Düşünce ve Kuram Dergisi

Modernitenin Krizlerine Karşı Alternatif Bir Siyaset: 3. Yol

Mehmet Nuri Özdemir

İnsanlık tarihi yaklaşık beş yüz yıldır batı modernitesinin sonuçlarını yaşıyor. Modernitenin siyasal ve iktisadi modeli, güvenlik mimarisi ve bürokratik formları tamamlanamayan ve yağmalanan aydınlanmacı aklın sapmasıyla doğayı, toplumu ve bireyi esaret altına aldı. Ve bugün kendi koşularının yarattığı sonuçlarla boğuşan insan, bu koşulların yarattığı riskleri bertaraf etmek için yeni bir yol bulmak zorunda. Yeni yollar, yerleşik düşüncelere meydan okunarak aşılabilir, insanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Hegel 1807’de bir arkadaşına yazdığı mektupta eski kurumları, ayakları sıkmaya başlayan, yürümeyi engelleyen ve devrimcilerin kurtulmayı başardıkları çocuk ayakkabılarına benzetir. Devletin, kapitalizmin ve siyasetin değişmediği bir momentte eski silahlarla savaşmayı ısrar etmek, kişileri ve yapıları Don Kişot romantizmine mahkum eder. Zira modernite siyasi, iktisadi ve kültürel formlarda muazzam değişimler yaratan romantik ve şiirsel bir yoldu; şiirin ve romantizmin zamanla küresel faşizme dönüşebileceğine öngörenler olduysa da pek ciddiye alınmadı. Çünkü batının filozofları ile devlet elitlerinin moderniteden anladığı şey çoğu zaman farklıydı. Değişen egemenlik özneleri, söylemleri, kuramları ve kurumsallaşmaları değişimi doğru analiz etmemiz için bizleri entelektüel bir göreve; yeni sömürü biçimlerini teşhir etmek için ahlaki göreve ve alternatif üretmek, inşa etmek ve örgütlemek için de politik bir göreve davet ediyor. Bu makale, üçlü görev sorumluluğundan hareketle güncel gelişmeler ışığında iki kapitalist kutbun rekabetinin dışında kalan üçüncü yol siyasetini genişletme çağrısı olarak okunabilir.

 

Modernitenin Körleşmesi

Kolonyalizmin eski bir iktidar hastalığı olduğunu Roma hukukunda geçen “ayaklar nereye basıyorsa vatan orasıdır” sözünden anlıyoruz. Fransız devrimi tüm yolları batı uygarlığı adına ulusallaştırdı, İngilizler bu yolları aynı uygarlık adına kapitalistleştirdi. Fransız siyasalı karayı, İngiliz siyasalı denizi sömürgeleştirirken Almanlar bir kaç kıtayı eş zamanlı cehenneme çevirdi. Ruslar ilk zamanlarda toplumcu bir kahraman gibi sahaya inmiş olsa da yeni krizler üretti ve son olarak ABD modern imparatorluğun son büyük temsilcisi olarak oyuna dahil olup dünyaya tüm zamanların en geniş hakimiyet biçimlerini dayattı. Modernitenin ulus ideolojisi tebayı yurttaşlaştırarak modern dönemin yeni öznesini inşa etme derdine düşmüştü. Her Alman uçmayı öğrenmeliydi, her İngiliz birer donanmacı olarak denize açılmayı, her Fransız ölüme gözünü kırpmadan ilerleyerek yürümeyi ve karada bir kahraman olmayı başarmalıydı. Batı siyasalı, modernite merceğiyle dünyaya bakınca gezegen üzerinde her türlü “hakka” sahip olduğu yanılgısına kapılmıştı.

Hak olgusu zaman içinde çoklu suçlara, şiddetin her türlüsüne ve zengin sömürgeleştirme tekniklerine dönüştü. Bu projeksiyon, moderniteyi felsefeden, bilimden, edebiyat ve sanattan arındırarak devletleştirdi, sermayeleştirdi, militerleştirdi ve nihai olarak tamamen sömürgeleştirmenin bir modeli haline getirdi. Modern iktidarların deniz, kara ve hava üzerindeki barbarlığı modernite filozoflarını bunalıma sürüklemesi gerekiyordu, lakin böyle bir şey olmadı.Tarih, 2010’lu yıllardan 2020’ li yıllara doğru akarken savaşların, ekonomik krizlerin, yoksulluğun, işsizliğin ve güvenlik risklerinin genişlediği bir evrede insanlık, yaşamını bu risklere rağmen sürdürmeye çalışıyor. 2020’nin başında küresel bir salgın olarak dünyayı kasıp kavuran Covid19 ile birlikte kapitalist modernitenin yapısal krizleri yönetilemez hale geldi. Salgın süresi boyunca modern hegemonya etkili olmaya başlayan ve gittikçe kalıcı hale gelen dijital evrende çevrimiçi düzenler inşa etmeye çalıştı. Yaşamın dijitalleşmesi, üretim krizleri, işsizlik kaygısı ve buna eklenen iklim krizi küresel aktörlere yeni iktidar alanları açtı.

