“Evladım senin gücün Erdoğan’ı devirmeye yetmez, tek taraflı silah bırakmaktan başka çare yok.”[1] Tarık Ziya Ekinci’ye ait bu cümleler, Kürt kadın komutan Rojda Felat’ın, DAİŞ’in başkenti Rakka’yı özgürleştirme hamlesine başlandığını ilan etmesinden yaklaşık bir ay önce sarfedilmişti. DAİŞ ki karşısında bütün dünya tir tir titrerken, herkes kaçacak delik ararken, ne yapacağını nereye gideceğini bilmezken, düzenli ordular bile şehirleri arkalarına bile bakmadan bir bir teslim ederken, birileri de düştü düşecek diye düş kurarken, bir avuç insanın üç beş silahla, sonuna kadar direndiği ve dünyayı destek vermek zorunda bıraktığı ve önce ideolojik sonra da askeri olarak yendiği DAİŞ. Ekinci’nin sözlerinden 14 ay önce Kobani DAİŞ’ten tamamen temizlenmişti ve bu tarihi zaferin sağlanmasına giden süreçte Kobani şehrindeki silahlı direniş ile birlikte bu direnişin başarıya ulaşmasında önemli bir yeri olan 6-8 Ekim serhildanı gerçekleşmiş, bunun sonucunda Güney Kürdistan’dan gelen silahlı Kürt güçleri Kuzey kentlerinden geçerek direnişe katılmıştı. Bu günler Kürtlerin bir türlü aşamadığı birlik olamama problemini aşmaya en yakın olduğu an olarak özel bir yere sahiptir aynı zamanda.
Peki, Kürtlük bir yandan büyük bir meydan okuyuşu diğer yandan ise teslimiyetten başka çare olmadığı söylemini nasıl üretebilmektedir? Bu sorunun yanıtı Türk kapitalist modernite oluşum süreci içerisinde Kürt’ün maruz kaldığı kültürel-fiziksel soykırım, Kürdistan’ın Türk yayılmacılığının bir alanı haline getirilmesi ve Kürt üst sınıfın kendini var etme biçiminde saklıdır. Meydan okuyuş boyutunu ise “ilk kurşun” ile birlikte Kürtlük halinin geçirdiği dönüşümde aramak gerekmektedir. Diğer bir deyişle Kürdistan’a özgü sömürgeci pratik sonucu mevcut Kürt partilerinin boy verdiği toplumsal zemin, sınıfsal karakter ve dolayısıyla ideolojik konumlanış birlik önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Bu nedenle, birlik sorununun doğru tespiti için öncelikle sömürgeciliğin Kürt toplumda yarattığı tahribat ele alınmalıdır.
Sömürgecilik
Sömürgeciliğin kendini var etme biçimi ve sömürülen üzerinde yarattığı psikopatolojik durum üzerinde durmadan önce, Kürdistan’daki sömürge pratiğinin, belki de eşi görülmemiş, bir özgünlüğü ihtiva ettiğini belirtmek gerekir. Daha sonra detaylandırmak üzere sadece şunu belirtmek yeterli olacaktır: Hiçbir sömürgenin ülkesi yok sayılmamış, varlığı inkâr edilmemiştir.
Kapitalist modernitenin azami kar hırsı nedeniyle, yer altı-yer üstü kaynaklarının ele geçirilmesi ve kölelik düzeniyle ucuz iş gücü sağlamak amacıyla gelişen sömürgeci yayılmacılık, barbarlara medeniyet götürme ideolojik örtüsüyle meşrulaştırılmıştır. Bu durumda sömürülene “iki seçenek sunulur: Bir yanda aşağılılık, öte yanda bağımlılık”[2] Burada sömürülenden istenen, ‘barbarlığı’ geride bırakmak için, kendi olmaktan çıkmaktır. “Sömürgeleştirilen kişi anakentin kültürel değerlerini benimsediği ölçüde ormanından kurtulacaktır.”[3] Kürtler ise ülkesi, dili bile olmayan bir nesne olarak ele alındığı için Kürtlerin geride bırakması gereken bir şeyi yoktur. Çünkü geride bırakılabilecek bir dil, bir kültür yoktur. Kürtlere Kürtlüğü geride bırakma hakkı bile tanınmamıştır, çünkü Kürt yoktur!
Sömürge dünyasında sömürülen adeta bir kapana alınmaktadır. “Ötekinin sistematik inkârı ve ötekini her tür insani özellikten yoksun bırakmaya yönelik delice kararlılık nedeniyle sömürgecilik sömürge insanını kendisine sürekli “Aslında ben kimim?” sorusunu sormaya zorlar.”[4] Sömürülen varoluşsal bir sorgunun içine çekilmekte ve bir tercihe zorlanmaktadır. Kürtlerin de bu sorguya tabi tutulduğu söylenebilir ama bu sorguda tek doğru cevap bulunmaktadır. Kürt olmak, barbarlığın kabulü biçiminde bile kabul edilmemektedir. Çünkü Kürtler barbar olarak bile yoktur.
