Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Özgürlük Sorunlarının Çözüm Arayışında Jineoloji

Gönül Kaya

İnsanlık tarihi açısından yürütülen araştırma ve incelemelerde son 40 yıl içinde çok büyük aşamalar kaydedildi. Bu araştırma ve incelemeler sadece tarih alanında değil, ideolojik-felsefik, siyasal ve sosyal alandaki sorunların köklerine ve hakikatlere ulaşmada da önemli sorgulamaları, mevcut zihniyet kalıplarını aşmayı ortaya çıkardı. En başta sosyal bilimler alanının kendisini sorgulattırırken, yine cevap olmaya çalıştığı soruların sayısı da, niteliği de çoğalmaya başladı.

İnsan nedir, toplum nedir, tarih nedir soruları kadar, evren-doğa-insan-toplum zinciri içindeki düşünce tarihi de yeni bilimsel bulgular temelinde ele alınmaya başladı. Her olgunun, her varlığın gerçeklikleri kadar, hakikatleri de aranır olmaya başladı. Evren-insan-toplum-doğa ilişkileri ele alınırken, günümüzün evendoğa-insan-toplum ilişki ve sorunlarına dönük çözüm arayışlarında yeni sorgulama alanları oluşmaya başladı. Tüm araştırmalar yaşanan sorunlara radikal çözümleri ararken, karanlıkta kalan, gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen yeni olgularla da karşılaşılmaktadır.

Bilim, görünmeyeni görünür kılmak için de vardır. Yine bilinmeyeni bilinir kılmak, anlamlı kılmak da sorumlulukları arasında yer alır. Evren-insan-toplumdoğa ilişkisinde ortaya çıkan sapmaları, bozulmaları ortaya çıkarmak bilim açısından diğer bir sorumluluk olmaktadır. Bilimin ‘bilmek’ kadar, yani teori kadar pratikle de sıkı bağları bulunuyor. Çünkü ele aldığı alanlar teorik gerçekliklerle birlikte somuta, pratiksel gerçekliklere de dayanmaktadır. Bu açıdan bilimin evren-insan-toplum-doğa ilişkiler gerçekliğindeki yeri ve rolü teori-pratik birlikteliği çerçevesinde yeni ufuklar açmak kadar, tersi durumlarda tarihi karartma özelliğine de sahiptir. Burada önemli olan bilimin ve onun araçlarının hangi zihniyet-ahlak ve politik ilkelere göre ele alındığı olmaktadır.

İnsan, toplumsallaşarak, toplumsallaşma aşamaları içerisinde kendini var etmiştir, etmeye devam etmektedir. Bu varetmenin alanı ise evren-doğa alanıdır. Evren-doğa oluşum diyalektiği ile uyumlu denge içerisinde insanın varolma serüvenini görebiliriz. İnsanın toplum olmadan insanlaştığını söylemek yanlış bir hayaldir. İnsanın toplumsal doğa içerisindeki varolma süreci günümüze gelene dek birçok altüst oluşu yaşadı. Son 5000 yıllık süreci ele aldığımızda ise, bu sürecin ilk insan-toplum-doğa ilişki sisteminden bir sapmayı yaşadığını görmekteyiz. 5000 yıl öncesinde evren-insantoplum-doğa ilişkilerindeki sürecin karakteriyle, son 5000 yıllık sürecin karakterinin farklılığı birçok araştırma ve teori tarafından ortaya konulmuştur.

İnsan toplumlarının doğa ile düşünsel-pratiksel boyuttaki soyut ve somuttaki ilişkilerinde, yine kendi içindeki ilişkilerde 3 temel ihtiyaç belirgindir: Beslenme, üreme ve savunma. Toplumun sürdürülebilirliğinde bunlar önemli bir yere ve vazgeçilmezliğe sahiptir. Beslenme de, üreme de, savunma da evren-insan-toplumdoğa dengesini ve uyumunu bozmamaktadır, bozmamalıdır. Toplum en temel beslenme, üreme ve savunma gücü olurken, toplumun oluşum kurallarında ‘tükenme ve tüketmeyi’ değil, ‘devamlılığı’ esas alma vardır. İşte bu anda evren-insan-toplum-doğa ilişki sisteminde ‘kadın’ varlığının belirleyici gücünü, karakterini görmek, ele almak, günümüze doğru kaybettirilen anlamına ulaşmak karşımıza çıkmaktadır. Bu üç olguya ve ihtiyaca anlam vermek, bu anlama dayanarak toplumu sürdürmek, içinde ‘tüketim’, de barındırsa, temelde büyük verimlilik, üretim ve devamlılığı sağlayacak bir zihniyete, politik alana ve ahlaka ihtiyaç duyar. ‘Yaşama-evrene-insana-doğaya ve insana’ bu temelde anlam verir.

