Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Cinsiyetçilik Bağlamında Estetik ve Güzellik Anlayışı

Fadile Yıldırım

Bir an durup günlük yaşamımız da en fazla kullandığımız kavramları düşünelim. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, mutluluk-mutsuzluk, yücelik-sıradanlık vb. daha da çoğaltabiliriz.

İyi olan nedir, kötü olan nedir? Neyin daha iyi olduğuna ya da güzel olduğuna nasıl karar veriyoruz? Bir davranış sergilerken ya da bir olguyu ele alırken insanla, toplumla, doğayla ve evrenle ne kadar uyumlu olduğunu nasıl anlıyoruz? Yararlı ve zararlı olan nedir? Tam da bunun için etik ve estetik, yaşamımızdaki değerler bütününü ele alır, sorgular ve kanaat getirir. Daha iyi ve doğruyu bulup yol almamızda arayış gücümüzü ortaya koyar. Ahlak felsefesi olarak da ele alınan etik, kendi güzellik arayışını da estetik bilimlerle ifade eder.

Tarih boyunca insan sürekli daha iyiyi, mükemmel olanı, kusursuzluğu, uyumu hem kendinde hem de çevresinde aramıştır. Dünyayı özümsememizde ve ona estetik bir değer biçmemizde temel rol oynayan iyikötü, güzel-çirkin gibi kavramlar etiğin de temel alanını oluşturur. Estetik bir algı oluştururken, etiksel değerlerdeki çelişkiye bakarız, sorgularız ve estetik bir arayışa gireriz. Kendi yaşantımızı temellendirmek ve şekillendirmek için etik ve estetikten yola çıkarak neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar vererek yaşamımızı ideal olan ölçülerde kurmak isteriz. Bize kötü veya çirkin gelen herhangi bir olguyu da etik sorgulamayla yaşamımızın dışında tutmaya çalışırız. İyilik, doğruluk arayışı kadar, güzelliğe de ulaşmak isteriz. Güzel davranmak, güzel konuşmak, güzel yapmak, güzel yasamak isteriz. Sapmaya uğramadığı müddetçe insanın anlam arayışı ya da hakikat algısı bu olgular üzerinden cevap arar.

Güzelliğin aranması olarak tarif edilir estetik. Etikte de iyi ve doğru olan aynı zamanda güzeldir de… Güzel olan ise doğru ve iyi olandır. Estetiğin ya da kendini ifade ettiği alanlardan biri olan sanatın kendi varlık nedenini güzel ve iyi olanla temellendirmesi, reel olanla ideallerimiz arasındaki arayış gücünü ortaya koyar. İdeal olan yücedir ve bu durum çoğu zaman ilahi veya tanrısal olarak ifade edilir. Reel olan ise tüm yetersizliklerine rağmen güzel olana ulaşmak içindir.

Güzel ile yüce arasındaki bağla ilgili düşüncelerimiz; ikisinin de düşlediğimiz dünyada olumlu değerler olusundan ileri gelir. Tersi olan çirkin ve kötü ise yine ayni dünya görüşümüz içinde olumsuz değerler olarak yer bulur. Kafamızda tasarladığımız kötü ayni zaman da çirkindir de. Neden biri kibar bir davranış sergilediğinde, onun güzel bir hareket yaptığını söyleriz de, biri kaba ya da kötü bir şey yaptığında çirkin bir davranış yaptığını; hatta yapan kişinin de gözümüzde çirkin olduğunu algılarız? Bu değerler sistemini oluşturan toplumsal belleğimiz bin yıllara varır ve insanin insan olma mücadelesinin bir sonucu olarak karsımıza çıkar. İnsan analitik ve duygusal aklıyla sınırları her zaman zorlar. Çoğu zaman bilinmezliğin peşine düşerek anlam gücünü zenginleştirmeye çalışır. En güzel olanı kimi zaman tanrıça da, kimi zaman da tanrısal güçte idealize eder. Bazen de Sühreverdinin tanımladığı “insan kendini eksik bir tanrı, tanrıyı da mükemmel bir insan olarak” tasarlar.

İnsan, yüce veya mükemmel olanda sınırsızlığı, ulaşmak istediği ideali, ütopyayı, olağanüstülüğü, tüm canlıların toplam bir güç ifadesi olarak somutlaştırırken, insan da ise iyilik ve kötülüğü, güzelliği ve çirkinliği kendi yasam algısından yola çıkarak ifade eder.

Peki, insan dışında diğer canlılarda böyle bir algı veya arayış var mıdır?

İnsan dışında diğer canlılara baktığımızda doğanın estetik olmak gibi bir amacı veya kaygısı yoktur. Doğaya rağmen ona katacağımız anlamlardan da etkilenmemektedir. Doğa kendi doğal ötesi içinde zaten estetiktir. Örneğin bize “çirkin” gelen herhangi bir canlının gerçektende çirkin olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü güzellik veya çirkinlik kavramları, insan türünün kendi algı düzeyi dâhilinde geliştirdiği kavramlardır. Yine çirkin olarak adlandırdığımız o canlıya belki de biz çirkin geliyoruzdur. Kim bilebilir ki… O canlı bunu ifade etme algısına ya da bizim bildiğimiz anlamda dile sahip değildir. Belki de biz onu anlamıyoruzdur. Dolayısıyla da o canlı biz ona çirkin veya güzel dememize aldırmadan hayat akışına devam etmektedir.

