Düşünce ve Kuram Dergisi

Küresel Sürüleştirme Projesi: Medya

Nuri Amed

Toplum ve Teknik

Toplum yaşamının sürdürülmesinde doğadan yararlanmak için çeşitli yöntem ve araçların geliştirilmesi tekniğin kökeni olmaktadır. Tekniği geliştiren ve ona yön veren, toplum ve toplumsal ilişkilerdir. Fakat kapitalizmin elinde teknik öyle bir hal almış ki adeta toplumun üzerinde hâkimiyet kurmaya başlamıştır.

Araç-gereç anlamındaki tekniğin toplumda oynadığı rolün olumlu ya da olumsuz olmasını, ideolojik çerçeve belirlemektedir. Basit bir tanımlamayla ifade edilirse, toplumun işlerini bir hayli kolaylaştıran teknik bir araç, kötü niyetli birinin elinde toplumu dağıtan bir araca dönüşebilmektedir. Hatta tekniğin araç olmaktan çıkarılıp amaç haline getirilmesine bile tanık olunmaktadır. Fakat bazen en iyi niyetli insanın elindeki teknik de olumsuz rol oynayabilir. Yani tekniğin “her halukarda nötr olduğunu” iddia etmeye kalktığımızda dikkatli olmalıyız. Tekniği yapan ve kullanan insan, o tekniğin esiri haline gelebiliyorsa tekniğin daha kapsamlı sorgulanması gerekir. Bu nedenle tekniğe-teknolojiye felsefi yaklaşmak, toplumla ilişkisini sadece sonuçlardan hareketle ele almamak daha doğru analizlere ulaşmamızı sağlayabilir.

“Dünyayı makineleştirme düzeyimiz kadar ciddi bir olgu, yaşamlarımızda toplumsal olanı teknik olandan ayırt edemeyişimizdir.” [1] Hem bir araç, hem de bir insan etkinliği olarak teknik, yapım ve kullanım esnasında İdeolojik farklılıklar temelinde şekil alır. Örneğin, devasa bir hidroelektrik barajı daha kuruluşundan itibaren olumsuz bir rol oynar. İnsanları adeta böcek gibi hissetmeye yönelten imar ve mimari anlayışı daha baştan toplum karşıtıdır. Nükleer santrallerin doğa katliamı pahasına kurulduğunu bilmeyen yoktur. Fakat bazen en yararlı araçlar en kötü tarzda kullanılabilmektedir. Özgürlükçü veya otoriter bir sistem bazen aynı teknik araçları kullanabilmektedir. Onların rejimini belirleyen, kullandıkları teknik değil, toplumsal ilişkiler sistemidir. Fakat tekniğin toplumsal değişimlerde hiç rolünün olmadığını iddia etmek de yanlıştır. Geçmişte belki temel bazı dönemlerde toplumsal değişimlerde tekniğin rolü önemli olmuş ama hızı genelde yavaş olmuştur. Günümüz teknolojilerinin toplumsal yapıları ne derece hızlı değiştirdiği ise hayretle izlenmektedir.

“Bilim ve teknik ne kadar çok gelişmişse bu durum insanlık için o kadar iyidir.” demek zamanın sürekli iyiye, güzele, gelişmeye doğru aktığını iddia etmek kadar sığ ve yanlış bir yorumdur. Kullanılma amaç ve biçimi bir yana bırakılarak yapılan genellemeler ise yanıltıcıdır. Öte yandan çağımızın ulaştığı bilimsel-teknik düzeyin boyutları tüm insanlığın sorunlarını çözmeye yetebilecekken tam tersine tüm sorunların giderek daha fazla boyutlanması ve derinleşmesi, kullanım amacına ve toplumsal sistem içindeki yerine bağlı olarak sonucun değiştiğini kanıtlamaya yetmektedir.

