Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Ulus Yolunda Bir Halk Gerçeği: Kuzey ve Doğu Suriye

Nihat Kaya

Ulus kabile, kavim ve aşiret toplumuna göre daha kapsayıcı ve geniş hacimli, bu nedenle de gevşek bağlarla birbirine bağlı bir toplumsal modeldir. Çağımızın bir olgusu olan ulus kavramı, Fransız Devrimi sonrası dünya genelinde boy verdi. Bir nevi kapital sahiplerinin iktidarlarını korumak için türetildi. Özünde millet ile aynı anlama gelmesine rağmen, ideolojik ve pragmatist yaklaşımlardan kaynaklı tanımlar değişmektedir. Bunun iktidar formu ise ulus-devlet olgusudur. Klasik Marksistler ulus tanımını yaparken, milleti tanımlayan dil, inanç, tarih, kültür ortaklığına ‘ortak pazarı’ da eklerken, katı bir ortak sınır ve ortak pazar vurgusu yapan liberaller ise ulus tanımını ulus-devlet çerçevesinde ele almaktadırlar.

Kapitalistlerin katı bir ortak pazar ve sınır anlayışı, feodalizmin cenderesinden kopan kapital sahiplerinin ürünlerini satabilecekleri bir pazar arayışından kaynaklanıyordu. Üstelik rekabetin az olması için kendilerinden başka kimsenin bu pazara girmesini de istemiyorlardı. Bunu da devlet eliyle yaptılar ve ulus-devlet olgusunu yarattılar. Başka bir anlamda devlet eliyle pazarı başka kapital çevrelerine kapattılar. Bundan dolayı ulus olmaya millet ve halk olmaktan daha fazla önem verdiler.

Öte yandan ulus olgusunun doğal gelişen bir toplumsal yapı olduğunu şimdiye kadar hiçbir filozof ya da bilim insanı iddia etmiş değil. Klan, kabile, hatta aşiretlerde kan bağı, ortak dil ve ortak inanç toplumsal oluşuma somut bir beden kazandırmaktadır. Ancak ulus denilen olguda bunların hiçbiri yok. Çünkü ulus olgusunun oluşumunda dayandığı şehir, heterojen bir örgütlenme alanıdır. Klan, kabile ve aşiretlerde homojenlik esasken, ulus olgusunda da heterojenlik doğal olanıdır. Yerleşim alanları da bu sonucu yaratmaktadır. Nüfusu en fazla binlerce kişiyle ifade edilen köy, kasaba ya da beyliklerin homojen olması gayet doğalken, en küçük yapısı yüz binlerle ifade edilen devasa insan topluluklarından oluşan şehirlerin de heterojen olması doğaldır.

Ancak ulus-devlet teorisyenleri ulusun da homojen olması gerektiği düşüncesindeler. Ulus olgusunun klan, kabile ve aşiret olgularını model alarak şekillendirilmek istendiği kesin. Fakat klan, kabile, aşiret olgularında olduğu gibi ulus olgusunda da kan bağı, tek dil, tek inanç, tek kültür gibi etkenleri bulmak mümkün değil. Hatta farklı etnik kökenden olup, ortak geçmişlerinin (tarih) olması da şart değil. Ulus olgusunu somut bir bedene kavuşturan tüm bu unsurlar olmadığı zaman geriye soyut, hayali bir yaratım kalıyor. Ulus-devletçiler bu yüzden dil, tarih, kültür, din vs ile ulusa beden oluşturmanın peşindeler. Bu unsurlar olmadığı zaman da bunu zor eliyle yapmaya çalışıyorlar.

“Kavram olarak ulus klan, kabile ve akraba aşiretlerin kavim, halk veya milliyet biçimindeki oluşumlarından sonra gelen ve kendini en çok dil-kltr benzerliğiyle karakterize eden toplum biçimlenişidir.”[1] Ulus zihnen var olan, soyut, hayali bir olgu olduğu için ortak dil ve inançtan daha fazla bir zihniyete ve kültüre kavuşmak ister. Dünya deneyimleri de gösterdi ki, ulus için gerekli olan en temel şart dil, din, devlet ve pazar ortaklığından ziyade, birlikte yaşam istemi, ortak bir gelecek arzusu ve bunun kültürüdür. Demokratik ulusa giden yolu açan temel iki duygu veya istem buradan başlamaktadır. Yani demokratik ulus, ulus-devlet gibi zorla homojen bir toplum yaratmaya çalışmaktan ziyade, heterojen toplum gerçekliğini nasıl bir ortak ve birlikte yaşam alanına dönüştürüleceğinin arayışındadır. Demokratik-ulus; birlikte yaşama istemi ve ortak gelecek arzusunu temel gaye edinerek, bunun kültürü ve ahlakını oluşturmanın sistemidir. Bu demokratik-ulus bireyinin aidiyet duygusunu da oluşturur.

