Düşünce ve Kuram Dergisi

1639 Kasr-ı Şirin’le İkiye, Lozan’la Dörde Bölünen Kürdistan’da Birlik Sorunu

Selim Ferat

“…devlet ve ulusal yaşamda ortaya çıkan etik-politik öğe, “halkın dini” olan ‘yurtseverlik’ ve “miliyetçilik”, ki bu, önderlerle takipçiler arasındaki birliği oluşturan bağ olarak addedilir.”
(Gramsci, 1993, S. 1076)

 

Paradoksal Tarihte Desen Tekrarı

Asırlar öncesiydi: “Şeref Han’ın iddiasına göre Kürtler, Yahuseb (Zhak adıyla bilinir) zamanında göç ederek Kürdistan dağlarına çıkmışlardır. Bu hükümdar her gün iki insan beyni yermiş. Fakat emrindekiler vatandaşlarını öldürmek istemediklerinden, insan beyni yerine kuzu beyni verirlermiş. Böylece de kurban edilecek insanlar, birer birer firar ederek, Kürdistan dağlarına kaçmışlar ve nesillerini orada devam ettirmeyi başarmışlardır”. (Dr. Fritz, 1992, S. 13)

 

Asırlar Sonrasıydı

Son tarihi etapta Babanzade Abdurrahman Paşa Başkaldırısı (1806) ve Mahabat Kürt Cumhuriyeti (22 Ocak 1946’dan 17 Ocak 1947´e kadar) tarihi tecrübesinden sonra:

  1. Irak Anayasasının “Irak toplumu, vatandaşlarının tam hak hürriyet eşitliğine dayanan karşılıklı saygı esasına müstenit işbirliğinden meydana gelir. Araplar ve Kürtler bu milleti teşkil ederler” (Dr. Şivan, S.139) içerikli 3. Maddesinin hayata geçirilmemesinden sonra, Eylül 1961’de Güney Kürdistan’da Kürtler Mustafa Barzani önderliğinde: “ulusal ve halkla bağlantılı, PDK Başkanının politik-askeri liderliğinde, Kürt toplumunun tüm sınıflarını kapsayan” (İ.Cherif Vanly, S. 286) bir ayaklanma başlatıldı. Bu ayaklanmayla günümüze dek devam eden ve Güney Kürdistan’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin temellerini oluşturan Hareket, bir Peşmerge Hareketi olarak doğdu ve bugünlere gelindi…
  2. 1938 Dersim Başkaldırısından sonra işgal edilen Kuzey Kürdistan’da işgale son vermek, “Kürdistan’ı yurt topraklarının doğal bir parçası olarak gören sömürgeci güçlerle mücadeleyi en acil görev olarak önüne koyan” (PKK Kuruluş Bildirisi) PKK’ye bağlı güçler 15 Ağustos 1984’te eylemler gerçekleştirerek, silahlı mücadeleyi başlattılar. 37 yıldır süren bu mücadele, Kürdistan Sorununu uluslararası gündeme taşımada etkili rol oynayan bu gücün adı, Gerilla Hareketidir.

 

Ululaşmaya Dair

Durkheim’e göre özellikle kentsel işbölümüne dair yaşam yapısından yoksun olan Kürtler, kurumsal olarak “siyasi bir topluluk” (ulus) olmayı (Anderson, 1988, S. 13) çok sonraları başardılar.

“Eğer Kürtler daha yerleşik bir yaşam sürmüş olsalardı, onları kelimenin tam anlamıyla Doğu’nun şövalyeleri saymak olanaklı olurdu. Savaşçı bir ruh, açıksözlülük, onur ve kendi kendi beylerine sınırsız bağlılık, verilen sözü kesin biçimde yerine getirme ve konukseverlik… kadına sınırsız saygı, işte bunlar, tüm halkın ortak özellikleridir. (Abovyan, akt. Aristova,2002, S. 28)

Doğu Bilimleri uzmanı Aristova’nın Kürtleri tanımlamasında göze çarpan önemli özellik ve Kürtlerin “ulus”laşmaktan uzak tutan etmen, “kendi kendi beylerine sınırsız bağlılık, verilen sözü kesin biçimde yerine getirme” olmaları olarak kabul edilebilir bir hipotez olsa da, bunun bu tanıtım, Kürtleri övmeye yönelik olsa da, kendini idareden yoksun bir halkın kendisini idare edeceklere muhtaç hale getirdiğine işaret etmektedir. “Kölelere övgü” methiyesinde uzak kalarak belirtilmesi gereken ana olgu, Kürtlerin kentleşme ve sanayileşmenin ilk basamağı sayılabilecek zanaat atölyeciliği, ticaret ve sanayileşmeye yol açacak üretim aygıtlarından uzak bir yaşam sürmeleri, onları kendi içlerinde birliğe itecek ticari bağlardan yoksun bıraktı.

