Düşünce ve Kuram Dergisi

Güney Kürdistan’da Ulusal Birlik Önündeki Engeller

Serbest Sefin

Demokratik ulusal birlik sorunu Kürdistan halkının meşru davası hakkındaki başlıca sorunlarından biridir. Ama Kürt halkının bu güne kadar umut ettiği Kürdistan’ın güçleri ve tarafları arasındaki birlik ve beraberliğidir. Kürdistan’da geçen 200 yıl içerisinde nice başkaldırı ve direniş gerçekleşmiştir. Babanilerin başkaldırısından tutun bugüne dek. 19 Yüzyılda Kürdistan güçlerinin tümü kendi yerel otonom statülerine sahip olmuşlardır. O çerçevede büyük direnişler verilmiştir. Kürtler, Ortadoğu’da Arap, Türk ve Fars gibi uluslardan daha az savaş ve mücadele etmemişlerdir. Zayıf görünen, bölgeler arasındaki statüsü için birlik ve beraberliğin olmayışıdır. Örneğin, Soran bölgesi ve Baban bölgesi ya da Soran ve Botan. Ya da Baban ve Erdalan ki 19. yüzyılda bölgenin en güçlü ve kapsayıcı statüsündeydiler. Birbirlerini tamamlayıcı ve destekleyici çalışmalar sürdürmemişlerdir. Belki devamında Osmanlı, Safevi, Abbasi ve Qacarilerce çelişkilerle meşgul edilmiş ve birbirleriyle savaştırılarak kolayca ortadan kaldırılmışlardır.

Her ne kadar 19. Yüzyılda en fazla imkan ve fırsatla Kürt mir ve beyleri farklı bölgelerde mirliklerini kurmuşlarsa da birlik olmayışları ve birbirlerini desteklememeleri, 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyıl başlarında bölgenin en büyük imparatorluğu yani Osmanlıların yıkılmasına rağmen, Kürt halkı bir statü sahibi değildi ki, bölgedeki yerini kalıcı kılsın ve fazla kazanım elde etsin. 20. Yüzyılın başlaması, Osmanlıların yıkılması, İngilizlerin İran’ın içişlerine karışması sonucu İran’ın zayıflamasına karşın Kürtler güçlü ve etkili bir halk siyasetine sahip olmadığı için, bütün Kürt halkını etrafında toplayamadı. Birinci dünya savaşının başlaması, İngiliz ve Fransızların öncülüğündeki antlaşmaların etkisiyle artık bölgenin de güç dengeleri değişmişti.

19.Yüzyılda Arapların Osmanlı egemenliği altında olmasından kaynaklı, bölgenin en güçlü iki imparatorluğu Qacar ve Osmanlılardı. İmparatorluk modeli tüm zulüm ve kötülüğe rağmen birkaç noktada ulus, hak, din ve farklı inançların ifade edilmesine olanak tanıyordu. İmparatorluğun egemenliğini kabul edene, kendi otonomisini yönetme, kimsenin yok etme tehdidine maruz kalmadan din ve kültürünü yaşatma imkanı veriyordu. Özellikle müslüman halk ve uluslar, unutmamalıdır ki Ezidi Kürtler Osmanlılar zamanında farklı inanç ve dinlerinden dolayı yaklaşık 72 kere adına “ferman” denilen katliamlara uğramıştır.

Tek dil, tek din, tek millet, tek devlet olmamasından kaynaklı inkar ve asimilasyon siyaseti farz kılınmıyordu.

Müttefik Cephenin Birinci Dünya Savaşı’ndaki başarısı, bir başka anlamda Ortadoğu’da İmparatorluk olarak bilinen modelin çöküp ortadan kalkmasına sebebiyet verdi. Artık bölgeye özgü olmayan başka bir model, yani ulus-devlet modeli ortaya çıktı. İran devleti ne kadar Pehlevi Krallığı (monarşisi) adıyla devam ettiyse de, özünde eski İran Pehlevi geleneğine dayanan Pers ulus-devletiydi.

İngilizler Arap ülkeleri arasında siyasi hareketlerine başlamıştı, bu yüzden 20. Yüzyılın başlarında Osmanlılar, Araplar üzerindeki egemenliklerini yavaş yavaş kaybediyorlardı. Arap ulusu monarşi temelinde çok sayıda küçük devlet inşa etti. Arapların her ne kadar birleşik bir Arap ülkesi hayalleri olsa da, bir taraftan İngiliz ve Fransızların siyaseti diğer taraftan da aşiretler arası anlaşmazlıklar, birleşik ve güçlü bir Arap toplumu ve ülkesi olmasını engellemiştir.

Ermeni, Asur ve Keldani-Süryani halkları da bir yandan Osmanlılar tarafından katliamlara, diğer yandan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ortak inanç siyasetine kurban oluyor; sırtını bu devletlere yaşlanmasına rağmen sonuç olarak, Osmanlılar tarafından 20. Yüzyılın en acımasız katliamıyla karşı karşıya kaldılar ve yaklaşık iki milyon insan öldürüldü ve milyonlarca insan topraklarından sürüldü.

Büyük çoğunluğu Osmanlı idaresi altında olan Kürt halkı, dinsel ve mezhepsel olarak Osmanlı halifeliğine bağlıydı, bu nedenle çoğu Kürt ayaklanmasına ve direnişine Sünni dini figürler ve alimler önderlik ediyordu. Ayrıca aynı şeyh ve din alimleri aracılığıyla Osmanlı padişahı ve halifesi, egemenliklerini bu şekilde Kürtler üzerinde devam ettiriyordu. Kürt prensleri ve soyluları bir monarşinin yokluğunda dağıldılar, öyle ki, dünya savaşının patlak vermesiyle Kürdistan’daki direnişte, 19. Yüzyılın sonuna kadar Kürdistan’da güç ve özerkliğe sahip olan Kürtlerin gözle görülür bir etkisinin izi ve kalıntısı görülmemektedir.

Kürdistan’da İngiliz ve Fransızların işgaline maruz kalan nesli iki sınıf olarak ele alabiliriz. Bunların ilki şeyh ve aşiret reisleri diğer sınıfı ise, Osmanlı zamanının subay ve komutanlarıdır. Hatta aydın sınıfı bile İstanbul’un en yüksek okul ve medreselerinde okuyordu. Bu yüzden Osmanlı devletinin bilinci, yönetme, savaşma ve düşünme tarzına sahiptiler. Kürt halkı ve siyasi, entelektüel ve zeki şahsiyetler. Bu nedenden dolayı Osmanlı İmparatorluğu yönetim modeline ve tarzına bir alternatif olmayı amaçlayan, modern Avrupa ve ulus-devlet düşünceleriyle tanınıyorlardı. Kürt halkı da o arada bölgedeki yerini korumak istedi.

Çoğu dernek adı altında gelen ve o dönemin belirli şahsiyetleri tarafından yönetilen, ancak çok kapsayıcı olmayan, çoğunlukla bürokratik sınıf içinde ve İstanbul gibi büyük şehirlerde sıkışmış siyasi ve örgütsel hareketler olmasından dolayı, Kürdistan’da fazla bir etkiye sahip değillerdi. En çok göze çarpanlar, Dersim-Koçgiri ve Şeyh Mahmut Berzenci öncülüğündeki Baban Bölgesi direnişleridir., Botan bölgesi ve Şeyh Said’in Amed’deki direnişi de aslında aynı damar ve kökten gelmiştir.

Burada bizim konumuz, Güney Kürdistan’daki direniş ve ulusal birlik mücadelesidir. Bu konu üzerinde duracağız.