Sömürge dünyası sömürgecinin kendisini heybetli duvarlar ardında orduyla koruyabildiği bir dünyadır. “Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhatabı, sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü polis ve ordudur”[5] (yeryüzünün lanetlileri). Sömürgeci bariz bir şekilde teknik üstünlüğe sahip olduğu çıplak zora ihtiyaç duyar. Bu öylesine barizdir ki Fanon sömürgeciliğin özününün bu olduğunu iddia eder: “Sömürgecilik ne düşünen bir makine ne de muhakeme yeteneği olan bir bedendir. Sömürgecilik çıplak şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetle karşılaştığında boyun eğer.”[6]
Fanon cümlenin son kısmında sömürülene bu kıskaçtan kurtulmanın yolunu da göstermektedir, üstelik başka bir yolun bulunmadığını da belirterek. Fanon bunu daha da ileri taşır: “Şiddetin sorumluluğunu üstlenme, dışlanmış ya da başka yollara sapmış üyelerin geri dönmelerine, yerlerini yeniden almalarına, grupla bütünleşmelerine de olanak tanır. Dolayısıyla şiddet kusursuz bir meditasyon olarak görülebilir. Sömürgeleştirilmiş insan şiddette ve şiddet aracılığıyla özgürleşir. Bu praksis militanı aydınlatır, çünkü ona araçları ve amacı gösterir”[7]
Sömürge pratiğinin sömürüleni aşağılama, varlığını yok saymaya zorlama, ehlileştirme çabası ve bunun yegâne yolu olarak çıplak zorun Kürtlerde yarattığı toplumsal tahribatı ve herkese anlamsız da gelse bir türlü gerçekleşmeyen ulusal birliği anlamak için, Kürdistan’da uygulanan oldukça özgün sömürgeleştirme sürecine biraz daha yakından bakmak gerekecektir.
Kürt Emirliklerin Ortadan Kaldırılması
Osmanlı İmparatorluğunda kapitalist modernite oluşum sürecinin bir parçası olarak, 19. Yüzyıldan itibaren başlayan merkezileşme politikası sonucunda geniş bir özerklikle yönetilen Kürt emirlikleri kademeli olarak ortadan kaldırıldı. Bu süreçte Kürt üst tabakası eski haklarını korumak için direnişler gösterse de hepsi bastırılmış ve 1855 yılında Botan Emirliğinin dağılması ile Kürdistan tarihinde bir dönemin sonuna gelinmiştir. Kapitalist modernite döneminde Kürtlerin maruz kaldığı kültürel soykırım rejiminin ve bugüne kadar devam eden ulusal birlik sorunun önemli bir sebebini oluşturan bu süreçle ilgili Abdullah Öcalan şunları söylemektedir:
“Beylikler döneminin artık geçtiğinin anlaşılması, geriye kalan mirasçılarını, halk olarak Kürtler için herhangi bir statünün tanınması talebinde bulunmayarak, hatta daha da olumsuz tutumlar içine girip geleneksel otonomi statüsünden de vazgeçerek, işbirlikçilik temelinde kendi şahsi ve ailevi çıkarlarını güvenceye alan bir model geliştirmeye zorlamıştır. Şüphesiz bunlar bu yeni statüye gönüllülük temelinde girmiş değildirler. 16. Yüzyılın başlarındaki koşullar artık geçerli değildir. İsyan etmeye çalışmışlar, geleneksel statüde ısrar etmişler, hatta daha ileri gidip bir devlet arayışına yönelmişlerdir. Ama sınıf karakterleri ve modern çağın koşulları gereği, bu çabalarında yenilgiyle karşılaşmaktan kurtulamamışlardır. Geriye kalan tek geçerli seçenek, yine sınıf karakterleri gereği, şahsi ikballerine ve ailesel çıkarlarına dayanan, Kürtlüğü ucuzlamış bir pazar metasına dönüştüren yeni ve tehlikeli bir işbirlikçilik türüne yönelmeleridir.”[8]
Emirlikler sona erdirilirken Emirler, ailesi ile birlikte Osmanlı başkentinde yaşar hale gelmiş, Kürdistan’dan kopan aileler Osmanlı okullarında okumuş, Kürdistan’da yaşayanlar dahi aşiret mekteplerinde tahsil görmüş, Osmanlı bürokratı, askeri haline gelmişlerdir. Zaman zaman Kürt milliyetçi söylem geliştirilse de hiçbir zaman güçlü bir siyasi program oluşturulmamış, bir örgütlenme yaratılmamıştır. Bu dönemdeki kafalar o kadar karışıktır ki, artık yeni bir sürecin yaşandığı, pek çok imkânın bulunduğu bir dönem olan 1918’de kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri arasında birisi özerkliği savunurken bir başkası bağımsızlığı savunabilmektedir. Osmanlı ile birlikte başka ulusların isyanını bastırmak için cephelere koşulup padişahtan maaşa zam talep edilirken, Kürdistan’da güçlü bir cephe oluşturmak akla bile gelmemiştir. Kürdistan’dan oldukça uzakta, kimi zaman İstanbul’da kimi zaman Kahire’de, Paris’te Kürdistan prensliği hayali kurulmuş, hazırlıksız ayaklanmalarla halk katliama sürüklenmiştir. Bu katliamlar bugün dahi muazzam bir özgüven duygusu eksikliğini beslemektedir. Bu süreçte politik olarak arzulananın, aile/aşiret çıkarlarının güçlü bir şekilde korunabileceği geçmiş dönem otonomileri, belki daha da gerisi olduğu söylenebilir.