 

Giriş

“Sınırları olmayan bir Memleket… Fakat Kürtlerin oturduğu toprakların adıdır: Kürdistan” Thomas Bois, (akt. Dr. Şivan, S. 21)

Kürdistan’ın 284 yıllık arayla (1639-1923) iki kez bölünmesi, zaman cetveli hafızasına yüklü, egemenler tarafından belirlenen, somut tarihsel olgulara işaret etmektedir. İki tarihi antlaşma da, antlaşmaların dönemin emperyal gücünü elinde bulunduran, egemen devletleri tarafından planlanmış ve yaşama geçirilmiştir.

Birinci ve ikinci bölüşümler, iki savaş sonrası, devletlerin Kürdistan’la birlikte, komşu ülkelerin toprakları üzerinde hükümranlık alanlarını belirlemeleriyle sonuçlanmıştır.

Kasr-ı Şîrîn, 1623-1639 yılları arasında, Osmanlı-Safevi devletleri arasında onuç yıllık savaşı sonuçlandıran antlaşma oldu.

Kasr-ı Şîrîn’den Lozana uzanan zaman diliminde yapılan 1828 Türkmençay Antlaşmasıyla İran’da kalan “Kürdistan topraklarının bir kısmı, Rusya’ya bırakılmıştır” (Beşikçi, 1992)

Lozan, birinci dünya savaşının son bulmasının akabinde, 1919-1922 yılları arasında, Türkiye’nin Kürdistan, Ermenistan topraklarını işgal ve Rumların, Ege’de “denize dökülmesi” ve topraklarından edilmeleri sonucunu doğuran, savaştan sonra yapılan antlaşmadır.

Türk Yunan savaşında, Bolşevik Devriminden sonra, Sovyetler Birliği’ne karşı müttefik namzet olarak görevlendirilecek Türkiye, İngilizler ve Fransızlar tarafından desteklendi. Lozan’dan önce yapılan 1921 Ankara antlaşmasıyla, 6. Maddede ,”Misak-i Milli”de tanınan azınlıkların haklarının kabul edileceği(nin), 7. Maddesinde, İskenderun bölgesinin “Türk ırkından olan ahalisi kültürlerinin inkişafı için her türlü teşkilattan faydalanacak, Türk lisanı orada resmi dil olacaktır” belirlemesiyle, Lozan Antlaşmasını önemli bir profili çizilmiş oluyordu.

Lozan ile birlikte, Kürdistan´ın Osmanlı İmparatorluğu’na bırakılan Kürdistan toprakları, İngiltere, Fransa ve Osmanlı’nın devamı Türkiye tarafından bölünmüştür. Lozan Antlaşması’nın 17 Ekim Bolşevik Devrimi’nden sonraya denk gelmesi, Türkiye’nin jeostratejik partner olarak seçilmesinde büyük rol oynadı.

 

Ara Not: Kasr-ı Şîrîn Öncesi

Dr. Şıvan “23 Ağustos 1514’te Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e karşı kazandığı meydan savaşının sonunda, Kürdistan, büyük yarısı Osmanlı hudutları içerisinde kalmak suretiyle ikiye bölündü”ğünü belirtmektedir.

Osmanlı ile Safevi Devletleri arasındaki savaştan sonra, Kürdistan’ın ikiye bölüştürüldüğü ile Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki savaştan sonra Kürdistan’ın ikiye bölüştürüldüğü savları arasında paralellik olduğuna işaret ederek, buraya sadece Dr. Şıvan’ın da iddia ettiği gibi, Kürdistan’ın 1514’te de ikiye bölündüğünü not etmek istiyorum.

