Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Neden Devrimdir?

Zeynel Günaydın

Ortadoğu’nun tüm toplumsal sorunların kaynağı olan iktidarcı devletçi zihniyetle, mevcut olandan farklı bir sonuç ortaya çıkmayacağı açıktır. Kendini iktidarcı devletçi paradigmanın sınırlarından koparamayan, sorunların çözümünü iktidar olmakta arayan bir yaklaşımla ne dış müdahalelerin ne de bu müdahalelere karşı koyanların kalıcı çözümler üretmesi mümkün değildir. Bu yüzden her iki yaklaşım da, şu an yaşanan sorunları farklı tonlarda devam ettirmeyi esas almaktadır. Çünkü sorun üreten bir zihniyetle aynı sorunlara çözümler üretmek mümkün değildir. O halde çözüm nerededir?

Çözüm, toplumun komünal ve demokratik özüne uygun olan bir yaşamı devlet dışı kalarak kendi kendine örgütlemesidir. Bunun için de ‘Ne kadar az toplum o kadar çok devlet’ formülü, yerini ‘ne kadar az devlet o kadar çok toplum’ formülüne bırakmak zorundadır. Çözüm bunda yatmaktadır. Çünkü halklar sorun yaratmaz, halklar birlikte yaşar, birbirini tamamlar. Halkların gerçek yaşamı, özgürlük bilincine göre yaşamak anlamına gelen ahlaklı yaşamdır.

Nasıl ki devlet sadece bir siyasi kurum değil ve aynı zamanda kendisini zihniyette, yaşamda kurumlaştırmışsa, Ortadoğu’da halkların sorunlarına çözüm üretmek de sadece yeni siyasi modellerle olmaz. Siyasal modellerin gerçekleştirici gücü de zihniyettir. Bu nedenle ardında iktidarcı-devletçi paradigmadan kopmuş, güçlü bir zihniyet örgüsü olmayan bir siyasi modelin herhangi bir toplumsal sorunu çözmesi mümkün değildir. Sorun, siyasal modelin despotik olup olmamasıyla da izah edilemeyecek kadar kapsamlı ve derindir. Ortadoğu’ya gerekli olan, iktidarı hedeflemeyen siyasi kalkışmanın yanında, yaşamda yeni değerleri, özü komün yaşamı olan ahlakı, özgürlük bilincini esas almadır. Sorunların aşılması, yeni yaşam değerleri yaratmak suretiyle yeni bir insan ve toplum inşasıyla mümkün olur.

Ortadoğu’nun tüm toplumları, halkları sorunludur. Sorun’dan kasıt, sadece kangrenleşmiş İsrail-Filistin, Kürt-Türk, Kürt-Arap, Kürt-Fars sorunu değildir. Bunun yanında her toplumun kendi içinde yaşadığı toplumsal sorunlar vardır. Bu iç sorunların varlığı, toplumların demokratik bir yaşam ve örgütlenme biçimine kavuşmamış olmaları, onları etraftaki halklarla da çelişir, çatışır halde tutmaktadır.

Ortadoğu toplumlarının sorunları, iktidar-devlet olamadıklarından değil, bu toplumların iktidarcıdevletçi bir zihniyet tarafından maniple edilmiş olmalarından kaynaklanıyor. Halkın yaşamına, aile ilişkilerine, cinslerin konumlanmasına, çevre halklarla ilişkilenme tarzına kadar egemenlerce şekil verilmiştir. Milliyetçilik, mezhepçilik aldatmalarıyla halk, egemenlerin gerçek niyetlerinden, bolluk içindeki yaşamının halk aleyhindeki kaynağına dair bihaber kılınmaktadır. Bunu Kürt toplumu da dâhil tüm Ortadoğu toplumlarında farklı tonlarda da olsa görmekteyiz. Sorun iktidarcılığı deşifre edemeyen, ondan kopamayan, ona koşan ve halkların en büyük düşmanı olan iktidarcılık tarafından belirlenen, demokratik olmayan yaşam tarzıdır ve onun doğal sonucu olarak gelişen demokratik olmayan siyasettir. Halkın demokratik örgütlenmesinin devlete mahkûm olmaksızın halk tarafından gerçekleştirilememesidir. Tüm bu ortak yönlere rağmen Ortadoğu’da çözüme en yakın olan halk, toplumdaki demokratizasyonunu önemli oranda sağlamış, irade kazanmış, gün geçtikçe devlete alternatif halk örgütlenmesini kuran Kürt halkıdır.