Yine her dönem ve çağa göre bu kavramların anlam değiştirildiğini de görmekteyiz. Mesela insanlık tarihinde en büyük toplumsal devrimlerinden biri olarak nitelendirilen neolitik döneme ait ortaya çıkan kadın heykelciklerinde güzellik ve iyilik olgularının anlamının farklı olduğunu görürüz. İri göğüsleri, geniş kalçaları, şişman bir bedeni olan kadın güzel bir kadındır. Aynı zaman da bereketi, bolluğu, refahı, doğurganlığı, gücü, kudreti simgelediği içinde iyidir. İyi olan aynı zamanda en güzel olandır da… ana tanrıça şahsında kadın, sevilen, sayılan, koruyucu, üretken, merhametli ve aynı zamanda büyülü güçler taşıyan, toplumun doğurucusu olan bir tanrıçadır. O dönem insanının belleğinde böylesine anlamlı değerleri ifade eden kadın çirkin veya kötü olabilir mi? O zaman şu soru karşımıza çıkar: güzellik veya çirkinlik, iyilik ve kötülük, doğruluk veya yanlışlık olarak tabir ettiğimiz etik ve estetik değerler her çağa göre veya moderniteye göre değişir mi?

Devletli uygarlık öncesi insanının, en büyük öğreticisi doğaydı. İnsan güzelin farkına önce doğada vardı. Doğadaki tüm varlıkların bir ruhu olduğuna inandı. Doğada hiçbir şey ruhsuz ve ölü değildi. Ruhlar ya iyidiler ya kötü… bir geyik, orman veya dağ yüce bir ruha sahipken, bataklık kötü ruhu temsil edebiliyordu. Ancak insan doğada algılanan güzelle yetinmedi. Güzelden aldığı hazzı yaşamına taşımak istedi. İnsanın başka insanla, toplumla, doğa ile ilişkilerini güzelde algıladığı uyum yasalarıyla yeniden düzenlemek istedi Ve böylece Sanat’ı yarattı. Doğanın gerçek gücüne duyduğu hayranlık, doğanın yaratıcı gücüne tapınma, doğanın tanrısallaştırılması ve insanın doğa karşısında kendi bilinmezliğiyle karşı karşıya kalan algısı, hakikat arayışıyla kendi değerler sistemini oluşturdu. Topluluk olmak iyiydi, ama topluluktan kopmak kötüydü, ölümdü. Doğaya ve tüm canlılara saygılı olmak iyiydi. İhtiyaç fazlası tüketmek veya zarar vermek kötüydü. Doğanın uyumu, ahengi, gizemli ve büyülü hali aynı zamanda güzeldi.

İnsanlık, ilk eylemini gerçekleştirirken, değer sistemine ilk politika yapma biçimini de katmış oluyordu. Zamanla insanın gerçekleştirdiği politik birikim ahlakı doğurdu. Karar alma ve pratikleştirme iradesi olan politik bilinç zamanla gelenek haline geldi. Kurallar koydu. Nasıl yaşamak istediğine karar vermeye başladı. Üreten bir varlığa dönüştü. MÖ 12.000 yıllarını gösteren Göbeklitepe inanç tapınaklarıyla kendi değerler sistemini oluşturdu. Kadın eksenli toplumsal bir devrim yaptı. Kadın odaklı ahlak ve güzellik anlayışını oluşturdu. Doğayla uyumlu paylaşımın esas alındığı komünal bir yaşam kuruldu. Topluluk olma bilinci ahlakın temellerini oluşturdu. Estetiği ve güzelliği doğada, insanın kendisinde ve evrende aradı.

Bu arayışını ve kendi döneminin estetik anlayışını duvarlara, mağaralara resmetti. Korkularını, kaygılarını, mutluluklarını, evrenin ona mistik gelen tüm yönlerini, kadını ve erkeği tasvir etti. Boyadı, nakşetti. Kendi vücuduna da yansıtarak, doğaüstü, mistik, ideal olan ilahi güçleri kendinde tezahür etmeye çalıştı. O dönemde, insanın dış görünüşü, kutsanmış olanla ne kadar benzeşiyorsa, kendi topluluğunun gözünde, o denli güzel ve kudretli görünüyordu. İnananlar güzel dediklerine benzemeye çalıştılar.