Kapitalizmin bir numaralı kanunu, her türlü bilimsel-teknik gelişmeyi sınırsız sömürü ve kâr için kullanmaktır. Bunun en ileri düzeydeki ifadesi endüstriyalizmdir. Endüstriyalizm, tekniğin tamamen kapitalizmin sınırsız kar kanununa endeksli olarak kullanılmasını esas alan bir ideolojidir. Kapitalizmin kullandığı araçların her birine endüstriyalist temelde bir ideolojik anlam yüklendiği halde sanki hiçbir ideolojiyle ilgisi yokmuş ve insanlığın yararınaymış gibi yansıtmayı başarmış olması gücünün, çıkarlarının ve ikiyüzlü karakterinin gereğidir.

 

Sanal Sermayenin Sanal Toplumu

Günümüzde kapitalizmin ulaştığı düzey finans-kapitalin vurgun-soygun tarzıyla; teknik düzey ise internetin ikna-çekim gücüyle ifade edilebilir.

Finans-kapital açısından para kazanmanın en masrafsız ve etkili yolu borsa ve kâğıt oyunlarıdır. Toplumsal psikolojiyi yönetme ve bireyleri şekillendirme konusunda ise internete benzer bir rol oynatılmaktadır. Birinde “sanal sermaye” diğerinde “sanal toplum” olgusu geçerlidir. Sanal toplum olmadan sanal sermaye kendi çıkarları için gerekli yolları sonuna dek açamaz. Bunlar birbirinin uzantısı olan sistemlerdir.

Temelde sanallığa dayanan borsa ve kâğıt oyunlarını ekonomik faaliyetmiş gibi gösteren sistemin ikiyüzlü karakterini, internet ağlarındaki “sanal kimlik” en ileri düzeyde ifade etmekte ve ikisi birbirini tamamlamaktadır.

Finans-kapital, internete dayalı “sanal gerçeklik” oluşturulmadan bugünkü düzeyine ulaşamaz; bununla bağlantılı olarak toplumsal hakikatler bugünkü kadar ileri düzeyde aşınmaya, yabancılaşmaya uğratılamazdı. Aynı denklem tersinden ve karşıtı için kurulamaz. Mesela “internet olmadan toplum ve toplumsal devrim olmaz” gibi bir önerme geçerli sayılamaz. Toplumsal direniş ve devrimler tarihi bunu kanıtlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanlığın yaşamında sağladığı bazı kolaylıklara rağmen internetin olumsuzluğu daha fazla olmuştur. Konumuz internetin avantajları ve olumsuzluklarını sıralamak olmasa da özellikle birey üzerindeki temel etkilerini göz önüne getirmek, kapitalizmin işlerini nasıl kolaylaştırdığını, hatta yeni bir tür faşizmin küresel çapta nasıl gelişmekte olduğunu anlamak açısından gereklidir.

Türkçede “sanal âlem veya sosyal medya” şeklinde kavramlaştırılan internet ağları ve ortamı icat edilmeden önce sanalın yerinde simge, resim, yazı gibi yöntemler vardı. Haber, iletişim, yansıtma, paylaşma denilen ol gunun geçmişi, ilk çağlarda yaşamış toplumların yaşam tecrübelerinden doğan duygu ve düşüncelerini mağara duvarlarına yansıtmalarına kadar götürülebilir. Fakat sanal olgusu bizzat gerçeğin yerini tutmaya başladığında tehlikeli hale gelir. İşte internet bunu başarmıştır. Bu nedenle internet öncesindeki araçlara sanal kavramı yakıştırılmamıştır. Yine de “sanal” olanın hâkimiyeti binlerce yıllık egemenlik geleneğiyle birikerek gelişmiştir. Şöyle ki:

1-En eski örneklerinden beri egemenlik sistemleri gerçeklerin çarpıtılması üzerine kurulmuştur.

2-Gerçek olmayanlar gerçekmiş gibi kabul edilsin diye sürekli ideolojik çalışma yapılmıştır.

3-Buna rağmen gerçeğin peşinde koşanlara baskı, zor ve şiddet uygulanmıştır.