Kürt halkı iktidara ve devlete koşmanın, onu hedeflemenin hatta devlet kurmanın, halkların sorunlarını çözmek bir yana tüm sorunların kaynağı olduğunu tarihten ve güncelden pek çok örnekle öğrenerek kendisini bundan kurtarmıştır. İktidarcılık, devletçilik halklara ait değildir. Çünkü halklar sömürgeci, gaspçı değildir. Halkların eğilimi her zaman barış içinde bir arada yaşamak olmuştur. Kaldı ki genel olarak devletlerin ya da özel olarak ulus-devlet tipinin, egemenlerin çıkarlarını örtbas etmek için halklarını uyutmada kullandıkları bir form olduğu da bilinmektedir. Zira devletin bulaştığı her toplum, kendi içinde yığınca toplumsal sorunu yaşamaktadır.

Kürt halkı bugün örgütlenmemiş tek bir birey kalmayacak kadar toplumdaki herkesin örgütlenmesini, yaşamını ilgilendiren konularda söz sahibi olmak, dahası belirleyen olmak için çalışmaktadır. Birkaç yılda bir yapılan ve demokrasi oyunu anlamına gelen seçimlerle seçilen temsilcilerin, halkı temsil edemeyeceğini bilerek kendi demokrasilerini kendileri kurmaktadır. Her yönlü bir yaşam ortaklığı ve idari sistem anlamına gelen komünlerden tutalım, tüm kararları kendisinin aldığı meclislere kadar devlet dışı halk örgütlülüğünü kurmaktadır. Devletin sınırları içinde ama onun sisteminin dışında bir sistem oluşturarak demokratik modernite kuramını bedenleştirmekte ve görünür kılmaktadır. Gerektiği kadar sivil toplum örgütünü kurmakta, dayanışma yerleri oluşturmakta, sorumlu yurttaş yaratarak onların yaşama katılımlarını, komün-meclislerle gerçekleştirmektedir. Tüm kurumları inisiyatifli kılarken, tümünü de birbiri karşısında sorumlu ve birbirini bütünlemesi, tamamlaması gereken birimler olarak ele almaktadır. Halkın bu kendini idare ediş biçimine Demokratik Konfederalizm demektedir. ‘Demokratik’ sistemin özünü, değerini, niteliğini oluştururken, ‘konfederal’ bütünü oluşturan birimlerin birbiriyle ilişki diyalektiğini kurmaktadır.

Kürtlerin hem kendileri hem de tüm toplumlar için sorunlardan kurtulmanın formülü ve özü komünal olan yaşamın kurulması için esas aldıkları, bu toplumsal örgütlülüğü gerçeğe en yakın şekilde gerçekleştirdikleri yer Rojava’dır…

-Bu devrimi gerçekleştiren zihniyet, özgür bireyyurttaş ve demokratik komün yaşamına dayanır.

Birey ve toplumu hiyerarşik devletçi sistemin yaptığı gibi, birbirine karşıt iki olgu olarak ele almamaktadır. Birey ve toplumu ana-çocuk denklemi çerçevesinde ele alarak, bunların bir bütün olduğunu özgürlüğün birlikte gerçekleştiğini değerlendirmektedir. Yaşamın hakikatinin de kom-komün kültürü olduğunu belirlemektedir. Atomlardan insana, topluma ve evrene kadar tüm oluşların kom-komün temelinde gerçekleştiğini bilerek, yaşanması gereken yaşamı, komünal demokratik yaşam olarak bellemektedir. Dayanışmayı, birlikte oluşumu, bir ve bütün olmayı, var oluşun özü olarak görerek yaşamı parçalamadan onu bir organizma gibi değerlendirmektedir. Özgür yaşamın varoluşun özüne uygun gerçekleşmesi halinde mümkün olacağını bilerek, yaşamı tüm alanlarında devlet dışı bir şekilde örgütleyerek inşa etmeye çalışmaktadır.

