Düşünce ve Kuram Dergisi

Neolitik Toplum Ekonomisinde Kadının Öncülük Misyonu

Hanım Çeşme

“İnsan nasıl insan oldu?”  sorusuna verilebilecek en yalın yanıt emektir. İnsan emek vererek üretim gücünü ve bilincini geliştirerek maddi ve manevi kültürün yaratıcısı olmuştur. Bu emek birikiminin sonucu olarak kadın, neolitik toplumun oluşmasına öncülük yaparken, neolitik toplum insanlık tarihinin ilk kök hücresi olarak toplumsal hafızaya dönüşmüştür.
İnsanın yeryüzünde ilk kez belirlemesi ve ilk aleti yapması, zamanımızdan binlerce yıl öncesine dayanır. Evrenin dilinden anlayabilseydik, belki de aradığımız soruların yanıtlarını dinleyebilirdik. Bilim insanları evrenin ilk oluşumundan yazılı tarihe kadarki bilinmezliklerin sırrını çözdüklerini iddia etseler de, bu gerçeğin sırrına erdikleri anlamına gelmez. Bu bilme, olsa olsa insan aklının sınırlarında kavranabilindiği kadarını bilebilmektir. Konuşan insan bu bağlamda tek hücreli organizmanın milyonlarca yıllık evriminin sadece bir sonucudur. Söz konusu olan, doğadaki her zerrenin oluşum ve dönüşüm tarihidir. Her zerrenin insan biyolojik olarak insan yapan tılsımını çözmek için belki de insan aklının yanı sıra özdeğerle hissetmeyi bilmek gerekir. Bilim insanları dünyadaki buzul katmanlarını incelemeye yönelirken, her buz tabakasında, tek bir buz zerreciğinde geçmişin sırrını öğrenebildikleri kadarıyla bir masal gibi anlatırlar. Konumuz elbette ki, ilk çığın oluşumunun muhteşemliğini yazmak değildir; ancak bugün üzerimize yağan yağmur çiselerini de hissetmeden, neolitik toplumun farklı büyüsünü de anlayamayız. Çünkü neolitiğin dili doğanın dilidir; rüzgarın, suyun, kuşların, kelebeğin, aslanın dilidir. İnsanın sesi doğaya katılmış, belki de son canlı türünün sesi ve dilidir. Neolitik devrim canlılar topluluğuna insanı insan özelliğiyle dahil eden kültürdür.

Bu bağlamda kadının neolitik toplumun öncüsü olarak ele alırken, doğanın dişil tarihini de göz ardı etmemek gerekir. “Dişiliğin tarihi aynı zamanda kadının tarihsel oluşumudur“ demek abartı olmasa gerek. Dişilik doğanın çoğalma- yaratma- doğurma özelliğiyle eş anlamlıdır. Kadının doğayla bu ortak özelliği, doğayla olan yakın ilişkisinin hem nedeni hem de sonucudur. Doğurganlık süreklileşen üremedir ve her üreme kendi içinde bir farklılık barındırarak oluşur. Canlılarda evrimin gücü farklılaşarak çoğalabilmesiyle yansırken, insanda bu, kadının biyolojik yapısının tetiklediği toplumsallaşmasındaki farklılaşmada ifadesini bulur.

Bilindiği üzere son buzulların çekilmesiyle iklimsel değişim başlar. Akdeniz iklimine benzer bir iklimde ormanlar, çayırlıklar hızla gelişip yayılır. Bitki örtüsündeki bu değişimle bitkiler; suyu, topraktan aldıkları mineral ve organik maddeleri, havanın karbondioksidini güneş ışığı altında kimyasal enerjiye dönüştürerek (nişasta, yağ, şeker gibi karbonhidratlı besin maddeleri), az miktarda da protein ve vitaminlere dönüşür. Her bitki, her canlı türü bu anlamda da bir transformatöre benzer. (farklı olan pek çok değişkeni bir başka şeye dönüştüren)  Bitkiler topraktan, sudan, güneşten aldıklarıyla böylesine enerjisi ve besin değeri yüksek şeylere dönüşürken, aynı şey hayvan için de geçerlidir. İnsanlar tükettikleri bu besinler sayesinde primatlıktan insanlaşmaya doğru biyolojik evrim geçirmişken, öte yandan doğadan öğrendikleri birikimle de kültürel oluşumlarını da başlatmışlardır. Alet yapma, barınma gibi yaratımlara neden olan ihtiyaçtır. İnsanı öğrenmeye, üretmeye iten temel içgüdü olmuştur; açlık, üreme ve korunmadır. Bu içgüdülerin bin yıllara yayılan evrimi sonucunda insan bilinci gelişerek neolitik devrimle taçlanır.

