Düşünce ve Kuram Dergisi

Bilginin Sınırındaki Kadın 

Ebru Günay

“Bilmek yaşama ilişkin farkındalıklardan başka anlama gelmez. Bilen şey farkına varılan şeydir.”

Hayatın farkındalıklarını yakalayarak büyük bir bilme ve bilgi mirası yaratan kadın maalesef ki bu mirasın dışında tutulmuştur, tutulmaya çalışılmıştır. Bilge kadından bize miras kalan farkına varma farkındalıkları yakalayarak yaşamı inşa etme özelliğimiz bize yol göstererek yeniden bilme ve bilgi ile bağlar kurmamızı sağlıyor.

Kadınlık felsefi düşüncenin doğuşundan beri simgesel olarak aklın dışında kaldığı var sayılan şeylereyer tanrıçalarının karanlık güçleriyle veya esrarlı kadınların görünmez güçlerinin etkisinde kalmayla-eş tutulmuştur. Kurulan simgesel çağrışımlar akıl idealleri ve ideası üzerinde yapılan daha sonraki düzenlemeler sırasında da olduğu gibi korunmuş; erkeklik düşüncenin açık ve kesin kadınlık ise muğlak ve belirsiz biçimleriyle ilişkili olarak kalmıştır(1). Kadın ve erkeği algılama biçimi zaman içerisinde daha da köleleşerek modern bilimin yapı taşlarını oluşturmuştur. Bu nedenledir ki bilen-bilinen, akıl-duygu, karanlık-aydınlık, iyi-kötü, özne-nesne ilişkilerinde iyi olan taraf erkekle, kötü olan taraf ise kadınla eleştirilmektedir. Erkek her daim özne, bilen bilgiye sahip olan egemen iken kadın ise bilinen nesne, edilgen ve tahakküm edilendir. Yani doğayla özdeş olandır. Doğa çağlar boyunca gizemliliğiyle merak uyandıran ve bilgiye neden olma özelliğini koruyarak bilinmesi gereken olmuştur. Bu nedenle bilen (erkek)bilgiye sahip olabilmek için doğayı (bilmesi gerekeni) tahakkümü altına almaya çalışmıştır. Facoult bilgi ve tahakküm ilişkisini ‘bilgi iktidarın sürdürülmesi olanaksızdır, bilginin iktidar doğurmaması olanaksızdır’ şeklinde tanımlamaktadır. Böylece güç olanın bilgiye sahip olma arzusunu izah etmektedir. Yine modern bilginin mimarı olarak addedilen Francis Bacon ‘bilgi erktir’ diyerek (2) bilgi ve erkek-güç bağını gözler önüne sermiştir. Kadının bilme, bilgi ve bilimle olan bağlarını anlayabilmek için tarihsel süreçlere bakmakta yarar var.

Uygarlık öncesi dönemde yaşlı bilge kadınlar bilen durumundaydılar. Ancak bilge kadınlar bilgiyi erk ve iktidar gücü olarak kullanmamaktaydılar. Bu dönemdeki bilgi ve bilim ahlaki ve politik toplum parçasıydı. Toplumun hayati çıkarları gerekmedikçe bilimin başka türlü kullanılması mümkün değildi. Bilgi ve bilimin tek amacı toplumun varoluşunu sürdürmek, korumak ve beslemek olabilirdi(3).

Kadının doğurganlığı ve doğayı gözlemlemesi doğayla uyumlu dost bir ilişki kurmasının önünü açmıştır. Zira kadının toplayıcılık, çocuk doğurması ve bakması doğa olaylarını gözlemleyerek yaşam pratiği ile birleştirilmesine neden olmuştur. Kadının edindiği bilgi ve en önemlisi doğurganlığı ona bilge kadın rolünü atfetmiştir. Erkeğin avcılık yapması ve klan koruma görevi onu kadın etrafında şekillenen bu yaşamdan uzaklaştırmıştır. Çocuk doğurmada erkeğin rolünün bilinmesi kadının rolünün ise tartışmasız olması da bu süreçte etkili olmuştur. Kadın merkezli bir bilme ve toplum anlayışından rahatsız olan erkek giderek karşı ağlarını örmeye başlar. Bilge kadına karşı şaman, komünal yaşama karşı mülkiyetçi yaşamın gelişmesi gibi. Şamanın erkek olması ve bilgiyi kendi tekelinde toplamaya çalışması bundan kaynaklıdır. Şaman bilgiyi kendi tekeline alırken etrafında savaşçı bir erkek gücüde oluşturmaktaydı. Bu süreç aynı zamanda iktidar ve tahakküm olgularının geliştiği dönemdi. Nitekim bu süreç mitolojik anlatılara da konu olmuştur. Örneğin İnanna’nın 104 ME için verdiği mücadele herkesçe bilinir. 104 ME nin kadın tarafından bulunan uygarlık buluşları olduğu kanısı yaygındır. Kadın buluşlarının zorla alınması ve erkek kontrolüne geçmesi bu sürecin mitolojik olarak anlatılmasıdır.

