel uygulama yöntemi şiddet, baskı, zor, tecavüz işkencedir. İnsanlık dışı uygulamalar faşist rejimlerde görülür. Bunun en somut örneği Nazi Almanya’sında Yahudilere yapılan çirkin, vahşi soykırım uygulamasıdır. Faşizmin temel zihniyet örgüsü cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik temelinde gelişmiştir. Bu nedenle özelde kadın özgürlüğünün ve doğanın düşmanıdır. Toplumun cinsiyet iş bölümlerine göre ayrımlarının keskinleştirilmesi temel argümanları üzerinden kendini yapılandırır. Faşizmin kadın politikası kadını kafese kapatma, çocuk doğurma makinesi haline getirme, kürtaj yasağı vb. her şeyi ile erkeğe yani devlete tabi kılmadır. Kadınların hiçbir biçim de söz söyleme, kendi bedeni üzerinde hak sahibi olma ve özgürleşme temelinde örgütlenmesine izin vermez, faşizm kadın özgürlüğüne karşıt geliştirilmiş cinsiyetçilik ideolojidir.

 

Feminizm Kadınlara Özgürlük Mücadelesi Mirası Bırakmıştır

Feminist hareketler, ulus devletçi anlayışların kendilerini mutlak hâkim kılmak istedikleri dönemlerde faşizme rağmen ortaya çıktılar. Büyük direnişler gösterdiler. Hiçbir kadın hakkının olmadığı zamanlarda mücadele ettiler. 20. yüzyıl kadın değerlerinin ortaya çıkmasında, kadın haklarının elde edilmesi mücadelesinde bizlere ciddi bir miras bıraktılar.

Faşizmin kendini hâkim kılmak istediği tarihsel süreçler incelendiğinde kadın özgürlük hareketlerinde bir hareketlenme, direnişlerinde bir yükselme ivmesi görülmektedir. Feminist hareketler, özgür kadın

mücadeleleri, insan emeğinin derinlikli sömürüsünü ifade eden kadın emeği ve bedeninin sömürülmesini, kadın haklarını yok sayan faşist saldırıları kabul etmez. Bu yönü ile sadece kadınların değil, insanlığın özgürlük nefesi olmuş, aydınlanmasında önemli rol ve misyon üstlenerek bir duruş sahibi olmuşlardır. Binlerce adsız kadın kahraman insan hakları, demokrasi, eşitlik, ulus hakları mücadelesinin öncü gücü olarak 19. ve 20. yüzyıllarda mücadele yürütmüşlerdir. Özgür yaşam tahayyülleriyle inatçı ve kararlı yürüyüşlerini kimseden bir şey beklemeden fedakârlık, cesaret içinde hep sürdürmüşlerdir. “Meçhul askerden daha da meçhul kadınlar var” sözü tarihidir. Bu söz de gizlenmiş, saklı tutulmuş kolektif kadın emeği, kahramanlığı vardır.

20.yüzyıla bakıldığında insanlığın faşizme karşı direnişi çarpıcıdır. İnsanlık çok büyük acılar, gözyaşı, katliamlar, faili meçhuller, işkence ve tecavüzlere maruz kalmıştır. Feministler, anarşistler, kültürel hareketler, halkların devrimci hareketleri, gençlik hareketleri mücadele ve direnişleri ile her zaman toplumun özgürlük damarları olarak rol oynamışlardır.

Kadınlar tüm toplumsal mücadelelerinin özgürleştirici, yol gösterici ilham kaynakları olarak insanlığın özgür yaşam kaynağı, güneşi olmuşlardır. Hemen bütün faşist rejimlerde, baskılar da kadınlar ilk kıvılcımı çakanlar olmuştur. Serhıldanlarda, ayaklanmalarda kadınlar hep ilk öncülük rolü oynamışlardır.