Her çağda araçlar farklılaşsa da esas hedef gerçeğin çarpıtılması, hakikatin karartılması olmuştur. Bu konuda hayli büyük sonuçlar da elde etmişlerdir. Fakat hiç biri “sanal toplum” kadar gerçeği çarpıtma, hakikati karartma gücünde olmamıştır.

Bilim-teknik alanındaki gelişmeler tüm toplumların bilgiye daha kolay ulaşmasını sağlarken bu tekniğin egemenler elinde oynadığı uğursuz rolün boyutlarını kavrama konusunda henüz büyük bir farkındalık oluşturabilmiş değiliz. “Sanal” olanın büyüsüne kapılmış giden bir çoğunluk var. Bu teknikte ölümcül olan her şey yaşamsal kılıfa bürünmüş, adeta kimsenin bundan kaçamayacağını iddia eder gibi de meydan okumaktadır.

 

Sanaldan Toplum Olmaz

Toplumun yerine “sanal toplum” ikamesi başarılırsa bu, insanlığın bitişi olacaktır. Toplum, insanların ortak yaşantısı sonucunda duygu ve düşünce birlikteliğinden doğan bir varoluş formudur. Ortak yaşam olmadan toplum olmaz. İnternet ağlarının bağımlılık derecesinde kullanılması ortak yaşamı geliştirmeye değil dağıtmaya yarıyor. Bu anlamda sosyalleştirici değil asosyalleştiricidir.

Toplumsallaşmaya değil bireycileşmeye yol açıyor. Üstelik yeni bir tür bağımlılık yaratıyor, internetsiz yaşam mümkün değilmiş gibi mobil aygıtlar sayesinde her gün, her dakika internette gezintiye çıkılıyor. Uzaklara gidilirken yakınlardan kopuluyor.

Bir zamanlar televizyon için sosyal ilişkileri azalttığı, hatta çeşitli sosyal sapmalara yol açtığı eleştirisi yapılırdı; sanal alan ise sadece sosyal bir sapmaya değil sosyal bitişe götürüyor. Buna rağmen internet ortamı yeni bir tür sosyalleşme aracı olarak tanımlanabiliyor. Oysa adına “sosyal medya” dememiz bile kendi içinde paradoks taşıyor.

Milyonlarca insanın birbiriyle telefonda konuşması veya internet üzerinden haberleşmesi toplum olmak anlamına gelmez. Ahlaki ilkeler, kültürel yaratımlar, politik kurumlar olmadan da toplumun olabileceği iddia edilebilirse o zaman “sanal toplum” da olabilir. Ama tersi durumda sanal toplum diye bir toplum çeşidinden bahsedilemez. Bu kavramlaştırma sorunlu olmakla kalmayıp insan bilincini de çarpıtmaktadır. Geleneksel, modern, çağdaş, geri, ileri vb. adlandırmalar toplum tanımlarında yer bulabilir ama sanal kavramıyla toplum bir araya getirilemez; getiriliyorsa orada farklı bir ideolojik yaklaşım aramak gerekir.

Kavram üretmek veya kavramlara farklı anlamlar yüklemek ideolojik işlerin başında gelir. “Sanal toplum” kavramlaştırması neo-liberalizmin en vurucu silahlarından biri durumundadır. “Ne de olsa sanaldır, karşılığı yoktur” denilip geçilemez; sanal olandan öyle bir karşılık türetilmiştir ki tarihin hiçbir faşizan iktidarı bu derecede etkili bir toplum kırım aracı bulamamıştır. Sermayenin sanalıyla en büyük vurgunlar yapılırken toplumun sanalıyla neler yapılmaz ki?