İşte ilk toplumsallıkta bu üçlü gerçeklik üzerinden inşa edilen büyük bir zihniyet-ahlak ve politik alan devrim gerçekliğini görmek mümkündür. İlk süreçler açısından varolma ve varlığını sürdürmede, bu üçlü gerçekliğe verilen anlam gücü (ahlaki zihniyet) temelinde toplumun kendini, duygu ve düşüncesini, bilimtekniğini, sanatını ve kültürünü geliştirdiğini görmekteyiz. İnsanın, evrenle, doğayla birlikte toplumsallaşarak çoğullaşması, farklılaşması, çeşitlenmesi onun aynı zamanda özgürleşmesini de içerir. Evrendeki, doğadaki çeşitlenme, çoğullaşma ve farklılaşmanın, ‘özgürlüğü’ toplumsal zihniyet ve ahlak temelinde tanımlamaya yardımcı olacağı belirtilir. Bu açıdan insanın toplumsal zihniyet-ahlak ve politik alanı geliştirmesinde bu ‘özgürlük’ gerçekliğinin de payını görmek mümkündür. Özgürlük, ilk insanın toplumsallaşmasında temel rol oynar. Toplumsal zihniyetin, ahlakın ve politik alanın oluşumu, yine toplumsal inşa ‘özgürlük’ olmadan sağlanamaz. Bu olgular birbirini gerektirir.

İnsanın toplumsallaşma sürecinde dikkat çeken bir boyut, insandaki zeka düzeyi ve düşünce esnekliğinin, yani özgürlük gerçekliğinin toplumsal inşanın temelini oluşturmasındaki rolüdür. İlk insan topluluklarında buna ahlaki tutum olarak anlam verildiği bilinmektedir. Yani ‘aklın-düşüncenin, toplumsal zihniyet-ahlakın ve politik alanın gelişimi özgürlükle mümkündür’ demek yanlış olmayacaktır.

5000 yıllık süreç öncesi yaşanan toplumsallaşmada, aklın-düşüncenin, toplumsal zihniyet ve ahlakın özgürlükle inşasının yanında, toplumun politik olma özelliği de çarpıcı ve üzerinde derinleşilmesi gereken boyutlardan biri olmaktadır. Politik alan, toplumsallaşma sürecindeki insan için vazgeçilmezdir. Politik alanı, düşüncelerin, insanın ve toplumun kendini özgürleştirdiği alan olarak değerlendirmek mümkündür. Toplumun kendini yaratım alanıdır. Politik alanın, özgürlükle bağı güçlü oldukça, toplumdaki öznelerin kendilerini varetmeleri, varlığını sürdürülebilir kılmaları mümkündür. Toplumsal zihniyet ve ahlakı, yine politik alanı olmayan insanın varlığının devamlılığı söz konusu olmayacaktır. Bu durum toplumsal sorunların temelini oluşturur. Bunların özgürlükle bağları sağlanmadıkça da çok ağır bedellerin ödendiğini son 5000 yıllık süreçten tespit edebilmekteyiz. Açıktır ki, bir toplum kendini düşünsel-ahlaki-politik alan olarak özgürlük ilkeleri temelinde, bunu bir yaşam kültürü olarak ne kadar derinleştirirse o kadar ‘var’olmakta, tersi durumda ne kadar yoksunlaştırırsa o kadar ‘var’ olmaktan uzaklaşmakta, kölelikte derinleşmektedir.

Günümüz gerçekliğinde yaşanılan sorun ve çelişkilerin temeline inildiğinde, ‘toplumsal özgürlük sorunları’nı doğru ele almak ve çözmek gerektiği görülecektir. İnsanın toplumsallaşma sürecinde yarattığı toplumsal zihniyet-ahlak ve politik alanının ‘özgürlük’ten koparılmasının nedenleri, nasılı ve sonuçlarının halen çözümlenmeyi beklediğini söylemek sanırız abartı olmaz. Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi adlı eserinde konuya ilişkin sorularını şöyle sıralıyor: ‘Toplumsal gerçekliğin ilkelerini-doğal gelişim yasalarını nasıl, kimler ve hangi zihniyetler, araçlar paramparça ettiler? Yıktılar? Peki, hangileri, kimler nasıl onarma, yapma, sağlıklılaştırma gücündedir?’