Bu açıdan 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılda feminist hareketlerinin güçlü bir şekilde belirginleşmesi birinci, ikinci dalga feminist mücadelelerinin bu dönemde güçlü verilmesi anlaşılırdır. Her baskı, zor ve zulüm sistemine karşı gelişen insanlığın devrimci hareketleri vardır. Kadın özgürlük mücadeleleri Fransız Devrimi ile daha çok görünür oldu ve örgütlü yapılanmalara kavuştu. Özelde 19. ve 20. yüzyıl ile birlikte feminizm adıyla kendisini giderek daha güçlü örgütledi. Ataerkil sistemin kapitalizm ile birlikte kendisini çok daha sıkı örgütlenmesine, faşizme dönüşmesine karşı toplumsal muhalefetlerle birlikte çeşitli biçimlerde örgütlendi. Eylemsellikler geliştirerek baskı ve zulme karşı direndi.

Kapitalist modernitenin temel devlet yapılanma modeli olan ulus devlet ile birlikte tüm halkların, kadınların önüne ‘özgürlük’ aracı olarak konulduğunda aslında tarihin en büyük yanılgısı, saptırması bu güçlere karşı gerçekleştirildi. Oysaki ulus- devlet modelinin özü aslında faşizm idi. Faşist rejimlere, yazılı tarihin başlangıcı ile daha fazla belirginleşen, kadına karşı geliştirilen komplolarda rol oynayan zorba, kurnaz erkeğin en fazla örgütlenmiş yapılanmaları da diyebiliriz. Faşist rejimler, kadınların, toplumun emeğinin gasbına dayanır. Aynı zamanda insanlığın yarattığı tüm değerlere el koyma hareketidir. Devlet ve iktidar güçlerinin içinde yuvalanmış, palazlanmış güçleri ifade eder. İnsanlığa ait her buluş ve keşfi de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı en yetkince bilen kesimler bu rejimin temsilciliğini yapmaktadırlar.

Örneğin nasıl ki toplumsallaşmanın başında zorba- kurnaz erkek, kadın icat ve buluşlarına el koymuşsa, aynı şekilde 16. yüzyıl ile başlayan insanlık keşiflerinde de bu temel de bir yaklaşımı söz konusu olmuştur. Gasp etme, el koyma her türlü ahlaksız ve ilkesiz ilişkiler içine girerek, baskı, zor ve özel savaş aygıtlarını sınırsız kullanarak geliştirmeyi çirkin bir maharet olarak geliştirmiştir.

Erkek egemen zihniyet ve uygulamalarında gasp etme, el koyma, yalancılık, ikiyüzlülük, komplo, şiddet uygulama temel bir kültürdür. İnsanlığın her buluşunu kendi iktidarı, hegemonyası için kullanmakta ustadırlar. Kâr eksenli yaşam düzeneklerini, hegemonik sistemlerini derinleştirme amaçlarını tüm ahlaki ve vicdani ilkeleri çiğneyerek acımasızca pratikleştirmenin peşindedirler. Bu anlamda devletçi ve iktidarcı sistemlerin gözünde tüm toplum, kadınlar birer meta değerindedir. Alınıp- satılırlar. Savaşlarda kullanılırlar. Yıkımlara, göçertmelere, toplumsal yaşamın şiddetli yaşam krizlerine maruz bırakılırlar. Faşist sistemin, erkek egemen sistemin temsilcilerinin bütün bu insanlık manzaralarına, mezbahasına bakışları anlamsızlık ile yüklüdür. Tenekeden bir kalp ve buzdan bir akıl temelinde olan biteni seyretmek en çok yaptıkları işlerdendir. Çağımızın en zorba ve kurnaz erkekleri sermaye tekellerinde, ticari şirketlerinde, devletin, iktidarın, diplomasinin, orduların, siyasetin üst organlarında kümelenmişlerdir.

Bu anlamda 20. yüzyılda faşizminin yükseldiği dönemlerde kadın hareketleri mücadelesi de yükselir. Kadın hareketleri hızlı bir ivme kazandığında faşizm de anti-feminist karakterde örgütlenir. Örneğin Türkiye de 1968 hareketlenmeleri sonrasında gelişen darbeler, yine 12 Eylül 1980 darbesinin geldiği dönemleri bir yönü ile bu bağlam da ele alabiliriz. Türklük tarihi, sağ faşizmi sürekli bir mekanizma olarak dinamik bir biçimde üretmiş, tüm farklılıkları ötekileştirmiş, sistematik darbe mekaniğiyle var ola gelmiştir. Günümüzde de AKP-MHP faşist ittifakı tüm toplumsal kesimleri düşmanlaştırarak büyük mücadelerle elde edilen kazanımları geri alma, el koyma hareketi olarak sürmektedir. Böylesi dönemlerde özgürlük güçlerinin tüm iddia ve kararlılığını ortaya koyması ve özgürlük tutumunda ısrar etmesi tarihi gelişmelere yol açabilecek olay ve olgulara neden olabilir