Hegemonik güçler ile yeni kurulan devletler arasında yapılan anlaşmalar neticesinde Kürt halkı her türlü milli, siyasi, demokratik ve fikri haklardan mahrum bırakıldı. Sevr Antlaşması’nda , Urfa, Diyarbakır ve Mardin’den bahsedilirken, sınırlı ve kısıtlı bir şekilde adı geçse de , diğer antlaşmalarda, özellikle 1923 Lozan Antlaşması’nda Kürtlerin ve Kürdistan’ın adı hiç geçmiyordu.

Bu durum Ortadoğu’da Kürt ve Kürdistan adına bir şeyin olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla bir yandan Kürdistan Kürtlere sorulmadan dört parçaya bölünmüş, diğer yandan Türkler, Persler ve Araplar olarak isimlendirilmiştir. Kürtlerin adı hiçbir antlaşmada millet veya etnik grup olarak anılmadığı ve aynı zamanda milliyeti asla dikkate alınmadığı gibi, işgalcilere karşı mücadelede bu durum; o devletin iç sorunu olarak tanımlandı. Kürt halkı da ulusal kimliğinin tanınması için yüz yıl mücadele etmiştir.

 

Şêx Mehmûd Berzenci Direnişi

Güney Kürdistan’da bir yandan dernek açmak, dergi ve gazete çıkarmak, yani toplumu bilinçlendirmek amacıyla aydınların hareketi,diğer yandan siyasi olarak örgütleme için Şeyh Mahmud Hafid öncülüğünde bir çalışma vardı. Şeyh Mahmut Hafid, 1878 yılında Süleymaniye’nin Berzence ilçesinde doğdu, 22 Mayıs 1919’da İngiliz emperyalizmine başkaldırdı ve İngiliz işgalcileri tutukladı. Sılemani Kerkük ve Germiyan’dan Erdalan sınırından bugünkü İran sınırına kadar, Rojava tarafından Soran Mirliğinin sınırlarına kadar, yani bugünkü Hewler ve Musul şehirlerde otonomisini kurdu ve 1920 yılına kadar yönetti. Ancak İngiliz ordusunun hava ve kara saldırıları sonucunda Şeyh Mahmud tutuklanarak ve Hindistan’a sürüldü. 1922’de İngilizler, Kürtleri örgütlemek ve Türk devletinin Musul ve Kerkük’ü geri alma tehdidine karşı koymak için Şeyh Mahmud’u bölgeye geri gönderdi.

Irak’ın Usbet El Ümem Halk Derneği tarafından 1930’da ilhak edilmesinden sonra Şeyh Mahmud yeniden isyan etti. Ancak her ayaklanmada da İngiliz ordusuyla karşı karşıya kaldı, ya da daha doğrusu İngilizler, üç keresinde de Şeyh Mahmut Berzenci’nin halkının meşru hakları elde etme mücadelesine saldırıda bulundu. Ve Şeyh Mahmud Berzenci en sonunda 9 Ekim 1956’da Bağdat’ta öldü.

Şeyh Mahmud, bir özerklik örneği oluşturmuş ve kendisini Kürdistan Malik’i, yani bölgesinin cumhurbaşkanı ilan etmişti. Bir hükümete, askeri güce ve egemen olduğu bölgelerin bir sınırına sahipti. Paris gibi dünya kongrelerine temsilcilerini dahil etmeye çalıştı ve kendisi adına Şerif Paşayê Xendani’yi temsilcisi olarak gönderdi. Ayrıca İngilizlerle Kürt özerkliğinin tanınması temelinde bir anlaşmaya varmak istedi. Bunu yapmak için, dönemin İngiliz temsilcilerinden Mecer Noel ve Mecerson ve diğerleri ile uygun bir yaklaşım sergiledi. Ardından çıkan tüm sıkıntılar ve savaşlar, İngilizlerin verdiği sözlerden pişman olması nedeniyle ortaya çıktı. Yani Şeyh Mahmud hiçbir zaman anlaşmalara aykırı hareket etmedi, sözlerinden geri dönen İngilizlerdi. Şeyh Mahmud da gücünü, otoritesini, egemenliğini ve bölgesini korumak için direndi. Şeyh Mahmud’un İngilizlerle görüşmek istemediği ve İngilizleri kâfir olarak gördüğü söylenir, bu yüzden elini uzattığında eli kirli olmasın diye eline puşisini sardığı söylenir. Bu doğru değildir. Sadece Şeyh Mahmud’u kötü göstermek amacıyla söylenmektedir. Şeyh Mahmut Berzenci antlaşmak için hazır değildi, İslam ve Hristiyanlık adına diplomasiden vazgeçmiştir gibi, gerçek olmayan tezleri doğru göstermek amacıyla uydurulmuştur.

Şeyh Mahmud Berzenci’nin dini bir şahsiyet olduğu ve Süleymaniye’nin Berzence bölgesindeki Kadiri tarikatının şeyhlerinden geldiği doğrudur. Ancak bölgenin siyasi işlerinde ve yönetiminde herhangi bir dini bağlılık göstermemiştir. Çünkü Şeyh Mahmut Berzenci’nin kişiliğinde din ve tarikatten daha çok milli bir ruh ve duygu vardı. Şeyh Mahmud’un zayıflığı, diğer Kürt aşiretlerini de askeri bir harekette birleştirmemiş olmasıydı. Örnek olarak; Surçi, Xoşnav, Biradost ve Zebari aşiretleri İngilizlere karşı direniş içindeydi. O aşiretlerden bazı kesimleri Şeyh Mahmut’un güçlerine katılmıştı. Fakat yeterli bir birlik kurulamamıştır.

Şeyh Mahmud ile Simkoyê Şikak arasında da kuvvetli bir bağ vardır. Ama bu dostane ilişki birlikte işgale karşı çıkıp, işgali sonlandırmak için siyasi, askeri ve karşılıklı bir anlaşmaya yol açmadı.  Şeyh Mahmud ile Qedem Xêr arasında da bir ilişki var, ancak bu ilişki siyasi, askeri veya ulusal bir uzlaşma olmadığı için, tüm direnişler birer birer başarısız oldu. Diyar Xerîb, “Kürdistan tarihi için yeni bir okuma” adlı kitabında; İran makamlarının Kirmanşah ve İlam bölgelerindeki Kelhor aşiretinin Şah’a teslim olması yönündeki talebine rağmen, Qedem Xêr Şeyh Mahmud ile evlenmek istedi.

İngiliz ve dünya güçleri diyor ki; 20. Yüzyılın başında Kürtlerin kendi yönetimleri yoktu. Çünkü tüm Kürt halkını etrafında toplayacak bir lideri yoktu. Kürtler Osmanlı halifeliğine bağlıydı. Bu iki nokta doğru olmadığı için değil, ağırlıklı Kürdistan’ın kendi iç sorunlarından ötürü parçalı olması esas zayıflığı oldu. İç parçalanma aşılıp birlik sağlanamadığı için yenilgi yaşandı.

Örneğin Araplarda çok parçalıydı. Ancak Arap aşiretler önderlikleri 22 devlet kurabildi. Hiçbirinin bölgesi Şeyh Mahmut Berzenci’nin bölgesi kadar büyük değildi. Yine hiçbiri Şeyh kadar etkin bir kişilik ve entelektüel seviyeye de sahip değillerdi. Onlar Osmanlılarla da Şeyh kadar savaşmadılar. Şeyh Mahmud’un babası Musul’da Osmanlılar tarafından idam edildi. Özcesi Şeyh Mahmud Arap prenslerinden çok daha güçlüydü. Dolayısıyla İngilizlerin Şeyh Mahmud için yaptıkları değerlendirmeler gerçeği yansıtmıyor. Kara propagandanın ötesinde fazla anlamı yoktur, o değerlendirmelerin.