Sultan Selim’in “zaferi”ne katkıda bulunan Kürtlerin siyasi müzakerecisi İdrisi Bitlisi, “Kürtlerin siyasi pozisyonlarının çeşitli ayak oyunlarıyla kırılarak, Kürdistan’ın İmparatorluğa katılmasınnda ne denli menfi rol oynamışsa, sulhun avdetinden sonra, Kürdistan’ın yeniden teşkilatlanmasında ve Kürt emirliklerinin dahili milli otonomilerini koruyabilmelerinde de, o denli faydalı olmak istemiştir” (Dr. Şıvan, S. 33).

Kürt “Emir”lerinin Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki meydan muharebesiyle birlikte oluşan tarihi fırsattan faydalanarak, birleşmeleri ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri bir opsiyon olarak varken, “emiralıklara” dayalı otonomilerle statülerinin korumak üzere, Sultan Selim imparatorluğu tarafından korunan statüyü kabul etmeleri, aynı zamanda Kürt aşiretlerine dayanan “emiranlıkları” tarafından bölünen bir Kürdistan’da “biz” olgusunun oluşmasını engelleyen faktör olmuştur. Bu durumda İdrisi Bitlisi’nin, kötünün iyisi statüye ulaşmak için, Kürdistan’daki aşiretleri Sultan’ın zaferine “ortak” etmesi, Kürtler açısından bir zafer olarak algılanabilir mi?

 

Düşünmeye Zorlayan Zaruret: Kasr-ı Şîrîn

Doğu Kürdistan olarak tanınan coğrafik bölgenin neden, “İran’ın garbında, Ardilân ülkesinin cenûb-î garbî (batı güney) kısmında bir mahal” (M. Streck/Islam Ansiklopedisi) olan Kasr-ı Şîrîn kentinde, 17 Mayıs 1639´da Osmanlı ile İran (Safevî Devleti) arasındaki yapılan bir antlaşmaya bölündüğüne cevap bulmak, düşünmeye zorlayan nedenlerden ilki oluyor.

Önermelerden biri olan, bugünkü Kasr-ı Şîrîn’in “(deniz seviyesinden 480 metre yükseklikte) taş, kerpiç sûr (duvar) ile çevrili, az ehemmiyetli bir mahal” olması değil, “öteden beri kervanlar için ehemmiyetli konak vazifesi” (M. S.) görmemesi de yeterli olmamaktadır.

“Kasr-ı Şîrîn’in cenûb-î garbîsinde heybetli Ağ Dağ uzanır; cenûb-î şarkisinde (güneydoğu) de mühim dağ silsileleri bulunmaktadır. Bilhassa Bağdat’dan İran’ın yüksek yaylasına giden pek eski yol, Aap orta çağının tarîk Hurasan’ı (Horasan yolu) buradan geçer” (M. S.) önermesi, bu kentin neden bir antlaşma için seçildiği konusunda bir ipucu olabilir.

“Kasr-ı Şîrîn’de en çok dikkate değen ve burayı İran’ın tarih ve arkeoloji bakımından en mühim yerlerinden biri yapan şey, civardaki Sâsânilere ait büyük harabelerdir. Kasr-ı Şîrîn (Şirin’in Sarayı), ismî Sâsâni krallığının son zamanlarından kalmadır. Bir Hıristiyan olan Şirin, Husrav II. Parvêz (590-628)‘in en gözde zevcesi idi. Bu hükümdar yazlık ikametgah olarak yaptırdığı büyük kasra zevcesinin adını verdi” (M. S.) hitoryası bu kente arkeolojik önem biçiyor olsa da, bu böylesi bir antlaşmanın bu kente yapılması için yeterli bir neden olmayabilirdi de.

“Margan tarafından şehrin (Kasr-ı Şîrîn) 3000-6000 olarak tahmin edilen ahalisinin Kürt”, (M.S.) olması ve Şah Abbas I. (1587-1628) Türk-Iran hududunu müdafaa maksadı ile, Kasr-ı Şîrîn bölgesine Sancabilerin (bk. Rawlinson JRGS, IX, 33; bu kabilenin bir kolu için, Rabino Les Tribus de Louristan, Paris, 1916, s. 17) Lurd kabilesinden 900 aile” (M.S.) yerleştirmesi, tabloyu tamamlayan jeo-stratejik bir neden olabilir.