 

Milliyetçi Stratejinin Alternatifi: Birlikte Yaşama Arzusu 

Demokratik-ulus ülküsüyle hareket eden Kuzey ve Doğu Suriye’de birlikte yaşama istemi ve ortak gelecek arzusu nasıl şekillendiriliyor?

Tüm sistemlerde, hatta tüm çalışma alanlarında, en önemli sorun sistemin tüm bireylerinde aidiyet duygusunu güçlü tutma sorunudur. Daha doğrusu ‘nasıl bir aidiyet duygusu?’ sorusuna verilecek cevabın güçlü olup olmamasına bağlıdır. Kuzey ve Doğu Suriye’de hala bu sorunun cevabını arıyor. Çünkü yıllardır bölgede hakimiyet kuran toplumsal zihniyet, şoven Arap milliyetçiliğinin güçlü izlerini taşımaktadır. Sistem değiştirmek kolaydır, ama zihniyet değiştirmek zordur. Kuzey ve Doğu Suriye’de de en temel sorun ulus-devletin milliyetçi ideolojisinden kaynaklanan zihniyet sorunlarıdır.

Demokratik-ulus birlikte yaşama istemi ve ortak gelecek arzusu üzerinden kendini şekillendirmeye çalışırken, milliyetçi yaklaşım hep bir düşman arar. Milliyetçi felsefe ‘benden olmayan ötekidir’ söylemine dayanır.

Aslında devletli hiyerarşik toplumun genel karakterinde hep bir ötekileştirme siyaseti oldu. Kadın erkek olmadığı için, Alevi Sünni olmadığı için, Siyahi ya da Kızılderili beyaz olmadığı için, köylü şehirli olmadığı için, fakir zengin olmadığı için dışlandı. Sınıf ve hiyerarşi gerçeğinin ortaya çıktığı ilk günden beri ‘ötekileştirme’ bir siyasi yaklaşım olarak geliştirildi, ancak kapitalizm ve ulus-devlet çağında ‘ötekileştirme’ temel strateji halini aldı. Tüm toplumsal farklılıklar ‘öteki’ addedilerek, hedef tahtasına konmaya başlandı. Ötekinin reddedilmesi milliyetçi söylemin en önemli unsurlarından biri haline geldi.

Milliyetçiliğin ‘ötekileştirme’ siyaseti, sınıf, cins, ekonomik, siyasal ya da başka konularda doğan toplumsal öfkenin dışa kanalize edilmesinde ve iç çelişkilerin gizlenerek, dışa doğru saldırganlığa dönüştürülmesinde büyük rol oynar. Daha net bir ifadeyle; içerdeki sorunların üstesinden gelmek için toplumsal öfke dışa kanalize edilmekte ve ‘ötekine’ karşı saldırgan tutuma dönüştürülmektedir (‘dış’ olan sadece ulus dışı değil, ulusun kendi içinde ama ulus kimliğini oluşturan ana unsurun dışında kalan farklılıkların hepsi ‘dış’ kabul edilmektedir). Bunun ismine de bazen milliyetçilik, bazen ‘milli bilinç’ denmektedir. Milliyetçilikte ‘ötekileştirme’ bir strateji olarak kullanıldığında ırkçılığı, şovenizmi ve fanatizmi beslemektedir. Varlığın kimlik tanımı olarak anlam bulan ‘milli bilinç’ ya da en geniş anlamda ‘aidiyet duygusu’, ‘ötekileştirme’ ile bulandırılınca gericiliği, yobazlığı ve şiddeti besleyen kaynağa dönüşmektedir.