On dokuzuncu yüz yılda başlayan feminist hareketlerin oy hakkı mücadelesine kadının eğitim hakkı yönündeki çabalara ve eşit sosyal, çalışma ve hukuksal haklar elde etme yolundaki kampanyalara kadar götürmek mümkündür. Temel hedef kadına toplumsal her alanda eşit ve insani haklar elde etmek olarak belirlenmiştir. 1960 sonrasında gelişen ve kadının kurtuluşunu temel hedef olarak seçen feminist grupların kendilerini ortaya koyuşları ile söylem ve mücadeleleri tamamen farklıdır.

Radikal, sol kanat ve postmodern feministlerin tartışmalarıyla şekillenen kadının kurtuluş hareketi eşitliği reddetmekte, temel amacını kadını ataerkil toplumun baskısından kurtarmak olarak tanımlamaktadır. Bu yeni dalga feminizm kadını toplumsal her alanda bağımsız ve özgür kılma, çocuk doğurma ve büyütme faaliyetleri de dahil olmak üzere cinsiyet bağlantılı tüm rolleri terk etmeyi temel amaç olarak ortaya koymaktadır. Kadının kurtuluşunu siyasal bir proje olarak kabul eden feminist gruplar, bilinç oluşturma, alternatif yaşam yolları deneme, karşıt bir kültür ve literatür geliştirme gibi faaliyetlere bu dönem de yönelmişlerdir.

Yine kadın özgürlük hareketlerinin sadece kadınların sorunları ile ilgili değil ulusal kurutuluş savaşlarında da çok büyük mücadeleler ve direnişler yürüttüğünü hemen söylemek gerekir. Ancak feminizm özelde kadın özgürlük mücadelesine, genelde ise bütün insanlık mücadelesine kadın aklı, mücadelesi ile devasa bir katkı sunmuştur. Egemen sistemin temel dayanaklarının zihinsel boyutta çözümlenmesinde, kadın özgürlüğünün görünür kılınmasında, özgür ve yeni bir yaşamı yaratma arayışında feminist düşünür ve eylemcilerin tarihi bir rolü söz konusudur.

Birinci ve ikinci dalga feministlerinin yaşadıkları zaman ve mekân içeresinde mücadeleleri oldukça anlamlı ve tüm dünya kadınlarına güç verecek bir düşünce ve aktivitedir. Kapitalist sistem kadına göreceli bazı haklar vererek ancak özünde kadını sömürgeleştirme işini daha da inceltip, içsel kılınmasını sağlayarak bu hareketleri kendi sistemi içinde etkisini zayıflatmayı maalesef başarmıştır. Birinci ve ikinci dalga feministlerinin sokaklarda, miting alanlarında gösterdiği radikal duruşu bu nedenle artık görememekteyiz. Çünkü kapitalist sistemin toplumsal yapılar üzerindeki düzenlenişi, iktidar mantığı çok kapsamlı bir hale gelmiş durumdadır. Buna karşılık kadın özgürlük hareketlerinin çok daha kapsamlı, derinlikli bir düşünce yapılanmasına ve bunun pratikleşmesine ihtiyacı vardır.

 

Feminizm Kendini Yeniden Yapılandırmadır

Günümüzde faşizmin, ulus-devlet anlayışının bu denli kurumsallaştığı bu dönem de devletten ve erkekten keskin bir kopuşu sağlayamamış düşüncelerin, hareketlerin başarıya ulaşması mümkün değildir. Feminist düşünürlerin öncelikle liberal düşünce sisteminden ve bunun yaşam biçimlerinden radikal bir kopuşu gerçekleştirmesi zorunlu olmaktadır.