Bilginin toplum yararından çıkartılıp, erkek tarafından kontrol altına alınması ve iktidar çıkarları için kullanılması, gelişen uygarlık süreci, mülkiyet ve adalet yapılanmaları ile paralellik göstermiştir. Böylece kadın bilgi ve bilim alanından uzaklaştırılmıştır. Kadının bilgi dünyasından uzaklaştırılması tek başına fiziki bir uzaklaştırılma sonucu doğurmamıştır. Bu işin bir boyutudur. Temel nokta şekillenen bilim yapısının zihinsel kodlarının ve metodun eril olması ve cinsiyetçi kodlarla örülmesidir. Pozitivist bilim metodunun ikili ayrımı cinsiyetçi kodları güçlendirilmiştir. Bilim bu cinsiyetçi kodları sadece kadınlar için değil, doğa toplum ve hatta erkek içinde, tahakküme ve sömürülmeye hizmet etmiştir. Kapitalist sistem bilimi tek bir amaç için kullanmıştır; ilk iktidar ve tahakküm.

Dünyayı iki parçaya bölenbilen (akıl) ile bilinebilir (doğa)bilimsel ideoloji sonra bu ikisi arasında çok özel bir ilişki tarif etmeye girişir. Bu birliği tamamına erdirebilecek, yeni bilgiye ulaştırabilecek etkileşimlerin neler olduğunu belirler. Akla ve doğaya toplumsal cinsiyet tevdi etmekle kalınmaz. Aynı zamanda bilimsel ve nesnel düşüncede eril diye kategorize edilerek bilenin bilgi elde edebileceği faaliyetin kendisi de cinsiyetlendirilir. Bilen ile bilinen arasındaki ilişki bir uzaklık ve ayrılma ilişkisidir. Köklü bir şekilde birbirinden ayrılmış bir özne ve nesne arasındaki ilişkidir.(4)

Bilen ve bilinen arasındaki uzaklaşma ve ayrılma ilişkisi bir anda tamamlanmıştır. Bu sürecin bir hayli uzun zaman aldığının izlerini görebilmekteyiz. Kadın yani bilinen kılınmaya çalışılan bilginin ve bilimin kendisinden zorla alındığının farkındadır. Nitekim İnanna’nın 104 ME için verdiği mücadele de bunların izlerini görmek mümkündür. Bu sürece son nokta ortaçağ Avrupa’sın da gerçekleşen cadı avlarıyla koyulmuştur. Kadın bilme ve bilmeyi aktarma şekli kontrol altına alınmış olsa da cadı kadın esasında bilge kadın kültürünün devamcısı niteliğindedir. Cadı kadının şifalı otlarla tedavi yöntemleri yine üremeye dair bilgileridoğumdaki ebelikleri ve doğum kontrol bilgilerionu toplum içerisinde güçlü kılıyordu. Bu durum kapitalist sistemin şekillenmesinde bir problemdi, toplumun kontrol altına alınmadığının göstergesi idi. Kapitalist sistem cadı avı ile erkeklere kadınların güçlerinden korkmayı öğreterek kadın erkek ayrımını derinleştirmiş ve kapitalist iş birliğiyle uyuşmayan bir pratikler, inançlar ve toplumsal özneler dünyasını yok ederek toplumsal yeniden üretimin esas unsurlarını yeniden tanımlamıştır(5).

Kapitalist sistem böylece kendisiyle iş birliği içerisine girmeyenlerin sonunu çok somut bir şekilde gözler önüne sererek rahat hareket etme koşullarını garantilemiştir. Bu sürecin ulus-devletin zirveleştiği sürece denk gelmesi de durumu izah etmektedir.