Sanalda nasıl bir gerçeklik vardır? Sanalın hakikati nedir? Sanal sanıldığı gibi sadece sanal mıdır? Sanal, sanmaktan ileri gelmektedir. Yani sanal demek, olmayan fakat olduğu sanılan, farz edilen demektir; tanım bu tarzda dar şekilde ele alındığında internetteki bir yazı, bir resim, bir iletişim yoktur gibi bir sonuç çıkmaktadır. Oysa ekrana bakıldığında resim ve yazı görülmektedir, iletişim de olmaktadır; olmaması diye bir sorun bulunmamaktadır. O halde sanal denildiğinde “hiç olmayan” bir şeyden bahsetmiyoruz; olanın, yani gerçeğin kendisine değil de, ister doğru ister yanlış şekilde yazı, ses ve görüntüyle oluşturulan ortama ve ortam algısına sanal gerçeklik deniliyor. Sanal ağlarla kurulan tüm iletişim ve paylaşım sistemine ise “sanal toplum” denilmektedir. Hakikat yerine konulduğunda ve insanlar buna ikna edildiğinde esas tehlikesi ortaya çıkıyor, bu da toplum ve hakikat karşıtlığıdır. Ve ne yazık ki, 1990’lardan günümüze kat ettiği mesafe küçümsenemez boyutlara varmış; “sanal toplum” dedikleri olgu ve algı, internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunca kabul görmüştür.

Finans-kapital ne kadar toplum dışılıktan kaynağını alıyorsa sanallığın bu kadar geliştirilmesi de aynı nedene dayanıyor. Burada sistemin çok çarpıcı bir yönü açığa çıkmakta; toplumun kendisi varken sanalına niye ihtiyaç duyduğu, kapitalizmin toplumdan dışlanma düzeyini göstermektedir. Kapitalizmin dayanacağı gerçek bir toplum olsaydı sanalına ihtiyaç duymazdı. Bir neden budur. Diğeri ise, kapitalizmin “sanal toplum” yaratma yoluyla gerçek toplumu adeta ihtiyaç olmaktan çıkarmaya çalışması, bastırması, dağıtması yönündeki hedefidir.

Olmadığı halde varmış gibi kabul edilen bir toplum olmak aslında hiç olmamak anlamına gelir. Sanal toplum eşittir toplumun sonu! Anti-toplum karakterindeki “sanal toplum” kavramlaştırmasına herhangi bir olumlu özellik yüklemek hiç hak etmediği halde meşrulaştırmaktır. Tarih boyunca tüm saldırılara rağmen toplumu yok edemediler; gerilettiler, ezdiler, bastırdılar ama yok edemediler. “Sanal toplum” projesi toplumu yok etme projesidir.

Toplum yok edildiğinde geriye tek tek veya toplu halde sürüleşmiş bireyler veya bireyler topluluğu kalacak; bundan asla bir toplum çıkmayacaktır. İnsanlığın bitişi, sürüleşme diyelim buna. Bilinçsiz internet kullanıcısı ve bağımlısı ne kadar çoğalırsa sürüleştirme hareketi o kadar küresel hal alacaktır. Amaçlanan budur. Fakat buradan internet gibi görsel veya yazımsal iletişim araçlarına karşı olduğumuz ve interneti her kullananın sürüleşeceğini iddia ettiğimiz gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Sanallığı gerçek yerine koydurmada internete oynatılan rol, şimdiden en faşizan devlet kurumlaşmalarından daha tehlikeli hale gelmiştir. Küresel düzeyde bir faşizmle karşı karşıyayız. Bunu görmek gerekiyor.

 

Faşizmin Küresel Hali

“Medyayı ikinci analitik akıl gibi kullandıklarından, toplumun direnme gücünü etkisizleştirmede çok etkilidirler. Bu silahla sanal toplum inşa ediliyor. Sanal toplum, toplum kırımın başka bir biçimidir.” [2]

İnternet veya çağın birçok teknik imkânı doğru kullanıldığında toplumun yararına olabilir. Fakat özellikle internet sistemi ve yapısallığı, toplumda yapı bozucu bir rol oynayabilecek kadar -hem de hiç farkında olmadan- kötü kullanıma açıktır. Bir yönüyle toplumu hayallerle avutur, bir yanıyla da hayalsiz, ütopyasız, ruhsuz bir şekillenmeye iter. Herkese sanal bir kimlik oluşturma imkânını verdiği için toplumun reflekslerini öldürür. Yaşamını felç eden düzene karşı çıkacağına internette sanal bir yaşam, sanal bir özgürlük kurmak yoluyla tepkilerinden arınır.