Doğru olanın Şeyh Mahmud, İngiliz emperyalist politikalarını iyi görememiştir: Özelliklede ‘böl ve yönet” , “kurdu kurda boğdurma” ve “halkın gerçek önderlerini ortadan kaldırarak, yerine sahte önderlerikler koyma” politikalarını görememesidir. Bu değerlendirme ve yorumlarım Şeyh Mahmut’un zayıf yönlerini belli bir seviyede görmeye olanak tanır. İngiliz devletinin ezilen halklara yönelik düşmanca politikasını tam olarak anlayamadığı ve buna göre Kürdistan halkına karşı İngiliz oyun ve tuzaklarını ortadan kaldırmak için gerekli yöntemleri oluşturamadığı görülmelidir.

 

Barzani Hareketleri;

1-Şeyh Abdülselam Barzani;

M.Mustafa Barzani’nin “Barzani ve Kürt Kurtuluş Hareketi” kitabında anlattığına göre, ilk Barzani hareketi, 1887 doğumlu ve 1903’te Barzan Tekkesini Nakşibendi şeyhi olan Abdülselam Muhammed Abdülselam tarafından yönetiliyordu. Kürt Teali ve Tereqî dernekleri, Hêvî, Kürt Bağımsızlığı ve Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki direnişlerin liderleriyle iletişim halindedir. Ayrıca Şeyh Mahmudê Hefid, Şeyh Abdulkadir Nehri ve Simko Şikaki ile temas halindedir. 1907 yılında Behdinan bölgesindeki Kadiri Tarikatının Şeyh Nuri Muhammed tekkesinde bir grup Şeyh ve aşiret liderleri birlikte dört maddeden oluşan bir uzlaşı metni hazırlarlar. O maddeler şunlardır:

1-Halkın yaşam dili olan Kürtçe, Kürt bölgelerinde resmî dildir.

2- Okullarda eğitim dili Kürtçedir.

3- Bölge yöneticileri ve valiler Kürtçe bilen kişiler olmalıdır.

4- Bölgenin hizmetgüzarlığı için vergiler olduğu gibi kalacak.

Bu kararını Osmanlı Sultanına iletirler. Osmanlı İmparatoru bu uzlaşı metninden memnun olmaz ve “eşkiyalık” olarak değerlendirir.. Ve bunun sorumlusu olarak da Şeyh Abdülselam’ı görür. O yüzden, 1907’de Osmanlı Sultanı Barzan bölgesine büyük bir ordu gönderir. Büyük bir savaştan sonra Şeyh Abdulselam, Kuzey Kürdistan sınırına kaçar ve Çelê’de yaklaşık bir yıl Tiyar aşiretinin yanında kalır.

1908’de Şeyh Abdülselam Barzan bölgesine döndü ve silahlı bir grup oluşturarak Osmanlı ordusuna saldırdı ve bölgeyi işgalcilerden temizledi. Bunun sonucu Şeyh ve Osmanlı arasında ateşkes yapıldı.

1913 yılında Osmanlı Devleti, Musul Valisi Süleyman Nazif’in önderliğinde Barzan bölgesine büyük çaplı bir saldırı başlattı. Bunun sonucu Şeyh, Doğu Kürdistan’daki Nehri Şeyhlerinin yanına sığındı.

Şeyh Abdulsalam, Simko Şikak ile temas kurdu ve Tiflis’e (Gürcistan) kadar çevre devletlerle bazı girişimlerde bulundu. Ancak diplomatik çabaları sonuçsuz kaldı ve geri döndü. Dönüşte Gengeçin adlı köyde Sofî Ebdulla adında birine misafir oldu ve köylü O’nu Osmanlıya teslim etti. Teslim sonrası Şeyh kelepçelenerek Musul’a götürüldü ve 14.12.1914 tarihinde yargılama sonucu idama edildi.

Şeyh Abdulsalam’ın 7 yıllık hareketi, çalışma tarz ve yöntemleri itibariyle önceki direnişlerin yenilgilerinden gerekli sonuçlar çıkarmadığı için yereli aşamadı ve yenilgiyle sonuçlandı.

 

2- Şeyh Ahmed Barzani

Barzani şeyhlerinin hareketi, Şeyh Abdulsalam’ın idamından ardından küçük kardeşi Şeyh Ahmed Muhammed Abdulsalam liderliğinde 5 yıl daha devam eder.

Ahmed Muhammed Abdulselam, 1896’da Barzan’da doğdu. Ahmed, Barzan’ın şeyhliklerinde Şeyh Abdulsalam’ın halefi oldu ve adı Barzan’ın sahibi olarak yayıldı. Şeyh Abdulsalam hareketinin bıraktığı miras, Şeyh Ahmed için sosyal, dini ve siyasi bir seviye oluşturmuştu. Oda çabalarıyla bu seviyeyi yükseltmeyi hedefledi. Bir yandan Şeyh Mahmud Hefid’ın direnişiyle temas kurmuş ve 1919 Baziyani Yarımadası Muharebesine kuvvet göndermede rol oynadı. Ayrıca 1917-1919 yılları arasında Şeyh Abdülkadir Nehri ve Şeyh Saidê Pîranî’ye mektuplar ve temsilciler göndererek Kuzey Kürdistan’ın siyasi ve sosyal liderleriyle temasa geçti.

1931’de dönemin Irak rejimi, Şeyh Ahmed’in Barzan bölgesindeki nüfuzunu sınırlandırmaya çalışmış ve bir yıl kadar süren savaş oldu. Ancak savaşta yenildiği için, 400 adamıyla Kuzeye gitti ve adamlarıyla Türk devletine teslim oldu. Türk devleti ise adamlarıyla birlikte onu onu ve adamlarını Irak’a iade etti. 1944 yılına kadar Orta ve Güney Irak’ta rejimin gözetimi altında yaşadı.

1943’te Şeyh Ahmed’i i özgürleştirmek ve geri getirmek amacıyla küçük kardeşi Mela Mustafa, Barzan bölgesinde devletin birçok üs ve merkezini kuşattı. Müzakereler sonucunda Şeyh Ahmed serbest bırakıldı ve Barzan’a geri dönmesini sağlandı. Şeyh Ahmed, 1945’te Mela Mustafa ve 500 Barzaniyle birlikte Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni desteklemek için Doğu Kürdistan’daki Mahabad’a taşındı. Şeyh Ahmed, 1946’da Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra geri döndü ve Irak hükümetine teslim oldu. Mela Mustafa ise ordusuyla birlikte Sovyetler Birliği’ne gitti. Şeyh Ahmed 11 Ocak 1969’da Bağdat’ta öldü.

Şeyh Abdulselam gibi Şeyh Ahmed’in hareketi de benzer şekilde bölgesel kaldı ve tarikat özelliğinin ötesine geçmedi. Şeyh Ahmed, Kürdistan’daki diğer siyasi hareketler ve milliyetlerle temas kurmaya çalışsam da, bu temaslar Kürt siyasi birliğini, gücünü ve diplomasisinin kurulmasını sağlayamadı. Bu durum sınırlıda olsa silahlı bir hareketin gelişimini açığa çıkardı, ancak çok kolay bir şekilde Irak rejimi tarafından sindirilip bölgeden atılmasına engel olamadı. Şeyhlik pozisyonunun etkisi altında bir miktar güç toplayabildi ise de, ulusal bilinç eksikliği ve Kürdistan’ın özgürlüğü meselesini yeterli düzeyde hedeflememesi sonucu Barzan bölgesi ile sınırlı kaldı. Bu nedenle Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra Şeyh, yorulduğundan dolayı eski görevine geri döner. Ve Barzan Tekkesi şeyhi olarak devam etti. 14 Temmuz 1958 devrimine kadar Bağdat’ta yaşadı. Ardından Barzan bölgesine döndü ve ölümüne kadar başka bir girişimde bulunmadı, hiçbir siyasi harekete katılmadı.