“Kasr-ı Şîrîn’in Osmanlı tarihindeki ehemmiyeti(nin) Murad IV. zamanında Bağdat’ın istirdatından (ele geçirilme) sonra, Türkiye ile İran arasında, Irak’ın Türklerde ve Azerbaycan’ın İranlılarda kalması suretiyle, devamlı bir hudut tesbit” (M.S.) etmesine yol açması, bu kente tesadüfi olmayan jeo-politik bir anlam da yüklemektedir.

1639‘dan sonra Kürtler‘in yaşadıkları coğrafyanın iki imparatorluk arasında bölüşülmesi, Kasr-i Şîrîn antlaşmasıyla çekilen Osmanlı-Safevi devletlerinin sınırlarının belirlenmesiyle gerçekleşmiştir. Alevi Kürtlerin İranlılar, Sünni Kürtlerin de Osmanlılar tarafından kullanılması hipotezi tartışmalıdır. Mezhep ayrılıkları aşiret yapısı, üretim ilişkileri ve coğrafik yapının, Kürtlerin birliğini engellediği hipotezi üzerinde durulması gereken temel etkenler olmaktadır.

 

Türkiye’ye Vekalet Yetkisi Veren Antlaşma: Lozan

Fransız ve İngilizler’in büyük oranda Türkiye lehine tarih sahnesine koydukları 1919-21 “Türk Yunan Savaşı” (Lenin) sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde; İngiltere, Fransa, İtalya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında” (İsmail Göldaş, S.7) imzalanan anlaşmaya, “ilk imzayı atan Türkiye başdelegesi İsmet İnönü” (a.y.) olmuştu.

Bu antlaşma sonucuna göre, “490.000” km2 olan Kürdistan yüzölçümünün 230.000 km2’si” (yakinen yüzde 45’i) (İ.Cherif Vanly, S. 44) Türkiye’ye bırakılmıştır. (Türkçe isimleriyle: Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Antep, Hakkari, Kars, Malatya, Muş, Mardin, Siirt, Tunceli (Dersim), Urfa, Van Vilayetleri).

Lozan’a göre, Kürdistan topraklarının “170.000 km2’si, İran’a (Kirmanşan, Sîne, Xane, Mehabad, Mîrîwan, Şîno, Seqiz, Serdeşt, Kamrayan, Bokan, Banê. Îlam, Bîcar, Qurwe); „75.000 km2’si Irak’a”, “15.000 km2’si Suriye’ye” (a.y.) bırakılmıştı.

Kürdistan’ın bölüştürülmesinin ön planda, Kürtlerin ise tali planda oldukları, Lozan’dan yıllar sonra, dönemin Türk Paşası İsmet İnönü anılarında tarihi ironik bir tablo çizerek: “Kürtler Lozan’a gelip bize müracaat etmediler. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda, milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik” (akt. Göldaş, S. 7)

“Kürt soyu gibi üstün bir soy”a (İnönü) ait olan Kürdistanlılar, Lozan’da temsil hakkına sahip değildiler. “Lozan’da Kürt temsiliyetinin sözkonusu olmadığı” (Göldaş) bir antlaşmayla, Kürdistan’ın yüzde kırk beşinin gaspina ve Fransızlar tarafından icazet verilen Türkiye, Bolşevik Sovyetler’in en batısında, batı emperyal merkezlerin müttefik gücü olarak “ebediyete dek” icazet verilen ülke olarak bırakılacaktı.

Avrupa ve Ortadoğu’yu birbirine bağlayan coğrafyada, Lozan Antlaşması’yla birlikte, Kürt halkının kendi kaderini belirleme konusunda, “red” oyu kullanma hakkı ve kudretiyle donatılan ülke Türkiye olmuştur. Günümüze dek, Kürt başkaldırıları, Özgürlük ve Kurtuluş Hareketleri konteksinde kontra güç olarak, ilgili önceleri Fransız ve İngiltere, daha sonra ABD ve Almanya emperyal güçleriyle, gizli pazarlık yapma yetkisine sahip, NATO üyesi, “özel statüye” ve bununla da vekalet yetkisine sahip ülke Türkiye olmuştur.