19.Yüzyılın başından Kürdistan’ın kalbinden parçalandığı 1925 yılına kadar, Kürt üst tabakası, sebepleri tarihin daha da derinlerinde aranabilecek, bir dizi karakteristik özelliği ortaya koymuştur. Birinci özellik bir ulusal duygu ve bilincin takipçisi olmaktansa ailevi çıkarlarını her zaman öncelemek olmuştur. Bu çıkar güdüsü, ailesi için padişahtan zam isteyen beylerden, bugün dahi Kürdistan’ın dört paçasında sömürgecinin her emrini gönüllü olarak yerine getiren ailelere, padişahın askeri olmak için can atan Hamidiye Alaylarından, 1985 yılında ücret bile almadan koşa koşa “köy korucusu” olan ailelere kadar devam etmektedir. İkinci özellik ise bağımsız düşünememe olmuştur. Bu özellik kendi öz gücüne ve halka dayanarak, bağımsız bir politika oluşturulabileceği ve özgürlüğün elde edilebileceği düşüncesinin akla gelmesini bile engeller. Kendini her zaman bir güce yaslamak gerektiği düşüncesini besler. Hiçbir çaba sarf etmeksizin Wilson İlkeleri nedeniyle kendilerine bağımsızlık hediye edileceğini düşleyen önce Osmanlı sonra Kürt bürokratları bu düşüncenin taşıyıcı kurbanlarıdır. Ağrı Dağı eteklerinde, İran’ın yardıma koşacağını sanan İhsan Nuri Paşa’nın, isyan bastırıldıktan yıllar sonra Tahran’da hayatını kaybetmesi ne acıdır. Bugün KDP’nin Türkiye’yle yürüttüğü “diplomatik faaliyetler”in olası sonucu belki de bu acıda gizlidir. Ailevi çıkarlar ve bağımsız düşünememe: Kürt üst tabakasının, 1925 sonrası “Kürt kökenli” üst tabakaya mirası bu olmuştur, halkı ise katliamlar ve beyaz ölüm beklemektedir.
Yeni Cumhuriyet ve Kürt’ün Yokluğu
1925’e gelindiğinde, 1919-23 arasında Kürt ve Türk birlikteliği ile var kılınmış ülkede Kürtlere verilen sözler unutulmuş (1921 anayasası farklı ulusların ortaklığını ve Kürdistan’ın mutlak bir muhtariyetle yönetimini açıkça içerir), 1924 Lozan Antlaşmasıyla Misak-ı Milli sınırlarındaki Kürdistan’ın Güney ve Batı parçaları İngiliz ve Fransızlara bırakılmıştır. Bu antlaşmadan birkaç ay önce ilan edilen 1924 anayasasında Kürtler halk olarak yok sayılmış, Kuzey Kürdistan toprakları Türk uluslaşmasının yayılma alanı olarak kabul edilip Türk Devleti tarafından Kürt halkına karşı başta askeri olmak üzere kültürel-politik bir sömürgeci-soykırımcı saldırı başlatılmıştır. Şunu söylemek sanırız abartılı olmayacaktır: Türk sömürgeciliği soykırım kararı almıştır ancak Kürdistan’da askeri varlığı oldukça sınırlıdır (askeri varlığın tahkim edilmesi süreci genelkurmayın kendi arşivlerden açıkça izlenebilmektedir). Bu nedenle Kürt aşiret, şeyh ve ileri gelenlerinin asgari bir birlikteliği sömürgeciliğin Kürdistan’a yayılmasını engelleyebilir ya da çok daha uzun süreye yayılan bir direniş söz konusu olabilir ve tarihin akışı başka türlü olabilirdi. Ancak 19. Yüzyıl boyunca devam eden özgüce dayanacak güveni kendinde bulamayıp başka güçlere (en kötüsü bir başka sömürgeci güce) yaslanma ve bağımsız düşünememe problemi, geleneksel üst tabakanın ulusal güç olmaya çalışmak yerine aileci/dar anlayışı ile birleşince 1925-40 dönemi, parçalı, bölgesel direnişlere ve ihanetin kol gezdiği sonuçlara sahne oldu ve Kürt halkı büyük katliamlarla