Kapitalist sistem bilgi ve bilim üzerinde tekelini kurarak toplumdan kopardı. Toplum, bilgi ve bilim yoksunu kılınırken iktidar ve devlet güçleri bilgi ve bilimle alabildiğine güçlendiler. Bilgi üretenleri ve taşıyanları hanedanlıklara ve saraylara bağlayarak tekellerini sağlamlaştırdılar(6). Böylelikle bilginin tekelleşmesi ve mülkleşmesi süreci başladı. Zira uygarlık özcesi süreçte bilgi toplum yararına kullanıldığı için bilgi üretenlerin ve taşıyanların özellikleri ve kimlikleri önemli değildi. Bu nedenledir ki ilk tohumun nasıl ekildiğini, ilk tarağın, çömleğin nasıl yapıldığını, önemli kimyasal bir olay olan mayalamanın nasıl bulunduğunu, kim tarafından bulunduğunu bilmeyiz. Bu dönemde bilgi toplum içerisinde ihtiyaca göre özgürce dolaşabilirdi. Ama kapitalist sistemle bilgi üretenin kimliği önem kazandı. Bilgi ile bilgiyi bulan ve üreten arasında ayrılmaz bir bağ, mülkiyet ilişkisi kuruldu. Kapitalist sistem bilgiyi kontrol altına almanın karşılığı olarak bunu öngördü. Bu nedenledir ki, elektriği bulan, Amerikalıyı keşfedeni, ilk teleskopu bulanı biliriz. Günümüzde sıkça kullanılan tescil, marka ve telif hakkı kavramları bu sürecin ihtiyacı olarak hayatımıza girmiştir.

Şu ana kadar anlatmaya çalıştıklarım temel bilimler eksenli bir bilme sürecinde yaşananlardı. Öte yandan toplum merkezli bir bilimde gelişiyordu. Zira toplumun değişken ve devingen olduğu yavaş yavaş fark ediliyordu. Özellikle Fransız devrimi toplumsal değişimin ve hareketliliğin gücünü gözler önüne sermişti. 1. Wallerstein toplumsal eylem alanı olarak tanımladığı alan bilimcilerin ve tabiyi egemenlerin ilgisini çekmeye başlamıştı. Egemenlerde kendilerine karşı bir başkaldırı ihtimali korkusu gelişmeye başlamıştı. Fransız toplumsal alana dair bilgileri kamu otoritelerinin merkezi bilgi alanı haline gelmişti. Eğer politik değişim normal ise ve halk da egemen ise toplumsal alanın nasıl oluştuğunu belirleyen kuralların neler olduğunu ve toplumsal alanın nasıl işlediğini anlamak büyük önem yaşıyordu(7). Politik değişim normal olarak kabul görünce egemenler bu değişim sürecini denetleme ya da en azından yönlendirme arayışlarının sonucunda sosyal bilimler gelişti. İlk olarak siyaset bilimi, iktisat ve sosyoloji hayat buldu. Bu üç alan güncel olanın yorumlanması istemi ve yine toplumsal değişimin denetlenme arzusunun 19yy da sömürgeciliğin geliştiği bir döneme gelmesi tesadüf olamaz! Egemenler kendileri için tekrardan bilimi kullanmaktaydılar. Zira toplumu anlama çabaları iktidarını baki kılmanın aracıydı. Oysa toplum merkezli bir bilimde esas olan toplum yararı için çözümlenmesi idi. Toplumu anlamak kuşkusuz önemli olarak bu anlama çabası iktidarı güçlü kılmak için olmamalı.

Sosyal bilim handikaplarından biride bilgiye ulaşmada kullanılacak yöntemin ne olacağı idi. Alternatif bir arayış olarak ortaya çıkmasına rağmen temel bilimlerin yöntemleri olan dengesel analiz ve tüme varım yöntemi sosyal bilimde de kabul gördü. Böylece dengesel analizle özne-nesne ikilemine devam edildi. Tüme varolma da özgünlükler göz ardı edilerek genellemeci esaslar kabul edildi. Nitekim iktidar-sermaye kıskacındaki bilimler toplumdan uzaklaşarak, topluma yabancılaşmaya başlamaktadır. İktidarın ve sermayenin güçlenmesi ile bilimin toplumdan koparılması ve yabancılaşma süreci paralellik göstermektedir. Bilimin ve bilimsel araştırmanın temel rolü iktidarı meşrulaştırmaya dönükleşti. İktidarları meşrulaştırdıkça da bilim toplum eksenli olmaktan uzaklaştı, topluma yabancılaştı.