Kapitalist modernitenin hava, deniz ve karaya hakim olma stratejisi toplumu kontrol etmek için yetmeyecekti, modern hegemonya için daha kitlesel ve otomatik bir kontrol ve denetim tekniği gerekliydi: Bio-iktidar. Batı’nın ilk defa savaş teknolojisinde kullandığı “fleet being-varolma seyri” dedikleri strateji tamamen görünmeyen bedenlerin, hareketlerin sanatı olarak gerçekleştiren bir lojistik olarak inşa edildi. Düşmanı, yeri ve zamanı belirsiz olacak şekilde tehdit altında tutan ve ilk zamanlarda donanma için düşünülen bu iktidar tekniği zamanla bir toplumsal rejim haline geldi. Doğrudan kan dökmeden, şiddet uygulamadan sonuç alıcı olan bu teknik 21. yüzyılda en geniş denetim ve kontrol teknolojisi haline geldi. Biyoiktidar pratikleriyle nüfusun kontrol edilmesi pandemi de daha da kolaylaştı. Küresel düzeyde yaşanan salgın, yeni bir ulusal güvenlik stratejisi yarattı. Böylece Covid19 pandemisi ile birlikte dünya, panoptik[1] hapishaneden panoptik topluma geçiş yaptı. Yaşamın güvenlikleştirilmesi ve militarizasyonu bugüne kadar herhangi bir toplumsal soruna çözümler üretmese de, bu paradigmaların projeksiyonuyla insanlık lehine ortak bir gelecek ve umutlu bir yaşam inşa edilmese de çoğu zaman kitleler bu tür uygulamalara rıza gösterebiliyor. Ancak insanlığın direngen yanı, modern sömürünün olduğu her yerde yeni itiraz biçimleri geliştirerek modern düzene meydan okumaya devam ediyor. Fuco’ya atfen söylersek iktidar her yerdedir ve iktidarın olduğu her yerde direniş de vardır. Salgın çeşitli izolasyon modellerini hayatımıza sokarken devletler ve şirketler arasında yeni bir işbirliği ve yeni iktidar alanları açtı.[2] Devletin önemi salgın süresi boyunca arttı, ama “nasıl bir devlet?” sorusuna henüz yanıt verilmiş değil. Daha yaşanılır bir gezegen için yaşamın demokratikleştirilmesi, doğanın korunması ve merkezi siyasete karşı yerel yönetimlerin hakim kılınması gerekirken, salgın boyunca sağ otoriter ve popülist rejimler daha baskıcı pratiklerle kapitalizmin yerel sürümlerini de pratize ederek siyasal ve toplumsal yaşam üzerinde icra ettikleri sömürü alanlarını daha da genişlettiler. Sonuç olarak siyasal yapıların küresel ölçekte otoriterleşerek merkezileştiğine ve yerel siyasetten hızla uzaklaştığına tanıklık ettik. Dünyada fikirsel olarak farklı yelpazede duran birçok kesim Covid19 ile birlikte modern kapitalist hegemonyanın, liberal batı demokrasileri normlarından uzaklaşarak otoriterliğe kaydığına yönelik saptamayı destekliyor. Avrupa’nın dibinde kapsamlı bir savaşın başlaması (Ukrayna Savaşı) otoriterliğe kaymanın modern şiddetin yeniden üretimidir. Covid’ten önce hegemonya tarafından her türlü krizi bastıran bir aparat olarak görülen savaş olgusu, bizleri şaşırtmayacak şekilde salgının yarattığı krizleri perdelemenin en bilindik yolu olarak yeniden devreye konuldu. Ukrayna savaşını bu temelde değerlendirmek mümkün. Otoriterizm ile ekonomik, askeri, siyasi ve yargısal gücün tek elde toplanması (kuvvetler birliği) dönemsel kolaylıklar yaratabilir; ancak bu tip kapalı ve basınca-baskıya dayalı rejimlerin yarattığı tahribatların enkazı uzun yıllar ortadan kaldırılamayacağını hatırlatarak devam edelim.Dünyanın gelecekteki riskleri öngörme ve önleme kapasitesi, modern tahribatların artmasıyla eş anlı daralıyor. Hava kirliliği, işsizlik, göç, yoksulluk, suların kirlenmesi ve temiz gıdaya erişim gibi küresel ölçekte risklerin büyümesi ve önlenememesi toplumsal kaygı düzeyini alt üst etmiş durumda. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu riskler daha çok otoriter rejimlerin yükselmesine yararken dünya solunun, toplumsal hareketlerin (kadın, ekoloji ve savaş karşıtı hareketler) sorun çözme veya gidişatı değiştirme kapasitesi etkisiz protestolarla sınırlı kaldı. Toplumsal ve siyasal mücadelelerde “protestolar” her zaman ilk etapta başvurulan bir yöntem olsa da protestoların dağınık, örgütsüz, yerel ve istikrarsız kalması sonuç alıcı durumlar yaratamadı. Karşımızda 20. yüzyılın risklerini kamusal alanda üstlenen bir sosyal devlet de yok. Hem geleneksel dayanışma ağlarını (aile-akraba) hem de kamusal alanın modern riskleri karşılama kapasîtesinin zayıflığı toplumda büyük bir tedirginliğe neden olurken çaresizlik, korku ve kaygı dolu bir yaşam toplumları daha korumacı, muhafazakar ve kapalı bir modele itiyor. Bugün dünya nüfusunun %70-72’si modernitenin yarattığı risklerle dolu kentlerde yaşıyor. Gezegenimiz hızla belirsizlikler üreten riskler etrafında modern türbülanstan bir türlü çıkamıyor ve dünya siyaseti henüz bu riskleri bertaraf edebilecek kapsayıcı bir yönetim aklına sahip değil. Modern sömürü düzeninin tahribatlarına 20. yüzyıldan kalan meseleleri (Filistin sorunu ve Kürt meselesi gibi) omzunda taşıyan Ortadoğu gibi coğrafyalar daha çok maruz kalıyor. Bu tür coğrafyaların toplumları Kapitalist modernitenin beslediği ve organize ettiği felaketleri anlamada, algılamada, çözümlemede, buna çeşitli alternatifler geliştirme de daha büyük zorluklar yaşıyor. Bu coğrafyaların siyasal iktidarlarının kriz anında başvurdukları tek yol ise devletin tüm baskı aygıtlarını devreye sokarak etnik ve dini milliyetçilik hezeyanları ile hakikatin üzerini örterek toplumsallaşmasını engellemek.Yaşadığımız her felaket (salgın, savaş, sel, deprem) modernitenin mevcut iktisat modeli olan neoliberal kapitalizmin çöküşünü ve negatif sonuçlarıyla yüzleşmemizi hızlandırıyor. Bu yüzleşme yerel, bölgesel ve küresel dayanışmanın zorunluluğunu, mevcut düzene alternatif olabilecek bir siyasal kuramı, bu kuramı harekete geçirecek politik kurum ve hareketlerin varlığına yönelik eksikliği ortaya çıkarıyor. Bu makale politik eksikliğe cevap olabilmek için modernite eleştirisinden yola çıkarak, modern krizleri teşhir edip yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan krizlere üçüncü yol siyasetinin merceğiyle bakmayı deniyor.

 