Bugün yaşanılan ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel kriz ve sorunların temeline inerken, ilk tarihten başlayarak sorunların kökenlerine inmek, ‘insanlık ve toplum nerede, nasıl kaybetti’ sorusuna cevap ararken, toplumsal özgürlük sorunlarının başlangıcına gitmek sonuç alıcılık açısından önemli olacaktır. Günümüz Sosyal Bilimler alanına dönük yapılan eleştirilerin temelinde, tarihin, toplumun özgürlük sorunlarının köklerini aydınlatmadaki kısırlığı, kapitalist modernitenin-merkezi uygarlık zihniyet kalıplarını aşamaması gelmektedir. Bunun ağır bedellerini ise, toplumsal zihniyeti-ahlakı ve politik alanı inşa etme gücünü tarihte sergilemiş olmasına rağmen, bugün bunlardan koparılan ‘kadın gerçekliği’ ödemektedir. Halen tarihin aydınlatılmayan, karanlıkta bırakılan boyutu olan kadın gerçekliği tüm yönleriyle aydınlatılmayı, görünür kılınmayı beklemektedir. Günümüzde kapitalist modernitenin (merkezi uygarlık sistemi) yaşadığı derin kriz ve sorunların temelinde ‘toplumların özgürlük sorununun’ yattığını ve bunun da tarihsel bir boyut taşıdığını görebiliriz. Toplumun özgürlük sorununun temeline inildiğinde de, kadının özgürlük sorununun başat bir rolde olduğu ve buradan başlanarak tüm özgürlük sorunlarına ve çözümlerine ulaşılabileceği görülebilecektir. 5000 yıllık tarih aslında özgürlük sorununun derinleşmesi, toplumun düşürülmesi, kadının kölelikte derinleştirilmesi, yoksullaştırılmasının gerçekleşmesidir. Bu açıdan mevcut uygarlık tarihini toplumlarla birlikte kadının da kaybediş ve kayboluş tarihi, yine 5000 yılı inşa eden sermaye ve iktidar güçlerinin egemen erkek kimliğini hakim kılma tarihi olarak ele almak mümkündür. Bunun da zihniyet, ahlak ve politik sömürü temelinde özgürlükten koparılarak sağlandığını belirtmek mümkündür.

Tarihte MÖ 3000-4000’lerde Sümer ve Mısır uygarlıklarıyla kurulan merkezi uygarlık sistemini ele alırken, kadın gerçekliği etrafında oluşan zihniyeti, ahlakı, politik alanı ve aklı çözmek, anlamak önemli olmaktadır. Yine iktidarcı merkezi uygarlığın dayandığı analitik aklın gelişim aşamalarına da bakmak gerekir. İnsanın ilk iletişim kurarken işaret dilini kullandığı tespit edilmiştir. Sonraki aşamalarda da simgesel dili geliştirdiği belirlenmiştir. Simgesel dil, insan beyninde en son oluşan bölüm olan analitik aklı karşımıza çıkarır. Analitik akıl, düşünce gelişiminde önemli bir süreci ifade eder. Düşünce üzerindeki etkisi büyüktür. Bilim insanları bu gelişim ile birlikte insanın hayvanlar aleminden ayrışmasını hızlandırdığını belirtirler. Duygusal akıl ile birlikte analitik akıl gelişimi önemli süreçleri ortaya çıkarırken, bu düşünsel boyut sınıflı, iktidarlı merkezi uygarlığın oluşum sürecinde (MÖ 3000lerden itibaren) öne çıkarılarak, duygusal aklı öteleyerek, artık zihniyet yapılanmasında farklılaşmayı yaratmaya başlar. Simgesel dil öncesindeki düşünce kalıpları duygusal aklın ürünleridir: Yani içten olma, yalana, hileye dayanmama… Ancak analitik aklın başat olarak kullanım süreci ile birlikte toplumsal yapıda belli bir kesimin öne çıkması, iktidarı ve artı-ürünü tekeline alması paralel gelişir. Analitik aklın ürettiği düşünce kalıpları, toplumsal zihniyet-ahlak ve politik alanda sorunların oluşumuna da neden olmaya başlar. Bu aklın olumsuz kullanımı ile birlikte, insanın tüm karakterini bu temelde biçimlendirmeye başlar. İşte tarihte sermaye ve iktidar güçleri bu akıl ve onun dilini, kadından başlayarak, toplumu, doğayı yıkma-ele geçirme-boyun eğdirme temelinde kullanırlar.

‘Baskı ve sömürü aygıtları başkalarının besinleri ve güvenlikleri üzerinde kuruludur. Baskı ve sömürünün sürdürülmesi de iki yoldan mümkündür: Ya ideolojinin meşruiyet sağlayıcı yumuşak gücüyle, ya da iktidarın çıplak zor gücüyle.’ (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf: 54)

Toplumsal zihniyetin, ahlakın ve politik alanın özgürlükle bağlarının iktidar sahiplerince koparılarak, kendi zihniyet kalıpları temelinde yapılandırılması ile birlikte başlayan süreç, aslında kadından başlayarak toplumun toplum olmaktan çıkarılmasına dayanır. Bu sistemin kuruluşunda erkek öncülüğü söz konusudur. Kadının öncülük ettiği zihniyet yapılanması baskı ve sömürü içermez. Kadının da toplumsallığıyla birlikte kabul gören bir otoritesi vardır. Doğal bir otoritedir bu. Bu otoritenin iktidarlaşmaması, toplumun önüne geçmemesi, tekelleşmemesi için de zihniyet-ahlak ve politik alanda tedbirler, kurallar, toplumsal yasalar üretilir. Tarih araştırmacıları bu durumu yorumlarken; bu otoritenin zora, artı-ürün gaspına dayanmayan, tersine verimliliğe, üretime, ortaklaşmaya ve dayanışmaya dayalı olduğunu belirtmektedirler. Bu sistemin en temel güç kaynağı zihniyet ve ahlak devrimi karakteridir. Toplumsallığın kutsallığı, toplumun sürekliliğinin bu zihniyet tarafından güvence altına alınmasına dayalıdır. Tanrıça kültürü bunun ifadesidir. Toplumu oluşturan kadın ve erkek kimliği de bu kültüre dayalı olarak şekillenir. Kadın ve erkek kimlikleri, toplumsal zihniyet, ahlak ve politik alanda kendini üretir. Politika topluma aittir. Toplum, politikasını kendisi üretir. Belli bir kesime ait değildir, çünkü toplum üstü kesimler yoktur.