Milliyetçilik ‘düşmanlık’ ve ‘ötekilik’ üzerine yoğunlaşırken, demokratik ulus ‘uyum’ ve ‘birlikte yaşam’ kavramlarına odaklanır. Kuzey ve Doğu Suriye’de de Suriye Baas partisinden kalma Arap milliyetçiliğinin ötekilik yaklaşımı düşünsel etkisini sürdürmektedir. Araplar, yıllarca bölgenin tek hakim kimliği olmaktan dolayı hakimiyeti paylaşmayı sindirememekteler. Kürtler, yıllarca egemenlik altında olmak ve ezilmişlikten dolayı şimdi iktidarı ele geçirmişken bunun tadını çıkarma, ya da ezilen tabaka gerçeğinden ezen tabakaya geçmenin duygusal tatminini yaşama arayışındalar. Bölgenin Asuri, Süryani, Ermeni, Türkmen gibi diğer azınlıkları da geçmişte olduğu gibi şimdi de güçlüden yana pozisyon belirleyerek kendini koruma siyasetini sürdürme yanlısı bir tutum içinde.

Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan durumu şu şekilde de ifade etmek mümkün; milliyetçi strateji, ‘ötekileştirme’ her zaman karşıtını yarattığı için, Suriye Baas milliyetçiliği de karşısında farklı etnik ve inanç milliyetçiliklerini yarattı. Baas milliyetçiliği etnik olarak Arap, inanç olarak Alevi ya da Nusayriliği esas aldığı için Sünni Araplar, Kürtler, Dürziler, Süryani, Asuri, Ermeni ve Türkmen gibi azınlıkların hepsi  resmi Suriye devlet sistemi içinde ötekidir ve bu ötekiler de Baas milliyetçiliğine karşı kendi milliyetçiliklerini geliştirip büyüttüler. Bu milliyetçi anlayış şu an Kuzey ve Doğu Suriye’de sadece Baas milliyetçiliğine karşı değil, demokratik ulusa karşı da direniş içindedir.

Demokratik ulusun temel yaklaşımı her türlü ötekileştirme siyasetini redde dayanır. Kimse sistemin ne başat unsurudur, ne de ötekisidir. Kimse tek başına ulusun ve sistemin sahibi değildir. Herkes birlikte, ulusun da sistemin de ortak sahibidir. Demokratik siyasete ve yaşama herkesin katılımı eşit düzeyde ve imkanı dahilindedir. Ya da kimse yaşama ve siyasete katılımda dilinden, dininden, inancından, cinsiyetinden, renginden ve ırkından dolayı dışlanamaz. Bundan kaynaklı olarak Kuzey ve Doğu Suriye’de Baas milliyetçiliği reddedildiği kadar yarattığı karşıt milliyetçilikler de reddedilmektedir. Temel felsefe birlikte yaşama istemi ve ortak bir gelecek arzusudur. Bunun için de ötekileştirme değil, hoşgörü ve anlayış temel yaklaşımıdır.

 

Demokratik Ulusta Çoklu Etnisite ve İnanç Sorunu 

Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan deneyimin en ayırt edici özelliklerinden biri bölgede birden çok etnik yapının ve dilin olmasıdır. Ulus-devlet formunun geliştirilmesinin önünde engel oluşturabilecek olan bu özellik Kuzey ve Doğu Suriye’de uluslaşmanın gelişmesinin önünde de güçlü bir engelmiş gibi gösterilir. Ancak dünya deneyimleri uluslaşmada farklı etnik kimliklerin çok fazla belirleyici olmadığını göstermektedir. ABD başta olmak üzere Amerika kıtasındaki ulusal yapıların büyük bir kesimi, 16’ıncı Yüzyıldan sonra ‘yoktan’ var edildiler.  Üstelik dünyanın geri kalanının neredeyse tamamından göçler alarak bu süreci tamamladılar. Çoklu etnik yapıya sahip olmak Kuzey ve Doğu Suriye için ulus olma, ya da ortak aidiyet duygusunun yaratılmasında bir eksiklik yaratmıyor. Belki ulus-devlet bakış açısıyla bir aidiyet duygusunun oluşumda eksiklik oluşturabilir, ama demokratik ulus bakış açısından ele alındığında ahlaki-politik toplum ideolojisinin aidiyet duygusunun zeminini çok daha fazla güçlendirmektedir.