-İnsanlara her zaman bir çoban gerektiği yönündeki egemenlerce uydurulan yalanın yerine, tüm insanların varoluşsal olarak evrenin en yetkin bir gerçekleşmesi olduğunu belirtmektedir. İnsanların milyonlarca yıl kendi kendini yönettiğini, özyönetimin her oluşta var olduğunu, insanda da gerçek yaşamın ancak özyönetimle gerçekleşeceğini bilmektedir. Bu nedenle de egemenler tarafından toplumun ve bireyin yönetilmesini, insanın sürüleştirilmesi ve özünden uzaklaştırılması olarak değerlendirerek, kendini yöneten, kendi yaşamını kendisi örgütleyen insan toplum gerçekliğini inşa etmeyi esas almaktadır. Günümüz itibariyle bunun adına da demokratik özerklik demektedir. Oluşun varoluşsal olarak özerk, farklı olduğunu belirterek, özerkliği kendi olmayı mümkün kılacak yegâne yol olarak değerlendirmektedir. Böylelikle de özerkliği, demokratik özerkliği felsefi bir temele oturtmaktadır. Bu özerkliği de üzerinde yaşanılan toprakların sınırlarını çizen devletlerin yaklaşımlarına bağlı olmaksızın gerçekleştirmektedir. Devletlerin, toplumun farklılıklarını, ifade özgürlüğünü tanıması halinde demokratik özerkliği devletle olan siyasi ilişkiler bağlamında gerçekleştirmeyi öngörürken, devletlerin toplumun haklarını tanımaması halinde de –tıpkı şu an gerçekleştiği gibi bizzat kendisi bunu gerçekleştirmektedir. Böylelikle de ne pahasına olursa kendilik – xwebûn çerçevesinde demokratik özerkliği inşa etmeyi, ayakta tutmayı, bunu tüm insanlığa göstermeyi esas almaktadır.

-Adorno’nun ‘yanlış hayat doğru yaşanmaz’ özdeyişinde olduğu gibi, işe yaşamı doğru kurmakla başlar. Zihniyetin temel yaratıcı özelliğinden hareketle hiyerarşik devletçi sistemin zihni yapılanmasının dışına çıkmayı, oluşun doğasından çıkardığı hakikat rejimini oluşturmayı her şeyin merkezine koyar.

Enerji-madde, anlam-yapı, teori-pratik bütünlüğü gereği, toplumun ve insanın doğasına uygun olarak hakikat rejiminden çıkan bütünlüklü yaşamı inşa etmeyi, insanca yaşamın esası olarak görür. Bu nedenle de hiyerarşik devletçi sistemden ve onun günceldeki versiyonu olan kapitalist modernitenin anlamsallık ve yapısallıklarından arınmayı, kopmayı yeniden insanlaşma ve toplumlaşma için olmazsa olmaz kabilinde görür. Kapitalist modernitenin insana ve topluma içerdiğini zehir olarak görerek, bunun kusulmasını, ondan kaçılmasını, sadece bununla da yetinmeyerek bunun alternatifini oluşturmayı yaşamın kendisi olarak beller. Bu yönüyle de yaşam dediği şey, yeni bir toplumsallaşma ve insanlaşma olmaktadır. Bu yaşamda eğitimin – tıpkı şimdi yapılmaya çalışıldığı gibi devletçi-egemenlikçi sistemden alınarak, toplumun kendisinin bizzat üstlenerek yürüttüğü bir iş haline getirilmesi, geleceği de garantileyecek en kutsal çalışma olarak bellenmesi vardır. Sıfat ve etnisitesine bakılmaksızın eğitimin iktidarcı-devletç i sistemden alınması, kendi olmak –xwebûn için olmazsa olmaz kabilindedir. Yine düşüncenin öneminin bilincinde olarak, sistemin düşün ve zihniyet dünyasını ele geçirerek hasta ettiği insanın özüne uygun bir düşünce yapılanmasıyla fiziki hastalıklarından bile önemli ölçüde sıyrılabileceğini bilerek, tıp alanında da alternatif bir oluşumu gerçekleştirmeyi de son derece gerekli görmektedir. İnsan sağlığı üzerinden ticaret ve rant devşirmenin yapıldığı günümüz dünyasında yaşam felsefesindeki ve insan yaklaşımındaki düzeltmeyle birlikte gerekli yapısallıklara giderek sistem dışı bir oluşuma gidilmeye çalışılmaktadır.

-Bu sistemde ‘ev yasası’ anlamına gelen, ekonominin egemenlerin elinden çıkarılması, onlara bağımlı olmaktan çıkılması yine olmazsa olmaz kabilindedir. On bin yıl öncesinde insanlığı doyurmuş olan bu topraklar başta olmak üzere her yerde beslenme işi olarak de ele alınabilecek olan ekonominin topluma devrine ihtiyaç vardır. Kârcılık olarak da tanımlanabilecek olan sistemin ekonomi anlayışını aşarak, topluluk ekonomisinin geliştirilmesini esas alır.