Sanal kimlik, olmayan kimlik anlamına gelse de varmış gibi kabul görüyor. Buna sahte kimlik demeyi tercih edenler vardır. İnternet ortamındaki ikincil kimliktir; gerçek olan kimlikle aynılık veya benzerlik taşımak zorunda değildir. Yaş, cinsiyet, sınıf, meslek gibi özelliklerin hiçbiri gerçek olmak zorunda değildir. Bir sistem ancak bu kadar yapay olgu yaratabilir ve ancak bu kadar olgucu olabilir.

Yorum ve yaratıcı gücün maddeye kıstırıldığı; tüm zamanların ana sıkıştırıldığı; hakikatin olguya indirgendiği iç karartıcı felsefi bir düzleme geçilmiştir. İnsan arzuları üzerinde korkunç derecede oynanmış, sahtelik-ikiyüzlülük ilk defa bu kadar değer görür olmuştur. Bir yanıyla, gerçek yaşamda hiç elde edemediği kimlik özelliklerini varmış gibi insanlara sunuyor, bir yandan da bu olanak insanları ikiyüzlü hale getirebiliyor. Hatta daha ileri gidildiğinde ikincil dediğimiz sanal kimliğin birincil, yani asal kimliğin yerini tutması, ilkinin tamamen terk edilip ikincinin benimsenmesi mümkün olabiliyor. “Bilinmeyen kimlik” gerçek kimlikten daha cazip hale gelmişse insanın kendinden, gerçeklikten kaçışı normalleşmiş demektir.

Mesele, aslında olmayanın gerçek yerine geçmesi ve daha da vahimi bireyin buna ikna olmasıdır. Sanal olguculuk, Avrupa merkezli pozitivist aklın ulaştığı zirvedir. Olguculuk, hakikatleri maddeye indirgerken yeni sanal olguculuk insanı maddeleştirmiş, robot haline getirmiştir. Ne kadar “olgu”n varsa o kadar insansın!

Örneğin ne kadar “takipçin”, ne kadar “beğenenin” varsa o kadar varsın; ne kadar “erişim” imkânın varsa o kadar özgürsün!

Makineleşme, ruhsuzlaşma, zihnin ve bedenin birbirinden kopması, emeğe ve ürettiklerine yabancılaşma, toplumdan kopma vb. insanın yabancılaşmasına dair teorilerin en ilerisi sanal kimlikle oluşuyor. Sahte kimliklerin toplamından yeni bir “toplum” oluşturmayı, faşizmin küresel çaptaki en büyük projesi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Tüketim, eğlence, şov artık her şeydir; bunlara da bireysel olarak sanal medya üzerinden ulaşmak mümkündür. Topluma gerek yoktur! Toplumla ilişki kurmadan da yaşanabileceğini sanmak ve buna inanmak insanlığın düştüğü en dip nokta olmaktadır.

 

Neden Faşizm?

Tekniğin düzeyi ve kullanılma biçimi bazı durumlarda faşizmi cilalayıp görünmez kılsa da tank, top, uçak saldırılarından daha büyük bir toplum kırımına yol açıyorsa uygulanan rejime faşizm denilir. Üstelik tüm çağların en büyük savaş saldırılarının gerçekleştiği de ortadadır. İkisi bir arada formülü geçerlidir; hem savaşla, baskıyla, zorla, şiddetle hem de “sanal” ortamlar üzerinden vuruyorlar. Yani faşizmin katmerlisi ve küresel olanı yaşanıyor.