Feminist hareketler özellikle güçlü bir kadın külliyatı, kadın özgürlük düşünceleri, akademik çalışmaları ve bunun eylemliliklerini geliştirmelerine rağmen, kapitalist sistemin düşünce ve yaşam biçimlerinden güçlü bir kopuşu gerçekleştiremediler. Yine ulusal ve sınıfsal hareketlerde, özgürleşme mücadelelerine ilham kaynağı ve öncülük etmelerine rağmen, devrimci örgütlerin içinde ki toplumsal cinsiyetçi değer yargılarını, erkek egemenliğini güçlü aşmayı başaramadılar. Eylemlere öncü olarak katıldılar. Ancak silahlı bir güçleri olmadığından dolayı eylemlerde erkekleri destekleyen konumdan çıkamadılar. Hemen her devrimde yer almalarına rağmen, devrim sonrası yeniden ikinci cins pozisyonuna düşmeyi aşamadılar. Devrimler içinde özerk, otonom bir kadın örgütlülüğünü güçlü sağlayamamaları, bütünlüklü toplumsal bir mücadele perspektifini ve araçlarını yaratamamaları, toplumsal değişim, dönüşümü hedefleme de yaşanan eksikler nedeni ile alternatif bir kadın sistemi ve yaşam modelini geliştirme hedefi içinde olamadılar.

Bu nedenle giderek etkisizleşme, marjinal, elit bir duruş içinde kaldılar. Bu yönü ile devrimlerin radikal gücü olmalarına rağmen güçlü bir kadın örgütlülüğü ve kadın sistemleşmesini yaratamadıkları için egemen sistemin türevi olmaktan da kendilerini kurtaramamışlardır. Ancak tekrar belirtmek gerekir ki kendi zamanı ve koşulları içeresinde güçlü bir kadın dayanışma ruhu, kadın yoldaşlığı yaratmışlar ve toplumu çok derinden etkilemişlerdir.

 

Feminizm Özgürlük Mücadelesinde Yalnız Bırakıldı

Kapitalist-modernist sistemin bir büyücü gibi özellikle de liberalizm ideolojisi ile tüm muhalif düşünceleri kendi içinde erittiğini görmek ve değerlendirmek de önemlidir. Burada özellikle 20. yüzyıldaki devrimci hareketlerin kadın sorununa yaklaşımındaki pragmatik, taktik yanlarını da ele almak gerekir. Feminist mücadele, kadın özgürlük savaşçıları çoğu zaman birçok devrimci parti, örgütler tarafından da yalnız bırakılmışlardır.

Faşizm ve kapitalist modernitenin dayandığı en güçlü zemin devrimci örgütler içindeki erkeğin kadın özgürlük çizgisi temelinde kendini değiştirme, dönüştürme gereği duymaması, bunu bir gurur sorunu haline getirmesidir. Toplumsal cinsiyetçilik içinde inşa edilmiş erkeklik dönüşüme yanaşmıyor. Kadın özgürlüğüne, erkeğin değişim dönüşüm sorununa hiç girmek istemiyor. Kendini burada dokunulmaz kılarak, egemen sistemin erkek kişiliğini kendisinde yaşatıyor olmasıdır.

Erkek egemenliğini kaybetme korkusunu adeta kişiliğini kaybetme korkusu haline dönüştürerek son derece yanlış bir algılama içinde bulunmakta, bunu aşamamaktadır. Egemen erkekliği aşmayı kişiliğinde bir küçülme olarak görmektedir. Bu nedenle Kapitalist modernist sistemin toplumsal cinsiyetçi yaşam kalıpları devrimci örgütler içinde aşılmadığından devrimci erkekler de ne kadar fedakârlık, cesaret ve bağlılık gösterseler bile sonuçta kapitalist modernitenin yaşam ve ilişkilerinin esiri olmuşlardır.

Kapitalist modernitenin kadın ve erkeğin birbirini mülkleştiren yaşam düzeneği aşılmadan hakiki devrimcilik gerçekleşemez. Bireyler de özgürleşme sağlanmadan nasıl devrimci olunur. Devrimci hareketler ne denli mücadele ederlerse etsinler, bu anlayış aşılmadığı müddetçe sonuçta kapitalist modernist yaşamın ağlarına takılmaktan, av olmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Reel sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketlerinde bu durum çokça yaşanmıştır. Halen de yaşanmaktadır. Kendisine sol, sosyalist, Marksist diyen birçok örgütlenme kadının özgün örgütlenmesini gereksiz görebilmiştir. Sınıf ve ulus hareketleri kadın örgütlenmelerini parçalayıcı, bölücü olarak görmüş hatta bunun burjuva bir sapma olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kadının özgün ve özerk örgütlenmesine ise daha şiddetli bir biçimde karşı çıkmışlardır. Birçok kadın bu temelde devrimci örgütlerden ayrılmıştır. Ya da ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Yine sadece faşist iktidar güçleri değil kendine devrimci diyen örgütlenmelerde feminist hareketlere aşağılayıcı, küçük düşürücü ithamları sergilemekten geri durmamışlardır. Bu da devletçi ve iktidarcı güçleri sürekli besleyen bir zemindir.