Kuzey ve Doğu Suriye’de, her etnik kimliğin kendi kültürel değerlerini, bayramlarını, inançlarını, geleneklerini yaşatmasına ve sürdürmesine izin verildiği için çoklu etnik yapı, Kuzey ve Doğu Suriye’de uluslaşmanın gelişmesi önünde bir engelden ziyade, uluslaşmayı güçlendiren bir faktöre dönüşmüş durumda. Bu durumun ortaya çıkmasında her etnik ya da inanç unsurunun siyasal olarak örgütlenmesi ve yönetim mekanizmasına dahil olmasının büyük etkisi var. Ulus-devlet teorisinde de böylesi bir özgürlüğün olduğu söylenir ve bu özgürlük daha çok vatandaşlık haklarıyla ifadelendirilir. Anayasa ve yasalarla güvenceye alınan vatandaşlık hakları, evrensel demokrasi icabı, herkesi yasalar karşısında eşit sayar. Ancak uygulamada öyle olmadığı görülmektedir. Devlet teorik çerçevede ya da kağıt üstünde nasıl ki tüm ulusun sayılmış, ancak fiiliyatta tüm ulusun olmadığı görülmüşse, vatandaşlık haklarında da aynı durum yaşanmaktadır. 20 ve 21’inci yüzyıllarda çok fazla gelişen toplumsal çok kültürlülük hiçbir devlette homojen bir ulus anlayışının gelişmesine müsaade etmemektedir. Ancak tek tipleşmeyi dayatan ulus-devlet anlayışı, tek dil, tek inanç, tek din vs. tüm teklerde hakim ya da çoğunlukta olan etnik ya da inanç kimliğini tüm ulusun kimliği haline getirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de Türklük ile Sünnilik, İran’da Farslık ve Şialık, son iç çatışmalar öncesine kadar da Suriye’de Araplık ve Alevilik, Irak’ta Araplık ve Sünnilik hakim etnik ve mezhepsel kimliklerdir (Irak ve Suriye’de yaşanan çatışmalardan sonra hala her iki ülkede de dengeler oturmadığı için bundan sonrasına ilişkin net tanımlar yapmak belki erken olabilir). Ulus tanımı bir etnik ya da inanç kimliğine göre yapıldığı için vatandaşlık hakları da ona göre dağıtılmaktadır. Ulus-devlette demokrasinin ölçüleri ve vatandaşlık hakları da ait olunan etnik ve inanç kimliği mensubiyyetine göre değişkenlik göstermektedir. “Demokrasi teorisindeki iktidarın kimliğini belirleyen, çoğunluk egemenliği kavramının ulus-devletteki baskın etnisitenin belirlediği etnik bir kimliği vardır. Bu nedenle, bu doktrinle özdeşleştirilen hak ve vatandaşlık kavramları dışlayıcıdır ve ulus-devlet sınırları içindeki egemen-olmayan etnik, ırksal ve cinsel farklılıkları gözardı eder.”[2]

Ulus-devletin aksine Kuzey ve Doğu Suriye’de baskın etnik kimliğin egemen kimlik haline gelmesinin önünü kesen tedbirler alınmış durumda. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlük ya da Araplık bir egemen kimlik değildir. Çünkü her etnik ya da inanç kimliğinin kendi farklılığıyla siyaset alanına girebilmesinin ve kendi örgütlülüğünü kurabilmesinin imkanı yaratılmış durumda. Farklılıklar kimlik olarak yönetim mekanizmasının içinde de yer aldığı için, Kuzey ve Doğu Suriye’nin çoklu etnik yapısına ve demokratik ulus anlayışına zarar vermeyecek şekilde, özgürce örgütlenme haklarına sahiptirler. Farklı kimliklerin sadece sosyal ve kültürel değil, siyasal, ekonomik ve yönetsel haklarını da tanıyarak, Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi kendisi ile ulus-devlet oluşumları arasına önemli bir ayrım koydu. Bu ayrım demokratik ulusun da en önemli özelliğidir.

Çok Dillilik Demokratik Ulusa Engel Mi? 

Kuşkusuz uluslaşmada ya da ortak bir aidiyet duygusunun yaratılmasında dil de bir diğer önemli unsurdur. Grup üyeleri arasında konuşma ve ortak dil anlaşmanın, ortaklaşmanın ve uyumun yoludur. Konuşularak sosyalleşilir. Topluluk üyeleri birbirlerini anladıkları oranda toplum olurlar. Bu bakımdan toplumsallaşmada dil kesinlikle önemlidir.