Yararlı ve zararlı, hayır ve şer, kutsal ve lanetli gibi kategoriler ortaya çıktı. Bunlar insan için iyi olanlar ve kötü olanlar sınıflaması içine yerleştirildi. Mitojiler kolektif bilincin yarattığı bu değerleri yansıtan simgeler ve öykülerle oluşturuldular. Eski mitolojilerde güneş ve ışık iyiliği, gece ve karanlık ise kötülüğü gösteriyordu. Böylece kavramlar giderek etik birer karakter kazandılar. İnsan topluluklarının doğa ve evrene bakarak oluşturdukları inanç dünyası yararlı ve zararlı olarak kültürel algılar oluşturmasına sebep oldu. Faydalı gördüğü bir değere aynı zamanda estetiksel bir anlam da yüklüyordu. Mesela ayı, öküz ya da herhangi bir canlıyı kendi totemi olarak görüyorsa, onu en güzel şekilde tasvir de ediyordu. Mağara duvarlarına resmini çiziyordu. Yararlı, hayırlı, kutsal olan şey ayni zamanda güzel sayılıyordu. Zararlı, kötü, insana düşmanca olan şey de çirkin görülüyordu.

Birçok mitolojik anlatımda aydınlık ve karanlığın ayni zamanda iyilik-kötülük gibi kavramların yani sıra güzellik ve çirkinlik bağlamında da ele alınması oldukça çarpıcıdır. Çoğu mitolojide güneş aydınlığı simgeler. Bereketi, yasamı temsil eder. Aydınlık olan ayni zamanda yol gösterendir de. Bazı mitolojilerde ay, günesin zıddı olarak karanlığı sembolize eder. Ay Tanrısı, insanlara zarar ve ölüm getirecek kötülüğü ve çirkin olan ne varsa cisimleşmiş hali olarak tasvir eder. İnsan bu anlamda her dönem aydınlık ve iyilik olarak gördüğü şeyi güzel olarak da nitelemiştir. Karanlık ve zararlı olarak gördüğü şeyi de en çirkin betimlemelerle tarif ederek kendinden uzaklaştırmaya çalışmıştır.

******

Kendinden önceki binyıllara varan anlam gücünü kendinde harmanlayan Zerdüşt öğretisinin temelini de bu olgular oluşturur. Zerdüşt felsefesinin temel ilkesi “İyi düşün, iyi konuş, iyi yap” tır. İyi düşüncelerden kastı sorgulayıcı bakış açısıdır. Zerdüşt kendi çelişkilerini sürekli Ahura Mazda’ya soran, tartışan ve cevabını bekleyen bir filozoftur. Kendi felsefesine göre insanlığa şu mesajı vermek ister. Köleciliği, doğaya karşı yabancılaşmayı, insan topluluklarının düşmanlaşmasını, emekten, üretimden kopmayı sorgulamalarını söyler. İyi düşünmek, sorgulamak kadar insan yararına düşünsel üretimdir de. Düşünce, iyi duygulara, uyumlu yaşama bir çağrıdır aynı zamanda. Sömürüye karşı özgürlükçü bir ahlaka davettir.

Zerdüşt öğretisinde iyi düşüncelerin sonucu olarak üretilen iyi sözler, Ahura-Mazda’nın ışığıyla doludur. İyi düşünen, iyi konuşan insan iyi yapandır da. Çünkü iyi düşünen insan tüm canlıları, doğayı seven, iyi hisler besleyen insandır. İyi yapan insan doğaya ve tüm canlılara saygı duyan, onları birer kişiliği olan özneler olarak görendir, koruyan ve kollayandır. İyi düşünen, konuşan, iyi de üretecek, iyi de yapacaktır. Çünkü güneşi, aydınlığı temsil eden Ahura Mazda’nın ışığı tüm insanlık içindir.

Toplumsal cinsiyetçiliğin güzellik algısı

İnsan devlet, iktidar, sınıf ve sömürü gibi olgularla tanışmadan önce kendi doğal yaşamı ve algısı içinde estetik ve güzellik arayışını inanç kültürü bağlamında ifade etmiştir. Ancak zamanla bu kültürel değerler farklılaşmaya başladı. Erkek egemenlikli bir sistem oluştu. Sınıflar, kölelikler, sömürü ve kadının şahsında toplumsal özgürlüğün ve ahlakin parçalandığı, sömürüye ve erkek egemenlikli bir değerler sisteminin yüceltildiği bir zamana geçiş yapıldı. İnsanın toplumsal gerçekliğinde bir sapmayı ifade eden devletli uygarlık, kendi ahlak, estetik anlayışını yarattı. Toplum açısından yeni diyebileceğimiz erkek odaklı değerler sistemini yarattı. İyi olanla kötü olan adım adım yer değiştirmeye başladı. Güzel ve çirkin arasındaki farklar ideolojik olarak yeniden inşa edildi.

Ana tanrıçanın kozmik rahminde can bulan insan, Sümerlere doğru geldiğinde artik tanrının dışkısından yaratılan değersiz bir varlıktı. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan rahibe, boyun eğmek artık iyi bir şeydi. Sorgulamaksızın iradesizleşmek tanrının buyruğuydu. Kadere inanmak iyiydi. Kadına ait güzellikler ve değerler çirkin ve kötüydü. Bütün kötülüklerin kaynağı olan kadındı. Ana tanrıça Ninhursag’in doğurganlığını çalmaya çalışan Enki’nin, kadın gibi doğuramayınca tanrı Marduk tarafından parçalanarak bölünen, erkek egemenliğinin “yüceliğine” kurban edilen Tiamat olacaktı. Rövanşını Zeus’un kafasından yarattığı kadınla alacaktı. Önce kadına ait olan tüm iyilik, güzellik ve erdem değerlerini tek tek çalınıp erkeğe mal ettiler. Sonra da kadın bedenini çirkin, ayıplı ve günahlı saydılar.