 

Ortak Toplumsal Mücadelelere İhtiyaç Var

Günümüzdeki faşist rejimin, egemen erkek mantığının aşılabilmesi için daha güçlü bütünlüklü bir özgürlük paradigmasına, ortak mücadeleye ihtiyaç olduğunu hemen herkes kabul etmektedir.

Toplumsal yeniden yaratılışların sağlanması için öncelikle kadın özgürlük mücadelesinin güçlü kazanılması gerekir. Tüm sosyalist ve sol partiler kendi yaşam anlayışlarını köklü gözden geçirme görevi ile karşı karşıyalar. Bunun sadece devrimci örgütlere değil tüm topluma taşırılması gerekmektedir. Artık özgür yaşamda bu ilişkileri daha güçlü yaratmamız ve toplumsal cinsiyetçilik kalıplarını, anlamsız tabularını parçalamamız ve özgürlük felsefesi ile özgürlük ilişkileri geliştirmemiz gerekiyor. Bunun içinde kadınların özerk, özgün örgütlenmeler temelinde kendilerini yeniden yaratarak toplumsallığa öncülük etmeleri önemlidir. Yaşamın her boyutunda kolektif kadın öncülüğünün, kadınların demokrasi, eşitlik ve özgürlük ilkeleri temelinde çalışma yapması gerekmektedir. Kadınlar toplumsal yaşamın her alanına girişte örgütlü ve kolektif bir yaklaşım sergilemek zorundalar.

Kapitalist sistem yaşamının, kadınları tek tek yalnızlaştırıp, atomlarına kadar ayrıştırarak köleleştirmek istemesini de asla kabul etmemeliyiz. Erkek kadını komünal yaşamdan kopartarak, mülk haline getirmiş, köleleştirmiştir. Toplumun bütününü köleleştirmek için kadınlar bir araç durumuna getirilmiştir. En doğal olan kadın- erkek ilişkilenmesinin içine ölümcül iktidar duygu ve düşünceleri yerleştirilmiştir. Özgür aşkın öldürülmesinde ve salt güdülere dayalı bir ilişkilenme biçiminin geliştirilmesinde; kadınların mülk haline getirilmesinin büyük payı vardır. Egemen erkeklik, kadın köleliği ve yaşamın sanki tek hakikatmiş gibi inşa edilmesi, cinsler arasındaki birliğin- tamamlayıcılığın bozulması, aşkın öldürülmesi anlamına gelmektedir. Kadın hakikati egemen erkek anlayış tarafından işgal edilmiş, dağıtılmış, parçalanmış bir halde iken sevgi ve aşkı da bilemez. Kişiliğinde aşk hakikatini yaşayamaz. Kadın hakikatinin yeniden yaratıcı potansiyeli ile buluşması, kendi hakikatini yakalaması ancak yoğun bir özgürlük mücadelesi ile irade kazanması, toplumsallaşması ile mümkün olabilir.

Bu temelde feminizmin güçlü, bütünlüklü bir kapitalist sistem analizini yapabilmesi, kendisini yeniden yapılandırması ve büyütmesi gerekmektedir. Yine feminist akımlarda oldukça güçlü etkisi görülen pozitivist- oryantalist yaklaşımların aşılaması önemlidir.