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sonuçlanan süreçte Güney Kürdistan’daki siyasi faaliyetler arttı. O zamana kadar siyasi ve örgütsel faaliyetlerin çoğu dernek, gazete ve dergi şeklindeydi. Yani hükümet tarafından çalışma yapmaya fırsat verilmediğinden, faaliyetler dar çevrelerle sınırlı kalmaktadır.

Sovyetler Irak’ta hakim güç konumundaydı. Ayrıca 31 Mart 1934 yılında Irak Şii Partisi’nin kurulmasıyla koşullarda kismi iyilşemelerden söz edilebilir. Yine İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmeleri ulus-devlet şovenizminin yayılmasına yol açtı. Tüm bunların sonucu Kürt aydınlarının kendilerini siyasi partiler içinde örgütleme, ulusal ve demokratik amaçlar için çalışma yapma olanağı sundu ve umut vaad etti.

 

1-Hiwa Partisi

Hîwa Partisi 1939’da kuruldu. Refîq Hilmî liderliğinde kurulan bu parti, Kürdistan’da ilk Kürt partisi deneyimidir. Hiwa Partisi, kendisinden önceki Kürt dernekleri ve cemiyetleri, özellikle 1937’de Şair Dildar tarafından kurulan ‘Darker’ Derneği’nin çalışmalarının mirasına dayanıyor. Hiva ismi de 1912 yılında İstanbul’da kurulan (Hevî)Umut Derneği’nden geliyor.

Hiva Partisi, mücadelede hangi çizgiyi esas alacağını netleştiremedi. Sol içi çatışmalar, Irak Şii Partisi ve Sovyetler Birliği’ne yaklaşımı ve II.Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan milliyetçilik dalgasının ideolojik olarak yükselmesinin Partide yarattığı muğlaklık sonucu; sağcılık olarak adlandırılabilen bir pozisyonda kaldı. Yani muğlak bir pozisyonda durdu. Hiva Partisi, Güney Kürdistan kentlerinde siyasi faaliyetler yürüttü ve merkezi Kerkük’te idi. Ama daha çok kitlelerin partisi olarak değil, Kürt aydınlarının rol modeli olarak biliniyor Parti. Kerkük’te bulunmalarının nedeni, Refik Hilmi olarak da bilinen Refik Mihemed Salih’in 1898’de Kerkük’te doğmuş olmasıdır. Doğrusuda ailesi Süleymaniye’den Kerkük’e taşınmıştır. Yani Refik Hilmi aslında Süleymeniye’lidir, ancak Kerkük’te doğmuştur.

Öte yandan Kürdistan’da liseye giden öğrenciler Kerkük’e gitmek zorunda kalıyordu. Çünkü Refik Hilmî lisede öğretmendi. Yani Kerkük merkezi bir rol oynuyordu. Parti lideri, cumhurbaşkanlığını ilan etmek için sağcı ve milliyetçileri taklit ediyordu. Kendi prestijini problemleri çözme gücü olarak görülmesini istiyordu. Bu nedenle, yemin törenlerinde üyeleri silah, Kuran ve Refik Hilmi’nin resimleri hazır bulunduruluyordu.

Hiva Partisi, ideolojide olduğu kadar ulusal düşünce olarak da kendisini netleştirememişti. işgalci Irak rejimine ve İngiliz emperyalizmine karşı tavrı belirsizdi. Amacı , İngiltere’nin yardımıyla bağımsızlığını kazanmaktı. Buda Hiva Partisi’nin İngilizlerin etkisine girmeye ve İngilizlerin işlerine karışmasına yol açtı.

Hiva Partisi, Barzani’nin silahlı hareketini ve Kürdistan’daki çeşitli mücadeleleri destekledi. Ancak gündemine Kürt güçleri ve partileri arasındaki ulusal birliği sağlamayı koymadı. Yine dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeleri okuyamadı. Buda Birinci Dünya Savaşının sonucundaki oyunlara karşı kendini konumlandırmadı. Bu durum ilk olarak; 1944 Kelar konferansında Refiq Hilmi’nin Parti başkanlığından çıkarılmasına ve Parti’nin altı üye tarafından yönetilmesine sebep oldu. İkinci olarak; Parti kendi içinde Kurtuluş Partisi ve Devrim Partisi olarak ikiye bölünmesine yol açtı.

Üçüncü olarak; İngiliz planları ve müdahaleleri hakkında bilgi sahibi olamadığı için birliğini ve örgütlülüğünü koruyamadı. Öğretmen Refîq Hilmî, 04.08.1960 tarihinde vefat etti. O döneminin aydınlarından Şeyh Mehmûd’un danışmanı, Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Fransızca dillerini bilen bir aydındı.

 

1- Devrim Partisi

Hiva Partisi içindeki solculardan oluşan Devrimci Partisi Ali Abdullah, Nuri Şeweys, Salih Heydari ve Cemal Heydari gibi seçkin kişilere sahipti. Devrim Partisi üyelerinin çoğu, Irak Şii Partisi’nden kendilerini tasfiye etmiş, Hiva Partisi’nin örnek kadroları ve aydınlarıydı.

 

2- Kürt Kurtuluş Partisi

Kurtuluş Partisi, Şubat 1945’te kuruldu ve gazetelerinin adı Rizgari idi. 1946’da kongrenin toplanması sonucunda, Kürt Demokrat Partisi’nin (PDK) kurulması için bir platform oluşturarak kendini feshetti. Partideki isimler; Teha Muhyeddin Meiruf, Dr. Ceifer Edbulkerim ve Dr. Sediq Etruşî. Çoğu daha sonra PDK / Irak’ın kilit üyeleri oldu.

 

3-Kürt Demokrat Partisi / Irak

PDK / Irak, 16 Ağustos 1946’da Bağdat’ta kuruldu. Parti Mahabad’da Barzani, Hamza Abdullah, Mir Hac Ahmed, Nuri Ahmed ve diğer dört subay Mustafa Khoshnav, Muhammad Mahmud Qudsi, Khayrullah Abdulkarim ve Izzet Abdulaziz tarafindan kurulduğu biliniyor. 1958 yılına kadar PDK’nın çalışma fırsatı sınırlıydı. Çünkü geçmişte bir millet veya din adına parti kurulmasına izin verilmiyordu. Öte yandan Parti lideri, Sovyetler Birliği’ne gittiği için kararlar Parti sekreteryası tarafından ortak alınıyordu.

PDK günümüze kadar 13 kongre düzenledi. 1946’dan 1979’a kadar parti lideri Mustafa Barzani ve 1979’dan bu yana yada 9. Kongreden bu yana başkanlığını Mesut Barzani yapmıştır.