bir fiziki soykırım süreci yaşadı. Daha yakından bakarsak; uzun süreli bir direnişe hazırlanamadan bir provokasyonla başlayan 25 direnişi, Ağrı direnişi ve Dersim direnişi ile kapanan sürece, birlikte hareket etmeme ve iç ihanetler damgasını vurmuştur. Şeyh Said’i devlete teslim eden bacanağı Binbaşı Kasım’dı ve direnişin hazırlığı ile ilgili bilgileri Ankara’ya aktaran Xormek aşireti olmuştu. Ağrı direnişinin bastırılmasında Keskoi aşiretinin ihaneti önemli bir etkendi. Dersim direnişinde birçok aşiret direnişi desteklemedi ve Alişer ile Zarifeyi Seyid Rıza’nın yeğeni Rayber öldürmüştü. 19. Yüzyıl direnişlerinden devralınan miras devam ediyor, Yezdanşer’den Rayber’e ihanet her seferinde en yakından geliyordu. Her seferinde birileri kendini yaşatmanın yolunu, kendi olmaktan yani insan olmaktan vazgeçerek sömürgeciyle işbirliğinde buluyordu. Öcalan Kürtlerle ilgili şu belirlemeyi yapmaktadır: “Kürtlük zihniyetinde şahsi ve ailevi özellik, bencillik tarih boyunca hep ön planda olmuştur. Pers ve Sasani İmparatorluğu’ndaki konumları da böyledir. Ortaçağda İslâmî iktidar döneminde koşullar çok elverişli olmasına rağmen, iktidar erkini önce Emevi ve Abbasi, daha sonra Selçuklu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı Hanedanlarına peşkeş çekmişlerdir. Rahatlıkla merkezî bir sultanlık kurabilecek güçtedirler.”[9] 25-40 arasında da şahsilik/bencillik ön plana çıkar ve ihanetler baş gösterir. Böylece direnişler fiziki soykırımla kırılmış ve kültürel soykırım için hiçbir engel kalmamıştır.
Mezara Gömülen Kürtlük
Dersim Soykırımından sonra Kürdistan adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü. Öcalan 70’ler Kürdistanı’nı şöyle betimler: “1970’lerin Kürdistan’ı ve Kürt toplumu, kendileri hakkında idealleri kalmayan veya çok cılız inanç emareleri gösteren insanların memleketi ve toplumuydu. ‘Kuyruklu Kürt’ iftirası tutmuştu. Bu durumda herkes ya kuyruklu olmadığına kendini inandırabilmek için Kürtlükten çıkmıştı, ya da utangaç bir biçimde kuyruğunun olmadığını söylerken ikide bir arkasına bakmaktan da geri durmuyordu.”[10] Katliamlar toplumu büyük bir inançsızlığa sürüklemiş, Kürt olmak suç, ayıp ve herkesin kurtulmak istediği bir yük haline gelmişti. “… geriye kendinden vazgeçmiş, yanına yaklaşılması bile başa en büyük belayı getirecek olan bir Kürt kültürel kadavra kalmıştır. Hazm edildikçe tüketilen bir kadavra! Tabii ki leş kargalarının yediklerinden geriye kalan unsurların çürümesi gibi bir kadavra! Kürt kültürel olgusunda büyük bir çürüme süreci yaşanmıştır, yaşanmaktadır.”[11]
Detaylarını aşağıda açmaya çalışacağımız Kürdistan’a özgü sömürgeci pratik “mutlak anlamda Kürtlük ve Kürdistan’lılıktan vazgeçmeyi gerektiriyordu.” Kürtlüğü sahiplenmek “mutlak yalnızlık demekti.” Soykırım kıskacına alınmış Kürtlük, Türk modernitesine ancak Kürtlük geride bırakıldığında dâhil olabiliyordu. Kürt olarak toplumsal yaşamın hiçbir alanında yer alınamıyordu. Kürtlük gerilik, cahillik, medeniyet dışılıktı, “entelektüelin konumu Kürtlüğün inkârıyla yakından bağlantılıydı: Entelektüel, Kürt olmayandı.”[12] Kürtlük öldürülmüş, mezara gömülmüştü.