Kapitalizmin sarıp sarmaladığı günümüz dünyasında zorluklarına rağmen, Rojava’da da yapılmaya çalışılan bu olmaktadır. “Çalışmak özgürlüktür.” felsefesiyle, ekonomi üzerinde toplumun denetimini yeniden kurmak için ekonomik özerkliği, ulus-devletle demokratik ulus arasında varılacak asgari uzlaşma olarak görür. Demokrasinin ekonomiye yansıyış biçimi olan ekolojik endüstriyi, kâr amaçlı olmayan ve toplumsal dayanışmaya hizmet eden toplumsal pazar ve komün ekonomisini geliştirmeyi, ekonomik sorunları aşmanın çaresi olarak gören, devrim zihniyeti tüm boğma, etkisizleştirme çabalarına rağmen bunu pratikleştirmeye çalışmaktadır.

İktidarcı-devletçi sistemden kalma ve olası yeni sorunların çözümünde bu zihniyet ve buna uygun yapılanma hukuku esas almaz. Hukukun ömrünü devletçi sistemle başlatır. Ahlakı hukuktan daha güçlü, eski ve etkili olarak görür. O nedenle de genelleşmiş ve derinleşmiş kölelik olarak tanımladığı kapitalist modernite dönemine kadar olduğu gibi toplumda ortaya çıkan sorunların çözümünde ahlaki değerleri esas alır. Toplumun devlete ihtiyaç duymadan kendi sorunlarını kendisinin uygun yöntemlerle çözmesini en sonuç alıcı ve doğru yöntem olarak görür. Devletin hukuk adıyla insanların ve toplumların her şeyine müdahale ettiğini, herkes üzerinde bununla kontrol kurduğunu bilerek, kendi içinde mümkün olduğunca hukuka yer verme yanlısı değildir. Birlikte yaşadığı ulus-devletlerin de demokratik özerkliği esas alan ve bu yönüyle inkâr sisteminden vazgeçtikleri bir anayasa yapmalarının birlikte yaşamın asgari yolu olduğunu düşünür. Devlet+demokrasi formülasyonu çerçevesindeki bir yaşamın ancak böyle mümkün olabileceğini tüm egemen devletlere dayatır, bunun için mücadele eder. Bugün Rojava’da hem Suriye devletine hem de uluslararası güçlere Kürtlerin dayattığı tam da budur. Sınırlara dokunmaksızın, birlikte yaşamın asgari koşulu olarak demokratik özerklik statülerinin tanınması ve bunun anayasal güvenceye alınması olmaktadır. Rejimin buna gelmemesi halinde de bu statüyü bizzat gerçekleştirmeyi özgürce yaşamın tek yolu olarak görmektedir. Şu an yaşanan da olmaktadır.

-Bu statüyü ve öngörülen yaşamı tüm boyutlarıyla birlikte koruyabilmek için de meşru savunma savaşı vermektedir Rojava toplumu. Devrimi doğuran ve yürüten zihniyet meşru savunmayı felsefik temelde ele alarak varoluşun kendi olarak kalması için gerekli bir hak ve görev biçiminde görmektedir. Bunu gerçekleştirmek için bir ordu oluşumundan ziyade toplumun tüm üyeleriyle birlikte kendi kendini savunur, korur hale gelmesini temel koşul sayar. YPG tam da böylesi bir düşünceden çıkmış bir örgütlenmedir.

Sömürmeyi, ele geçirmeyi, zorla her şeyi elde etmeyi öngörmüyor, toplumun değerlerini, yaşamını ve varlığını korumayı amaçlayan bir örgütlenme olmaktadır. Toplumun dışında ve üstünde olmayan, bizzat toplum tarafından oluşturulan bu özelliğinden ötürü de yenilmezdir, etkilidir. Doğru düşünce, doğru pratiğe götürmekte ve içeriden dışarıdan bir seferberlik halinde yapılan saldırılara, büyük yönelimlere, kuşatmalara ve tüm olanaksızlıklara rağmen gün geçtikçe güçlenen yine halk savunma birlikleri olmuştur.