Üreme, doğurma ve korunma; insan toplumunun üzerinde yükseldiği temellerdir. İnsanlar emek aracılığıyla yaşamın gereklerini sağlarken, doğurma yoluyla da yeni yaşamlar yaratarak insan soyunu sürdürürler. Doğurma, korunma insanların hayvanlarla paylaştığı ortak özelliktir. Üretim ise, yalnızca insanlar tarafından edinilmiş bir etkinliktir. Dolayısıyla alet yapımı ve kullanımı, insan toplumuyla diğer canlı türleri arasındaki ayırıcı özelliktir.

Yiyecek arama ve bulma, yiyecek üzerinde denetim sağlamak insanın hayvandan ayrıştığı noktadır. Hayvanlar günlük yiyeceklerini sağlayarak yaşarlarken, insanlar yaşamlarını sürdürmek için bir ölçüde yiyeceklerini denetlemek zorundaydılar. Denetlemekle başlayan süreç, düşünmek ve buna göre yaratarak sürekli kılmak demektir. Konumuz neolitik toplumda kadın öncülüğünde ekonomi olduğundan, neolitik öncesi dönemi ayrıca işlemeyeceğiz. Ancak ilk aletin yapılması, aletten alet yapmayı, toplayıcı ve avcı olarak cinse dayalı ilk ayrışmalı besin bulmanın yaşandığı, ateşin kullanılması ve kadının üreme özelliğinin öne çıkarak etkin olduğu, yine toplayıcılık sayesinde kadının doğayı daha yakından tanıyarak öğrendiğini ve bunları sistemli kılmaya yöneldiğini belirtmekle yetineceğiz.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere bitki örtüsündeki değişimle o döneme kadar ortaklaşa edinilmiş tecrübeler toplayıcılıkla uğraşan kadın için bir avantaja dönüşür. Erkek sadece avcılık yaparak besin bulurken, kadın topraktan kök, yabanı patates, yabanı tahıl ve buğday taneleri toplayarak beslenme kaynaklarını hem bu biçimde hem de küçük kabuklu hayvanları yiyerek yaşamlarını sürdürmüştür. Neolitik’ e kadar ki evrede insanlar da tıpkı hayvanlar gibi doğada bulduklarını yiyerek tüketiyorken, neolitikle birlikte üreterek tüketmeleri insan toplumunun sıçrama yapmasına neden olur. Bu noktada insanlık tarihi iki döneme ayrılır; yüz binlerce yıl süren yiyecek bularak beslenmek ile sekiz bin yıl önce başlayan tarımcılık ve hayvancılıkla başlayan yiyeceğini üretme dönemidir.

Kadın toprağı eşeleyerek kök, buğday ve arpa tanelerini toplarken farkında olmadan toprağı işlemiştir. İşlenen toprağa düşen buğday tanelerinin yeniden filizlenmesi ve her toplamadan sonar bunun tekrarlanması nedeniyle bu bölgelerde kalmalarına neden olur. Topraktan beslenen kadın, bu sürede topraktan faydalanmanın yollarına da yönelmiştir. Bir tohumdan çok sayıda tane toplamayı öğrenince bu işlemi süreklileştirir. Tesadüfen öğrenilen bu işlem yabanı tohumun evcilleştirilmesi sayesinde başarılmıştır. Evcilleştirme insanlık tarihinin temel öğesidir. Evcilleştirmeyi yaşam kültürüne dönüştüren kadın, yabanı buğdayı evcilleştirirken kendisinin de bu evrimsel sürece verdiği emekle değişerek geliştiğinin farkında değildi. Evcilleştirme ve emek Kürtçe’ de “ked“ kelime kökünden gelir; ked emek, “kedikırın” evcilleştirmektir. Dolayısıyla emekle evcilleştirme birbirinden ayrılmazdır. Emekle bir şeyin dönüşümünü sağlamak kadının doğurganlığıyla bağlantılıdır. Kendi çocuğu ağlarken susturan, acıkınca doyuran kadın, kendi dışında bir insan, bir bitkiye, bir hayvana nasıl yaklaşması gerektiğini de öğrenmiştir. Bu öğrenme biçimi kadının evcilleştirici özelliğini geliştirmiştir. Kadın uğraşarak ürettiği, bağ kurduğu şeyle paralel değişime uğramıştır. Tohumun evcilleştirilmesiyle birlikte toplanmış olan tohumun tanelerinin bir kısmı ayrı tutularak, doğru zamanda ekilmesi, büyümesinin beklenmesi, toplama zamanı bilerek toplanması ve bunların yiyecek haline getirilmesi, bir kısmının depolanarak denetimli tüketilmesi için de gerekli araçların bulunmasını gerektiriyordu. Her yeni buluş bir başka buluşa ihtiyaçlı kılıyordu. Bu süreklilik kadının üretim ve yeni buluşlar sürecini de hızlandırmıştır.