Sınıflaşma, hiyerarşik sistemin kuruluşu ise, artıürünü, otoriteyi tekelinde toplayan kesimlerce inşa edilir. İnsan eliyle oluşturulan bir sistemdir. Bu inşada ilk elden ele geçirilen ise, kadın etrafında oluşturulan doğal toplum zihniyet kalıpları ve ilkeleridir. Tek(el)leştirmedir bunun adı. Bu yapılırken de kadın otoritesi ve zihniyetinde tarihsel bir kırılma yaşatılır. Sümer mitolojileri bu kırılma temelinde okunduğunda, aslında kırılanın sadece kadın kimliği değil, doğal toplum zihniyeti, toplumsal özgürlük, ahlak ve politika olduğu görülür. Uzun bir süreci kapsayan Sümer mitolojileri düşünsel bir savaşı yürüterek, kadın ve doğal toplum zihniyeti yerine eril-erkek merkezli-sınıflı ve iktidarlı toplum sisteminin zihniyetini inşa ederler.

‘Merkezi uygarlık sistemini özgürlük sorunu temelinde değerlendirdiğimizde, giderek katmerleşen bir kölelikle yüklendiğini gözlemleriz. Kölelik 3 boyutta da güçlü yaşatılır: İlkin ideolojik kölelik inşa edilir. Mitolojilerden korkutucu ve hükümran tanrılar inşa edilmesi, özellikle Sümer toplumunda çok çarpıcı ve anlaşılırdır. Zigguratın üst katı zihinlere hükmeden tanrı mekanı olarak düşünülür. Orta katlar rahiplerin politik yönetim karargahlarıdır.

En alt kat ise, her tür üretime koşturulan zanaatçı ve tarımcı çalışanların katı olarak hazırlanmıştır. Bu model günümüze kadar özde değişmemiş, sadece muazzam bir açılma-saçılma konumuna erişmiştir. Merkezi uygarlık sisteminin beş bin yıllık bu öyküsü gerçeğe en yakın tarih kurgusudur.’ (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf 41-42)

Bilim insanları, özelde de son yıllarda yapılan biyolojik araştırmalar insan türünde kadının kök rolüne sahip olduğunu belirlemiştir. Bu kökten sonrasında ayrışanın erkek olduğunu belirtirler. Kadının zihniyet yapısı, duygusal aklı evrenle ve doğa ile uyumludur. Kadındaki duygusallığın kökleri ele alındığında evren ve doğa ile kopmayan bu güçlü uyum ve bağın önemi ortaya konulmaktadır. Evrenin oluşum diyalektiğinden kopuş ve sapmanın olmadığı vurgulanmaktadır. Erkek egemenlikli sistem ise aklı bu gerçekliği hep ‘eksik akıl’ olarak yorumlar, kadına ve topluma bu temelde kabul ettirmeye çalışır. Onları bu konuda ‘ikna etmenin’ savaşını verir. Erkek akıl, bunun için kadının bu evrensel diyalektiğe dayalı aklına dönük saldırılar düzenler. Düşünsel boyutta başlayan bir savaştır bu. Buna ‘toplumsal zihniyet sömürüsü’ demek yerinde olacaktır.

İlk sömürü, kadın ve onun etrafında oluşan zihniyete dönük başlatılır. Toplumu zihniyette-ahlakta-politikada özgürlüğünden kopararak, onlardan uzaklaştırarak, sömürüyü, iktidar ilişkilerini, yöneten-yönetilen ilişkisini ‘doğal, kutsal, değişmez, tanrı buyruğu’ olarak kabul ettirmek temel amaçtır. Özgürlüğü gönüllü olarak benimsemekten, sömürgeciliği, köleliği gönüllü kabul etmeye yöneltmek için zihniyet sömürüsü, işgali devrededir. Tarih boyunca egemenler ilk olarak buna başvururlar; yani zihniyette bir hegemonya kurmak. Zihinlerin fethedilmesi, işgal edilmesi egemenler açısından temel yöntemdir. Toplumun düşünsel yoğunluğu, ortak aklı ve kolektif düşünce gücü egemenlerin ilk hedefidir. Egemenler bilirler ki; ‘Zihinlerin fethi tüm zor yöntemlerinden daha sonuç alıcı olmuştur.’ Toplumsal gelişime müdahale eden egemenler, zihniyetlerde hegemonyalarını inşa etmeye başlarlar. Sümer mitolojileriyle başlayan bu müdahalenin oluşturulduğu mekanlar ise tarihte Zigguratlar, tapınaklar olmuştur.