PDK kurulduğunda, Doğu Kürdistan harıç Kürdistan’ın diğer parçalarında parti yoktu. Bu nedenle Kürdistan toplumu içinde kendini yaymak için büyük bir fırsat vardı. PDK bünyesinde üç siyasi kanat vardı; solcular ve Sovyetler Birliği’nden etkilenenler Hamza Abdullah tarafından yönetildi ve O, 1959’da Mustafa Barzani tarafından uzaklaştırıldılar. Entelektüel ve liberal kanat İbrahim Ahmed tarafından yönetilen bu kanat, daha sonra 1966’da Siyasi Büro olarak Mustafa Barzani’den ayrılmıştır. Güçlü kanat; aşiret reisleri, kanaat önderleri gibi önde gelen şahsiyetler ve toprak ağaları tarafından yönetiliyordu. Bu kanatı Mustafa Barzani ve Şeyh Mahmud’un oğlu Şeyh Latif ve Koye’li Kake Ziyad önderlik ediyordu.

Aşiret kanadının gücü nedeniyle PDK, Güney Kürdistan’daki çiftçi ve emekçi toplum tarafından hoş karşılanmadı ve saygın olmadı. Halk Irak Şii Partisi’nden daha fazla etkilendi. Ayrıca PDK liderliği kitlelerden uzak olduğu için Irak’ta rejime karşı mücadelede ciddi bir rol oynamadı.

11 Eylül 1961’de silahlı çatışmanın başlamasıyla birlikte PDK, Güney’deki Kürt meselesini karmaşık bir aşamaya sürükledi ve 14 Temmuz 1958 devrimiyle Kürtler için doğan fırsatı değerlendirilemedi. Kaynaklar, ABD’nin İran istihbarat servisi SAWAK aracılığıyla, Sovyetler Birliği’nin ve Irak Şii Partisi’nin nüfuzunu ve konumunu zayıflatmak amacıyla toprak reformu anlaşmasına karşı çıkmak için Kürt ağa ve beylerini kışkırttı. Aynı zamanda da PDK’nın programı ve hedeflerinin net olmaması, altın fırsatı kaçırmasına neden oldu.

PDK liderliği, Bağdat’ta ortaya çıkan yeni Irak hükümetlerinin her biriyle görüştü. Ancak 11 Mart 1970’e kadar görüşmelerin hiçbirinden bir sonuç alınamadı. PDK silahlı hareketi, Cezayir anlaşması olarak bilinen uluslararası bir komplo sonucunda Mart 1957’de silahlı mücadeleyi durdurdu. Bu süreçte PDK liderliği silahlı, siyasi ve diplomatik savaşta başarısız olmasının yanında; Kürdistan’daki Kürt kişiliğinde bir yenilgi psikolojisi yarattı. PDK, Kürdistan’ın dört parçasının tamamında maddi ve manevi destek alıyor olmasına rağmen, PDK liderliği tam tersine, Kürdistan’ın diğer parçalarıyla muhalefet ve savaş geliştirdi. Ayrıca Doğu Kürdistan’da Süleyman Moini, Xelîl Mustafazadeh, Mela Aware ve yoldaşlarını şehit ederek ve cesetlerini İran rejimine teslim etti. PDK/Türkiye liderleri Said Elçi ve Said Kırmızıtoprak’ı (Doktor Şiwan) öldürdü. Hatta PDK / Türkiye lideri Faik Bucak’a düzenlenen suikastta ve Lübnanlı PDK lideri Cemil Miho’nun tutuklanıp gözaltına alınmasında MİT işbirlikçisi olduğu bile söyleniyor. Güneyde siyasi okulun kaldırılması, farklı renk ve seslerin kabul edilmemesi, PDK ve toplumda ağırlığı olan şahsiyetlerin yok edilmesi, bunun en bariz örneği; 1957’de oldu ya da Şerwanî aşiretinden Hemed Axayê Mêrge Sorî’nin ailesinin katliamını gerçekleştirdiler.

Dikkat çekmek istediğimiz şey, PDK / Irak ve liderliğinin 1975 yılına kadar Kürt halkının tam desteğinin yanı sıra, yerel ve uluslararası güçlerin desteğine rağmen sadece ulusal birliği değil, aynı zamanda Parti içinde bile bir birlik geliştiremedi. Meydanda bulunan güçler, partiler ve siyasi gruplar da PDK tarafından tasfiye edilerek öldürülmeleri ve her birinin başka bir suçla suçlanarak ortadan kaldırma emri veriliyordu. PDK / Irak Kürdistan’da sadece kendilerinin olması gerektiğine inandığından, başka bir güç çıkarsa, büyüyüp iktidara gelmeden devrilmeli ve varlığı sahada bırakılmamalı tavrında hareket ediyordu.  Bu faaliyetlerin çoğu MİT, SAWAK, İstihbarat ve Muhaberat gibi istihbarat kurumları ile işbirliği içinde yürütmüştür.

PDK / Irak stratejik olarak özerk bir zihniyet ve yaklaşım benimsemiştir. Ve bu nedenle Irak, Türkiye, İran ve Suriye bilinci çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Bu, Irak Kürdistanı, Türkiye Kürdistanı, İran Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı kavramının gelişmesine ve bu temelde siyasallaşmasına yol açmıştır. Bu nedenle Kürdistan’ın İngilizler ve Fransızlar tarafından tarafından bölünmesine ve PDK’nin de siyasi ve entelektüel bir perspektif kazanmasına yol açmıştır. Şimdiye kadar PDK’nın ana kadrolarının Kürdistan’ı bir ülke olarak görmemeleri, Kuzey, Güney, Doğu ve Batı Kürdistan terimlerini kullanamamalarına neden olmuştur. Bu durum sadece Eylül hareketi sürecinde değil, 21. Yüzyılda da Kürdistan’ın diğer bölgelerine bile uyguladı.Batı ve Kuzey’de kurulan PDK örgütleri yine Kürt Ulusal Konseyi / Suriye (ENKS ) veya PDK / Türkiye veya PDK / Suriye. Milli birlik inancının halkın zihninde olması gerekir, PDK kendi içerisinde bölgesel aşiretçi ve parçalayıcı bir isimlendirmeye gitmiştir. Onun içindir ki, halkı bir araya getirme ve Kürdistani güçleri ve partilerinin birliğini inşa etme gibi bir eserleri yoktur.

 

Kürdistan Ulusal Birliği (KUB)

PDK’nın Eylül ayında Irak’a yenilmesinin ardından, 6 Mart 1975’te İran ile Irak arasında ABD himayesinde El Cezire Anlaşması imzalandı. Mart 1975’ten itibaren Güney Kürdistan’da yeni gruplar ve örgütler kuruldu. 10 Haziran 1970’de Süleymaniye merkezli bir grup aydın ve öğrenci, Kürdistan Marksist-Leninist adlı bir örgüt kurdu. Bu grup daha sonra Şehab şeyh Nûrî, Enwer Zorab, Cefer Abdul Wahîd, Şasuwar Celal ve Freydûn Abdul Qadir liderliğinde kendini Kürdistan Korucular Grubu olarak yeniden adlandırıldı.

Yine PDK’nın yenilmesinden sonra bir grup komutan, yenilgiyi kabul edemedikleri için çalışmalarına ve mücadelelerine devam ettiler. Ali Asker, Dr. Halid, Dr. Mahmud Osman, Resul Mamed, Kardo Gelaleyî, Adnan Muftî ve Seyda Salih Yusfi’yi de içeren grup, kendini Sosyalist Hareket olarak kamuoyuna tanıttılar. Daha sonra Kürdistan Sosyal Demokrat Partisi adlı bir parti kurdular.