Demokratik Siyaset Aktörlerinin Üçüncü Yol Tahayyülü

Kürt hareketinin çıkışı devletin düzen Kürtleriyle sürdürdüğü siyasete karşı üçüncü bir siyasal alternatif olarak okunabilir. Daha sonra kapitalist modernite analizleriyle güçlendirilerek geniş kitlelerin sistem karşıtı siyasal modeli gibi tartışılmaya başlanan 3. Yol siyaseti; Kürtler açısından, düşman azaltarak Kürtleri daha fazla koruma amacının barışçıl yol ve yöntemi olarak anlaşılıyor. Çağımızın alternatif siyasetleri bağlamıyla bakarsak Üçüncü Yol fikriyatının kurucu babası sayın Abdullah Öcalan’dır. Sayın Öcalan’ın Üçüncü Yola ilişkin önermeleri ve teorik analizleri reel siyasette de karşılık buldu. Bugün ise birçok siyasal aktör üçüncü yol siyasetini çoklu sömürüye karşı bir alternatif olarak görüyor. Makalemizin bu kısmında bu siyasal aktörlerin üçüncü yolu nasıl tanımladıklarına ve nasıl yorumladıklarına odaklanacağız. Demokratik Modernite yazarlarından Özgür Birtek Üçüncü yolu her şeyi yeniden değerlendirip, çözümlemenin ve mevcut olan her argümana karşı geçmişe, ana, geleceğe dönük hakikat rejiminin gücüyle alternatifler üretebilen bir yol olarak tanımlar.[3] HDK Eş Sözcüsü Cengiz Çiçek ise Kürt halkının ulusal ve kültürel bayramı olan Newroz’u ‘Üçüncü Yol’da ısrar’ olarak tanımlayarak üçüncü yol siyaseti ile Kürtlerin geleneksel bayramı arasında bağ kurmaya çalışıyor. Cengiz Çiçek üçüncü yol siyasetini “daha az devlet daha çok toplum”un teorik/pratik izini süren bir yol olarak görüp sınıflı uygarlığın geleneksel kodlarına radikal bir şekilde eleştiri yönelten ve ondan büyük oranda kopan zihinsel, kuramsal ve ideolojik bir zemin olarak tanımlar.[4] Çiçek’in Kürt meselesi ile üçüncü yol arasındaki bağlantısı ise dikkate değer bir saptamadır: “Demokratik Kürt muhalefetinin Kürt sorununu gündemleştirme, çözümünü dayatma ve bu konuda sorunun çözümüne daha yakın duran güçlerle demokratik müzakere yürütmesi, üçüncü yolun temel siyasal ilkelerindendir. Üçüncü yol, mevcut iktidarların elinde sürekli bir darbe mekaniği haline gelmiş Kürt çözümsüzlüğünü sonlandıracak politikaları öncelemektedir.” Bu nedenle Çiçek, savaşa karşı barış mücadelesini üçüncü yolun siyasal pusulası olarak görür.Pratik siyasette yapılan konuşmalarla ve sosyal medya mecralarında demokratik siyasetin temsilcisi olan özneler, hareket halinde olan bir siyaset olduğu için üçüncü yol vurgusu ve tanımını güncel sorunlarla ve toplumsal sorun alanlarıyla ilişkilendirerek bir süreklilik ve canlılık katmaya çalışırlar. HDP Eş Genel başkanı Pervin Buldan’a göre Üçüncü Yol siyaseti, farklılıkları yok sayanlara karşı Kürt sorununu diyalog ve müzakere yoluyla çözmekten yana olanların yoludur. Eş Başkan Mithat Sancar ise enflasyonun yükselmesi, adalet, hukuk ve demokrasinin sıfırlanması karşısında denklemi tersine çevirecek, ülkeye adaleti, refahı, eşitliği ve barış içinde ortak yaşamı getirecek siyasetin üçüncü yol ile mümkün olabileceğini söyler. HDP eski eş genel başkanlarından Sezai Temelli HDP’nin 4.Konferansında yaptığı konuşmada Üçüncü Yol siyasetini “Ortadoğu halklarının özgürlük siyaseti” olarak tanımlamış ve bu siyasal yolu Kapitalizmin merkezlerine karşı inşa etmenin siyaseten büyük önem taşıdığını söylemişti. Amed büyükşehir belediyesi Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı ise Üçüncü Yol’un siyaset tarzına olan ihtiyaca vurgu yapar. Mızrak’lıya göre birbirine benzeyen siyasi yapılara karşı yeni bir siyasi çalışma ön plana çıkmak zorundaydı; halkların alternatifsiz ve umutsuz olmadığını beyan etmek gerekliydi. Mızraklı, Üçüncü Yol sadece Kürt sorununun çözümünü değil aynı zamanda Türkiye de bir kangren haline demokratikleşme sorununu da, ekonomik krizi de çözeceğini iddia ediyordu. HDP’nin Çocuk Sempozyumunda, Komisyon eş sözcüsü Nuray Türkmen çocukluğa dair hâkim yaklaşımlara karşı başka bir çocukluk algısı ve yaklaşımıyla ‘3. Bir Yol Mümkün mü?’ tartışmasını başlatarak gelecek kuşakların yaşamını bu perspektifle izah etmeye çalışması bir ilkti.Üçüncü Yol siyaseti hem sosyalistlerde hem Kürtlerde karşılık buldu. Üçüncü yolun hem sol cephede hem de Kürdi cephede karşılık bulması devrimci ve demokratik siyaset açısından önemli bir bariyerin aşılması anlamına geliyor. HDP ve sosyalist bileşenler, “Sağın iki yüzüne de mecbur değiliz, üçüncü bir yol mümkün” diyor. ESP Eş Genel başkanı Şahin Tümüklü’ ye göre “Tek çıkış yolu Üçüncü Yol’ dur; bu nedenle ezilenler ve onlar adına siyaset üreten politik güçler bağımsız bir programı ile öne çıkmalıdır.” HDP Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer, partisinin “Oyuncu değil, oyun kurucu” olduğunu belirterek, Üçüncü Yol seçeneğiyle ülke siyasetinin değişeceğini söylüyor. Sosyolog Azad Barış, Üçüncü Yolu salt bir mücadele hattı veya alternatif bir yaşamın modeli olarak değil, aynı zamanda kapitalist sistemin siyaset felsefesinin ve bölgesel modernist hareketlerin karşı karşıya kaldıkları kavram ve söylem krizlerine de radikal bir cevap olarak tanımlıyor. Makalemiz tüm bu tanımlamaları anlamlı bulduğu gibi bunlara ek yapmayı da bir sorumluluk olarak görüyor. Kutuplaştırma ve antagonist çelişkiler modernitenin kalbidir, ikilik uygarlığın motorudur. Dünya ikilikler arasında dönmüyor elbette, fakat ikilikler arasında oynanan oyun dünyanın merkezi haline getiriliyor. İnsanlık tarihinde çoğu zaman iki zıt düşüncenin aynı anda iktidara, erkek egemen sisteme, doğa tahribatına, devlet fetişizmine hizmet ettiği anda her zaman üçüncü bir koridora, bir nefes borusuna ihtiyaç duyulur, ancak her zaman üçüncü bir yol bulunmaz. Hem statükoya karşı hem de statüko karşıtı olup cevap olmakta zorlanan alternatiflere karşı Üçüncü Yol bir çıkış koridorudur; ikiliklere maruz kaldığımız kriz anlarında cankurtaran gibidir. Kriz anında müzakereci ve çözümcüdür, stratejik düşünme ve örgütlenme tekniğidir, kendini topluma dayatan iki çözümsüz alternatiften sıyrılma hamlesidir, bürokratizme ve uzmanlığa alternatif devrimci bir hattır. Çatışma kaçınılmaz bir hakikattir. Ancak toplumcu olan fikriyatın çatışmanın ötesinde politikleşerek toplumsallaşan, iknayı ve inşayı aynı anda icra eden bir iddiaya sahiptir; başka bir deyişle üçüncü yol ikna ederek inşa eden öz irade, öz direniş ve öz politikadır. Üçüncü yolun felsefesine hakim olmak üçüncü yolda olmanın ön koşuludur. Üçüncü yol çürümenin başladığı yerde durmaz, iktidarın ve hiyerarşinin mekanında barınmaz, amatör bir ruhla yapılır; elit değil toplumsal, eril değil eşitlikçi, hiyerarşik değil yatay ilerleyen bir yoldur. Teorik olarak sürekli genişleyen ve toplumsal sorunlara alternatif ve de pratik çözümler bulmaya çalışan bu politika biçimi, yapısal sorunlarıyla sürekli yüzleşerek yola devam etmeyi tercih ediyor. Ancak kendisini dar sorunsallıklara boğmadan kesintisiz bir özgürlük arayışıyla[5] yol yürüyor. Mezopotamya uygarlıklarından batı uygarlığına, sürekli gasp edilen “özgürlük arayışı” üçüncü yolun yolcularını, yapılarını ve güzergahını milliyetçilikten, cinsiyetçilikten, dincilikten, şiddetten ve gericilikten koruyan temel olgudur. Zira yol tarif edilebilmeli, ön görülebilmeli; bunun için yolun hedefleri olmalı, öznesi tanımlanmalı. Yol bizi istediğimiz amaçlara götürebiliyorsa genişletilmeli. Üçüncü yol bu yönüyle devrimci diyalektiğin izlerinin takip edilmesi, güzergahların genişletilmesidir; küresel, bölgesel ve yerel ölçekte değişen ve dönüşen siyasi, iktisadi ve sosyolojik parametreleri takip ederek alternatif yollar sunan dinamik ve devrimci aklın öznesidir. Bu bağlamıyla üçüncü yol siyaseti sol diyalektiğin moderniteye karşı direnişinin güncellenmiş politik, ideolojik ve örgütlü stratejisi olarak tanımlanabilir.