Kürdistan’a Özgü Sömürgeci Pratik
Türk sömürgeciliği Kürt diye bir ulusun olmadığı, Kürtçe diye bir dil olmadığı ve Kürdistan diye bir ülke olmadığı anlatısı üzerine kuruludur ve bunların bir kısmını kanıtlamak için onlarca yıllık bir savaş gerekmiştir. Buna karşın Kürtçe diye bir dilin olmadığı hala oldukça yaygın bir görüş, Kürdistan diye bir ülke olmadığı ise Türk yasalarıyla sabitlenmiştir. Kürt diye bir realitenin olduğu ise artık kanıtlanmış gibidir.
Bütün sömürge pratiklerinde sömürülenin aşağılanmış, hor görülmüş ve hatta bazen insan bile olmadıkları bilimsel olarak kanıtlanmaya çalışılmıştır. Güney Afrika apartheid rejiminde siyah-beyaz birlikteliği suç sayılmış, Cezayir’de Araplar medenileştirilmeye çalışılmış, ABD’de yerliler soykırıma uğramış, siyahlar köleleştirilmiş, Filistin işgal edilmiştir fakat hiçbirinde yerlilerin aslında yerli olmadığı, bir ulus olmadıkları, bir dilleri olmadığı ve bir ülkeleri olmadığı anlatısı geliştirilmemiştir.
Savaş sırasında daha net tavırlar görülmemiş değildir. Türk devletinin sömürgeci saldırısının kutsal metni Şark Islahat Planının uygulayıcılarından olan Umumi Müfettiş Avni Doğan Kürdistan’ın işgalinin “medeni milletlerin” Afrika’ya yerleşmesi ile aynı şey olduğunu çekinmeden söylemiştir. Bu planın başkomutanlardan biri olan Fevzi Çakmak Dersim’de bir sömürge idaresi kurulması gerektiğini söylemekten geri durmamıştır. Bir diğer uygulayıcı Mahmut Esat Bozkurt memleketin esas sahibinin Türkler olduğunu, geriye kalanların ise hizmetçi olduğunu bağırmıştır. Bütün bunlar olurken Kürdistan diye bir ülkenin hiç olmadığı, Kürt diye bir milletin zaten hiç yaşamadığı anlatılmaya başlanmıştır. Bir yandan Renda raporlarından Şark Islahat Planına, İnönü’nün Kürt raporuna Kürdistan’da Kürtlüğün bir an önce bitirilmesi için rapor üstüne rapor yazılır, Kürdistan’danki kentlerin, köylerin adları değiştirilip her bir tepesine askeri karargâhlar kurulurken, diğer yandan Kürt/Kürdistan kökten inkâr edilip tarihten silinmeye çalışılmıştır.
Bugün durum biraz farklı görünüyor. Öyle ya Türk devleti Kürtçe kanal açtı. Ama özyönetim direnişleri sırasında Mahmut Esat canlanmış, Türk polisi ters kelepçeyle yere yatırdığı Kürtlere “Türkün gücünü göreceksiniz” diye bağırıp, bunun videosunu çekmiş, Sur’da duvarlara “Türksen övün değilsen itaat et” yazılmış ve devletin resmi haber ajansından fotoğrafları servis edilmiştir. Kayyum belediyeleri Kürtçe kurslar açarken, mecliste Kürtçe hala bilinmeyen dildir. Ama binlerce insan canı pahasına Kürt’ün aslında var olduğunu artık kanıtlamıştır.
Kürdistan’ın diğer parçalarında sömürgecilik pratiği konusunda benzerliklerin bulunduğunu söylemek gerekir. Özellikle Doğu Kürdistan’da benzer bir şekilde Kürtlerin kültürel soykırıma tabi tutularak Fars kültürü içerisinde eritilmesi hedeflenmiştir. Küçük farklılıklar ise İran kapitalist modernite gelişim sürecinin farkı ile ilgilidir. Suriye’de Fransız yönetimi, Irak’ta ise İngiliz yönetimi ile Kürtler yok sayılmış ve Arap ulus-devlet yapılanmaları altında Kürtlüğün yok edilmesi hedeflenmiştir. Rojava’da yaşanan inkârdan ziyade yok sayılma olarak kendini gösterir. Güney Kürdistan’da ise Arap ulus-devletinin görece güçsüzlüğü sebebiyle Kürtler kendini daha çok koruyabilmiştir ama inkâr politikası yürürlüktedir. En büyük Kürt nüfusun bulunduğu Kuzey Kürdistan’da ise mutlak inkâr/yok sayma ve itiraz edeni ise yok etme esas politika olmuştur. 1970’lere gelindiğinde tarihten silinmeye yüz tutmuş Kürtler yeni bir doğuşu gerçekleştirebilecektir.