Kürdistan Devrimci Partisi olarak anılan PDK politbürosunun dikkatini çeken bu kişiler, 1966’da ayrıldıkları PDK ile 1970’lerde Mela Mustafa Barzani’yi desteklemek için barıştılar. Ancak PDK liderlerinin yaklaşımdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle ve liderlerinin önemli görev ve mevkilerde bulunmamaları, bu şahsiyetlerin bir kısmının partiyi terk edip evlerine yerleştiler, bir kısmının da başka ülkelere ve Suriye’ye taşındılar. Ancak Eylül hareketi yenilgisini açıkladığında, onlar da yeniden harekete geçmeye başladılar. Celal Talabani, Fuad Masum, Adil Murad, Kemal Fuad, Şam’da 1 Haziran 1975’te bir açıklama yazarak ( ardındanda Noşîrwan Mustafa tarafından Avrupa’da) Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’yi ilan ettiler. 1976’da Kürdistan Korucu Partisi, Kürdistan Sosyal Demokrat Partisi kaos sürecinde merkezi bir taraf oluşturmuş. Ve YNK güçlü bir Parti olarak siyaset arenasına girmiş ve silahlı mücadeleyi başlatmıştır. Bunun sonucunda Irak Baas rejimine karşı savaşla Güney Kürdistan’da yeni sıcak bir dönem getirmiştir.

PDK/Irak 26 Mayıs 1976’da, “Qiyade Muweqet” yani PDK’nin hiçbir kongre hazırlığı olmadan İdris Barzani tarafından Sami Abdul Rahman geçici bir süre için yönetici ilan edildi. Çünkü bu dönemde Mustafa Barzani hastalanmış ve Amerika’ya götürülmüştü. Mustafa Barzani’nin ölümü ve sonra çocuklarının ülkeye dönmesi ile PDK 9. Kongreyi düzenledi ve M.M. Barzani PDK’nin yeni lideri ilan edildi. Bundan memnun olmayan Sami Abdul Rahman, ayrılıp Kürdistan’ın Demokratik Toplum Parti’sini kurdu.

Baas Hükümeti’ne karşı mücadeleyi başlatmak amacıyla silahlı ve siyasi güçleri bir araya getirilmesi sürecinde PDK, Suriye’den dönmek üzre olan ve sayısı 40’a ulaşan Hesen Xweşnav ve İbrahim Ezo öncülüğündeki iki YNK birlikliği Botan’ın Uludere sınırında katleder. Bu olaydan sonra YNK sahadaki çalışmalarına daha güçlü bir şekilde sarılıp, Suriye’de elde ettiği silah ve mühimmatları Başur’a getirmek ister. Bundan dolayı YNK Suriye’deki silah ve mühimmatları Bakur ve Başur sınırından getirmek üzere 700 kişilik bir birlik kurar. Ancak Hakkari sınırında Jirki Aşireti tarafından pusuya düşürülür ve PDK, içlerinde Ali Askeri , Doktor Halit Said ve Hüseyin Bave Şeyh’inde bulunduğu 600 kişiyi öldürür.

İçlerinde kadro, komutan ve yöneticilerin olduğu böylesi büyük bir ölüm bilançosu YNK için çok ağır oldu. Kürdistan Sosyalist Partisi’nin bütün önder kadrolarının ölümüyle sonuçlanan bu katliam, YNK’ye karşı şüphelerinin artmasına sebep oldu. Bundan dolayı Kürdistan Sosyalist Partisi Resul Mamendi öncülüğünde PDK’ye katıldı.

İran Halk devriminin başlaması ve Şia İslamcılarının hazmedemediği bu durumu kendi çıkarlarına eklemlenmesi henüz bir yılını doldurmamişken, 1980 Eylülünde İran ve Irak savaşı başladı. Bunun sonucu Rojhılat ve Başur’da siyasi ve silahlı hareketler için büyük bir fırsat sağladı. Ancak PDK ne Kürdistan’ın diğer kesimleriyle anlaşıp birleşmeye kararlıydı ne de halk devrimini karşılamaya hazırlığı vardı. Bundan dolayı Başur ve Rojhılat Kürdistan’daki devrimci Kürt güçleri, Demokratik Kürdistan Partisi/İran ve YNK çatısı altında başkaldıran yeni hareketler tuzağa düştüler. Yani Rojhılat ve Başur Kürdistan’ında büyük kazanımlar elde etmek için oluşan uygun fırsatlar karşısında PDK zihniyeti ve pratiği her zaman büyük bir engel oldu. Diğer yandan devrimci güçler, hala PDK olmadan örgütlü bir güç oluşturamıyor, sadece ortak çalışma veya destek girişiminde bulunabiliyorlardı. PDK’nın başını çektiği derin çelişkili Kürt güçleri, kendi iç çatışmalarından kaynaklı gelişen bütün fırsatlar kaçırıldı.

İran ve Irak savaşının sonlarına doğru Güney Kürdistan’da 07.05.1988’de İran insiyatifi doğrultusunda PDK, YNK, Bölgesel-Hizbu Şui Kürdistan, Sosyalist Hizbu Kürdistan, Kürt Sosyalist Partisi, Kürdistan Demokratik Toplum Partisi ve Kürdistan Hizbu Emekçileri Kürdistan cephesinde bir çatı altında toplayabilmek için bir anlaşma yaptılat. Ancak çoktan iş işten geçmişti.

1983 yılında, Baas Rejimi ve YNK arasında yapılan müzakereler sırasında Saddam Hüseyin, YNK Elçisi’ne “Gidin birlik olun daha sonra gelin.” sözü müzakerelerde hiçbir olumlu sonuç alınmadığını açıkça gözler önüne seriyor.

 

Kürdistan Güçleri ve Irak Arasındaki Anlaşmalar

  1. Aliye Cuqd “Cibheye Al Vataniye Al Komiye Al Demokratiye Al Irakiye” YNK, Kürdistan Hizbu Sosyalist Birliği, Bölgesel Hizbu Baas Yönetimi, Sosyalist Arap Hareketi ve Irak Hizbu Şui aralarında imzalanmıştır.
  2. Aliye Cud “Cibheye Vatani Al Irak” 28.11.1980’de PDK, Hizbu Şui Irak, Kürdistan Hizbu Sosyalistleri ve Sosyalist Kürt Partisi aralarında imzalanmıştır. PDK kaynaklarına göre 1984’de Kürdistan Demokratik Toplum Partisi, Hizbu İştirak Irak ve Irak Demokratik grupları Cudyane tarafından üyeliklerini bildirmişler.

Aynı zaman diliminde imzalanan bu anlaşma çerçevesinde PDK ve PKK arasında 11 maddelik bir antlaşma imzalandı. Felekdin Kakeyi kendi anılarında şöyle diyor; “Biz ve PKK’li arkadaşlar Bıradost Bölgesi’nde birlikteydik ve açıkça görülüyordu ki onlar da bizim kadar kendi işlerinde çok ciddiler. Bu yüzden de PDK’nin dış ilişkiler sorumlusu İdris Barzani, Heval Xalid öncülüğündeki PKK’li arkadaşlara daha fazla yaklaşmaya çabaladı. 11 Maddelik antlaşma Kürt halkının menfaatlerine hizmet ettiği açıkça görülüyordu.” Felekdin Kakeyi yazıya şöyle devam ediyor; Heval Xalid Kandile geçiyor YNK, PDK ve Hizbu Şui aralarındaki iç çatışmayı bitirmek amacıyla, arabuluculuk yapmak için Kandile geçer. Maalesef 03.05.1983’de Heval Xalid ve yanındaki arkadaşın Şehit haberini aldık.”