 

Eşitliğin ve Özgürlüğün Ütopyası 3. Yolda Olmayı Gerektirir

Bilindiği gibi soğuk savaş yıllarından sonra bölgesel ve küresel rekabet, iki farklı ideolojik kutup arasında değil sadece kapitalist dinamikler arasında geçmektedir; kapitalist modernite içinde gelişen bu vahşi rekabet, iktisadi olarak sermaye grupları, siyaseten de devlet uzantısı siyasi blokların ilişki ağlarında yansımasını bulmaktadır. Bu kavgada birbirine benzeyen ve bir birinin uzantısı olan iki aktörün çoklu krizlere yönelik bir çözüm olabileceğini düşünmek için çok saf olmak gerek. Her iki rekabetçi kanadın vazgeçemediği iktidar alanları olarak devlet, militarizm, milliyetçilik ve kapitalizm gibi yapısal alanlar, yaşadığımız ve yaşayacağımız krizlerin ve olası felaketlerin ana kaynağını oluştururken buralardan çözüm beklemek için çok çaresiz olmak gerek; devlet makro iktidarı, militarizm savaş rejimini, milliyetçilik etnik ve ulusal eşitsizliği, kapitalizm sınıfsal çelişkiyi yeniden ürettiği sürece “bizler” yani dünyanın ezilen ve sömürülen kitleleri olarak yeni yollar aramak zorundayız. Bu alanlarda değişim sağlanmadan bize sunulan yeşil ekonomi, yeşil adalet ve sahte barışlar büyük bir aldatmacaya dönüşür. Peki ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Elitlerin krizi yönetmek için bir rasyonaliteye sahip olmaması, farklı menfaat ve bağımlılık ilişkileri ile hareket etmeleri, küreselleşen dünyada devletin, iktidarın, iktisadın ve hukukun ilişkisel birer inşa olması siyasal alanda büyük yarıklar açıyor. Bu yarıkların olduğu her parametre yerel, bölgesel ve küresel ölçekte dünyayı yerel demokrasilerle yönetmeyi öneren üçüncü yol siyaseti için bir direniş ve değişim olanağı sunuyor. Bu açıdan toplumsal ve siyasal yapıları yerel, bölgesel ve küresel ölçekte “kamusal yarar” meselesine duyarlı hale getirmek çoklu iktidarların siyaset ve toplum üzerindeki sömürü kapasitesini sınırlandırmakla eşdeğerdir. Doğrudan ve dolaylı mücadelelerle kamusal desteği arkasına alabilecek bir siyaset inşası üçüncü yolun enternasyonal bağlamını güçlendirecektir. Söylemsel düzey ile sınırlı olmayan örgütsel ve eylemsel boyutları hayata geçirebilecek; ırkçılığa, ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe, faşizme ve otoriterliğe meydan okuyabilecek bir politikleşme ancak 3. Yol siyasetini içselleştirmekle mümkün olabilir.Buradan hareketle demokrasiye yönelik erozyon, iklimsel krizler ve çoklu sömürü biçimleri üçüncü yolun siyasal felsefesi ve örgütsel modeli ile durdurulabilir, faşizm ve otoriterliğin genişlemesi üçüncü yolun çoklu direnişleriyle frenlenebilir. Bu bağlamda zengin alternatifler sunmak ve sistemi zorlamak zorundayız. Zorlamanın farklı repertuarları var. Bu repertuar doğrultusunda yerel, bölgesel ve küresel ölçekte “direniş, talep ve inşa” at başı gitmek zorunda. Bu nedenle öncelikle daha az tüketip üretimi sınırlandırarak kitleleri politikleştirmek ve çoklu iktidar biçimlerinin sömürü pratiklerini kesintisiz bir şekilde teşhir etmek amacıyla geniş bir yelpazede protestolar, forumlar, kitle eğitimleri, sosyal medya mecralarını özgürleştirerek anlık reaksiyonlar göstermek önemli. Tüm bunların yanı sıra dayanışma biçimlerini çoğaltmak, söylemsel setler oluşturmak, alternatif ekonomileri genişletmek, temiz ve ucuz gıda için kendi kendine yeten tarımı başlatmak, göçleri durdurmak, yeni ve yaşanılabilir yaşama alanları, yıkılan toplumsal kırılmaları ve duygusal kopuşları tamir etmek için yeni kamusal alanları kurmak zorundayız. “Bizler” öz gücümüze dayanarak, kimseden beklemeden kendimizden başlamak suretiyle ortak geleceğimizi kurmak zorundayız. Devletin kapitalist modernite içinde kristalleşen iktidarcı ilişkiselliğini anlamak ve çözümlemek, üçüncü yol siyasetinin kalıcı tartışma başlıklarından biri olarak belirleyiciliğini sürdürüyor. Devrimci bir hedef olarak 21. yüzyılın olmazsa olmazlarından birisi yeni bir dünyanın inşası için devlet-modernite-iktidar ilişkisinin yeniden kurulması ve çözümlenmesidir. Devlet iktidarlaşmanın anasıdır; bu organizma sanıldığı gibi homojen değil, çeşitli rant odaklarının yan yana gelmesiyle yönetilen bir paylaşım alanıdır.[6] Devlete ruh üfleyen ise siyasi rejimlerdir; dolayısıyla iktidar ve kaynak dağılımı rejimin niteliğine göre değişebilir. Peki kaynaklar nasıl eşit dağıtılabilir, iktidar nasıl sınırlandırılabilir ve yeni bir modernite için iktidarın merkezi yapısı olan devletin dönüşümü mümkün mü? Bu sorular üçüncü yol siyasetinin temel sorularından bir kaçıdır. Modernitenin siyasal uzantısı olan devlet, ekonomik uzantısı olan kapitalizm ve mekansal uzantısı olan kentler, devrimin ve değişimin yapılabileceği alanların başında gelmektedir. Bu alanlardan herhangi birine yönelik toplumsal ve siyasal mücadeleyi ihmal etmeden ortak bir gelecek yaratmak her zaman mümkündür. Siyaset kuramsal, örgütsel ve eylemsel bir pratiktir. Bu pratiğin devlet ile sınırlı kalması kurucu karakterine zarar veriyor. Kaldı ki siyaset kurucu olabildiği kadar devrimci olabilir. Bunun aşmanın yolu ise yeni yapılara alan açmaktan geçer. Demokratikleştirilmiş bir modernite bireysel ve toplumsal özgürlüğü hedefleyen