Antik Yunan’a geldiğimizde kalçalı, büyük memeli ana tanrıça yerini farklı bir bedene bürünmüş olan “biçimli” Afrodit’e bıraktı. Güzellik ve ask erkeğin gözündeki kadının biçimlenmesiydi. Estetik değerler tersinden erkeği anlatır oldu.

Tüm mitolojik kahramanların ya da tanrıların güzel, güçlü, iyi olmaları, günümüze kadar gelen sistematik bir mantıksal dizginin de temellerini oluşturdu.

Bu kadın an gelir Zeus’un insanları cezalandırmak için yarattığı Pandora ve kötülük olarak karşımıza çıkar. Kadın demek kötülük demektir, ama Pandora fiziksel olarak tanrılar tarafından yaratılmış bir “güzeldir”. Ve onun aracılığıyla dünyaya kötülükler dağıtılacaktır.

Bugün bile günümüzün cinsiyetçi rol değerlerini belirleyen birçok olgunun temeli bu süreçlerde atılmıştır. Yine yılan saçlı Medusa örneği geleneksel kadınlık bağlamında rol tanımı ve kadın güzelliği olgularını da açık bir şekilde ifade etmektedir.

Bu mitolojik anlatıma göre “kainatın, tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, ayni zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Bu yüzden derlermiş ki; yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa’yi kıskanırmış. İste bu güzel Medusa kendisini Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus’un en sevdiği kızı zekâ Tanrıçası Athena’ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto’nun kızları olan bu üç kız kardeşten Medusa’nin haricinde diğer ikisi ölümsüzmüş…

Athena, denizlerin büyük tanrısı Poseodun’un Medusa’ya aşık olduğunu duyunca kendisini aşağılanmış hissetmiş. Bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. Öyle hiddetlenmiş, öyle hiddetlenmiş ki Medusa’yi çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş ve kendi kendine demiş ki ‘Öyle birden öldürmeyeceğim onuve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim. Tıpkı benim çektiğim gibi.’ Ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artik yüzleri o kadar çirkinleşmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. Medusa’yi gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. Bununla da yatışmayan Athena’nin siniri Medusa’ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış.” (wikipedia-medusa)

Güzellik, çirkinlik, kıskançlık, öfhe, kadının kadına rakip olması, kadının kadını cezalandırması, kabul etmemesi ve kadının erkeğin önceliklerine göre kendini ele alması gibi birçok olguyu bu örnekte rastlayabiliriz. Hırs, kıskançlık, rekabet, haset gibi kötülükler kadınla özdeş olarak anlatılır. Hikâyenin geri kalan kısmında ise erkek tarifler hep yücelikle, tanrısallıkla dile getirilir. Ayni zamanda güzellik tarifi erkek bedeninde yeniden sembolleşmeye başlar. Bu erkek artık kaslı, bakımlı ve her açıdan “erkeksidir”. Erkek, fetheden, koparan, bir güçlülük abidesi olan erkektir. Savaşçı erkek tipolojisi, normlara uygun, şekilli, yapılı, kaslı ve ataerkil yapının kendisine yüklediği tüm özelliklerden nemalanan, Apollon ve Ares’tir. Artik kendine bu ölçülerde biçim vermektedir.

Ataerkil ideolojiyi mitolojik anlatımlarda ele alan Joseph Campbell, Bati Mitolojisi adli kitabinda erkek egemen kültürün kadına ilişkin tanımlamalarına yer verirken bunları şöyle sınıflandırır: Form güzelligi-Afrodit, evlilik yatağına sadakat ve saygı-Hera, mükemmel erkeklere esinleme yeteneği-Athena, kalıplaşmış kadın tiplerini gösteren pozlar-dingin anne-Madonna, cinsel nesne-Venüs, su perisi olarak sıralar. Özellikle sınıflı uygarlık süreçlerinin mitoloji ve masallarında benzer temalara sıklıkla rastlandığına dikkatimizi çeker.

Buradan hareketle ataerkil ideolojinin kadına atfettiği toplumsal roller, belli tarihsel süreçlerde ve kültürlerde farklı maskeler altında yer alsa da, yeniden inşa edilmektedir. Kadın bedeni ataerkil ideolojinin ve onun belirlediği formun bir parçası haline gelir. Erkek beğenisine göre sekilenen kadın “zarif, bakımlı, düzgün olan, bazen cinselliğini, bazen ise saf, masum tarafını” öne çıkartabilen, erotik bir tiptir. Afrodit ya da Athena örneklerinde olduğu gibi. Erkekler nasıl ki kaslı olmak zorunda ise kadınlar da güzel ve narin olmak zorundadırlar. Toplumsal cinsiyeti buna göre içselleştiren kadın ve erkek de bu ideal beden tasvirlerine ulaşabilmek için ciddi anlamda bir çabanın içine yönelir. Toplumdaki estetik anlayışı da bu tasvirler aracılıyla oluşturulur. Ataerkil ideolojide göz, imaj konusunda önemli algılarımızın oluşmasına sebep olur. Ataerkil ideoloji kadın ve erkek bedenlerini bu çerçevede idealize ve estetize eder.