Tarımda uzmanlaşan kadın, erkek tarafından bilinmez güçlerin, kendisinden bambaşka olan yaratma gücünün simgesi olur. Erkek için kadının doğurganlığı zaten bir gizdi ve erkek ile kadın arasındaki temel ve aynı zamanda yapısal farktı. Avcı erkek öldürdüğü avdan kan aktığını gördüğünde avın öldüğüne kanaat getirirken, kadının biyolojik özelliklerini bilmediğinden aylık döngüsel kanamasına tanık olduğunda işler karışıyordu! Erkek yaralanıp kanamadan dolayı ölürken, kadın olmuyordu. Bu gerçeklik muhtemelen kadının ölümle bağının bambaşka olduğu düşüncesini yaratmıştır. Yine kadın, hem çocuk doğuruyor hem de kendi sütüyle besleyebiliyordu. Kadının üreme organının ve memelerinin neolitik toplumda kutsallığın simgesi olarak görülüp küçük heykelciklerin yapılması ve avlanmadan önce büyülerde bunların kullanılması kadının doğurganlığıyla alakalıydı.

Üretme gücüne yeni erişimi olan insan için üreten her şey değerliydi, kutsaldı. Toplumun odaklandığı üretmek ve üremekti. Bu iki faaliyetin yapıcısı- yaratanı da kadındı. Kadın basamak basamak ana tanrıça mertebesine bu biçimde yükseliyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kadının yaratma gücüne dair şöyle bir tespitte bulunmuştur: “Doğal toplumda oluşan gücün kutsallığı kendini daha açık büyücülükte gösterir. Mevcut bilinç düzeyi ancak büyücülük biçiminde pratikleşebilir. Sürekli doğayı gözetleyen, onda yaşam bulan, doğumu tanıyan kadın bu toplum tarzının bilgesidir. Büyücülerin daha çok kadın olması bu gerçeğin ifadesidir. Doğal toplumda yaşam pratiği gereği en iyi bilen kadındır. Bu dönemden kalma tüm yontularda kadının işi görülmektedir. Çocuk doğurması, bakımı onu en iyi toplayıcı ve besleyici konumuna zorlamıştır.”

Doğal toplumda zihniyet gelişimine, duygusal zekânın yanı sıra analitik zekânın da gelişimine yol açan pek çok etken vardır; ancak doğanın kendi içindeki seyrini izleyen kadın, toprakla ilgili olması nedeniyle yaşam döngüsünü daha hızlı kavramıştır. Tek bir tanecik tohumunun ekildiği yerden çok fazla tanenin bir başakta filizlendiğini, olgunlaştığını gören kadın toprağın bağrında hiçbir şeyin yok olmadığını görmüş ve bu inanış gelişmiştir. Toprakta yeşeren binbir çeşit çiçeğin tanığıydı, yaratma eyleminin hem kadında hem de doğanın seyrinde bu denli yoğunken, ölüm olgusuna farklı bakmaları normaldi. Doğal toplumda ölenin mezarına, yaşarken neye gereksinim duymuşsa öldükten sonra da hayatına devam edecekti. Oradaki hayatta kullanılmak üzere eşyalar, yiyecek bırakılırdı. Sonsuz yok olma fikri yoktu. Öldürülen bir hayvanın gücünün nasıl ki öldürene geçtiğine inanılmışsa, iyi ve kızgın ruhun da olduğuna inanılırdı ve bu ruhlar bir insanda belirebilirdi. Reenkarnasyon inancının da zihniyetteki ilk nüvelerinin bu biçimde oluştuğu olasıdır.