demokratik siyasal alanlarını devlete bırakmayacak şekilde genişletmek zorunda. Yeni yapılar, yeni konuşma, örgütlenme ve itiraz etme alanları, merkezileştirilmiş siyasete karşı demokratik mevzi görevi görecektir. Siyasetin devlet dışına çıkarılması, partilerle sınırlı kalmaması, yeni öznelerin, yeni kurumsallaşmaların siyasal mekanlara dönüştürülmesi siyasetin yeniden kurucu olma karakterini güçlendirebilir. Kongre, platform, sivil yapılar, sendika ve dernekler üçüncü yol siyasetinin yeniden politikleşebileceği alternatif yapısallıklardır. Toplumdan yana ve devlete mesafeli olan bu yapıların yeniliğe karşı yapısal bir direnci olsa da bu yapıların hala üçüncü yolun yerel, bölgesel ve küresel ağlarını kurabilecek politik yapısallıklar olduğu unutulmamalıdır. Sistem çökerken, ezerken ve sömürürken her zaman için unutmadığı veya ihmal etmediği bir şey var: Karşı alternatifleri boğmak, alternatif sistemlere asla tahammül etmemek, sistemsel alternatifleri ne ideolojik ne de politik bir zemin bırakmamak. Arap baharının radikal dincilerin parlatılmasıyla sapmaya başlaması, Rojava’da barışçıl Kürt baharının savaş ve işgallerle domine edilmeye çalışılması bunun somut örnekleridir. Yerel direniş ve protestoların hegemonya eliyle hızlıca bastırılarak boğulması enternasyonal bağlantıları önlemeye yönelik ideolojik müdahalelerdir. Bu da müesses nizamın olası çözüm ve alternatifleri kendi içinden çıkarmasına yönelik bir ortaklaşmaya yol açıyor. Türkiye’deki muhalefet ve iktidar bloğunun ilişkileri bunun somut örneği. Kapitalist kutuplar arasında bölgesel ve küresel ölçekte rekabet sürerken, sistem karşıtı direnişlerin yerellerde hala “sömürenler ile sömürülenler” arasında yaşanması “yerelleri” üçüncü yol siyasetinin üzerinde yükseleceği devrimci bir mevzi haline getiriyor. Yereller, direnen halkın, sömürülen sınıfların ve parçalı da olsa kritik reaksiyonlar gösteren toplumsal hareketlerin bölgesel ve küresel amaçları gerçekleştirmek için bir toplanma istasyonu görevi görmektedir. Bu hedefleri gerçekleştirmek için yerelin demokratikleştirilmesi ve yerellerde konuşabilme alanlarının çoğalması siyasetin merkezi yapılara karşı en rasyonel alternatifidir. Bu nedenle siyasetin toplumsallaştırılarak yeni sınırlar çizmesi artık kaçınılmazdır. Gericiliğe karşı demokratik ve seküler, merkezileşmeye karşı yerel, suça karşı meşru bir siyasetin ihtiyacını hissediyoruz. Yerellerden başlamak üzere siyasetin ortak ve genel yarar kapasitesini genişletmek için yurttaşların katılım biçimlerini, eleştirel düzeyini, rıza eşiklerini yeniden düşünmek gerekiyor. Yerelde kurulacak yeni siyasal yapılar demokratik siyasete yapılacak müdahalenin kurucu araçlarıdır. Dolayısıyla güçlendirilmiş demokratik yerel yönetimler, sivil yapı ve platfomlar genç kadın ve erkeklerin öncülüğünde bir sinerji yaratarak 3. Yolun yürüyüşünü büyütülebilir. Toplumsal olana ve müştereklere saldırılar her zaman ideolojik ve politiktir, masumane değil tehlikelidir. Bu nedenle siyasetin ideolojik bağlamını ve yeni yolları yeniden kurmak zorundayız. Çünkü yaşanan altüst oluşlar siyasal modellerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Batının liberal demokrasi macerası, neoliberal ekonominin salgınla birlikte sönmeye başlayan balonu, kapitalist modernitenin yaşanan krizleri bertaraf etme kapasitesinin daraldığını, dahası işlemez hale geldiğini gösteriyor; bu da pandemi sonrası iç krizlerini aşmak için savaş rejimine hızlı (Ukrayna savaşı) dönüş yapan ve çoklu krizleri şiddet ve güvenlik denklemi ile bastırmaya çalışan modernitenin şiddet aklına karşı yeni direnme alanlarını kaçınılmaz kılıyor. Her yerde barıştan her yerde savaşa giden bir hegemonya var dünyada; her yerde barışı ararken savaşı bulan bir uygarlık ile karşı karşıyayız. Hem soğuk savaş döneminin iki kutbu hem de kapitalistler arası rekabetin hegemonik dinamikleri savaş toplumunun uzantılarıdır. Modernite zafiyet barışını yarattı; modern barış, Mayıs 1945’ten bu yana savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçiş yapmakla sınırlı kaldı. Üçüncü yol siyasetinin ütopyası ise barış toplumudur. Barış üçüncü yol için taktiksel değil stratejik hedeftir, konjonktürel değil ilkesel ve tarihseldir.Ortak geleceğimizin tahayyül edilebileceği potansiyeli yüksek mekanların başında sokaklar gelmektedir. Dünya nüfusunun %70 72’si kentlerde yaşadığını ve nüfusun en çok büyük kent bulvarlarıyla temasını unutmamak lazım. Joseph Goebbels’in 1931’de Nasyonal sosyalistlerin Marksistlere karşı yürüttüğü kampanyada “sokağı fetheden devleti de fetheder” demesi boşuna değildi. Sokağın gücüne inanmak gerekiyor. Sokak, itirazlarımızı yükseltmek ve dünyayı değiştirmek için hala kullanılabilecek en demokratik yöntem ve en sonuç alıcı direniş alanıdır. Engels 1848’de “ilk sokak gösterileri Paris hayatının en yoğun biçimde aktığı yer olan büyük bulvarlar da ortaya çıktı” diye yazar. Demokrasi ve yeşil dünya savunusu, savaş, cinsiyetçilik, milliyetçilik ve ırkçılık karşıtlığı en kalabalık bulvarlar da protesto edilmeli. Üçüncü yol siyasetinin siyasal mekanı sokaktır; sokak 3. Yolun demokratik kamusal alanıdır.