Kadın zihniyetinin, doğal toplum sisteminin de tapınakları yok muydu? Kendi zihniyet-ahlak ve politika üretim alanları yok muydu? Son yıllarda yapılan arkeolojik araştırmalar bu sorulara cevap üretmeye başlamışlardır. Toplumun birebir içinde olduğu, direkt içinde yer aldıkları inanç mekanlarının olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Urfa-Göbeklitepe’de yapılan arkeolojik kazılar bizi, MÖ 12 bin yıl öncesine tarihlendirilen doğal toplumun zihniyet-ahlak ve politika üretim mekanıyla tanıştırmaktadır. Şu ana kadar bilinen en eski tapınak… Zigguratların tersine yatay ve yuvarlak bir inşa özelliğine sahiptir. Bu kazılar sonrasında yapılan yorumlar arasında şunlar vardır: ‘Şimdiye kadar bilinen tarih yorumları değişecek. İlk insan toplumları tarım ve hayvan ehlileştirmesi temelinde değil, inanç ve tapınma ihtiyaçları için biraraya gelme temelinde yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Ortak inançları etrafında mimariyi, duvar kabartmaları (insan, hayvan, bitki) yapmaya başlamışlardır.’ Bu şu anlama gelmektedir ki, somut toplumsal ihtiyaçlar ile soyut inanç ve zihniyet-ahlak ve politika üretiminin ayrılmaz birlikteliği çok eski tarihlere ve köklere sahiptir. Bu nedenle de egemenlerin zihniyet sömürüsünü ilk elden hedeflemeleri, mutlaka ele geçirilmesini önemli bulmaları, toplumun kendini ayakta tuttuğu zihniyetahlaki ve politik güç kaynaklarının köklü-eski ve güçlü olmasından da kaynaklanmış olabilir. Sümer çağında başlayan egemenlikli sistemin tapınaklarının sınıflı-iktidarcı sistem zihniyetini inşa etmeye bu nedenle çok önem vermesi de bu temelde yorumlanabilir. İnsanlık tarihinin %98’ini kapsayan doğal toplum sisteminin ve uygarlığının güçlü zihniyet-ahlak ve politikasına karşıt üretilecek zihniyet kalıpları Sümer tapınaklarının ilk önem verdikleri üretimleridir. Bu tapınaklar aynı zamanda üretim alanıdır, politika alanıdır. Sistemin ideolojik-politik üretim karargahlarıdır.

‘Hangi topluluk düzeyinde, biçiminde yaşıyorsa yaşasın, eğer toplum özgürce ahlaki yapısını ve politikasını oluşturuyorsa, o toplum haline normal ya da doğal toplum diyebiliriz.’ (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf 64)

Kadın eksenli doğal toplum zihniyetinin sömürüsünün başlaması insanlık tarihinin temel sorunu olmaktadır. Burada ortaya çıkan ‘toplumun toplum olmaktan çıkarılması’dır. Toplumsal sorunları yaratan ise tarihte farklı biçim ve adlar alsa da; sermaye ve iktidar sahipleridir. Bu açıdan kadının ve toplumların özgür zihniyet, özgür politika ve ahlaktan yoksun bırakılması sorunun başlangıcı olduğunu bir kez daha görmekteyiz. Yani bir toplum özgürce zihniyetini, ahlakını, politikasını oluşturup yaşayamıyorsa, orada toplumsuzlaştırılma, köleleştirilme, sömürgeleştirilme vardır demek yanlış olmayacaktır. Merkezi uygarlığın 5000 yıllık tarihi bugüne gelişe kadar bu temel sorun etrafında şekillenmektedir.

Erkek egemenliğini merkezine alan sermaye ve iktidar sahibi tekeller, Sümer-Mısır sisteminden bugüne dek kadınları ve toplumları kendi içlerinde eritmek, asimile etmek ve sömürgeleştirmek için mitoloji, felsefe, din ve bilim yapılarını oluştururlar. Bu güçler tarafından kadının ilk ulus, ilk köle, ilk ezilen sınıf olarak sömürgeleştirilmesine paralel olarak toplumun bir bütün sömürgeleştirilmesi amacıyla zihniyet ve siyasal sömürüler üretilmeye başlar. Amaç kadından başlayarak toplumu güçsüzleştirmek, insanlık tarihinin

%98’ini ifade eden doğal toplum zihniyet-ahlak ve politikasını hırsızlayarak eritmek, onun gerçek yaratıcılarını baskılayarak onları savunmasız kılmaktır. Bu da, kadının ve toplumun kendini varediş araçları olan zihniyet-ahlak ve politikada büyük yoksullaşmayı, sömürgeleştirilmeyi yaşamasıdır.