Ancak “Dil şphesiz ulus olmak için kltr kadar önemli olmakla birlikte, zorunlu bir şart değildir.”[3] Dünyada birçok örnek var. İsviçre’de Almanca, Fransızca ve İtalyanca, her üç dil de resmi dil kabul ediliyor. İspanya’da resmi Kastilyan İspanyolcası resmi dil kabul edilse de Katalan ve Bask bölgelerinde yerel dillerin kullanımı ve geliştirilmesinin önünde ne siyasi ne de sosyal bir engel var. Belçika’da 2, Hollanda’da 2 dil kullanılıyor. Nepal’de tam 120, Hindistan’da ise 80 dil kullanılıyor.

Afganistan’da on civarında ayrı dil kullanılıyor. Neredeyse her etnik grubun kendine ait bir dili var ve kendi bölgesinin resmi dili. Afganistan dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri olmasına rağmen, Afgan kimliği çok dilli, çok etnikli bir ulus kimliğidir.

Dilin, ulus olmak için önemli ama zorunlu olmadığı görülüyor. Farklı dilleri konuşmak aynı ulustan olmanın önünde engel teşkil etmiyor. Ulusal dil gerekli olmakla birlikte, olmazsa olmaz bir şart değil. Farklı dil ve lehçeleri de demokratik bir ulus için zenginlik saymak mümkündür. Fakat ulus-devlet katı bir biçimde tek dil dayatmasını esas alır. Çok dilliliğe, hele resmi çok dilliliğe kolay uygulama şansı vermez.

Kuzey ve Doğu Suriye’de ise Arapçanın Suriye Baas rejiminden kalma eğitim sisteminden ve Arap kültürünün dünya genelindeki etkisinden dolayı önemli bir düzeyi zaten vardı. Ancak Kürtçe, Süryanice, Ermenice, Türkmence gibi diller kendini yeterince örgütleyememiş ve gelişememişlerdi. Günümüzde tüm etnik yapılar kendi dillerinde okullar açabilmekte ve yeni nesillerin kendi anadilleriyle eğitim görmelerini sağlamaya çalışmaktalar. Tabi bu durumun yarattığı büyük sıkıntılar var. En önemlisi eğitim müfredatı ve eğitmen sorundur. Bu sorunlardan dolayı Arapça dışında diğer dillerin hemen hemen hepsinde çok çabaya rağmen gelişim biraz ağır olmaktadır. Bir diğer sorun da ulus-devlet zihniyetinden kendini kurtaramayan kesimlerin kendi anadilleri de olsa çok dilli eğitime karşı gösterdikleri dirençtir.

 

Demokratik Toplum Çekirdeği: Komün 

Demokratik ulus, her şeyden önce zor eliyle oluşmaz. Ulus-devlet bataklığına batanların düştüğü hataya düşmemek lazım. Çünkü en temel koşulu birlikte yaşama istemidir, o da zor eliyle yaratılamaz. Tabi bir de dünyadaki ulus modelleri var. Ulus-devlet tarzında da olsalar hiçbiri bir diğeriyle birebir aynı değil. Demokratik ulus için de bu geçerlidir. Yazılı bir reçetesi yok. Ulus olmak isteyen yapıların özellikleri, durumu ve isteği onun biçimini ve ölçülerini belirleyecektir. Demokrasinin kendisi zaten güçlünün zayıfı yutması değil, her ikisinin birlikte yaşamasının yönetim biçimidir.