 

Üçüncü Yol ve Umut İlişkisi

Paul Virilio[7] hegemonyanın umutsuzluk ve korku stratejini şöyle açıklıyor: Umutsuz bir çarpışmaya zorlanmamak ama düşmanda uzayıp giden bir umutsuzluk yaratmak, düşmana sürekli onu zayıflatan ve çökerten manevi ve maddi ıstıraplar yaşatmak. Bu strateji bir halkı kan dökmeksizin umutsuzluğa düşürebilir. Halkı hiçbir zaman öldürmez, ama yaşatmaktan da alıkoyar. Virilio bunu korkuya benzetir. “Korku canilerin en acımasız olanıdır, hiçbir zaman öldürmez ama yaşamaktan da alıkoyar” der. Nazizm’in tutkulu siyaseti Alman halkını faşist uyuklar haline getirilişinin zemini hazırlayan bu umutsuzluk olmuştu. Toplumsal kuşatmayı sürdürme, düşmanlıkları sonsuza kadar uzatma tekniği bu umutsuzluğu ve korkuyu besliyor. Mesela Türkiye’nin egemen siyasetleri Kürt meselesini güvenlikleştirerek kitleleri umutsuzluğa itiyor. Bu bağlamda üçüncü yolun siyasal söylem seti mutlaka umut ve cesaret ile ilişkilendirilmeli. Risklerin genişlemesinden kaynaklı artık birçok kesim geleceğe yönelik “nasıl yaşamalı” sorusunun yerine “yaşayabilecek miyiz” sorusunu sormaya başladı. Bir taraftan iklim krizi, işsizlik, göç, savaş, militarizmin geri dönüşü, bencil-bireysel toplum, irrasyonelliğin fetişizmi, ortak kötülük, ütopyasızlık, iyimserliğin imhası ve kapitalist ilerlemecilik var; diğer taraftan direnişin eksikliği, toplumsal hareketin yokluğu ve kitlelerin “kim bizi kurtaracak” beklentisi. Engels 1848 kitlelerini “ya ekmek ve iş ya ölüm diyen umutsuz kitleler” diye tarif etmişti. Günümüz kitlelerinde 1848 kitlesinin duygu dünyasına benzer bir ruh hali söz konusu. Kolonyal şiddetin, eşitsizliğin, cinsiyetçiliğin, milliyetçiliğin, ırkçılığın, dinciliğin tüm yaşamımızı kuşattığı bir eşikte bu sömürü biçimlerinin olmadığı bir gelecek inşa edebilecek ve umutlu bir geleceğe inanabilecek kitleleri yaratmanın her zamankinden daha fazla zorlaşması çağımızın en büyük çelişkisidir. Üçüncü yolun siyasal felsefesiyle yoğrulan bir mücadele ve direniş hattı politik kadro ve özneleri ancak bu kitlelere inancı, umudu ve ortak bir gelecek inancını verebilir.Üçüncü yol dinamikleri umutsuzluğa karşı bugün ve gelecek ilişkisini her zamankinden daha fazla güçlü ve inandırıcı kurabilmeli. Hegemonyanın yüzyılımızın başından beri kendi menfaatleri doğrultusunda yönetmeyi ve işgal etmeyi hedefleyen stratejik planları var. İnsanlık tarihi bu planları daha önce bozdu. Gunther Anders’ e göre eğer biz bugün evimizi ateşe verirsek, bugünün alevlerinin henüz doğmamış çocukların, henüz inşa edilmemiş evlerine sıçramasını ve onları küle çevirmesini engelleyemeyeceğiz. Gelecek nesillerin evlerine şimdiden yangını taşımamak için şimdiyi örgütleyen, geleceğin tehlikelerini şimdi de iptal eden bir siyaset lazım. Bu siyaset geçmişten ders alan, anı doğra okuyan ve geleceğin tehlikelerinin şimdi de önleyerek geleceği aydınlık tutan umutlu bir siyaset olmak zorunda. Dolayısıyla yerel, bölgesel ve küresel direnişler, ahlaki politik ve entellektüel görevlerle iç içe güncellenerek sürmeli.