Neolitik toplum ekonomisinin özelliği kendine yetebilmesidir. Toplum bu noktaya eriştiğinde insanlık cennetini yaratarak yaşamaya başlamıştı. Tarımcılığın yapılmasının yanı sıra, yabani hayvanları evcilleştirmiş olan kadın sayesinde uzun ve meşakkatli avcılık kovalamacası da zorunlu olmaktan çıkmıştı. Üstelik hayvan besleyerek küçük sürüler oluşturmaları sayesinde çok yönlü ve capcanlı bir üretime sahip olmuşlardı. Bu düzeye erişimin sandığımız kadar kolay olmadığını bilmek gerekir; doğal oluşumların yanı sıra ahlakın insanın yeni kadının bilinçli müdahaleleri sonucunda oluşmasıyla neolitik devrim gerçekleşmiştir.

Yiyecek tabusu, cinsellik tabusu gibi kadın tarafından oluşturulmuştur. Her iki tabu da toplumsallaşma ile bağlantılı bilinç oluşumunun davranışsal ifadesidir. Yiyecek tabusu yamyamlığı da içerir. Pek çok araştırmadan sonra yazılan belgelerde kadın ve erkeğin beslenme alışkanlığı, avcılık ve toplayıcılık ayrışmasına dayandırılır. ‘’Kadın et yemez, erkek sebze yemez‘’ keskinliği, ürettiğiyle beslenme zorunluluğuna dönüşmüş gibi yorumlanmaktadır. Bu bilginin genel kabulüne elbette ki itirazımız olamaz; ancak analık içgüdüsünün yamyamlığa karşı bir tepki oluşturmuş olabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir. Yavrusunu koruma içgüdüsü, yamyamlık tabusunu oluşturmuş olabilir. Açlık içgüdüsünü yok saymadan, hem yamyamlık tabusunu oluşturmuş hem de bilinç oluşumu güdülere hükmedici noktaya eriştiğinde yasa koyuculukla bunun değiştiğini bilmek gerekir. Analık içgüdüsünün basit bir tepkisinin yamyamlık tabusunu oluşturmaya yetmeyeceğini tahmin etmek zor değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kadının yapıp ettiklerinin onu kutsallaştırdığından ve bir otoriteye dönüştüğünden dolayı yiyecek tabusu toplumsal bir kural- ahlaka dönüşür. Erkek avlandığı hayvandan öğrenmişti; ancak kadın sayesinde öğreten değişmişti. Kadından öğrenmeye başladığında beslenme, yaşama alışkanlıkları da değişiyordu. Kadın topluma ait çocukları kolektif olarak besliyor, büyütüyor, eğitiyordu. Erkek çocukların belli bir yaşa kadar kadınlarla yaşamaları bu öğrenmenin ilk adımı oluyordu. Toplumda yeni değerler gelişiyordu ve erkek de buna uymak zorundaydı. ‘’Neolitik toplumun ideolojik kültürü analık hukuku, toplumsal dayanışma, çıkarsız ve salt toplum amaçlı sevgi, saygı, iyilik düşüncesi; yani ahlak, karşılıksız yardımlaşma, gerçek değer üretenlere ve toplumu yaşatanlara saygı, kutsallık ve tanrısallık kavramlarının saptırılmamış özüne bağlılık, komşuya saygı, eşitliğe ve özgür yaşama özlem gibi ölümsüz değerler bu toplumun temel varlık nedenleridir. ‘’ (Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan)