Yine Ortadoğu mitolojilerinin çoğunda ya da masallarında peri kızlar vardır. Güzelliğin, saflığın ve temizliğin sembolü olarak öne çıkarlar. Ancak zamanla bu kavramlarında farklılaştığı, anlam değiştirdiğini de görürüz. Örneğin peri olgusu Iran mitolojisinde çok güzel ama “şeytani” kadın kavramı olarak yer bulur. Bu durum Iran halkının İslamiyet’in kabulü ile değişmiş, peri kavramı İslamiyette ki huri kavramı ile ilişkilendirilmiş ve kötülüğünden arındırılmış “güzel kadını” ifade etmeye başlamıştır.

Masallarda sıkça karşımıza çıkan güzellik ve çirkinlik kavramı da günümüzdeki kültürel normları belirler niteliktedir.

Masallarda kusursuz bir güzelliğe sahip olarak kurgulanan kadın imgesi vardır. Çirkinlik ve güzellik oldukça keskin hatlarla ortaya konulur. Yine toplumsal cinsiyet bağlamında geleneksel kadın rolü pekiştirilir. Örneğin masallarda “çirkin” olarak gösterilen kadınlar genelde büyücüler, cadılardır ya da “kötü” kalpliyse erkekler tarafından “seçilmeyen” ve beğenilmedikleri için “evde kalmış” kadın statüsünde ele alınırlar. Çirkin olarak tarif edilen bu kadın tiplemesinin aksine güzel olarak tanımlanan kadın ise beyaz atlı prensini beklemektedir.

Örneğin Kül Kedisi Sindrella Masalı çirkinlik ve güzellik kavramlarına oldukça net tanımlar getirilmektedir. Prensin evlenmek için düzenlediği o ünlü baloda sadece bir kez Sinderalla’yi görmesi yetmektedir. “Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması” adli çalışmasında İpek Artun bu durumu şöyle tarif eder. “Kim olduğunu bilmediği Sinderalla o kadar ‘güzeldir ki’ prens bunu gördüğünde söyle der: Daha adinizi bile bilmiyorum fakat sizinle evlenmek istiyorum. Prens Sindrella’yi tanımamasına, henüz adini bile bilmemesine rağmen güzelliğinden o kadar etkilenmiştir ki evlenmek için kadının başka bir özelliğine bakmaya bile gerek görmez. Zaten Prens, Sindrella balo salonuna girer girmez onun güzelliğinden büyülenerek, onunla evlenilecek bir kız olduğunu saptamıştır. Bu, masalda bulunan su ifadeyle gösterilebilir: “Prens, Sindrella’yi salona girer girmez fark etmiş. Bu güzel kızın beyaz bir güvercine benzeyen ellerine, ay gibi parlayan tertemiz yüzüne hayran kalmış. Onun, evlenmek için aradığı kız olduğunu hemen anlamış.”

Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere, kadının nasıl bir kişiliğe ve özelliklere sahip olduğunun hiçbir önemi yoktur. Ataerkil algıya göre erkek kadını kendi isteği doğrultusunda tanımlar ve kadına kendine ait kişiliği olan bir varlık gözüyle bakmaz. Kadın burada özne değil nesne konumundadır. Belirleyen ve etkin olan erkeğin yaşamı, istemleri ve bakış açısıdır. Ret ve kabul ölçüleridir. Kadına kendi erkeklik algısı içinde ancak değer verir. Bu ölçülere uymayan bütün kadınlar otomatikmen çirkin ve de kötüdür.

“Bir başka yönden, masallarda çirkin olanlar hep kötü yürekli olanlardır, bunun tam tersine güzel olanların kalpleri de güzeldir ve çirkinler tarafından hep ezilirler. Sindrella’deki üvey kardeşlerin Sindrella’ye karsı olan kötü tutumları ve çirkinlikleri yüzünden evde kalmaları buna bir örnektir. Oysa çirkin kardeşlerin tam tersine Sindrella’nin narin, zayıf bir bedene sahip olduğu defalarca tekrarlanmıştır. Kadının güzel olmak için zayıf olmaktan başka seçeneğinin olmaması ve her fırsatta rejim yapmaya zorlanmasının bir örneğini yine Sindrella’de gözlemleyebiliriz.” (1)

Örnekten de anlaşılacağı üzere kadın kişiliğinin fazla bir önemi yoktur. Kadın fiziksel olarak zayıfsa güzeldir de. Gençse doğal olarak güzeldir de… Bu ölçülerde olan bir kadında sevilmeyi, beğenilmeyi hak eden kadındır. Kadın kişiliği ve bedeni toplumsal cinsiyet bağlamında yeniden üretilir. Bu çağın erkeği tanrısal olarak nitelendirilen bütün özelliklere neredeyse sahiptir. Gücün ve kudretin sembolüdür. Kültür, akıl, yaratıcılık, güçlülük erkeği tanrının sınırına yakınlaştırırken, kadını ise duygunun, doğanın, hiçliğin sınırlarında pasifleştirip nesneleştirendir. Güzelliği belirleyen gücü elinde bulundurandır. Erkek kendi zevk algısı içerisinde “güzel” olanbir kadın yaratmıştır. Bu “güzel” kadın, erkeğin kadın yüzüdür artik…