Irak ve İran’daki savaş ve karışıklıklar, özellikle bu karışıklıklardan Irak’ın güçsüz çıkması; güçlü birlik ve beraberliğin kurulması, Kürt halkının haklarını elde etmesi ve Irak’ın demokratikleşmesi için önemli fırsatlardı. Ancak herhangi bir birlik söz konusu değildi. Bir sözleşme olsa bile bu, bir grubun diğer grubu kendi hegemonik gücünün etkisi altına koymaktan başka bir işe yaramıyordu. PDK, 1975 ve 1979’da İran’ın Kürtler üzerinde geliştirdiği savaş planları ve aynı şekilde 1983’de Hacî Omeran, Çoman, Sîdekan bölgelerinden Irak ordusu tarafından temizlenen, Soran şehirlerine kadar uzanan bölgede Pasdaran Ordusu’nun kuryesi halini almıştı. Bütün bu pratikler PDK’nin yüzünü kara çıkarmıştı. PDK bu durumdan çıkmak için ayağa kalktı, bütün antlaşma ve işbirliklerine insiyatifine aldı. YNK, 1975’deki PDK’nin mağlubiyeti sonrasında hiçbir şekilde silahlı ve siyaset sahasına geri dönmesini istemiyordu PDK’nın. PDK’nin YNK karşısında geliştirdiği katliamlar ve savaşlardan dolayı YNK, PDK’nın Bedirhan bölgelerinin ve Başur’un bütün parçalarında etkili bir güç olmasını istemiyordu. Buna karşılık PDK’de, YNK’yi Başur ve Irak’ta Kürt davasının ve demokrasinin öncülüğünde tek başına yapmak istiyordu.

1980’lerde Güney Kürdistan ve Irak’ta, Irak Baas Hükümetiyle güçlü müzakere ve siyaset yapmak için birlik olma fırsatı vardı. Ancak siyasi taraflar güçlü bir birlik oluşturamadılar ve İran, Suriye ve Libya gibi ülkelerle işbirliği yaptılar. Bu durum büyük bir trajedi olan Enfal katliamının oluşmasına neden oldu. 31.07.1983’de 8 bin Barzan’da, aynı şekilde 1988’de Enfal Hareketi’in 8 aşamanın sonrası; Germiyan Bölgesi’nden Behdinan Bölgesi’ne kadar -birçoğunun mezarının bile bilinmediği-182 bin kişi öldü ve 4000 köy yakıldı. En büyük acılardan biride kimyasal silah kullanılmasıdır. Halepçe, Balisan, Şeyh Wesnan, Dolî Xweşnawetî ve Metinan’daki Bazî Vadisi bölgelerinde 5 binin üzerinde sivil insanlar şehit oldu. Ve 10 bine yakın insan yaralandı ve on binlerce insan İran’a zorunlu göç etti.

 

1991 Başkaldırısı Ulusal Birlik İçin Büyük Bir Fırsattı

08.08.1988’de Irak ve İran savaşı sona erdi ve iki taraf da kazanımlı çıkmadı. Savaş sona erdiğinde Humeyni “Ben bir bardak zehir içtim.” der. Irak daha fazla savaşa uygun bir durumda değildi ama, yine de Saddam galip gelmek istiyordu. Baas Rejimi, savaş sonrası 700 milyar dolar borcun altına girmiş ve bir milyon kişilik ordu kurmuştu. Gücünü büyütmek istiyordu; 19.02.1990’da Kuveyti bozguna uğrattı ve işgal etti. Ancak Baas Rejimi’nin umduğu olmadı. Başta Arap ülkeleri üzere bütün dünya Saddam’ın işgali karşısında sessiz kalmadı. Amerika’nın öncülüğünde Irak’ın Kuveyt’ten çıkması için birlik kuruldu.

19.02.1991’de birleşen ülkeler, Irak’ı Kuveyt’ten çıkardılar. Bu da Irak’ın Kuzeyindeki Şiilerin ve Kürtlerin başkaldırmalarına fırsat sağladı. Ranye şehrinde başkaldırı başladı ve Nevroz’da Kerkük’te sona erdi. Gerçek odur ki, ne Güney Kürdistan’da ne de Irak’ta başkaldırı sırasında opozisyon güçleri, hükümet karşısında halkı içinde bulunduğu karışıklık ve imkansızlardan çıkarmak için herhangi bir hazırlıkları yoktu.

Güney Kürdistan’da profesyonel bir şekilde örgütlülüğün yürütülmemesi, Kerkük’teki başkaldırının durması, Baas Rejiminin yenilmemesi ve uluslararası birliğin Saddam Hüseyin’e ılıman yaklaşımları; Rejiminin saldırılarını güçlendirerek başlatmasına sebep oldu. 01.04.1991’de birçok şehir ve kasaba boşaltıldı, Güney Kürdistanlı milyonların Doğu ve Kuzey Kürdistan’a göçü başladı.

Eğer Kuzey ve Doğu Kürdistan diye seçenekler olmasaydı, milyonlarca insanın açlık ve soğuktan ölmesi muhtemeldi. 05.04.1991’de uluslararası birlik, Irak’ın Kuzeyi ve Doğusunun hava sahasını yasaklı bölge ilan etti. Aynı dönemde Saddam Hüseyin müzakere kapılarını Güney Kürdistan için açtı.Halkın ve uluslararası güçlerin baskısı sonucu Irak ordusu, çaresizce 36. Maddeyi kabul etti. Buna göre Duhok, Erbil ve Süleymaniye Kürtlerin denetimi altına girdi. Baas Rejiminin içine girdiği bu durum, Güney Kürdistan ve özelliklede Kuzey Kürdistan için olanaklar sağladı. Çünkü Kuzeydeki başkaldırı 1989’da başlamış, siyasi ve askeri alanda ilerliyorlardı. Bu yüzden sağlam adımlar atmak istiyorlardı.

19.05.1992’de yapılan Bölgesel Kürdistan Parlamento Seçimleri, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Kürtlerin yönetimi ele geçirmesini sağladı. Bu da bütün halkın bağlılığı ve tevazuluğu ile gerçekleşti.

Ordu, ekonomi, ve bildiri Hegemonyasıyla PDK ve YNK hakimiyetleri yerini aldı. Çünkü yasa düzenlemelerinde %70 ile diğer siyasi tarafların Irak parlamentosuna gitmesine engel oldular. Toplamda beş koltuk Asuriler için diğer koltuklar yarı yarıya karşılıklı paylaşıldı.

İlk parlamento toplantısında Doğu ve Kuzey Kürdistan partilerinin silahsız bırakılmasına karar verildi. Doğu güçleri koşulsuz bu kararı kabul ettiler ve Süleymaniye’ye yerleşip olağan hayatlarına odaklandılar. Ama Kuzey güçleri bu kararı kabul etmediler ve sonuçta 05.10.1992’de uluslararası işbirliği ile Türkiye’nin önderliğinde aynı zamanda PDK ve YNK’nin yardımlarıyla gelişen saldırılar ile karşı karşıya kaldılar.  Bu çatışmanın sonucunda çok sayıda gerilla ve peşmerge güçleri öldü. Bu durumdan çıkmak için 29.10.1992’de bölgedeki liderler ve PKK sorumluları arasında Güney’de 8 maddelik bir antlaşma imzaladılar. Bir sonraki yılın Nisanında hükümet yetkilileri ve PKK’nin ortak hazırladığı 4 madde daha eklendi.

Bölge hükümetinin saldırıları sadece Kuzey güçlerine karşı olmadı, aynı zamanda kendi bölgesindeki Kürt güçleriyle de oldu. YNK ile Kürdistan İslami Hareketi arasında, PDK ve Kürdistan Sosyalist Hareketi arasında ve 01.05.1994’de PDK ve YNK arasında oldu. PDK ve YNK arasındaki savaş, 17.09.1998 yılına kadar aralıksız devam etti. Washington Antlaşması ile savaş sona erdi ve Bölge Kürdistanı böylelikle Yeşil Bölge ve Sarı Bölge olarak iki ayrı yönetim altına girdi.