 

Birliği Engelleyen Sosyal Etmenler

Lozan ile birlikte dört parça olarak bölüştürülen Kürdistan’da, NATO’nun Ortadoğu ve Sovyetlere en yakın gücü Türkiye ile, İslam dünyasını temsil gücünü elinde tutan İran, daha sonra Sovyetler’in etki alanına girecek Suriye ve Irak devletleri, Kürdistan’ın her parçasındaki Kürt topluluklarını kendilerine benzetmek için baskı, sömürgeci politikaya endeksli sosyal determinizm uygulamaları, her parçadaki Kürdistanlıları biribirlerine benzemeyen sosyal, politik, sosyopsikolojik yapılanmaya götürmüştür.

“Bir baskı sistemi tarafından hayvanlar düzeyinde tutulan bu insanlara hiçbir hak, yaşama hakkı bile tanınmaz. ” (Sartre’nin önsözü, Memmi, Albert, S. 10) tarifi, Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürtler’i kendilerine ve diğer parçalardaki Kürtler’e yabancılaştıran, bir yerde “sömürgeleştirilenlerin hafızasını gittikçe daha fazla kaybetmeye mahkum eden” (Memmi, S. 98), kaderleri egemen yabancı bir güç tarafından belirlenen “lanetliler”e dönüştürdü.

Kürdistan’da “biz” olmak için başlatılan ayaklanma ve işgale karşı direnişlerden önce, Kürt toplumuna kanıksanmak istenen olgu: “sömürgeciye olan sevgi, kendinden nefret” (Memmi, S. 111) oldu.

 

Hipotezler:

  1. Kuzey Kürdistan’daki toplum 70’in sonlarına ait verilerde, “büyük ölçüde tarımla uğraşmaktadır” (Kendal S. 93, Kurdistan und die Kurden, Band 1). “Yerleşik halkın %72’si kırsal alanda oturmakta ve tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır” (agy). Bu parçadaki öğrenci gençlik, ideolojik politik 1968 Öğrenci hareketinden etkilenmiş 70’li yılların yarısına dek Türk solunun ideolojik etkisinden kurtulamamıştır. Türk metropollerinden Kuzey Kürdistan kentlerine ve köy gençliğine taşınan sol ideoloji, 70’li yılların ortalarından sonra, hızlı bir şekilde toplumsal politikleşmeye yol açmıştır. Toplumsal bilincin yüksekte olduğu bu yıllarda, özellikle gençlik, Kürt kültürü ve tarihi konusunda hala yeterli bilgilerle donatılmamıştı. Böylece sosyal politik refleksleri yüksel, ulusal bilinci düşük bir yapılanma 80’li yılların ortalarına dek, Kuzey Kürdistan’daki belirgin özelliklerden biriydi.
  2. 70’li yılların sonlarına ait verilere göre, Güney Kürdistan’daki halkın “%55’i köylülerden oluşuyordu”. (Vanly, S. 267, Kurdistan und die Kurden, Band 1) Güney Kürdistan’da özellikle de “Şex Mehmud (Barzenci)‘nin Ekim 1922’de kendisini Süleymaniye’den Kürdistan Hükümdarı olarak” (Dr. Şıvan, S. 127) ilan etmesinden, 1958’de Mustafa Barzani’nin Sovyetler’den geri dönüşüne kadar, bu parçadaki ulusal refleksler ve kültürel birikim, Mahabbad Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Şeyh Sait, Ararat ve Dersim başkaldırılarına refakat etmiş, destek sunmuştur. Kuzey Kürdistan’ın tersine, bu parçada ulusal, kültürel bilinç ve refleksler yüksek, sosyal politik refleksler gerideydi.
  3. İran rejimi Doğu Kürdistan’daki Kürtler’i İran’lılar olarak büyük oranda entegre etmeyi başardı. İran halkları olarak yaşama geçirilen proje, özellikle Mahabbad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışından sonra hayata geçirildi. Dr. Gassemlou’nun (Kasımlu) 1989 yılında Viyana’da, İKDP Genel Sekreteri Dr. Şerefkendi ve arkadaşlarının 1992 yılında Berlin’de katledilmeleri, bu parçada, Mahabbad’tan sonraki örgütlenmelerin koruma tedbirlerini gözden geçirmeleri için yeterli nedenler oluşturdu. “Kürtler’i‚ katıksız İranlılar‘ olarak gören İran Hükümeti, “Farslar” kelimesi yerine “İranlılar‘ kelimesini geçirdi”. (Gassemlou, S. 185, Kurdistan und die Kurden, Band 1). “Kürt sanayi burjuvajisi çok zayıf, küçük burjuvazi, Irak Kürdistanı’ndaki kapitalizmin ileri karakolu ve mevcut rejimin Kürt toplumundaki toplumsal temelidir” (Gassemlou, agy) tanımlamalarına rağmen, Doğu Kürdistan’da ulusal Kültür ve bilinç korundu, bu parçada örgütlenme, Mahabad’tan sonra büyük oranda, diğer parçalara güdümlü kaldı.
  4. Rojava Kürdistan´ındaki Kürler, 70’lı yılların sonuna bakıldığında, “ağırlıklı olarak köylülerden” (Nazdar, S. 401, Kurdistan und die Kurden, Band 1) oluşmaktaydı. Bu yıllarda “120.000 Kürt‚ yabancı olarak damgalanmıştır” (agy, S. 406). Gerçekleştirilen bir tarım reformu sonucu “140.000 Kürt köylüsü topraklarından sürgün edilmiş, yerlerine Araplar yerleştirilmiştir” (agy, S. 409). 1975’te Derik ve Kamışlo bölgesine “7000 Arap ailesi yerleştirilmiş ve silahlandırılmışlardır” (agy, S. 409). 70’lı yıllarda 10 yıl zarfında 30.000 Kürt Rojava’yı terk etmiş, Lübnan’a yerleşmişlerdir (agy). Bu yıllarda özellikle Peşmerge örgütlenmesinin güçlü olduğu Rojava’da, daha sonra 80’lı yılların sonundan itibaren Gerilla örgütlenmesi de Rojava’da etkin bir toplumsal örgütlenmeye gitmiştir. Rojava, toplumsal toleransın yüksel olduğu parça olarak başta Peşmerge, sonrasında da Gerilla Hareketine katkıda bulunan, son tahlilde iki hareketle de ev sahipliğini yapan, Kürdistan Kurtuluşunun en zayıf/en güçlü halkası olmuştur.