3.Yol Siyasetinde Demokratik Cumhuriyet ve HDP

2010 anayasa değişikliği referandum boykotu üçüncü yol siyasetinin demokratik siyaset alanında kritik bir parametredir; özellikle Kürtler açısından “xwebun” olabilmenin olanakları boykot kararıyla önemli oranda genişledi. Halkın birçok noktada birbirinden pek de farklı olmayan iki iktidarcı kutuptan birini tercihe zorlandığı bir dönemde boykot, ötekilere yönelik farklı sömürü biçimlerinin yeniden planlandığı bir zamanda, sistemin stratejik aparatlarını çöplüğe atan bir çıkıştı; dahası boykot, üçüncü yol siyasetinin oyun bozucu olarak toplumsal rolünü oynadığı momentin en rasyonel stratejiydi. Boykotun yarattığı öz güce dayalı motivasyon, üçüncü yol siyasetin bileşenleri ve siyasi kadrolarında ciddi bir moral pompalarken siyaseten de nitel bir sıçramayı doğurdu. Oyun bozucu potansiyelinin farkına varan üçüncü yol siyaseti bu motivasyonla hızlıca bir araya gelerek HDK’ yi kurdu. HDK ise kısa bir zaman sonra HDP’yi kurdu. Boykot deneyimi HDP ile 2011 genel ve 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarılı sonuçlar kaydetti. Aynı tarihlerde Arap baharının amacından saptırılması ile Ortadoğu’da küresel ve emperyal bir savaş başladı. Birçok ülkenin iktidarları domino taşları gibi yıkıldı; fakat savaş Suriye’ye taşınınca burada başka bir aşamaya geçildi. Suriye işgali sırasında Kürtler öncülüğünde üçüncü yol siyaseti askeri, siyasi ve kültürel savunma pozisyonuna uyarlandı ve ciddi sonuçlar alındı. Ne küresel-emperyal-bölgesel aktörlerden yana ne de rejimden yana olan, savaşa ve şiddete mesafeli-demokrasiye dayalı kanton modeli ile toplum yönetildi. Fehim Taştekin’e göre Rojava Kürtleri için üçüncü yol, savaşı kendi kentlerine sokmama siyasetiydi. Taştekin, üçüncü yol siyasetinin Kürtlerin kendi kaderi açısından son derece stratejik bir değeri olduğunu vurgular. Türkiye’de Boykot ile gelişen ve Rojava’da bir sisteme dönüşen üçüncü yol siyaseti halklar için bir umut olmaya devam ediyor.HDP geleneğinden gelen siyasal geleneğin iki blok arasında kalmadan, özgün bir yol tutturduğunda kazanmaya başladığını akılda tutmak stratejik bir tutumdur. Oluşan birikim ve deneyimler 7 Haziran seçimlerinde daha somut bir çıktıya dönüştü; amaç ve yol uyumu büyük başarı ile neticelendi. 7 Haziran’da iktidarı düşüren 3. Yol siyaseti, tırmandırılan savaş politikalarına ve siyasi darbelere rağmen tüm seçimlerden belli bir başarıyla çıktı. 2019 yerel seçimlerine gelindiğinde ise stratejik hareket edebilen ve hızlı mobilize olabilen örgütlü bir stratejik oy hareketine dönüşmüştü; ve bu dönüşümle çeyrek asırlık belediyeleri otoriterleşen iktidarın elinden almayı başardı. Başarının en önemli sonucu HDP geleneğinden gelen toplumcu siyasetin “oyun bozucu” rolünü tahkim etmiş olmasıydı. Bu strateji, hem cumhur ittifakına kaybettirdi hem de millet ittifakına “ben olmadan kazanamazsın” mesajını veren üçüncü yolun aklıydı. İktidar bloğunun 7 Haziran’dan beri elindeki tüm imkanlarla kesintisiz bir şekilde Kürtler şahsında Hdp siyasetini boğmaya çalışan şiddet politikası, HDP’nin her halükarda Üçüncü Yol siyasetinin ilkeleri doğrultusunda kurucu bir müzakereyi referans alan hakikatine, sağlam ve kararlı iradesine çarpıyor. Tabandan gelebilecek dalgayı karşılayacak ve yeni bir şey söyleyebilecek siyaset HDP’nin 3. Yol siyasetidir. Bu siyaset, amacına ve ruhuna uygun yapıldığında hem “otoriter iktidarın” (AKP) hem de “taktiksel muhalefetin” (CHP) 18 yıldır seçmenler üzerinde kurduğu hegemonyayı kırabilme potansiyeline sahiptir. İki tarihsel blok da (CHP-AKP) burada biriken enerjiyi görüyor ve 3.Yol siyasetini zayıf düşürmek için biri “açıktan” diğeri “görmezden” gelerek nefes aldırmamaya çalışıyorlar. Demokratik cumhuriyet tezi, hem demokratik yollarla tekçi ulus devletin dönüşümünü ve hem de sömürü düzeni kuran kapitalizme karşı ortak mücadeleyi esas alır; bu yönüyle kapsayıcıdır. Demokrasi mücadelesi ile Kürt halkının mücadelesinin iç içe geçmiş olması kapsayıcılığın temelini oluşturuyor; ve bu gerçeklik dönüşümün gerçekleştirilmesi için önemli fırsatlar sunuyor. Fırsatlar mücadeleleri ortak amaçlar doğrultusunda yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. 3.Yol siyaseti bu fırsatları amaçlar doğrultusunda demokratik siyaset yoluyla gerçekleştirmeyi hedefleyen, demokratik cumhuriyet teziyle yoğrulmuş bir perspektifin ürünüdür. Türkiye’ de statükocu blok, beyazların ve seküler üst kimliğin hakim olabileceği bir cumhuriyeti; İslamcı blok ise Osmanlı nostaljisi etrafında toplanan post-monarşik İslamcı bir cumhuriyet modelini tahayyül etmektedir. İkisinin ortak yanı Kürtleri, sosyalistleri, ezilenleri ve yoksulları defolu yurttaş olarak olarak görmesidir. Üçüncü yol siyaseti ise bu dinamikleri özne haline getirerek statükocu bloğun restorasyoncu çizgisine ve siyasal İslam’ın tek adam modeline karşı daha kapsayıcı olan “demokratik cumhuriyet tezini” savunur; ve bu tez devleti, kapitalizmi ve erkeği dönüştürmeyi hedefleyen demokratik devrim teorisinden kaynağını alır. Türkiye siyasetinde mevcut haliyle toplumu statükoya ya da siyasal İslam’a zorlayan müstakil akla karşı yeni bir seçenek sunarak demokratik yeni yaşamı kurmayı hedefler. Kadınlar, işçiler, eski ve yeni Marksistler, Kürtler, ekolojistler, sosyal demokratlar ve demokratik İslam bileşenleri üçüncü yolun geniş politik özneleridir. Ancak bu siyasetin ontolojik olarak “kurucu dinamikleri” Kürt siyasal hareketi ve Türkiye sosyalist hareketidir; bu iki dinamik aynı zamanda HDP’nin öncü politik özneleridir.3. Yol siyasetinin temel esprisi çoklu sömürü alanlarına çoklu aktörlerle müdahale ederek toplumsal savunmayı güçlendirmektir. Araçlar amaca ve ilkelere hizmet ettiği müddetçe değerlidir; araçta esneklik, amaçta netlik şarttır. Seçimler amaçları gerçekleştirmek için araçları kullanma fırsatı sunuyor. Bu açıdan seçim sathı mailinde geniş ittifaklara alan açabilecek politikalar araçlarla amaçlar arasındaki uyuma direnç kazandırabilecek hamleleri içeriyor. Kuşkusuz HDP