Öcalan ve Yeni Kürt Aklı
Kürt’ün varlığının tartışmalı olduğu, direnişlerin unutulduğu, katliamların ise hala canlı olduğu 70’li yıllar, Kürt tarihinde büyük bir kırılmanın da yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem günümüzün şifrelerini bağrında taşımaktadır. Ortaya çıkan farklı siyasi yapılar ve bunların temsil ettiği çizgi hala başarılamamış olan ulusal birlik sorununun da kaynağıdır. Kuşkusuz 80 sonrasında ana dönüşümü sağlayan ve Kürdistan’da ağırlığını koyan güç, talebeler-Kürdistan devrimcileri-Apocular ve nihayet PKK olarak adlandırılan, Öcalan’ın yarattığı ve sürüklediği hareket olmuştur.
Yeni Kürt aklının oluşum süreci öncesi Kürdistan’daki görünümle ilgili Öcalan şunları söylemektedir: “Hareketin, özellikle PKK Hareketinin dayanmak istediği zemin, Kürt varlığının kendilik olmaktan çıktığı, hayal kabilinden bile olsa öz bilinç edinme cesaretinin gösterilmediği, Kürt insanının direniş konumuna geçtiğine bin pişman edildiği, anavatan, ulusallık ve öz sosyallik ideasının ya hiç edinilmediği ya da çoktan terk edildiği bir zemindi. Bu zeminde bir varlık ve özgürlük ideolojisi ile direniş-kurtuluş hareketi olmanın ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır.”[13] Bu muazzam zorluk nasıl aşıldı ve onlarca siyasi hareket ve yapı tarihten silinirken PKK kendini nasıl var kıldı?
70’li yıllarda PKK dışındaki yapılar genel olarak üst tabakadan güç alan, bir kısmı Güney Kürdistan’daki KDP ile ilişkili ve oradan destek gören, politik programı ve hedefi genelde olmayan, varsa da başarmak için verilmesi gereken mücadeleyi belirsiz bir tarihe erteleyen, genellikle bir dergi etrafında toplanarak Kürt kültürü ile ilgili çalışmalar yürütmenin o gün için (ki bu çizgiler hala bunda ısrar etmektedir) yeterli olduğu ve siyasi mücadeleye geçmenin maceracılık olduğu propagandasını yapan gruplar olmuştur. Örneğin T-KDP-KUK devletle herhangi bir çatışmaya girmekten kaçınmıştır. Zaten KDP’nin, Güney Kürdistan’da 71-74 arası üslenerek kendini var etmiş bir yapıya Türk Devletine karşı bir savaşa girmesine izin vermeyeceği Dr. Şivan cinayetinden çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Öte yandan Kemal Burkay ekibi ise, her ne kadar parti programlarında silahlı mücadelenin bir gün gerekli olduğu ve silahsız başarının mümkün olmadığı yazılsa da, o gün için bir silahlı mücadeleyi kesinlikle maceracılık olarak tanımlamıştır, kendilerinin silahlı mücadeleye başlayacağı o büyük gün ise hala gelebilmiş değildir.
Öcalan’ın bu gruplar için öngörüsü şudur: “Sömürgelerde asgari örgütlenme düzeyinde olan bir örgüt, sıcak savaşı geliştirmeye cesaret edemezse, ya dağılır ya da bir “entelektüel gevezelik kulübü” haline gelir.” Nitekim böyle de olmuştur. Bu hareketlerin karakterleri ile ilgili olarak Abdullah Öcalan: “devrim teorisi ve programı etrafında gelişmeyen yayın hareketi” der ve ekler, “Kendilerini çoktan satmış burjuva ve küçük-burjuva reformistleri” mücadele etmeyi değil “uşaklık ettikleri sömürgecilerden birkaç kemik daha koparmanın” peşindedirler.” Bu revizyonist ve reformistler “barış içerisinde toplumsal ilerleme ve burjuvazinin gerici zoruyla anlaşa anlaşa yeni bir dünya yaratabileceklerini iddia etmektedirler.”[14]
PKK’nin kendisini diğer yapılardan ayırdığı çizgi iki cümleyle özetlenebilir: devrimci mücadele yürütmek gerekir ve bu mücadele ertelenemez. Bunlara ek olarak, PKK mücadele biçimi konusunda Fanon kadar nettir. “Sömürgelerde legal çalışma ve örgütlenme olanağı olmadığından, devrimcilerin, kendini korumak, halkı örgütlemek ve sömürgeci kurumları işlemez hale getirmek için, ideolojik, politik ve askeri mücadele biçimlerini iç içe kullanmaları zorunludur.”[15] Devrimci şiddet başarının olmazsa olmazıdır: “Tarihteki tüm zor örgütlenmeleri, ancak başka zor örgütlenmelerinin gücüyle yıkılmıştır.”[16]
Böylelikle silahlı mücadeleyi büyük bir kararlılıkla ve hemen başlatan PKK, Hilvan-Siverek direnişleri ile işbirlikçi yapılarla savaşmış, 15 Ağustos 1984’te gerilla savaşını başlatmış ve gerilla savaşını kesintisiz yürüterek var olmuş ve büyümüştür. 1990’lara gelindiğinde bu silahlı mücadele sonucu yaratılan güç serhildanları doğurmuş, Öcalan’ın deyimiyle diriliş gerçekleşmiş, kitle giderek büyümüş, legal kitle partilerini sırtlayacak politik bir halk yaratılmıştır. Bu kitle 6-8 Ekim Kobane serhildanından newroz alanlarına varlığını halen korumakta ve giderek büyümektedir.