 

Birlik Sorununda Ortak Etmenler

1- Kolektif Kimlik

“Kolektif Kimlik (lat. Collektivus=biriken ve kimlik= (karekter) Birlik), sosyal ve kültürel kimlik, biz kimliği” ve devamla “Birliği, ortaklığı, ortak alışkanlıklara sahip olma olarak” (G. Grohs, S. 433) tanımlansa da, tarihsel negatif gelişmeler, kültürel kimliğin pekişmesine engel teşkil edebilirler.

Bu bağlamda, Kürdistan’ın her parçasında, oradaki zorunlu şartlara uymak zorunda kalan milyonların, sosyal yaşamda varlıklarını sürdürmek için, uymak zorunda kaldıkları yaşam biçimine denk düşen sosyal ve psikolojik değişimler, tüm parçalarda yaşayan Kürtleri, kolektif kimlik bazında bir oranda diğer parçada yaşayanlara yabancı kılmıştır.

Burada asimilasyonun rolünü irdelemek gerekiyor. “Latince assimilatio=eşitleştirme, benzetme” L.v. Wiese, S. 53), “sosyo-kültürel değer yönelimlerinin ve davranış kalıplarının benimsenmesi” (a.y.) anlamına geliyor ve bu temel etken, her parçadaki bireyleri, Kürt topluluklarını diğerlerinden ayrı bir değişime yöneltmiştir.

Asimile edilemeyen Kürdistanlıların her parçada, egemen sömürgeci otoriteye karşı duruşları sonucunda, her parçadaki örgütlenmeler, diğer parçalardaki Kürtlerden destek almış, özellikle de 60’lı yıllardan sonra gelişen Mustafa Barzani önderliğindeki hareket, Kuzey Kürdistan’daki ulusal bilinçlenmeye önemli oranda katkı sunmuştur.

1978 yılında kurulan PKK, 15 Ağustos 1984’te Eruh-Şemdinlide başlatılan silahlı eylemlerlerden sonra, özellikle de Kürdistan’daki alt tabakadan ailelerin çocuklarında siyasi bilincin oluşmasına katkıda bulunmuş, başta Rojava olmak üzere diğer Kürdistan parçalarında varlık göstermiştir.