bir ittifaklar partisidir. Kürt siyasal hareketi ile Türkiye sosyalist hareketinin ittifakı HDP’nin çatı ittifakıdır. Bu ittifaklar stratejiktir ve HDP’nin omurgasını oluşturur. Ancak mevcut kurucu ittifakın yanı sıra, seçim sathı mailinde demokratik siyasetin genişlemesi için yeni taktiksel ittifaklara da her zaman bir esneklik payı bırakmak gerekiyor. Buradan hareketle seçim süreçlerinde kurucu dinamiklerin dışında ittifakların genişletilmesi kaçınılmazdır. Kürt partilerinin birleşebileceği “Kürdi ittifak”, sol partilerin bir araya gelebileceği “Sol ittifak”; kadın ve ekoloji gibi toplumsal hareketlerin, seküler kesimlerin, inanç gruplarının, çeşitli platformların, STK çevrelerinin ve demokratik kitle örgütlerinin dahil olabileceği “Demokrasi ittifakı” üçüncü yol siyasetinin seçim odaklı çoklu ittifak dinamikleri olabilir. Bu ittifaklar demokratik bir hegemonya etrafında birleşerek seçimlerde ciddi bir başarı elde ederek kalıcı mevziler kazanabilme potansiyeli taşımaktadır. HDP’nin yerel seçimlerde Kürdi partilerle ulusal ittifak, laik-seküler kesimlerle de demokrasi cephesinde buluşması doğru ve yerinde olmakla birlikte bu ittifak bazı riskleri bertaraf etmeye yetmemiş. Daha da önemlisi iki ittifak biçiminin özellikle demokrasi cephesindeki buluşmanın HDP’nin genel stratejisi ve 3. Yol siyaseti ile bağlantısının zayıf kurulduğunu ve seçim taktiği ile sınırlı kaldığını söylemek mümkün. 3. Yol siyasetinin cılız kalması HDP’ yi demokrasi ittifakında CHP’ye, Kürt meselesine dair olası çözüm süreçlerinde ise AKP’ye eklemlenme algısına neden oldu. HDP’nin mevcut durumuna Kürdi bir formül ararsak eğer her anlamda “xwébun” en büyük çözümdür. Siyasal kutuplaşma (siyasal klanlaşma) toplumun genel olarak kutuplaştırılmasıdır. Politik ve ahlâkî toplum buradan çıkmaz. HDP’ye de kutuplaşma siyaseti değil 3. Yol siyaseti gerekiyor. Mevcut koşullarda Kürt halkı için de 3. Yol dışında başka çıkış yolu yoktur. Türkiye siyasetinde normalleşmeye giden yol bu siyasete kurulan tuzaklardan kurtulmaya bağlıdır. Bu denklemde koşulları doğru okumak, demokratik ve müzakereci tavırdan taviz vermemek ve kendine has olmak gerekir. Bunun için 3. Yol siyasetinin teorik ve pratik aksaklıklarına yoğunlaşmak lazım. Demokrasi cephesinin ve çözüm sürecinin kavramsal ve ilkesel muğlaklığı olabilir. Bu muğlaklığı giderecek ve HDP’ye soluk aldıracak olan asıl adım 3. Yol siyasetinin yeterli düzeyde örgütlenmesidir. HDP’ nin ve demokrasi güçlerinin bundan sonraki kaderini belirleyecek olan olgu, 3. Yol siyasetini ne kadar uygulayıp uygulamayacağına bağlıdır. Demokratik cumhuriyete giden yol ise müesses nizamın dışında kalan dinamiklerin stratejik becerisine ve ortak aklına bağlıdır. Mevcut momentin 3. Yol siyaseti ile yeni bir ivme kazanılacağı politik atmosferin sinyallerinden anlaşılmaktadır. Bu konuda HDP geleneğinin başarılı deneyimleri var. Tarihsel olanakların yoğun olduğu bu dönemde deneyimleri yeniden tazelemek gerekiyor. Deneyimler şimdi daha kritik bir seçimle daha iyi kazanımları elde edebilecek bir potansiyel taşıyor. Hem Kürt meselesinde gelinen aşama hem halkın yaşadığı derin yoksulluk bu deneyimlerin kazanıma dönüşmesini zorunlu kılıyor. Önceki dönem seçim stratejileri, oyun bozucu rol ile kaybettirmeye yönelikti; önümüzdeki seçimler oyun kurucu rol ile kazanmayı hedefliyor. Kazanma stratejisinin istenilen hedeflere ulaşması, polemiklere ve kutuplaşmalara boğulmadan tüm muhalif dinamikleri üçüncü yolda yan yana getirebilme başarısına bağlıdır. 3. Yol siyasetini referans alan bir ittifak tüm olumsuzluklara rağmen cumhuriyetin demokratikleşmesine ve Kürt meselesinin çözümüne güç katabilecek en rasyonel ittifak olacaktır. Sistemin yapısal krizleri genişleyerek büyüyor. Büyüyen riskler hem sistemin kendisini hem de bütün insanlığı tehdit edecek kadar tehlikeli risklerdir. Uluslararası kurum ve kurumlar ve insan hakları kuruluşları gibi sivil yapılar bir konsept doğrultusunda itibarsızlaştırılıyor. Savaşın, şiddetin, cinsiyetçiliğin, iklim krizinin olduğu bir eşikte demokrasinin, barışın ve sol değerlerin itibarsızlaştırılması boşuna değil. İtibarsızlaştırma ile birlikte küresel ilişkilerin yozlaşması modernite açısından küresel ölçekte ciddi bir meşruiyet krizi doğuruyor. Özetle zenginin daha zengin olduğu, küçük bir azınlığın büyük bir gelir ve refah içinde yaşadığı, işsizlik ve yoksulluğun sistematik bir sorun haline geldiği, savaşın ve şiddetin kesintisiz yaşandığı küresel bir dünyada yaşıyoruz. Çok boyutlu, çok aktörlü bir ilişki ile ayakta kalan dünyamızın demokrasiye değil popülist ve otoriter rejimlere alan açması, yeni alternatifleri düşünmemizi zorunlu kılıyor. Yaşanan altüst oluşlar bize hegemonyanın eliyle yeni bir dünya düzeninin inşa edildiğini gösteriyor. Yeni düzenin kimin eliyle ve nasıl inşa edildiği hepimizi ilgilendiriyor. Böylesi bir eşikte doğayı, toplumu ve bireyi koruyan, hem sömürüyü teşhir eden hem de buna karşı alternatif siyaseti inşa eden politik bir yola ihtiyacımız var. Bu alternatifi bize yerel, bölgesel ve küresel ölçekte Üçüncü Yol siyaseti sunuyor.

 

 

 

 

[1]     Panoptik: Görünmeden gören hükmedici iktidarın gözünü tasvir eder.
[2]     Güncel Bir Okuma İçin: Evren Balta Ve E. Fuat Keyman, Gelecek Siyaseti, Ayrıntı Yayınları
[3]     Özgür Birtek, Üçüncü Yol: Hakikat Patikası, Demokratik Modernite, Kapitalizm, Pandemi ve 3. Yol, Sayı,32, S.12-18
[4]     Cengiz Çiçek, Üçüncü Ayak… Neden Ve Nasıl? Demokratik Modernite, Kapitalizm Pandemi ve 3. Yol, Sayı32, s.138-144
[5]     Kesintisiz özgürlük arayışı kesintisiz devrimlere gönderme yapar. Tarihsel Bir Okuma için: Michael Löwy, Sürekli Devrim Teorisi, Ayrıntı Yayınları, 2016
[6]     Devlet üzerine daha detaylı bir sunum için daha önce Demokratik Modernite’de kaleme aldığımız makaleye bakılabilir. https://demokratikmodernite.org/olmayan-hikayemiz-baska-bir-devlet-mumkun-mu/
[7]     Paul Virilio, Hız Ve Politika, Metis Yayınları, 2021, s.49
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.