Bu durumda, Kürdistan’ın bazı parçalarında daha etkin olan ama her parçada irili ufaklı yer alan diğer çizginin temsilcileri ile PKK arasında bu düzeyde ideolojik ve siyasi fark ortadayken ulusal birlik nasıl sağlanabilecektir?
Ulusal Birlik Nasıl Gerçekleşir
Küresel egemen güçler tarafından 1924 Lozan antlaşmasıyla parçalanan Kürdistan’ın Kuzey, Güney, Batı parçalarında Türk devleti ve Kürt Özgürlük Hareketi arasında yoğun savaşın yaşandığı bu dönemde ulusal birlik tartışmaları Kürt halkı ve demokrasi güçleri tarafından yapılmakta ve haklı gerekçelerle ulusal kongre temelinde birliğin gerçekleşmesi istenmektedir. Şüphesiz farklı alanlarda birliğe yönelik çalışmalar sürdürülüyor. Örneğin Kuzeyde demokratik mücadele yürüten kimi parti ve kurumların belli bir düzeyde birlik sağladığı, batıda (Rojava) ise son dönemde kesintiye uğrasa da partiler arası görüşmelerin devam ettiği görülüyor. Ancak beklenen, en geniş kapsamda birlik sağlanması ve güçleri, etkileri ve konumları farklılık arz etse de Kürdistan’ın tamamında belirleyici olan öznelerin bu birliği gerçekleştirmesi.
Yukarıda sınırlı da olsa açıklamaya çalışarak; sömürgeciliğin Kürt toplumunda ağır tahribatlar oluşturduğunu, bu tahribatları gidermek için çeşitli güçlerin içeriği ve biçimi farklı olan direnişler gerçekleştirdiğini, bazı güçlerin sahte bir Kürtçülük maskesiyle sömürgeciliğe payanda olarak kendini yaşattığını, direniş içerisine giren diğer güçlerden ideolojik-politik-eylemsel yönüyle farklılığı aşikâr olan PKK’nin bu sömürgeci tahribatı büyük oranda aştığını ve Kürt toplumunun ezici çoğunluğunun ideolojik-politik önderliğini yürüttüğünü belirttik. Gelinen noktada Kürt Özgürlük Hareketi Kürdistan’ın en büyük parçası olan Kuzey halkının ağırlıklı bölümünün öncüsü konumundadır ve sömürgeciliğe karşı savaşı yürüten tek güçtür. Batı parçasında ve Suriye’nin Kuzeyinde Kürt halkı ve diğer bölge halkları ile birlikte fiili olarak demokratik ulus inşasını yürütmektedir. Güney Kürdistan’ın belirli bir bölümünü Türk devletinin işgal saldırılarından korurken, Güney halkı içerisinde giderek kitleselleşmekte ve etkili hale gelmektedir. Doğu Kürdistan’da ise İran devletine karşı hem demokratik mücadelenin hem de meşru savunmanın öncü gücü olarak varlık göstermektedir. Ulusal birlik denkleminin bir ucu için bunları belirttikten sonra diğer ucu için şunları söyleyebiliriz: Geleneksel üst tabakanın bugünkü ifadesi olarak şekillenen Güney Kürdistan Yönetiminin KDP-YNK liderliği ve onun Kuzey, Batı ve Doğu Kürdistan’da etkilediği çeşitli kesimlerdir.