Türkiye’de faşizmi salt sınıf temelleriyle ele alan ve bu nedenle faşizmi görmeyen; faşizme faşizm demeyen yaklaşımlar bulunmaktadır. Kavramlara herkes kendine göre anlamlar yüklerse ortak görüşler oluşturmak zordur. Fakat faşizm denilince baskı, zor, şiddet yoluyla aslında toplumu tek tipleştirme, toplumu toplum olmaktan çıkarma; bunun için sorgulamayan, sorumluluk duymayan, sadece biat eden bireyler oluşturma akla gelir; yani faşizm bir sürüleştirme hareketidir. Faşist sürü-kitle oluşturulduğunda tekelci sermayenin önünde duracak bir güç kolay bulunamaz. Sınıf temelli tahlillerde işçi sınıfının burjuvaziyi zorlayan bir direnişi yoksa faşizme gerek olmaz, bu durumlarda uygulanan baskı, zor vs. faşizmle adlandırılamaz denilir. Yahudi soykırımı bile tek başına bu tezleri çürütmeye yarıyor. Günümüzde Kürt halkına uygulananlardan sonra bile faşizme faşizm demekten kaçınan bir aklın dogmalarından fazla bir sonuç çıkmaz.

Biz faşizmi tarihte olduğu kadar günümüzde de gördüğümüz ve duyumsadığımız her yerde tanıyoruz. Çağımızdaki faşizmi “internet faşizmi” olarak tanımlayıp basite indirgemek istemeyiz ama internetle yaratılmak istenen “sanal toplum” amacını faşizm olarak tanımlamak için birçok gerekçemiz vardır. Rüyalarınıza dek size hükmetmek isteyen bir rejim, faşizmden başka bir şey olamaz.

Bu yeni faşizm türünün sadece sanal ortamda toplumu kuşattığı düşünülmemelidir. Yeni olan boyutu budur fakat hem sanal hem de gerçek yaşamda toplumu kuşatıyor.

 

“Sanal Olan”a Karşı Özgürlükçü Toplum ve Teknik

Bazı çevrelerde “sanal toplum” sadece bir iletişim modelidir denilerek savunulabiliyor. İletişim, bilgilenme, haberleşme vb. tüm kolaylaştırıcı tekniklere amenna! Fakat insan ve toplum üzerinde yarattığı etkiler ürkütücü boyutlardadır. “İnternet çocuğu” denilen yeni bir nesil oluşuyor. Şimdilerde “internet bebeği” kavramı bile kullanılıyor. “Sanal, hayalet çılgını, medyakeş toplum” biçiminde tanımlanması olguyu daha iyi açıklayabilir.

“Sanal âlem” insanın, özgürlüğün, anlamın bittiği yerdir. Gerçeği varken sahtesiyle, taklidiyle, kopyasıyla ilgilenmek yaşamı yaşam olmaktan çıkarır. Ne kadar mükemmel kopyalar oluşturulsa da gerçeğin yerini tutamaz. Simülasyon tekniğinin bu kadar istismar edilmesi, gerçek yaşamın yerine konulmaya çalışılması ve kullanıcıların da adeta yeni bir din gibi benimsemesi, buna karşı mücadelenin hiç de kolay olmadığını göstermektedir.

Manevi, zihni, sosyal, kültürel etkilerini hiç sorgulamadan, tedbirleri internette günlük geçirilen sürenin kontrol edilmesine veya ebeveyn kilidine indirgemek, sadece şikâyette bulunan kölelerin halini andırıyor. Soruna köklü yaklaşım, tüm tekniğe yaklaşım ile benzerlik arz eder. Evrene, dünyaya bakışımız tekniğe bakışımızı da belirliyor.