İktidar ve sermayenin güçlenmesi aynı zamanda da ahlaki-toplumun yıkım sürecidir. Aynı zamanda da bilimin bilimsel araştırmaların ahlaki-politik dengelerden uzaklaştırmaya başlamasıdır. Bilimin ahlak ve politikayla bağının sonuna kadar yıkılışı, kapıyı ardına kadar savaşlara, çatışmalara, her tür istismara açıyordu. Bilime biçilen rol artık mükemmel ve zafer getirecek savaş araçları icadına yoğunlaşmaktı. (8) Nükleer silahlarla yapılan korkunç katliamlar, ekolojik dengeyi alt üst edecek güçlükteki bilimsel dengeler doğa tahribatları ve insan iradesini yok sayacak yapıları, tıbbi araştırmalar ve deneyler bu sürecin sonuçlarıdır.

İktidar-sermaye-bilim ilişkisinin diğer bir sonucu da aşırı disipline edilen, küçük küçük parçalara bölünen bilim dallarıdır. Uzmanlaşma adı altında bütünü görmeden parçayı bütünden kopartan bir tarzda bilim dalları oluşturularak bilim kontrol edilmektedir. Bu kadar baronlaşmaya, konu dağılımına rağmen kadını bilim konusu yapılması ise işin garip tarafı. Bu durum bilim dünyasının, özelde de iktidar ve sermayenin kadına yaklaşımındaki eril ve sömürme mantığından bağımsız değildir.

Tüm anlattıklarımızdan kadının gelişen bu sürece seyirci kaldığı sonucu çıkarılmamalı. Nitekim kökenini Fransız Devriminden alan Feminist Kuramın bilim dünyasına eleştirileri bilinmektedir. İlk dönem eleştiriler bilim dünyasındaki bilim kadınlarının sayısının yetersizliği eksenliği idi. İkinci Dalga Feminizmle ise kimi eril cinsiyetçi yaklaşımlar eleştirilmiştir. Özelde de eko-feministlerin insan-doğa ilişkisinin doğru tanımlanması gerektiğine dair bilim dünyası eleştirilmiştir. En genel eleştiri ise bilimin “erilci” doğasına, nesne ile özne arasındaki mesafenin korunmasındaki, ısrarına değerden-bağımsızlık ve (insanlığa fayda anlamında) ilerlemecilik iddiasına yönelmiştir. (9) Ancak feminizmin kendi içindeki handikapları ve sıkıntıları güçlü bir alternatif yaratmalarını engellemiştir. Kimi şeylerin görünürleşmesi ve değişmesinde kuşkusuz etkileri ve çabaları var. Ancak kadın hareketlerinin geldiği düzey itibariyle yetersizdir.

Bu nedenle kadının bilim konusu yapılması önem kazanıyor. Günümüze kadar kadın etrafında mitoloji, din, felsefe, sanat ve bilim alanlarında çok geniş kurgualgı inşa edilmesine rağmen kadının ne olduğu tanımlanmamıştır. Kadının doğası karanlıkta kaldıkça tüm toplum doğası aydınlanmış olacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür. Kadının sömürgeleşme tarihinden, ekonomik, sosyal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması tarihin diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında büyük katkıda bulunacaktır. (10)

Tüm bunlardan hareketle kadın biliminin gelişmesi özünde feminen ve ekolojik olan bilimin yeniden özleriyle buluşmasına yardımcı olacaktır. Bilgi ve bilimle yeniden buluşa bilmemiz için ihtiyacımız olan biraz daha cesaret!

 

Yararlanılan Kaynaklar

1-Erkek Akıl-Genevieve Lloyd. Çev. Muttalip Özcan Ayrıntı Yay. Syf 22-23
2-Toplumsal Cinsiyet Bilim-evelyn fox keller çev. Ferit Burak aydar.metis yay.syf.105
3-özgürlüğün sosyolojisiAbdullah Öcalan
4- caliban ve cadısilva federici çev. Öznur karakaş
5-dünya sistemleri analiziImmanuel Wallerstein
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.