Öcalan günümüzde temel çelişki ve çatışmanın kapitalist modernite güçleri yani devletçi-iktidarcı güçler ile demokratik modernite güçleri yani demokratik toplum güçleri arasında olduğunu belirtir. Bu çelişki ve çatışmanın ise devlet+demokrasi formülü ile barış halinin gerçekleşmesi ile aşılabileceğini söyler. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız, aralarında giderilmesi öyle kolay olmayacak çelişkiler olan kesimlerin bu formül ile barış halini sağlayabileceğini düşünüyoruz. Ulusal birlik özelinde barış halinin ise birbirine karşı mücadelenin ortak bir zeminde demokratik siyaset araçlarıyla sürdürülmesi olarak gerçekleşebileceğini belirtebiliriz. Aralarındaki ayrımın ve Kürt toplumu üzerindeki etkilerinin yakın zamanda değişebileceği pek öngörülmeyen bu iki çizgi arasında bir birlik bu güçlerin birbirini kabul etmesi ve ancak karşılıklı rıza ile mümkün olabilir. Böylesi bir birlik konusunda Kürt Özgürlük Hareketinin oldukça ısrarcı olduğu kamuoyunda net bir şekilde görülmektedir. Diğer uçtaki güçler ise bu birlikteliğe gelmeme konusunda ısrar etmekte bunun yanı sıra tarihsel rollerinin gereğini farklı biçimlerde sürdürmektedirler. Bu biçimler bazen Güney Kürdistan’da Türk Devletinin işgalciliğine ön ayak olmak olarak kendini açığa vururken bazen de Batı Kürdistan’da sömürgeci işgale siyasi piyonluk olarak gerçekleşmektedir. Kuşkusuz üçüncü dünya savaşının merkezi olan Kürdistan’da içinden geçtiğimiz süreçte sömürgeciliğe karşı ortak bir strateji belirlenerek birlikte mücadele temelinde bir ulusal birlik sağlanması tarihi önemde bir gelişme olacaktır ancak somut gerçekler bunun kolay olmadığını da göstermektedir. Sömürgeci güçlere zihniyet ve siyaset olarak bu kadar teşne olmuş kesimlerin Özgürlük hareketi çizgisiyle stratejik ortaklığı önünde ciddi engeller bulunmaktadır. Elbette bu kesimlerin kendilerini dönüşüme uğratıp sömürgeciliğe karşı mücadelede doğru bir tutuma yönelmeleri de mümkündür. Tüm bunlara rağmen devlet+demokrasi formülü ile bu çelişkili güçlerin bir barış haline ulaşması, sömürgeciliğe hizmet edenlerin bundan vazgeçmesi durumunda bile Lozan Antlaşmasının yüzüncü yılına giden bu süreçte Kürdistan’da sömürgecilik rahatlıkla yenilgiye uğratılacak ve gerçek bir ulusal birlik sağlanacaktır.
[1]Tarık Ziya Ekinci ile Söyleşi. 21.03.2016. Alındığı URL: https://t24.com.tr/haber/tarik-ziya-ekinciden-pkkya-evladim-senin-gucun-erdogani-devirmeye-yetmez-tek-tarafli-silah-birakmaktan-baska-care-yok,332880
[2]Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, Metis Yayıncılık, 2020, s.76.
[3]Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, Metis Yayıncılık, 2020, s.18.
[4]Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap, 2007, s.244.
[5]Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap, 2007, s. 44.
[6]Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap, 2007, s. 66.
[7]Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap, 2007, s. 89.
[8]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt, s.197.
[9]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt, s.211.
[10]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt, s.213.
[11]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt, s.166.
[12]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt s.213-214.
[13]Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 5. Cilt, s.154.
[14]Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto), s. 119-125.
[15]Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto), s. 118
[16]Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto), s. 123
Kaynakça
-
Akkaya, Ahmet Hamdi, “Kürt Hareketi’nin Örgütlenme Süresi Olarak 1970’ler”, URL: https://core.ac.uk/download/pdf/55897194.pdf
-
Biko, Steve, Siyah Bilinci, (Dipnot, 2014)
-
Engin, Kasım, Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış,
-
Fanon, Frantz, Siyah Deri Beyaz Maskeler, (Metis Yayınları, 2020)
-
Fanon, Frantz, Yeryüzünün Lanetlileri, (Versus Kitap, 2007)
-
Güner, Gülsen, “PKK’nin Devrimci Şiddetinin Kürt Ezilenlerini Kazanması Üzerine”, Teori ve Politika Dergisi, URL: https://www.teorivepolitika.net/index.php/arsiv/item/489-pkknin-devrimci-siddeti
-
Memmi, Albert, Sömürgecinin Portresi Sömürgelileştirilenin Portresi, (Versus Kitap, 2009)
-
Öcalan, Abdullah, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 5,
-
Öcalan, Abdullah, Kürdistan Devriminin Yolu
Yoruma kapalı.