Ancak bu güçlü ve kurnaz erkeğe göre güzel olmayan kadınlar da vardır. Pasif, kendini egemen erkeğin beğeni ölçülerine göre sunan kadın güzel kadınken, zeki ve iradeli olan kadın ise tehlikelidir. Dolayısıyla da çirkin olmaya mahkûmdur.

Kadın hem akıllı, hem iradeli, hem de güzel olamaz. Aynı anda üçünü barındıramaz. Çünkü akıl-irade-güzellik bir araya geldiğinde ne istediğini bilen özgür kadın çıkacaktır karşımıza. Sistem bu özelliklere sahip olan tek bir kadını da düşünemez bile. Kadın ya “güzel” ve pasif olmak zorunda ya da akıllıysa “çirkin” olmak zorunda. Bütün masallarda kurtarıcılar zeki, güçlü, savaşan erkeklerdir. Kurtarılmayı bekleyenler ise kadınlardır.

Tam da bu sebepten ötürü femme fatale (fransizca felaket getiren kadın anlamında kullanılmaktadır) olarak tanımlanan kadın tiplemesi cadı kadın olarak gösterilir. Erkek egemen algı içerisinde femme fatale kadın ne istediğini bilen, erkeğin boyunduruğuna girmeyen Lilith, İstar gibi kadınlara gönderme yapar. Lilith yüzyıllardır kadınlara atfedilen bütün olumsuzlukların taşıyıcı sembolü olarak görülür. O her yönüyle ayartıcı, fahişe, cadı, cinlerin ve kötücül güçlerin öncüsü, canavarlaşan korkunç bir kadındır. Ayni zamanda şeytandır. Boyun egen, itaat eden, edilgen olan Havva’nın tersine aslında Lilith ne istediğini bilen, erkek egemenliğini kabul etmeyen bir kadındır. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere boyunduruk altına girmeyen kadın felaket getiren kadındır. Sınıflı uygarlığın felaketi tam da bu kadın tiplemesiyle anlatılır. Nihayetinde ortaçağ boyunca boyun eğdirilemeyen binlerce kadına kötülüklerin kaynağı olarak gösterilip, büyücüler, cadılar denilerek yakılması bundandır.

Cadı kadın ya da femme fatal tiplemesi bastan çıkaran, kadınsı cazibesini kullanan kadın olarak tarif edilir. Bu tipleme bazen “ayna ayna söyle bana, bu dünyada benden güzel kadın var mıdır” diyen kadındır, bazen “güzel” pamuk prensese “güzelliğinden” dolayı zehirli elmayı yediren kadındır. Bazen de Sindrella’nin kötü kalpli üvey annesi kılığındadır. Bu ölçüler erkek egemen sistemler tarafından günümüze kadar kendini rol tanımları olarak üretip toplumsallaştırmaktadır. Kadınların güzelliği ataerkilliğin akil süzgecinden geçtikten sonra anlam kazanmaktadır.

Toplumun ataerkil odaklı beğeni anlayışı, kalıplaşmış söylemleri yeniden üreterek kadınların bunları içselleştirmelerini ve ayni algi üzerinden kendilerine bakmalarına sebep olmaktadır. Bu ölçülere uymayan kadınlar “kadından” sayılmamaktadır.

Bu kalıplarla kadın tek tipleşmeye de itilir. Dayatılan tek tipleşme karşısında belirlenen rol modeli ve güzellik anlayışına göre tanımlanır. uzunluk veya kısalık, şişmanlık veya zayıflık, baş büyüklüğü veya küçüklüğü, el ve ayakların büyüklüğü veya küçüklüğü, yüzün sekli, gözlerin büyüklüğü, çekikliği, renkli olup olmaması, dudakların biçimi vs.. bu kategorilerden biriyle tanımlanır. Farklılık, mücadelede, özgürlük ve hakikat tutkusunda aranmaz. Farklılık insan toplumları açısından artık bu kategorilerdir.

Kapitalist moderniteye doğru geldiğimizde erkek egemen ideolojinin güzellik anlayışı kadın şahsında en derin halini alır. Kendinden önceki modernitelerin (örneğin tek tanrılı dinler dönemi veya feodal dönem) kadını bir sis perdesinin arkasına gizleyerek kapattığı güzellik anlayışı kapitalist moderniteyle birlikte iyice açılır. Hatta öyle bir noktaya taşırılır ki kadının açılmadık, parçalanmadık, satılmadık hiçbir şeyi kalmaz. Kapitalist sistem kadın bedenini parçalara bölüp her bir bölgeye ayrı ayrı anlamlar yükler. Kadın bedeninin her bir parçası diğerine göre daha özel anlamlar alır. Göğüsler, kalçalar, dudaklar, erotizmin sembolü olarak bedenin diğer uzuvlarına göre daha özel anlamlar taşırlar. Üstelik kadın ne yaparsa yapsın bir türlü “en güzeli” olamaz ve hep bir “kusuru” aranır.