Sahip olduğu demokratik ulusçu zihniyet nedeniyle de kendisini sadece bir etnisite ile sınırlandırmayıp, tüm toplumların ve farklılıkların temel güvencesi haline gelmeyi başarmıştır. İnsanı en büyük güç olarak gören zihniyeti takip ettiğinden ve toplumsallığın insan türünün var oluş koşulu olduğu gerçeğinden hareket ettiğinden ötürüdür ki, devrim kendisini koruyabilmektedir.

Bu devrimi doğuran ve geliştiren zihniyet, zaferi dar anlamda askeri ve siyasi başarılarda görmez. Tarihten ve güncelden çıkardığı dersler temelinde esas olanın mevcut sistemi yıkıp aynı zihniyetle yerine yenisini kurmak olmadığını bilir. Halk devrimlerinden,

20. yüzyılı saran ulusal kurtuluş hareketlerine, oradan da reel sosyalist gerçekleşmeye kadar tüm devrimlerin sistem içileşmelerinin temel nedeni olarak bu devrimlerin bir kültüre dönüşmemesini görür. Toplumun yapısallıklar ve anlamlılıklar bütünü olarak tanımladığı kültür alanındaki zaferi en büyük zafer, yenilgiyi de en büyük yenilgi olarak beller. Kültürü de toplumun doğası olarak tanımlayarak, yine sistemden kopuşu temel çıkış noktası olarak görür. Demokratik komünal kültür olarak kavramsallaştırdığı kültür anlayışının bedeni olarak da buna uygun sanat-edebiyatı görür. Bu nedenle de özü kültürsüzlük, sanatsızlık olan kapitalist modernitenin etkisini alternatifini geliştirerek kırmayı temel devrim işi olarak bellemiş durumdadır. Bu çerçevede Rojava devrimi eğer devrim olarak kalacaksa veya gerçek anlamda bir halk devrimi olacaksa bu ancak kültür, sanat ve edebiyat alanında toplumsal doğaya uygun gerçekleşmeyle mümkün olabilecektir.

-Devrimi doğuran zihniyet demokratik ulus zihniyetidir. Bu zihniyet ulusu devlete ait olmaktan çıkarmanın yanı sıra, onu bir kan bağı oluşumu olarak da görmez. Yani aynı etnisiteden olmayı ulus olabilmek için şart olarak görmez. Ulus anlayışını demokratik ulus olarak tanımlayarak, merkezine demokratik komünal kültür etrafında bir araya gelmiş toplumu koyar. Bu toplumda cinse, dine, ideolojiye, etnisiteye bakmaz. O nedenle de Demokratik Ulus zihniyeti toplumsal doğaya uygun davranan herkesi Demokratik Ulus adı altında tanımlar. O nedenle de Rojava devrimi sadece Kürtlerin değildir. Öncülüğünü Kürtler yapıyor olabilir ama Kürtler bunu milliyetçi bir yaklaşımla gerçekleştirmemektedir. Halk Meclisi, Kürt Yüksek Konseyi, ‘Demokratik Suriye, Özerk Kürdistan’ söylemlerinin tümü, tüm halklara ve farklılıklara hitap eden bir diplomasinin yapılması, toplumun çoklu bir doğasının olduğunu bilen bir zihniyetin ürünüdür. Tüm diplomatik kuşatılmışlığa, tecride, Kürt Kapitalist Modernitesini temsil eden KDP ve onun çizgisindekilerin uğraşlarına karşın gelişen yine de Rojava diplomasisi olmaktadır. Bunda hem her şeye rağmen devrimin ayakta durabiliyor, gelişiyor oluşu hem de yürüttüğü diplomasinin doğruluğu etkilidir. Bu zihniyet Kapitalist Modernist güçlerinin ve onların kabuğu Kürt olan versiyonlarının söyledikleri gibi anti-demokratik değildir, kültürel soykırıma hizmet etmediği, toplumsallığa hizmet ettiği müddetçe herkesin kendisini sonuna kadar gerçekleştirdiği bir yapıdadır. Farklılıkların eşitçe birliğini yaşam felsefesi haline getirmiş bir haldedir.