Zihniyet-ahlak ve politik alandan başlayan sömürgeleştirme en vahşi, acımasız sonuçlarını kadında gösterir. Egemen erkek aklı, kadının doğal toplum zihniyeti-ahlakı ve politikası üzerine geliştirdiği ‘operasyonlar’la; hem ideolojik hem de zor-şiddete dayalı katliamlarıyla, korkunç sindirme, ezme, tecavüz vb ile kendini inşa etmeye devam eder. Düşünsel, siyasal sömürü ve işgali, bedensel, yaşam alanlarının coğrafik işgalleriyle sürer. Kadın bu sistemin adeta ‘döl yatağı’ haline getirilir. Erkek aklı, hanedanlık ideolojisinin temeline kadını bu temelde oturtur. Kadının, ardından da toplumun mülkleştirilmesi, onların yaşam alanları olan toprakların mülkleştirilmesi süreçleri yaşanmaya başlar. ‘Erkek aklı’, ‘uygarlığını’ inşa etmeye devam eder. Bu sistem için, kadın ilk köle insandır, ilk ev kölesidir; seks kölesidir; erkeğin cinsel arzusunun tatmin aracıdır.

‘… Üçüncüsü; ücretsiz, karşılıksız emekçidir. Tüm işlerin zoru kendisine yaptırılır. Karşılığı, biraz daha eksik olmaya zorlamadır. Dördüncüsü; en ince metadır. Kadının sunulmadığı hiçbir ilişki yoktur. ‘ (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf 56)

Görülmektedir ki, toplumsal özgürlükte ilk kaybettirilen kadınken, bunda izlenen temel yöntem zihniyet-ahlak ve politika alanlarının sömürgeleştirilmesidir. Zihniyet ve ahlak, toplumun kendini varetme, sürdürme amacıyla oluşturduğu ve uyguladığı kurallarken, politika ise toplumun kendi ihtiyaçlarını (maddi ve zihniyet ihtiyaçlarını) belirlemesi, bunları karşılamanın yol-yöntemlerini birlikte tartışması, karar alması, kendini yönetmesi ve sorunlarını çözme gücüne ulaşmasını ifade etmektedir. Insanlık, kadının zihniyet-ahlak ve politik alandaki etkinliği, özgürlüğü etrafında toplumsallaşmıştır, dedik. Bu kutsal bilinmiş, varolmasının, sürekliliğinin güvencesi olarak kabul edilmiştir. Onun etrafında güçlenilmiş, üretim yapılmış, paylaşım gelişmiştir. Bu sistemin ahlakına zarar gelmemesi için ona sarılmıştır. Ancak egemenlerin bu ahlak ve politika karşısına diktiği alternatifi, toplumsal ahlak yerine ‘hukuk’, politika yerine devletin denetimindeki siyasal alan ve onun araçları olmuştur.

Günümüzde merkezi uygarlığın sürdürücüsü olan kapitalist modernite, Sümerlerden başlayan zihniyet ahlak ve politika sömürgeciliğini yeni yöntem ve araçlarla sürdürmektedir. Geçmişin ‘maskeli tanrılar ve örtük krallar’ı yerine kapitalist modernite ‘maskesiz tanrılar ve çıplak kralları’ yaratmıştır. Erkek egemenliğine dayalı iktidarcılık, artık toplumun tüm bireylerine, ilişkilerine indirgenmiştir. Kadın ve erkek ilişkilerinden başlanarak iktidar ilişkileri ‘değiştirilemez düzen’ olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Kadının meta olarak sömürüsü daha da katmerleştirilmiştir. Kadın zihniyette teslim alınarak, bu sisteme eklemlenme temelinde parçalara ayrılmaya devam edilmiştir. Kadın bu sistemde memur olur, işçi olur, kocanın karısı olur, sevgili olur, devlet ‘adamı (!)’ olur, asker olur, bilimci olur; ama özgür olamaz. Sistemin tanrılarına (politikacı, sanatçı, bilimci vb) tapmak dışında ‘kendisi’ olamaz. Toplumsal gerçeklik de buna paralel olarak sömürülür. Işte günümüze gelenek kadar süren toplumsal mücadelelerin temel karakterini burada görmek mümkündür; kadıntoplum kendini mi sürdürecektir, kendini kendisi mi yönetecektir? Kendi toplumsallığını zihniyet-ahlak ve politika özgürlüğü temelinde mi yaşayacaktır? Yoksa egemenlerin, erkek aklının tekelinde mi?