Evcilleştirme ve evcilleşme, barınma alışkanlığını da değiştirmiştir. Mağaralarda yaşarken zamanla ürün elde ettikleri yerlerde barınaklar oluşturmaya başladılar. İlk barınaklar hayvan derisinden ve sonrasında kerpiç kullanarak topluluk evleri yapılmıştır. Evcilleştirilen hayvanlar için çitle örülü alanlar, tarımda kullanılmak üzere yapılan üretim evleri, sebze yetiştirmek için bostanlar, mısır, arpa, buğday tarlaları, hayvanlardan elde dilen besin ürünlerinin yapımı için eşyalar, yemek vb. yapmak için çömlek evleri, ip eğirme atölyesi, elbise vb. yapmak için deri işleme evleri gibi daha pek çok üretim ve yaşam alanlarının bütününden köyler inşa edilir. Yaşam niteliğinin yükselmesi nedeniyle insan ömrü yirmi beş yıldan kır beşe yükseldiği için de nüfus artışı olur. Köyler, tarım ve kısmen hayvancılık yapılarak kendine yeter topluluklar biçiminde artar. Üretim ihtiyaca göre yapılmaktadır. Artı değere dönüşecek kadar ürün yoktur ve buna ihtiyaç da duyulmaz. Her köy kendine yeter düzeyde üretim kapasitesine sahiptir. Bir köyde olup başka bir köyde olmayan bir şey neredeyse yoktur. Kadının öncülük ettiği neolitik toplum ekonomisi komünal bir sistemdi. Analık tek bir çocuğa karşı oluşmuş bir ilişki olmayıp bütün çocuklara  karşı duyulan ortak kadınlık duygusu ve sorumluluğuydu. Her kadın anaydı. Kendine ait kılıcı, mülkleştirici özellik taşımazdı. Neolitik toplum ekonomisinde düzenleyici olan, kadınının kolektif gücüydü. Tüm kadınları kolektif gücünün ifadesi olarak komünaliteye dayalı bir ekonomi ahlak sistemini yaratmasından daha doğal bir şey olamazdı.

Kadın sadece ekonomi alanında değil; yaşamın her alanında tüm ilklerin yaratıcıydı. Şifacı- hekim ve büyücü kadın bitkileri ilaç olarak kullanma becerisine sahipti. Hangi bitkinini nasıl bir yöntem kullanılarak hangi hastalığı iyileştireceğini bilmeleri çok uzun deneyimlerin sonucunda oluşmuştu. Her bir kadının tecrübelerini ayrı ayrı paylaşmalarıyla ortaya ortak bir sonuç çıkıyordu. Bu sonuç topluluğun yararına dönük kullanılıyordu. Topluluktaki bir bireyin hastalığını, yaralı bir hayvanı iyileştirmeye dönük bu yaklaşım bir üstünlük, ayrıcalık oluşturmuyordu. Asıl olan toplumun ihtiyacını karşılamaktı. Gönüllü, paylaşımcı bir ahlakın doğal sonucuydu. Uygarlık toplumunun gelişimiyle beraber özel mülkiyete dayalı ekonominin gelişmesiyle birlikte biriktirilen iyilik, ödünsüz vermek değil; bireysel kazanç ve mülkiyete dayalıydı. İnsanın tecrübesini satacak düzeye gelmesine kadar hekim kadınlar yaratıcısı oldukları komünal ekonomi ahlakınca yeteneklerinin satıcısı olmamışlardır. Yaratılmış olan bir ilaç, çanak, araç ya da süs eşyası ne olursa olsun bunlar insanların kolektif hafızalarının üretimleriydi; dolayısıyla toplumun kendisine aitti; tek bir kadına ait olmadığı gibi bir kazanç sağlama zihniyeti de yoktu çünkü neolitik ekonomi ahlakında. Tüccarlık yoktu, tüccarlığı oluşturacak zihniyete sahip değillerdi. Bu nedenle insan yarattığı ya da kendi bilgisini satmaya başladığı ilk an, neolitik zihniyetin bozulmaya başladığı andır. İnanna’ dan Me’ leri çalan Enki’ nin hikâyesi, bu bozulmanın mitolojik anlatımıdır. Enki kadının özdeğer ve yaratımları ola 104 Me’ yi tanrıçadan çalarak yaratılan devşirme tanrılara dağıtmayı ve her bir icatın tanrısını yaratmayı planlamıştır. Bu hikâye erkek öncülüğünde gelişen uygarlık tarihinin hileci, gaspçı ve emek hırsızlığının en yalın ifadesi olarak yorumlanmalıdır.

Neolitik toplum ekonomisinde tarımdan elde edilen ürün fazlalığına buldukları formül, artı ürünün gelişimini engelleyen doğal bir yöntemdi. Ürün fazlalıklarını şenlikler, bayramlar düzenleyerek kullanmışlardır. Bir başka yöntem de armağan kültürüdür; armağan verilmek üzere üretilmez, üretilmiş olan fazlalık armağan verilerek kullanılmıştır. Neolitik ekonomide nesnelerin değerini belirleyen kullanım değeriydi; ihtiyacı karşılaması onun değerini ifade ederdi. Kapitalist ekonomi sisteminde nesnenin değerini belirleyen değişim değeri, neolitik toplumun yaratımı değildir.