Tekniğin yapım ve kullanılma ölçüsü toplum ve doğaya zarar vermeyecek sınırlarda tutulduğunda insanlığın hizmetinde olabilir. Bu da ancak özgürlükçü bir toplumda mümkündür. Bu tekniğin doğru sorgulanması bile ancak sistemden kopuşunu sağlamış bir felsefi-ideolojik yaklaşımı gerektirmektedir. Sistemi hiç karşısına almadan, zihniyet ve yaşam kalıplarını reddetmeden, onu kuşatacak özgürlükçü bir toplum inşa etmeden sadece basit tedbirlerle tekniğin kullanılma şeklinden doğan zararlardan ve özellikle de “sanallık” tuzağından korunmak mümkün değildir. İnternetin bazı yerlerde devrimci gelişmeler için ivme kazandırıcı olduğu doğrudur fakat toplumsal dayanaklar olmadan bunu sağladığı söylenemez. Mısır gençliğini Tahrir Meydanı ve sokaklarda eyleme götüren siyasi ve toplumsal bir süreç vardır. Tek başına internet her şeyi yaptı demek toplum inkârcılığıdır. Yine aynı şekilde Zapatista hareketinin interneti etkili şekilde kullanmış olması, binlerce komünle verdikleri toplumsal mücadeleyi görmezden gelmeye yol açmamalıdır. Hâkim medya karşısında interneti etkili şekilde kullanmayı bilmek ile toplumdan kopmak aynı şey değildir.

Sonuç olarak, bilimsel-teknik gelişmeler insanlığın evrensel birikiminin ürünüdür. Kapitalizmin elinde canavara dönüştürülmesi teknikten uzak durulması anlamına gelmez. Aksine insanlığın emeğini doğru sahiplenmek için bilim ve tekniğe de özgürlükçü yaklaşım gereklidir. Bilim ve tekniğe özgürlükçü yaklaşım, onun uzantısı olmayı ve doğaya zarar vermesini reddedip eko-endüstri ve ahlaki toplum temelinde ele almayı gerektirir.

Endüstriyalizme karşı durmadan, özgürlükçü toplum hedefi olmadan alternatif olunamaz. Mevcut bilişim tekniği bile tümüyle endüstriyalizmin uzantısı durumundadır. Neo-liberal ideolojiyle birlikte endüstriyalizm ve her türlü kapitalist ağ, dünyanın en küçük köyüne dek ulaştırılmak istenmektedir. Bu anlamda liberalizmin cilaladığı küreselleşme, yerelleşme vb. ne tür projeler olursa olsun, kapitalizmin elinde daha fazla sömürü anlamına gelmektedir. Tersini yapmak, özgür-ekolojik toplum anlayışını bir dünya sistemi haline getirmeyi şart kılıyor.

Yerelden evrensele uzanan karşılıklı kültürel köprüler özgürlüğün evrensel güvencesidir. Bu açıdan internet gibi küresel iletişim ve medya araçları ancak özgür bir toplum örgütlülüğü, bilinci ve eylemiyle kuşatıldığında insanlığa yararlı hale getirilebilir.

Özgür toplumun işi tekniği reddetmek, kullanmamak, yasaklamak veya geriletmek değildir. Özgür emek sayesinde her türlü bilimsel-teknik gelişmenin daha büyük ivme kazanacağından ve insanlığın sorunlarını çözmede büyük yardımda bulunacağından kuşku yoktur. Fakat toplumsal örgütlenme olmadan bunların hiç biri olmaz.

Toplumsal örgütlenme olmadan özgürlük, özgürlük olmadan da tekniğin doğru kullanımı söz konusu olamaz. Toplum ne kadar örgütlü ve özgür hale gelirse “sanal” denilen sahte toplum anlayışına karşı o kadar etkili bir duruş sergilenir.

Geçmişin ve günümüzün tüm filozofları toplumla bağları oranında hakikatin öncüsü, sözcüsü olmuşlardır. İnternet ne filozoftur, ne de internet üzerinden filozof olunabilir. İnternetin tüm teknik kavramları ve onun etrafında oluşan sanal dil insanlık için özgürleştirici tek bir kavram veya fikir üretmemiştir. Toplum var oldukça ve örgütlendikçe faşizmin “sanal toplum” hedefiyle mücadele edilebilir. Bunun için son sözü Nietzsche’ye bırakalım: “Yeni gürültüler bulanların değil, yeni değerler bulanların etrafında döner dünya, sessizce döner!”

 

[1] Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, İstanbul: Sümer Yayıncılık, 2013.
[2] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 3: Özgürlük Sosyolojisi, Amara Yayıncılık, 2015
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.