Yukarıda ele almaya çalıştığımız toplumsal sorunların temeli olan zihniyet-ahlak ve politikanın özgürleştirilmesinde çıkış noktası kadınla mümkündür. İlk sömürü onun etrafındaki zihniyet-ahlak ve politika sistemine dönükse, tarihin karanlıklarına itilmişse, kaybedilmişse, o zaman onu günyüzüne çıkarmak, bu gerçekleri aydınlatmak, toplumsal gelişim evresine özgürce katılımını sağlamak; en başta alternatif sosyal bilimler alanını geliştirmekten geçmektedir. Bunu yapacak olan da, kuşkusuz bu sömürgeciliğin kontrolündeki eril sosyal bilimler alanı değildir. Mevcut sosyal bilimler kapitalist modernitenin zihniyet kalıplarını aşamamaktadır. Toplumsal sorunların temeline parçalı yaklaştıkça, radikal bir bakış açısını oluşturma cesaretini göstermedikçe, kaçak dövüşmeyi bırakmadıkça, gerçekler ve hakikatler arasındaki bağları göstereyim derken ‘teori boğulmasına, akıl ve vicdan tutulmasına’ uğradıkça, egemenlerden korktukça bunu başarması mümkün olmayacaktır. Çözümü yine erkek egemenliğine dayalı sistem ve zihniyet kalıpları içinde dolanarak aramaya çalıştıkça ‘çözüm’ hayal olmaya devam edecektir. Bilimsel mücadeleyi toplumsal mücadele ile buluşturmadıkça, buna mücadele denilemeyeceği de açıktır. Işte mevcut sosyal bilimler alanı bunları yansıtmaktadır.

Kadın özgürlüğü temelinde ele alınması gereken alternatif bir tarih-toplum derinleşmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Kadın gerçekliği ve hakikati halen toplumsal yapı içinde hakkıyla irdelenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu alanda emek veren, derinleşme mücadelesi veren kadın akademisyen kişi, kurum ve çevreleri vardır tabii. Ancak onlara verilen destek, güçlendirme ne kadardır? Kadın araştırma merkezlerinin varlığı çok önemlidir. Ancak ne yazık ki eril sosyal bilimler merkezlerinin (üniversiteler vb) birer yan kurumları olarak ele alma yaklaşımları ve politikaları söz konusudur. Bu kurumlaşmalar kadın zihniyeti temelinde tarihin-toplumun yorumlanmasında önemli bir yere sahiptir. Ancak baskın olan, başat olan eril bilimcilik ve zihniyetidir. Bilimin merkezinde halen eril zihniyet vardır. Kadın merkezli araştırma çabalarını öteleme-baskılama-görünür kılmama politikaları devam etmektedir.

Bu alanda mücadele edenlerin buluşmasını geliştirmek, eril alandan bu çalışmaları kurtarmak, bilimin özgürleştirilmesi çok büyük bir ihtiyaç haline gelmiştir artık. Tarihi-toplumu kadın aklıyla yeniden yorumlamak, duygusal zekanın gücüyle analitik aklın ahlaki kılınmasına dayalı çalışmak birçok kadın özgürlük mücadelecilerinin hedefidir. Bu çalışmaların ortaklaşması, düşünsel-siyasal bir sisteme kavuşturulması da büyük bir ihtiyaç olmaktadır.

Toplumsal sorunlar içinde başat olan kadının karşı karşıya kaldığı sorunlardır. Devlet-toplum ilişkileri, birey-toplum ilişkileri, doğa-insan ilişkileri ve sorunları ele alındığında kadın etrafında örülen ilişkiler eril sistem karşımıza çıkmaktadır. Bu da, bu konunun kadıntoplum özgürlüğü sorunları temelinde özgün bir kadın bilimsel alanının oluşturulma ihtiyacını bizlere göstermektedir.

‘Kadını, sosyal ilişki yoğunluğu olarak incelemek, bu anlamda sadece anlamlı değil, toplumsal kördüğümleri aşmak (çözümlemek) açısından da büyük önem taşır. Erkek egemen bakış, bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak bir nevi atomu parçalamak gibidir. Bu körlüğü kırmak büyük Entelektüel çaba ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir.’ (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf 122)

Aynı şekilde toplumsal olarak iktidarcı-merkezi uygarlık zihniyet kalıplarıyla inşa edilen erkeğin ‘kadınını’ da aşmak gerekir. Kadın etrafında örülen ilişkiler ağını çözmek, parçalamak gerekir. Kadın üzerine kurulan sayısız mitolojik-dini-felsefik-sanatsal-bilimsel kurgular, söylemler ele alınmalıdır. Kadın etrafında oluşturulan en derin erkek egemenlikli ideolojilerin; milliyetçilik, dincilik, bilimcilik ve cinsiyetçiliğin çözümlenmesi gerekir.

Zihniyetahlak ve politik özgürlük, toplumun özgürlük sorunlarının çözüm arayışı; kadın temelinde yürütülecek araştırmaların, çözümlemelerin hedefi olabilmelidir. Çünkü kadın sosyal-politik-ahlaki bir varlıktır, insandır. Düşünen, kural koyan, yaşamın tüm üretim alanlarında emek verendir. Kadının toplumsal kimliği ve varoluşu temelinde yeniden tarif edilmesine ihtiyaç vardır. Kadın etrafında tüm ezilenlerin kendilerini bilimsel ifadelere ulaştırmaları ise kaçınılmazdır.