Kadın bedenine o kadar çok “güzellik” algısı yüklenir ki kadınlar bir türlü kendilerini beğenmezler. hep bir kompleks halindedirler. Aristoteles’in “kadın doğanın bir hatasıdır, doğuştan kusurludur” söylemini doğrularcasına güzellik adına param parça edilirler. Beden ve güzellik olgularının fetişleştirildiği çağımız bunu en bariz olarak estetik çılgınlığında yansıtır. Kapitalist düzen içinde bedenler, tüketilir. Tüketim uğruna, kapitalistlerin kazanması uğruna bedenler ufalanır, biçilir, altüst edilir, bıçakla kadına yeniden biçim verilir.

Estetik cerrahi, bir erkek egemen ideoloji olarak sadece bedene dokunmakla kalmaz, bedenler arasındakı algıları, sınırları, beden politikalarının belirlendiği bir alan haline gelir. Estetik cerrahi, genelde kadınların (çok az erkeklerin) genç ve güzel görünmek ve vücutlarının hoşlanmadıkları bölgelerinin “kusurlarını” ortadan kaldırmak için yapılır.

Peki, bir kadın kendi bedenini niye değiştirmek ister? Neden kendi bedeniyle barışık değildir? Güzel görünmek nedir? Kadın bedenleri üzerinden erkek egemen ideoloji kendini yeniden üretir. Bu ideolojiye göre kabul görmek, beğenilmek ve arzulanmak için, yani makul kadın olmak için… Bu bazen öyle sınırlara varır ki karşımıza ırkçı ideoloji çıkar. “ Örneğin Amerika’da yasayan Asyalı kadınlar “donuk”, “edilgen”, “uyuşuk ve tembel” olarak kodlanan fiziksel özelliklerinden ve görünümlerinden kurtulmak, etnik azınlıklara yönelik kalıp yargılardan ve ayrımcılık politikalarından kaçınmak, iş gücü alanında kabul görülmek amacıyla gözlerine ve burunlarına estetik ameliyat yaptırmaktadır.”(2) Estetik cerrahi operasyonları, bedenin (güzellik, çirkinlik, yaşlılık, etnik gibi) sınırlarının biyolojik olarak verili, cinsiyetçi ve ırkçı kodlar etrafında sürekli olarak inşa edilmektedir.

Estetik cerrahi, doğuştan sahip olduğumuz doğal halimize müdahale eder. Kendi farklılığımız olan bedenimiz ve bedensel özelliklerimiz egemen fiziksel görünüş ölçüleri eşliğinde bedensel sömürge süreci derinleşir. Dünyanın bütün haklarına tek tip bir güzellik modeli sunulur. “Böyle güzeldir, söyle olan da çirkindir” algısı ve dayatması dünya genelinde bir bedensel faşizm olarak kendini kabul ettirir. Estetik cerrahinin dünya genelinde bu kadar yaygın bir sektör haline gelmesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Kesinlikle bunu da toplumsal cinsiyetçiliğin emperyalist yayılmacılığı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü estetik cerahhi o kadar da masum bir güzellik arayışı olarak ele alınamaz. Bu alan, kadınların ataerkil cinsiyet rejiminin ideolojik normlarına göre yeniden yapılandırılmasının alanıdır. Ve gerçek anlamda kötü niyetlidir. Kadınlar burada kapitalist tüketim kültürünün nesneleri konumuna da getirilmektedir.

Günümüzde artık beden, güzellik ve makul “insan” olma tiplemesi sadece kadınları nesne haline getirmemekte, erkekleri de bu alana dahil etmektedir. Erkeklik de tüketim kültürünün nesnesi haline gelerek bizzat yarattığı estetik cerrahinin neşterine değmektedir.

Medya da beden politikaları adli çalışmasında Sevim Odabaş bu durumun medya tarafından her an yeniden üretildiğine dikkatimizi çekmektedir: “Estetik halka indi”, “Güzelliğin on para etmez su estetik cerrahlar olmasa”, “Özürlülere ücretsiz estetik”, “Yoksullara bedava estetik”, “Kürtlerin hali perişan, bari burunları güzel olsun dedim”, “Türk kadını en çok göğüs büyütme ameliyatı yaptırıyor”, gibi çarpıcı başlıklarla cinsiyetçi ve ırkçı politikaları örneklendiren çalışmasında erkek egemen ideolojinin anlaşılması açısından medyanın rol model tanımını incelememiz gerektiğini belirtir.

Sınıflı uygarlık tarihi, bir açıdan kadın bedeni üzerinden tüm hayata müdahale etme tarihi gibidir. Beden üzerine inşa edilen ideolojiler her dönemin değerler sistemini de ortaya koyar. Güzellik-çirkinlik, iyilik-kötülük, yararlılık-zararlılık gibi birçok algini bedenler ve beden üzerine inşa edilerek ete kemiğe bürünür. Erkek egemen ideoloji ve iktidarlar, bedene hakim olmak, onu yönetmek, onu istedikleri şekilde hareket ettirmek için müdahalede bulunurlar. En önemli müdahale alanlarından biri de kadın cinselliğinin denetim altına alınması oluşturur.