 

2- Nativizm/Kolektif Tavır (W.E. Mühlmann, S. 738-739)

“Nativizm, ‘biz grubunun kendi katkısıyla’ ortaya çıkararak, vurguladığı kolektif tavırdır” (Mühlmann, agy). “Nativist Hareketler, bu motiflerden ilham alan sosyal hereketlerdir” (agy). “Yabancı egemenlik, sömügeci baskı, olası sömürü ve yabancı kültürel değerleri empoze etme girişimleri nedeniyle, bu gruplarda özgüven sarsılması oluşur” (agy).

“Nativist Hareketlerin asıl amacı, yabancı egemenliği alaşağı etmek, bazen de mevcut egemenlik ilişkilerini tersine çevirmektir” (agy).

 

Birlik İçin Olasılık

“Kolektif bir drama hiçbir zaman bireysel bir çözümle sonuçlandırılmayacağına göre” (Memmi, S. 115), Sömürgenin, sömürge olarak sonu, metropulün (sömürgeciliğin, bn) metropol olarak sonu” (agy) olacaktır. Sömürgenin içinde olduğu durum “mutlaktır ve mutlak mutlak bir çözümü gerektirmektedir, kırılma ama taviz değil” (agy).

“Kolonileştirilenlerin de bir sırrı var” (agy). Kürdistan’ın da bir sırrı var. Güney ve Kuzey Kürdistan’ın birbirine “zıt” iki yakası, aslında beklenir tarihsel gelişmeler sonucu, bir yerde Kürdistan’ın ulusal, toplumsal deposu olan Rojava Kürdistan’ında bir araya gelme zarruriyetiyle karşı karşıya kaldılar.

Gramsci’ye göre “halkın dini” olan “yurtseverlik” önder örgütlenmelerle onları takip eden (halk) arasındaki bağ olarak gündeme oturdu.

Toparlarsak, partiler üstü bir ulusal/toplumsal program oluşturulması, tüm Kürdistan parçalarındaki parti ve örgütlerinin onayını alacak, Kürdistan’ın işgalden ve özellikle de Türkiye ve İran’ın manevra ve etki alanından kurtaracak stratejik bir program, uluslararası kamuoyu ve özelliklede BM düzeyinde Kürdistan Sorununun uluslararası bir çözüm platformunda ele alınmasına yol açma şansına sahip önemli bir opsiyon olacaktır. Kuzey ve Güney’ın tarihi buluşması olarak algılanan Rojava’daki PYND-ENKS görüşmelerinin dört parçayı kapsayan bir ulusal projeye dönüştürülmesi, Kürdistan tarihine ilk ulusal birlik duruşu olarak düşecek bir Kürdistan birliği olma şansına sahiptir.

 

 

 

Kaynakça

  • Gramsci, (2002), Gefängnis-Hefte, Argument Verlag Berlin
  • Dr. Fritz (1992), Kürtlerin Tarihi, Hasat Yayınları, Istanbul
  • Dr. Şivan (1997, Kürt Millet Hareketleri ve Irak’ta Kürdistan İhtilali, Apek, Stockholm
  • Ismet Cherif Vanly (1984/1986), Kurdistan und die Kurden, Band 1, Gesellschaft für Bedrohte Völker, Göttingen
  • Anderson (1983), Die Erfindung der Nation, Campus Verlag, Frankfurt New York
  • T.F. Aristova (2002) Kürtlerin Maddi Kültürü, Avesta Yayınları, Istanbul
  • Beşikçi, Ismail (1992), Yurt Kitap Yayın, Istanbul
  • M. Streck (1993), İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımmevi,
  • Ismail Göldaş (2000), Lozan, Avesta, Istanbul
  • W.E. Mühlmann (1969), Wörterbuch der Soziologie, Ferdinand Enke Verlag, Stuttgart
  • Ghors; L. v. Wiese, Karl Heinz Hillmann (2007) Wörterbuch der Soziologie, Alfred Körner Verlag, Stuttgart
  • Albert Memmi (1980), Der Kolonisator und der Kolonisierte, Syndikat, Frankfurt am Main
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.