Kar odaklı tüm sistemlerin mevcut durumdaki son sistemi olan kapitalist ekonomi mantığına göre insan, doğa, eşya, düşünce, duygu vs. her şey alınıp satılan nesnelerdir, her şeyin bir fiyatı vardır! İnsan emeğine yabancılaştırılmıştır, üreten ile kullanan aynı kişiler olmaktan çıkmıştır. Neolitik ekonomi sistemine yön veren ise topluluğun kendisiydi. Yine bu topluluğun animizm inancından dolayı duydukları, dokundukları, gördükleri, hissettikleri her şey canlı bir organizmaydı; kendilerine özgü dilleri, sesleri vardı, dolayısıyla tüm bunlarla telepati yoluyla bağ kurulurdu. Böylesine canlı bir toplumda bir nesne basit bir şey olamazdı. Üretilmiş, olmuş olan her şey bir ihtiyacı karşılıyordu, bir dili olduğu gibi istenci de vardı; o dilden anlamak o istenci yerine getirmek gerekirdi. İnek sütünün içilmesini isterdi, çömlek içinde yemek pişirilme istencini taşırdı; o halde istenç yerine getirilmeliydi.

Neolitik ekonomi ahlakı gaspa, emek hırsızlığına tamamen kapalıydı, teknik olarak da bunun olanağı yoktu. Kadınlar üretici güç olarak el emeğiyle iş yapmışlardır. El sanatı denilen iş kültürü insanın ilk iş yapma metodunu anlatır, tüm bu işler ev üretimdir. Bilindiği üzere neolitik köylerde evler topluluğa aitti, üretim buralarda yapılırdı. Çömlekçilik tek bir kadının yapacağı basit işlemli bir üretim değildi. Köyün bütün kadınları birlikte çalışır üretirlerdi. Ortaklaşamaya, dayanışmaya dayalıydı; ancak her işin yapılacak eşyanın özelliklerine göre çalışma kuralları belirlenirdi. Örneğin; çömlek yapılırken sessiz olmak gerekirdi; çömleğin fırınlama aşamasında ısı derecesi önemliydi, fazla olduğunda çömlek çatlardı, bu sese odaklıydılar. Pişen çömleğin kıvamını anlamak için de küçük bir sopayla çömleğe vurulur, çıkan sesin tonu bunu anlamalarını sağlardı.

Komünal yaşam kültürü ortak bir anlatım ve adlandırmayı gerektiriyordu. Dilin gelişimi bu nedenle üretim niteliğine, kullanılan araçlara göre şekillenir. Kadınlar üretim faaliyetlerini artırdıkça dilin gelişimi de hızlanmış, kelimeler çoğalmıştır. Kelimelerin dişil ve eril özelliklerinde yola çıkılarak bir toplumun üretim niteliği de pekâlâ anlaşılmaktadır. Adlandırma onu icat eden tarafından belirlenmiştir.

Neolitik toplumda ilişkiler cinsiyetçi değildir, cinsiyetçi bir kültür oluşmamıştır. Cinse dayalı avcı ve toplayıcı ayrışması kendiliğinden oluşmuş; oluşturulmamıştır. Bu doğal ayrım cinsiyetçiliği barındırmaz; çünkü bir cinsin öteki cin üzerinde tahakküm kurmasına dayalı bir şekillenme değildir. Kadınlar başat güç olmalarına rağmen sömürmeyi, boyun eğdirtmeyi geliştirmemişlerdir. Önceki bölümde de vurguladığımız gibi kadın, her şeyin yaratanı, anası olarak kutsal görülür, kadının otoritesi bu nedenle zoru içermez. Kendine yeten ekonomi politiğin dengesi insanın insan karşısında, başka bir topluluk karşısındaki güç dengesine dayalı değildir. Doğanın, doğal afetler karşısında kendi varlığını sürdürmeye dayalı bir dengenin oluşumudur. Topluluğun her üyesi özgürdür, çünkü bağımlı kılan bir sistemleri olmamıştır. Özel mülkiyete dayalı olmadığından yapılan her şey topluluk için yapılırdı. Kendi varlığını sürdürmesi için topluluğun var kalabilmesi gerekirdi. Bu diyalektik doğal bir zihniyet yaratmıştır. Hiçbir üye topluluğu aşacak, onun üzerinde güç oluşturacak bir arayışa yönelmiyordu. Birey toplum, toplum doğa arasındaki simbiyotik ilişki toplumsal ahlakın ifadesi olarak bütün ilişkilerin yönünü de belirlemiş oluyordu.