Faşizme Karşı Mücadele İçin Kadın Örgütlülüğüne İhtiyaç Var

Özgün- özerk kadın örgütlülüğü devrim zamanında ve sonrasında da olacak bir örgütlenmedir. Ve hatta en fazlada devrim sonrası toplumun yeniden inşası için kendi özerk- otonom yapılarını korumalıdır. Toplumun yeniden inşa süreci kadının öncülüğünde gelişir. Beş bin yıllık toplumsal cinsiyetçilikle mücadele yüz yılları alan bir mücadeledir. Bu açıdan devrim sonrası süreçler kadınların en fazla örgütlenmesi, çalışması gereken süreçlerdir. Yoksa faşizmin, ulus-devletçi anlayışların çeşitli versiyonları kadınlar ve halklar için sürekli bir tehlike olarak yaşamın çeşitli alanlarında varlığını sürdürecektir.

Unutmamak ve tekrarlamak gerekir ki, 20. yüzyıl devrimlerinde kadınlar, gençler, toplumun çok çeşitli kesimleri dışarıdaki işgalci güçlere karşı yiğitçe direndiler. Ancak devrimci örgütler içeresindeki kadın özgürlüğünü geliştirme ve bunun sistemleşmesini geliştirmede aynı başarıyı yakalayamadıklarından kaybedişi yaşadılar. Bu yüzden devrimci örgütlerde kadına yaklaşımda ki, egemenlikçi yönler aşılmadan devrimlerin başarma şansları yoktur. Kadın yaşamın her alanına farklılıkları gözetilerek eşit bir biçimde katılım göstermelidir. Eş başkanlık sistemi ve kadının siyasete eşit katılımı gerçekleşmelidir. Kadın yine siyasi karar mekanizmalarında, eşit bir şekilde var olabilmelidir.

Bunun yanında feminist hareketlerin ve kadın özgürlük mücadelelerin deneyimlerinden kadınlar olarak da güçlü sonuçlar çıkarmak çok önemlidir. Kadınların radikal, bütünlüklü bir özgürlük anlayışına sahip olmaları ve bu temelde yeni bir sistemin inşacısı olmaları erkeğin ve toplumun dönüşümünde belirleyici bir role sahip olmalarını beraberinde getirecektir.

Örneğin kadınların özgürlük anlayışları başlangıçta kaba eşitlikçi bir tarzı aşmıyordu. Yaşamın bütününü sorgulamak yerine, bir parçasını sorgulamak ve salt buradan mücadele etmek sonuç alıcılıkta zayıflığa götürebiliyordu. Yaşamın tüm boyutlarında erkek gibi olmayı istemek, erkeğe benzeşmek kadının karakterinde derin yaralanmalara, parçalanmaya ve kişiliksizliğe götürebiliyordu. Özgür ve yeni yaşam erkek yaşamına, yaklaşımına bakılarak geliştirilemez. Bu egemenlikçi sistemin kadınlar için kurduğu en büyük tuzaktır. Sanki erkek özellikleri kadın tarafından temsil edildi mi özgürleşme sağlanıyor. Bu devrimci örgütlerin mevcut devleti yıkıp yerine kendi devletlerini inşa etmeleri ile aynı anlamı taşımaktadır. Oysa ki halkların, kadınların, çeşitli inanç ve kültürlerin devlete değil demokrasi, adalet ve farklılığa dayanan bir özgürlüğe, ekolojik bir yaşama ihtiyaçları vardır.

Bu anlamda kadınların, halkların, inanç guruplarının kendi egemenlerine benzemeden yeniden yaratılışlarını gerçekleştirme sorunları ciddidir. Yeniden yaratılış, öze dönüş, kendini bulma, kendini bilme sağlandığı oranda egemenlikçi sistemin yaşam düzenekleri aşılabilecektir. Ezilenler, egemenlere benzeşerek özgürleşmeyi sağlayamazlar. Bu devleti, erkeği eleştirip ama sonra ona benzeşmek için mücadele etmeye götürür ki, buradan alternatif özgür yaşam seçeneği ortaya çıkmaz.

Devlet ve erkek mantığında temel ilke “ya benim olursun ya da kara toprağın”dır. Ya egemen sistem içinde yaşar ona benzeşir, onunla kölelik ilişkisi temelinde yaşarsın ya da dışlanır, kötülenir, yok edilirsin. Çoğu zaman kadınlar, erkekleşmeyi; halklar ve bireyler ise devlet- yetki sahibi olmayı özgürlük sandılar. Bu büyük yanılgıdan kendilerini kurtaramadılar. Bu yanılgının anlaşılması yüz yılları aşan bir mücadele pratiğinin derinlikli analizi sayesinde olabildi.

Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki mücadele biçiminde en temel farklarından biri de bu olmuştur. Sistem yaşamını sürekli çözümlemiştir. Bu temelde öncülükte yaşanan eksiklikleri gidererek büyük özgürlük yürüyüşünü devam ettirmeyi başarmıştır. Alternatif bir özgürlük zihniyeti ve sistemini bu temelde yapılandırmıştır.

 

Jineoloji Tüm Toplumun Ana Bilimidir

Bu anlam da kadınlar açısından yeni bir bilim olarak jineolojiyi çok daha derinliğine anlamamız ve bu bilimi kadınlar olarak daha güçlü oluşturmamız gerekmektedir. Feminizm tanımlama olarak, mücadele yöntem ve taktikleri açısından da kadınların ve toplumun ihtiyacını yeterince karşılayamıyor. Jineoloji tüm bilimleri, yaşamı, tarihi kadın gözü ile yeniden ele alıyor, sorguluyor bununla yetinmeyerek yeniden yapılandırıyor. Jineoloji sadece kadın özgürlük hareketlerinin, kadın haklarının değil bir bütün olarak toplumsal yaşamın bütün alanlarını yeniden yapılandırma iddiasındadır. Eril bilim dünyası aşılamadan toplumsal mücadelelerin güçlü yürütülmesi oldukça zordur. Kadın bilimi Jineoloji bu yönü ile son derece derinlikli, pozitif, yapıcı bir yaklaşım göstermenin iddiası içindedir. Feminist değerleri de ileriye taşımanın iddiasındadır. Sadece kadınların değil tüm toplumun ana bilimidir. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi feminizmin tecrübelerini de kendi özgürlük tarihi olarak kabul ederek ancak yetmez ve yanlışlıkları aşarak yürüme kararlılığı ve iddiasındadır.

Faşizmi, erkek egemenliğini onun yaşam tarzlarını aşabilmek için daha derinlikli, bütünlüklü, bir düşünüş biçimine ve ortaklaşa bir kadın mücadelesine ge rek vardır. Faşizme karşı ortak kadın dayanışmasını gerçekleştirebilmeliyiz. 21. yüzyıl itibarı ile kadınlar özgürleşme konusunda büyük adımlar atmaktalar. Ancak daha fazla birbirinin tecrübesinden faydalanmaya, sonuçlar çıkarmaya, birlikte tartışmaya ve eylemsellik geliştirmeye ihtiyaç vardır. Faşizme karşı savaş ve hakiki başarıların kazanılması için hem zihniyette bir yenilenme hem de buna denk yaşam inşalarının gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Türkiye’de faşizmin aşılabilmesi için daha radikal kadın özgürlük mücadelelerine ihtiyaç var. Başta kadın ve gençlik hareketleri olmak üzere tüm sistem karşıtı güçlerin ortaklaşa direnişe geçebilecek bir pozisyonu yaratabilmesi faşizmi geriletecektir.

Feministler ataerkil sisteme karşı güçlü bir başkaldırıyı tarihsel olarak gösterdiler. Onların mücadele yöntemlerinden, özgürlük kuramlarından çok şey öğrendik. İnsanlık, bu anlamı ile bu özgür kadın topluluklarına çok şey borçludur. Şimdi ise kadın hareketlerinin ideolojik olarak kendilerini güçlü gözden geçirmenin ve yeniden yapılandırarak direnmelerinin zamanıdır. Bunun Jineoloji çalışmalarıyla güçlü bir şekilde yapılabileceğine inanıyoruz. İktidara, devlete bulaşmış, erkekleşmiş yapılanmaları jineoloji araştırmaları yaparak aşabiliriz. Zihniyetimizi, kişiliğimizi bu temelde yeniden yapılandırabiliriz.

Kapitalist yaşamın, köleci yaşamından artık mutlak kurtuluşu sağlamalıyız. Faşizmi köklü, radikal aşabilmek, özgürlük zihniyetini kendimizde geliştirmek ve faşizme karşı ortak bir kadın örgütlenmesinin ve halkların birlik mücadelesinin güçlü yürütülmesinden geçer. Bu bize mutlak başarının kapılarını ardına kadar açar.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.