 

Cinsiyetin Özgürleştirilmesi ve Estetik

Bir an şöyle düşündüğümüzde, komünal, eşitlikçi, paylaşıma dayanan, kimsenin kimseyi ezmediği, karşılıklı sorumluluk ve tamamlayıcılık ilkelerinin işlediği, kadın ve erkek bireylerin birbirlerini nesneleştirmediği, mülkiyetçi tüm duygulardan arınmış, doğaya saygılı bir yaşam anlayışımızın olduğunu… Neden olmasın ki? Böyle bir yaşam hem etiktir, hem de estetiktir, yani herkes için iyidir, güzeldir de. Çünkü yaşamı, insanı çirkinleştiren sömürünün, köleliğin kendisidir. Bağımlılığın, şiddetin, hırsızlığın, tecavüzün, açlığın, bireyciliğin olduğu yerde etik ve estetikten, dolayısıyla da güzellikten bahs edilebilinir mi? Doğayı da tıpkı kadın gibi nesneleştiren, sömüren, çar-çur eden, sınırsızca bir tüketim alanı haline getiren bir zihniyetin sonucu olarak doğa, doğa olarak kalır mı? Peki, insan kendi yarattığı gerçekliğin sorumluluğunu görmezse ne olacak? Bu tıpkı Picasso’nun, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan katliam resmini gören askerlerin, “bu resmi kim yaptı” diye sormalarına karşın Picasso’nun “siz” yaptınız demesine benzer. Beş bin yıllık sınıflı uygarlık tarihi erkek egemen aklın yarattığı büyük bir fotoğraf olarak karşımızda durmaktadır.

İnsanın binyıllara varan hakikat arayışçılığı etik ve estetik bir bilinçle anlam gücünü daha da derinleştirmek istemektedir.

Estetik bilinç, yaşamın her anlamda güzelleştirilmesini ister. İnsanın ruhsal, fiziksel ve davranışsal bütünlüğünü ifade eder. Güzellik bilinci insan bilincinde ve toplum belleğinde ancak batının çılgınca bir tüketim savaşına dönüşen zihniyetine, doğunun da güzelliğin kapatılmasına, karartılmasına dönük zihniyetine karşı verilecek bir mücadeleyle kazanılacaktır. Her iki algı biçiminin de aşılarak, zihniyetten başlayarak ve doğanın güzelliğine katılarak, alınıp satılmayan ve yine kapatılmayan bir estetik anlayışının arayışçısı olmak insanı bir adım daha özgürlüğe yakınlaştıracaktır. Güzellik, özgürlük bilinci ile donandığında, hakikatin izini sürmede kendisinde var olan bir sırrı daha keşfedecektir. Çirkinlik, baskı ve sömürünün sonucu ise, güzellik de özgür yaşamanın sonucu olarak doğacaktır.

Etik ve estetik bilimler egemen erkek aklın insafına bırakılmayacak kadar hayati önemdedir. Erkek egemen aklın çarpıttığı etik ve estetik değerler ancak alternatif kadın bilimleriyle aşılabilir. Sosyal bilimlerin cinsiyetçi karakterinin aşılması demek özgürlükçü, sorgulayıcı toplumsal eksenli etik ve estetik bilimlerin oluşması demektir.

“Kadın ayrıca ahlaki ve politik toplumun asal öğesi olarak özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme ışığında yaşamın etiği ve estetiği açısından da hayati rol oynar. Etik ve estetik bilimi kadın biliminin ayrılmaz parçasıdır. Yaşamdaki ağır sorumluluğu nedeniyle kadının tüm etik ve estetik konularda hem düşünce hem uygulama gücü olarak büyük açılım ve gelişmeler sağlayacağı tartışmasızdır. Kadının yaşamla bağı erkeğe göre çok kapsamlıdır. Duygusal zekâ boyutunun gelişkinliği bununla ilgilidir. Dolayısıyla yaşamın güzelleştirilmesi olarak estetik, kadın açısından varoluşsal bir konudur. Etik (Ahlak teorisi, estetik = güzellik teorisi) açıdan da kadının sorumluluğu daha kapsamlıdır. İnsan eğitiminin iyi ve kötü yönlerini, yaşam ve barışın önemini, savaşın kötülüğü ve dehşetini, haklılık ve adalet ölçülerini değerlendirme, belirleme ve kararlaştırmada kadının ahlaki ve politik toplum açısından daha gerçekçi ve sorumlu davranması doğası gereğidir. Tabii erkeğin kuklası ve gölgesi kadından bahsetmiyorum. Söz konusu olan özgür, eşit ve demokratikleşmeyi özümsemiş kadındır.” (3)

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

1- Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılmasıipek artun
2-Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması- ipek artun
3-Özgürlüğün sosyolojisi-A.Öcalan
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.