-Rojava devrimi kendisini bir kadın devrimi kılarak garantiye almakta ve kalıcılaştırmaktadır. Merkezi uygarlık sisteminin yaratıcısı ‘kurnaz ve güçlü erkek’ iken, demokratik uygarlık sisteminin kurucusu da kadındır. Kuşkusuz bu erkeksiz bir sistem değildir, ancak kadının öncülüğünde gerçekleşen bir yaşam kurulumudur. Yaşamın kendisi daha çok dişillik etrafında gerçekleşmektedir. Merkezi uygarlık sisteminin bu kadar acımasız, anormal, şiddet yüklü olmasının özünde kendi doğasından ve kadından uzaklaşmış sapkın erkeğin ruh hali ve pratiği vardır. Merkezi uygarlık sistemi anti-yaşam sistemidir. Bunun doruğunu temsil eden Kapitalist Modernite’nin insanlığa ve her türden oluşa yok edişten başka vereceği bir şeyi yoktur. Bunu günümüzün ekolojik sürdürülemezliğinde en açık biçimde görmek mümkündür.

Erkek egemen kafanın ve pratiğin geldiği nokta, insan da dâhil tüm oluşun ekosistemiyle oynamadır, var kalmayı tehlikeye atmadır. Bunu önlemenin yolu, kadının duygu yüklü zekâsına göre oluşmaktan geçer. Rojava devrimini yapan ve bunu sürdüren zihniyet, özgür-eş yaşamı yaşamın üzerine kurulacağı gerçek temel olarak bellemekle birlikte, tüm devrimlerin en çok da bu konuda egemenlikçi erkek zihniyetinin etkisinde kaldıklarından dolayı başarmadıklarına inanır. O nedenle de kadının kendi özüne dönmesini, kendisiyle yaşamın her alanında buluşmasını, örgütlenmesini, erkeğin de yaşamın merkezi olarak kadını görecek, ona uygun olmayı özgürlük olarak anlayacak ve bunu yaşayacak bir hale gelmesini gerçek devrim olarak görmektedir. Bunu dar anlamda hakkı yenmişin hakkının geri verilmesi biçiminde burjuva ölçülerince yapmamaktadır. Yaşamı yeniden ama bu defa tıpkı toplumsal sorunların görülmediği ilk toplumsallaşma dönemindeki gibi kadının etrafında, öncülüğünde kurmayı en temel kurtuluş yolu olarak görmektedir. Kadının devrimi bu kadar sahiplenmesinin, yetmiş yaşındaki anaların bile silah kuşanarak toplumu savunma işine girişmelerinin nedeni, kadının sisteminin gerçekleşiyor oluşudur. Kadın içinde olmadığı, başkalarına ait bir sistemin nöbetini tutmamakta, ona hizmet etmemektedir. Kendi sistemini bizzat kendisi kurmaktadır, hem de bunu en aktif bir şekilde yapmaktadır. Zaten dikkatlice bakıldığında, benzerlerinden en büyük farkının bu olduğu görülecektir.

-İşte tüm bunları yapan bir zihniyet ve onunla uyum içindeki pratikleşmedir. Bu açık ki yeni bir yaşam kuruluşudur, yeni bir paradigma ve toplumsal sistemdir. Hiyerarşik devletçi sistemin hegemonik olanından tutalım da en cılız olanına kadar bir bütün halinde saldırıya geçmesinin altında yatan temel etken, Rojava devriminin temsil ettiği bu evrensel karakterdir. Bir sistemsel çıkış halinde gerçekleşen Rojava devrimine karşı savaş ve mücadele de sistemik olmaktadır. Kürt Kapitalist Modernitesi de dâhil Kapitalist Modernite’nin topyekün saldırısının altında bu gerçeklik yatmaktadır. Ancak evrende var kalmanın şartı maddenin enerjiye, yapının anlama, bedenin ruha uygun oluşudur. Kapitalist modernite her şeyiyle toplumsal doğaya uygun değildir, toplum bu sistemle daha fazla yaşayamayacaktır. Yaşaması halinde toplumun fiziki yok oluşu da kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle de oluşun dili, evrenin gerçekleşme biçimi, kendisini toplumun doğasına dayandırmış olan Rojava devriminin var kalacağına dair en büyük felsefi alt yapıyı oluşturmaktadır. Yani sistemlerin kurucu gücü olan hakikat rejimi bize Rojava devrimini gerçekleştiren zihniyetin, ona uygun davranılması halinde başaracağını söylemektedir. Rojava devrimi şimdiden yeni bir yaşam ve dünya inşasında insanlık adına Fransız, Rus devrimlerinden daha etkili sonuçlar yaratacağını göstermiştir. Tüm boğma çabalarına karşın bu devrim başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm insanlık için bir yıldız gibi parlamaktadır ve parlayacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.