Tabi hiçbir koşulu, kalıbı yok da değil. En temel koşul demokratik ve politik bir toplum yaratılmasıdır. Politik toplum demek temsili demokrasiden çıkılıp, doğrudan demokrasiye geçmek demektir. Ulus-devlet teorisi toplumu sözde seçimlerle demokrasi içinde tuttuğunu iddia eder, ama özünde ulus-devletin demokrasi anlayışı toplumun geniş kesimlerinin demokratik yaşama katılım düzeyi seçimler döneminde oy verme süreciyle sınırlıdır. Yönetim her daim bazı kesimlerin tasarrufundadır. Demokratik ulus, seçimlere karşı değil ama temsili demokrasiyi reddeder. Toplumun geniş kesimlerinin demokratik yaşama, siyasete ve yönetime katılımını esas alan doğrudan demokrasiyi uygular. Örgütlenme tarzı da ulus-devlette yukarıdan aşağıya iken demokratik ulusta aşağıdan yukarıyadır. Hatta farklı kimlikler söz konusu olduğunda yatay bir örgütlenmeyi esas alır. Kuzey ve Doğu Suriye’de uygulanmaya çalışılan doğrudan demokrasinin ve politik toplumun çekirdek örgütü komündür. Her şey komünden başlar. Mahalle ya da köylerde örgütlenen komünler kent meclislerini, kent meclisleri kanton meclislerini, kanton meclisleri bölge meclislerini ve son olarak da bölge meclisleri de Kuzey ve Doğu Suriye’nin genel meclisini oluşturmaktadır. Her mahalle ya da her köy üyesi kendi komününün üyesidir. Komün üyelerinin belirlediği kişiler kent meclislerinde, kent meclislerinin temsilcileri de kanton meclislerinde yer almaktadır. Kararlar komünden başlayıp, yukarı doğru kanton ve bölge meclislerine kadar ulaşmaktadır. Komünde alınan karar eğer komünde çözüm bulacaksa komünde kalmakta, çözüm bulamayacaksa meclise ulaşmaktadır. Karar çözüm merciine kavuşana kadar bir üst meclise taşınmaktadır. Eğer kent, kanton ve bölge meclislerinde çözüm bulunamamışsa Kuzey ve Doğu Suriye meclisine kadar gitmektedir. Bu şekilde mahalle ya da köyden başlayıp toplumun her katmanında bulunan birey bir biçimde politik topluma ve demokratik yaşama katılmaktadır. Kimse ne siyasetin ne de yönetimin dışında kalmaktadır.

Kuzey ve Doğu Suriye’de yapılan seçimler ile Demokratik Suriye Meclisinin bir kesimi belirlenmektedir. Diğer kesim bölge meclislerinden ve farklı kimliklere ayrılan kotalardan gelen temsilciler oluşturmaktadır. Bu şekilde komünden başlayıp, meclislere doğru tırmanan örgütlenmenin temsilcileri ile farklı etnik ya da inanç kimliklerinin temsilcileri de genel mecliste yer almaktadır.

Kuzey ve Doğu Suriye’de komün deneyiminin bugüne kadar yaşattığı temel sorun, birçok sorunda olduğu gibi zihniyetten kaynaklı sorunlardır. Komün üyeliğiyle politik topluma dahil olması gereken birey, ulus-devlet döneminde edindiği alışkanlıkla karar mercilerine ve uygulama mercilerine katılmakta ve çoğunlukla birilerinin yapmasını beklemektedir. Tabi en önemli sorun da işini içinde bulunduğu örgütü işler kılarak yapmaktan ziyade, Baas rejimi döneminden kalan alışkanlıkların sonucu olarak, bireysel yöntemlerle, kısa yoldan çözüm arayışlarıdır. Bu zihniyet komün ve meclislerin demokratik yaşama hızla etki yapmasını engellemektedir. Tabi bu durum hala politikleşmeyen toplum gerçeğinin sonucudur. Demokratik ulusun temel amacı da toplumu politikleştirmektir.

 

Demokratik Ulusun Sacayakları: Ekoloji ve Kadın Özgürlük Mücadelesi 

Demokratik ulus projesi demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasının da sadece bir ayağıdır. İkinci ayağı ekolojik boyuttur. Ekolojik sorunları da bir tek çevre kirliliği ya da küresel ısınma gibi sorunlarla sınırlı tutmaz. Ekolojik sorunların kökeninde, aşırı hırs ve aç gözlülüğü besleyen kapitalist sistem olduğunu belirtir. Yani ekolojik sorunu da yaratan sınıflı toplum düzenidir. Ekolojik sorunları çözmek için her şeyden önce insanların kendi aralarındaki sınıflı toplum düzenini çözmesi gerekir.

Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigması yöntem olarak, kapitalizmin olguları parçalı ele alan pozitivizmden ziyade, olguları bütünselliği içinde ele almaktadır. Parçaya odaklanırken, bütünün kaçırıldığını iddia etmektedir. Ki, tüm ekolojik sorunlar insanın hükmetme arzusundan doğdu. Hiyerarşik-devletli toplumun gelişimiyle birlikte insan ruhuna bulaşan hükmetme arzusu, başta toplumu kendi içinde parçaladı. Sadece sınıfsal bir parçalanma olmadı, cinsel bir kırılma da yaşandı. Erkeğin mutlak hükmü gelişti. Kadın toplumsal yaşamda geriye itildi. Rolü ‘erkeğin ihtiyaçlarını giderme ve onu toplumsal yaşama hazırlama’ ile sınırlandırıldı. Böylece kadın toplumdan dışlandı. Hatta toplum denildiğinde çoğu zaman kadından söz edilmez oldu. Bu toplumsal parçalanma hali çözülmüş değil, inceltilmiş yöntemlerle günümüzde devam ediyor. Kadın için hala biçilen rol ‘evinin hanımı, çocuklarının anası’ olma misyonudur. Toplum zihniyeti bunu aşmış değil. Bu zihniyet daha çocuk yaşta hem kız çocuğuna hem de erkek çocuğuna veriliyor. Kadın da erkek de toplumsal cinsiyetçiliğin kodlarıyla yetiştiriliyor. Bundan kaynaklı olarak sadece erkeklerde değil, kadınlar arasında da kadının esas görevinin evinde oturup, çocuk büyütmek olduğuna inananların sayısı hiç de az değil.

Kuzey ve Doğu Suriye’de bu konuda çok büyük adımlar atıldı. Bir kadın devrimi diye kendini tanımlarken bile büyük bir işe girişti. Feodal ilişki tarzının hala çok fazla geçerli olduğu Suriye gibi bir yerde, özellikle de göçebe kültürünün yaygın olduğu Kürtler ve Araplar arasında kadını evin dışına çıkarmak dahi büyük bir başarı sayılır. Ancak Kuzey ve Doğu Suriye’de kadın bu düzeyi çok aştı. Kadın ordulaşmasıyla savaşan bir güç haline gelirken, eş başkanlık sistemiyle hemen hemen tüm kurumlarda yönetim erkini erkeklerle paylaşır duruma geldiler. Evden çıkması ve konuşması yasak olan kadın bir anda siyaset yapmaya, karar almaya ve uygulama sahasına inmeye başladı. Üstelik sadece kadın örgütlerinde değil, genel ortamlarda da erkekle aynı haklara ve güce sahip hale geldiler.

Tabi sorun sadece kadınların askerlik ve siyaset sahnesine inmesiyle çözülmez. Erkek zihniyetinin de değiştirilmesi gerekir. Kuzey ve Doğu Suriye’de bu konuda önemli adımlar atıldı. Erkekler de yönetim erkini kadınlarla paylaşmakta, hatta çoğu yerde kadınları kendine yönetici olarak kabul etmekte önemli adımlar attılar. Bu konuda dünya siyasetinde boy gösteren çok önemli sembol isimler dahi çıkardılar. En göz dolduran ya da söylem gücü bulunan ise erkeklerin kadına yönelik şiddetle mücadeleye destek için tek başlarına yürüyüşler yapmalarıdır. Belki çok sıradan ya da propagandist yürüyüşler denilebilir, ama özünde hiç öyle değil. Çünkü, Suriye Baas rejimin en geri ve feodal bölge olarak gördüğü Rakka, Haseke ve Kobane gibi Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi’nde erkeklerin kadın mücadelesine destek için yürümeleri, bölge genelinde erkeklerde de yaşanan büyük değişimin bir işareti olarak görülebilir.

 

Demokratik Ulus İdeolojisi: Politik-Ahlaki Toplum 

Hiyerarşik-devletli toplum ‘aidiyet sorununu’ totem ya da din ideolojisiyle çözdü. İster çok tanrılı olsun, ister tek tanrılı olsun hepsinde ortak mantık aynıydı. Dünyevilik ve uhrevilik. Ulus-devlet çağında ise aynı sorun milliyetçi ideolojiyle çözüldü. İnsanları şu an bile ulus-devlete tek tek bağlayan temel güç milliyetçiliktir. Ulus-devlete alternatif olan demokratik ulusun aidiyet aracının ne olması gerektiği de cevaplanması gereken en önemli sorudur.