İsteselerdi, başkaldırı sürecini 2003 yılına kadar sürdürüp Bölgeyi Baas Rejiminden kurtarabilirlerdi. Bu dönemde kazanım elde etmek için uluslararası meclislerden destek ve olanaklar da vardı. Ancak özellikle bölgenin egemenleri olan PDK ve YNK, Güney Kürdistan veya diğer parçaların bu yardımlardan yararlanmasına izin vermedi. Bu duruma isteksiz olup, kendi çıkarları için her zaman çatışma ve çelişkiler yarattılar. Yüzlerce genci ölümüne ve binlerce insanın göçüne yol açtılar.

Bir başka bilanço ise 12 bin kadının ölümü oldu. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki siyasi ve silahlı gelişmelerine engel oldular. Dört parça Kürdistan’da işgalcilerin parti ve devrimcilere karşı saldırı ve katliamların önünü açtılar.

Araştırmalara göre, İran Rejimi tarafından Doğu Kürdistan’ın 400 kişilik Peşmerge ve kadrosu, Güney Kürdistan’daki partilerin yardımıyla şehit oldu. 1992, 1995, 1997 ve son olarak 2000 yıllarında Kuzeydeki devrimciler ile girilen çatışmalarda binlerce ölü ve yaralılar oldu. Neçirvan Barzani, bir basın toplantısında Kuzey Kürdistan’daki güçlere karşı girilen savaşta 3700 askerlerini kaybettiğini söyler.

Bu durumlar halkı vatan ve ülke sevgisinden soğutmuş ve herhangi bir toplantı ve görüşmede Güney Kürdistan’ın devrim, siyaset, kardeşlik, birlik söylemlerine karnı tok hale gelmiştir. Güney güçleri, halkı her şeye karşı umutsuz hale getirmelerinde büyük paylarının olduğu söylenebilir.

Uluslararası güçler Irak’a ambargo koydukları zaman, Irak Hükümeti de Kürdistan Bölgesine ambargo koydu. Bu durumdan en çok etkilenen yine yoksul halk oldu. Irak Bölgesinden Güney’e gelen güçler halkın malını çalmaktan ve talan etmekten geri adım atmadılar. Bu yüzden Güney’deki halkın yaşama şansı kalmamıştı.

Halkın birçoğu Avrupa ülkelerine göç etti. Bazıları Kuzey Kürdistan’ın devrimci partileri içerisinde yerini aldı, bazıları ise Güney Kürdistan’da siyasi ve toplumsal çalışmalarına devam etti. Bu durumlar karşısında 1991’de Kürdistan Özgürlük Partisi, 1995’te Demokratik Kürdistan Ulusal Birliği, Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi kuruldu. Bu partiler ulusal anlamda uyanış ve halkı mücadeleye katmada büyük rol oynadılar. İstekleri özgürlük ve direniş ruhunun bitmemesidir.

 

Baas Rejiminin Yenilgisi ve Ulusal Birlik İçin Yeni Fırsatlar

19.03.2003’de Amerika öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak’a saldırmasıyla, Irak güçleri hiçbir şekilde direniş gösteremedi. 09.04.2003’de Amerikan askerlerinin Bağdat’ı ele geçirmesi bir gün sürdü. 2003’de Kürdistan’da daha güçlü bir şekilde siyasi, ekonomik, diplomatik ve askeri anlamda fırsatları doğmuştu. Her zaman diğer parçalardaki güçler ve koalisyon güçleri Giney Kürdistanı’na destek vermişlerdir. Ancak onlar her zaman bu kazanımları ve yardımları değerlendirmekten kaçmışlardır. DAİŞ’e karşı savaşta bütün dünyanın gözleri önünde Şengal ve Mağmur’dan kaçtılar. Halkı savunmasız bıraktılar. Êzidi Halkını DAİŞ’e teslim ettiler. DAİŞ’e karşı Güney Kürdistan hükümetinin halkı amasız fakatsız koruması, bu karışıklıkta ulusal bir platform kurup bütün tarafları bir çatı altında toplaması son derece önemliydi. Maalesef her zaman olduğu gibi, ulusal prensiplere isteksiz, halkı ve vatanın aleyhine duruşta ısrar ediyorlardı. 2013 Newroz’undan 2015’e kadarki sürde Türkiye ve Özgürlük Hareketi arasındaki diyalog sürecinde de, Kürt güçleri arasında birlik olma ve Erbil’de ulusal konferans kurma fırsatı doğmuştu. Ancak Türkiye’nin PDK yardımı ile masayı devirmesi, bu diyalog sürecini bitirdi. Aynı dönemde Türkiye ve İran Barzani’ye bir Kürt Devleti kurması için adeta yeşil ışık yakmışlardı. Baas ve DAİŞ’e karşı hiçbir şekilde karşı durmadığı halde, özgürlük ve birlik için hiçbir emek vermeden-16.10.2017’de-yaptığı sonucu belirsiz referandumda %51 oy alarak, her şeyi işgalcilere teslim etme fırsatını tanıdı. Yine 1999’da da ulusal birlik için Kürdistani birçok parti ve bileşenleri-Belçika-düzenledikleri kongreye PDK ve destekçileri katılmadı. PDK isteksizliğini düzeltmesi ve halkın ulusal birliğine katkı sağlaması şurda dursun, her geçen gün daha despotik bir hale geliyor. Son yıllarda 76 eylemci ve gazeteciyi Behdinan’da tutuklaması buna büyük bir kanıttır.

2017’den sonra Güney’de iki etkili siyasi aktör olan Celal Talabani ve Mustafa Noşirvan’ın ölümleri, aynı zamanda Kuzey’de diyalog sürecinin bitmesi ve Öcalan’ın tecrit edilmesi, Rojava’daki savaş ve Afrin, Serêkanî, Girê Sipî şehirlerinin işgali ulusal birliği elzem kılıyor. Şimdi Güney Kürdistan’da egemen güç olan PDK, birlik adına hiçbir pratik adım atmıyor. Kendini lider ve namağlup görüyor ki, bütün diğer güçlerin kendine muhtaç ve onsuz hiç bir şey yapamayacağını düşünüyor. PDK, milliyetçilik ve ulus-devlet çizgisini benimsiyor. İstediği Baas, Türk ve Fars rejimleri gibi ulusal birliğin oluşumunu bir devlet temelinde gelişmesinden yana.

Kürtlerin demokratik ulusal birlik anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Bu anlayış devlet temelli değil, demokratik çözüm ve demokratik özerk yönetim temelli olup, bölünen bütün Kürdistan parçaları içindir. Kürt sorunu Ortadoğu’da demokratik tarzda çözülmelidir. Aksi halde özgür Kürdistan oluşmaz. Bu yol ancak ve ancak ulusal birlik engelini aşarak çözülür. Demokratik ulusal konferanslar düzenleyerek ve bütün tarafları fark gözetmeksizin toplayarak gerekli kararlar alınabilmelidir. Bu görev başta siyasi oluşumlar olmak üzere aydın, sanatçı, her Kürt’ün önünde duran en temel görev olmaktadır. Tarihi süreçten geçiliyor. Buna en iy cevap ulusal birliğin sağlanması ve Kürtleri ortak bir kuvvete birleştirmekle ulaşılabilir.

 

 

Kürtçeden Çeviren; Ferhat Bayhan

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.