Neolitik kültür, insan toplumunun ilk kök hücresi olarak oluşurken, her şeyin ilk yaratıcısı olan kadın ilk çiftçi, ilk çoban, ilk doktor, ilk mimar, ilk öğretmen, ilk kimyacı, ilk sanatçı, ilk fizikçi olarak öncülük yapmıştır. Kadın toplum faydasına icatlar yaparken, bunların yapıldığı mekânları da oluşturmuştur. Ancak bu bilim ve üretim merkezleri toplumun yaşam alanından bağımsız olmayıp ev kültürü biçiminde sürdürülmekteydi. Bu nedenle neolitik ekonomi ev ekonomisi olarak tanımlanır. Uygarlıksal gelişimle paralel gelişen özel mülkiyetçi zihniyet, yaşam ve üretim alanlarını da özel mülkiyetle yapılandırırken, komünaliteyi reddederek kendi sistemini inşa etmiştir. Toplumsal ayrışmanın son biçimi olan aile birimi, tam toplumun değil sadece bir erkeğin küçük krallığını oluşturduğu özel mülkiyet alanıdır. Aile yaşamı üretim ilişkilerinin dışında tutulur. Her üretim yeri tüm topluma ait olmayıp kişilere ait hale getirilmiştir. Toplumsal parçalanmayı ifade eden bu şekillenme giderek toplumdaki her bireyin sınıflandırılarak toplumsallığı ifade eden her şeyin dışına itilmesine kadar varır. Neolitik toplum ekonomisinin farkını ve niteliğini belirleyen ise, ortak yaşama dayalı komünalitedir. Komünalite iş ve yaşam ayrışması biçiminde bir oluşum değildir, dolayısıyla insan yaptığı her şeyle her anda yaşamını sürdürmüştür. Politik alan ile sosyal alan, ekonomi alanıyla politik alan ayrışması yoktur. Komünal yaşam kültürü yaşamı anlatan bütünlüğün birlikte yapılarak sürdürülmesini ifade eder. Dolayısıyla bireyi farklı fonksiyonlara ayırarak parçalayan özel mülkiyetçi sistemden temel farkı da budur.

Son olarak; ev ekonomisi denilen ev işi, kadını insanlık tarihinin özkültürünün oluşmasında öncü, kutsal, tanrıça kılmışken; uygarlıksal sistemin gelişmesiyle ev işi kadının değersizleştirildiği bir alana dönüştürülmüştür. Yerli bir kabile adamı, erkek ile kadın işlerini çok basit bir ifadeyle şöyle anlatmıştır: ‘’ Erkeğin işi sadece avcılık ve savaşmaktır, geriye kalan bütün ev işleri kadına aittir. ‘’ Ev, yaşamı sürekli kılan alan olarak kadına aitti. Ev yapmak yaşamı içeren her şeyi yaratmaktı. Evde yapılan faaliyetlerin adları okul, fabrika, laboratuvar, meclis vs. oldu. Oysaki neolitikte tüm bunlar evle tanımlanırdı. Kadının evle özdeşliğinin asıl nedeni budur. Uygarlığın yarattığı ev ve ekonomi kadının aleyhine çevrilerek kadını özgür, öncü, yaratıcı, kutsal kılan bu alan; kadının hapsedildiği, köleleştirildiği alana dönüştürülmüştür. Kadına dair her şey değersizleştirilmiştir ve bu değersizleştirme kadının kendi elleriyle, aklıyla yarattığı yerde yapılmıştır. Erkek aklının tornistanlığının en bildik hikâyesi olan Enki‘nin İnanna’ dan çaldığı 104 Me’ nin hazin sonucudur. Me’ lerin olduğu sandık kadının yarattığı icatlar ve adlarıydı, insanlığın doğal toplum hafızasıydı. Çalınan kadının hafızası bulunmadan insanlık belleksizliğiyle bütün sömürü çeşitlerine maruz kalmaya devam edecektir.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.