Dinler bu sorunu ‘tanrı’ kavramıyla çözdüler. İnsanlara uğradıkları haksızlık ve adaletsizlik karşısında ‘Allah zalimleri cezalandırır’ diyerek, Allah’ın adaletine havale etmeyi salık verdiler. İnsanlara bu şekilde boyun eğmeyi ve uysallaşmayı öğrettiler. Milliyetçilik ise aynı şeyi ‘öteki’ korkusuyla yaptı. Ancak temel yaklaşımı, dinlerin ‘ilahi adaleti’ yerine, ‘dünyevi adalet’ i koymak oldu.  Anayasal vatandaşlık diyerek eşit vatandaşlık haklarının güvenceye aldığını beyan etti. Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı mücadele yöntemi olarak da yasalar ve mahkemeleri gösterdi. Böylece öfkeli vatandaşı uysallaştırmanın mekanizmasını yarattı. Ancak sömürü çarkı anayasa çatısı altında, haksızlık, hukuksuzluk demeden işletildi. Ulus-devlette görüldü ki, iktidar sahipleri söz konusu olduğunda ne hak ne hukuk, ne yasa ne de anayasa yetmektedir.

Demokratik ulusun yaratması gereken de şimdi toplumsal aidiyet duygusunu yaratmak için her şeyden önce toplumsal değerleri güçlü tutmaktır. Ancak kapitalizmin yarattığı açgözlülük büyük bir toplumsal yozlaşma ve ahlaki çöküntü yaratmış durumdadır. Ahlaki değerlerde çürümüşlük yaşandığında hiçbir hukuk sistemi toplumun ayakta kalmasını sağlayamaz. Çünkü hukuk bir zor aygıtıdır. Ahlak ise gönül bağıdır. Kapitalizm toplumsal değerler yerine bireyciliği konumlandırdıkça, saldırılan ilk yer ahlaki değerler olmaktadır. Ahlaki değerler toplumda canlandırılmadıkça komünal değerlere sahip demokratik bir toplumu canlandırmak mümkün değildir. Ahlaki-politik toplum yazılı hukuku reddetmiyor. Ancak ahlak olmadan hukuk, sopadan başka bir şey değildir. Örneğin, ekmek çalan birinin cezası yasalarda bellidir. Hırsızdır, suçludur. Ama ahlaken aç olduğu için çalan hırsız değildir. Aç olana vermeyen tamahkardır, cimridir. Ahlaken çalana ‘neden aç olduğu’ sorulmalı. Ekmek alabilmesi için imkan sağlanmalı. Çalışma hakkı elinden alınmışsa iş imkanı verilmeli. Hukuk kişinin çalışma imkanının elinden alındığını sorgulamaz, sadece sonuçlarla uğraşır. Zengini daha da zengin yapar, fakiri de fakir. Boşuna mahkemelerde yazılmaz ‘Adalet Mülkün Temelidir’. Politik-ahlaki toplum, demokratik ulusun ideolojisi ve aidiyet duygusunun ana kaynağıdır.

Kuzey ve Doğu Suriye’de de şu an yapılmaya çalışılan yazılı bir hukuk sisteminden daha fazla ahlaki değer yargılarının canlandırılmasıdır. Bundan dolayı da mahkemelerden daha fazla ‘sulh meclisleri’ olarak bilinen, toplumun önde gelenlerinden oluşan, husumetli kesimler arasında barışı sağlamaya çalışan meclislerin aktif kılınması sözkonusudur. Bu şekilde öncelikli olarak birey üzerinde toplumsal bir denetim sağlanmakta, ikincisi de ‘ayıp’ kavramı geliştirilerek kişide iç denetim yaratılmaya çalışılmaktadır. Tabi politik-ahlaki toplumun en önemli yönü de toplumsal dayanışmayı güçlendirmektir. Kuzey ve Doğu Suriye’de bir taraftan komün ve meclis örgütlenmeleriyle, diğer yandan politik-ahlaki toplum ideolojisiyle toplumsal dayanışma güçlendirilmeye çalışılmaktadır.

 

 

 

[1] Abdullah Öcalan,  Demokratik Uygarlık
[2] Abbas Vali,  Kürtlerin Soyktkleri: Krt Tarih Yazımında Ulus ve Ulusal Kimliğin İnşası
[3] A. Öcalan, AHİM Savunmaları

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.