Kapitalist modernite, pozitivizm ve liberalizm üzerinden kendini, zihniyet ve politika alanlarını yenilemeye çalışmaktadır. Bunların kadın eksenli zihniyet ve politika temelinde köklü eleştirisi için alternatif sosyal bilimleri geliştirme arayışları ise gelişmektedir. Jineoloji (Kadın Bilimi) olarak gündeme gelen kadın biliminin, bu temelde derinleştirilmesi, güçlü sahiplenilmesi gerekmektedir.

Ilk kaybediş alanı olan zihniyet-ahlak ve politikayı sömürgecilikten kurtarmak, özgürleştirmek önemlidir. Mevcut sosyal bilimlerin, kadın bakış açısı ve felsefesi temelinde sorgulanması Jineolojiyi geliştirecektir. Toplumun, kadının tarihinden koparılmasına, nesneleştirilmesine, egemenliğin kendini meşru kılmasına karşı, toplumsal hafızayı egemenlerden kurtarmada esas rolü Jineoloji oynayacaktır. Nasıl ki, ilk toplumsallıkta zihniyet-ahlak özgürlüğü politik özgürlükle içiçe yaratılmışsa, günümüz açısından da bilimi toplumla, politikayla, kadınla, emekle buluşturmak da Jineolojinin amaçları arasında yer almaktadır.

Jineoloji ile kadın varlık bilimi ve tarihi alanında derinleşme gelişecektir. Bu mevcut bilimin özgürleştirilmesi açısından da gerekli olacaktır. Duygusal akıl ile analitik aklı yeniden doğru temel ve ilkelerde ortaklaştırmak, bilimin toplumsal sorunlarla bağını güçlü (etik ve estetik) oluşturmak açısından önemlidir.

Son 2 yıldır Jineoloji (Kadın bilimi) konusunu gündemine alan ve tartışmaya açan Kürt kadın hareketi, kadın ve toplumsal mücadeleleri açısından yeni bir mücadele konusunu da oluşturmuştur. Dünya çapında bu konuya ilişkin bugüne kadar ortaya çıkarılan deneyimlere ulaşmayı amaçlayan bu çalışmanın daha da geliştirilmesi için tartışma, paylaşma, ortaklaştırma çalışmalarının geliştirilmesine de ihtiyaç bulunmaktadır.

Jineoloji (Kadın Bilimi), erkek egemenlikli sistemin bilim söylemlerini, yine düşünce ve yaşam kalıplarını eleştirmek kadar, alternatif sistem arayışçılarına yeni ufuklar sunuyor. Henüz yeni olan bu alan tartışmalarını sadece kadın özgürlük mücadelelerinin ve hareketlerinin değil, merkezi uygarlık ve kapitalist modernite karşıtı tüm toplumsal hareketlerin de ele alması, tartışması da büyük önem taşımaktadır.

Jineoloji, mevcut durumda sosyal bilimlerin ve feminizmin çıkış ve alternatif arayışlarında yaşanılan tıkanıklıkları ele almak kadar, çözüm üretmede de radikal çözüm perspektifini bağrında taşımaktadır. Her ne kadar Kürt kadınları bunu gündemlerine alsalar da, bu konu tüm dünya kadınlarını, halklarını ve ezilenlerini ilgilendiriyor, hepsine sesleniyor. Jineoloji, özgürlük mücadeleleri açısından özgürlük teorilerini derinleştirmeyi; egemenlikli sistemin bilimciliğinin zemininden düşünceyiahlakı ve politikayı kurtarmayı da sağlayacaktır. ‘Bilimin özgürleştirilmesi’nde kadın özgürlüğünü eksenine oturtması bu açıdan önemlidir. Jineoloji, kadının toplumsal yapı içerisindeki konumunu, bu temelde tarihsel hakikatleri, bu hakikatin yaşadığı kırılma ve altüst oluşları araştırarak, kadın ve toplum tarihini aydınlatmak, karanlıktan çıkarmak kadar, bundan yola çıkarak günümüzde süren toplumun özgürlük sorunlarını irdelemektedir. Bu irdeleme, düşünsel boyut kadar çözümü hedefleyen pratiksel, mücadelesel arayışları ve yöntemleri de içermektedir. Sorunları ortaya koymak kadar çözümde egemenlikli sistemin yöntemlerini kullanmamak, mevcut erkek egemenliğine dayalı bakış açısının araçlarını-kurumlarını aşmak da önemli görülmektedir.

Toplumla ilgili olmasına rağmen toplumun özgürlük sorunlarına çözüm üretmekten uzak bir duruma sahip olan mevcut sosyal bilimler, Jineoloji ile tarihsel bir dönüşüm ve devrimi yaşayacaktır. Zihniyet ve vicdan devrimi bu temelde de gerçekleştirilebilecektir.

Jineolojinin kendisine esas aldığı alanlar arasında; tarih, ekonomi, siyaset, ideoloji, ahlak, hukuk, kültür, sanat gelmektedir. Bu alanlardan başlanarak tüm duygu-düşünce-maddi ilişkiler gerçekliği, tekleştirilen, sınıflaştırılan, cinsiyetçiliğe dayalı şekillendirilen tüm alanlar sorgulanmaktadır. Bu bilim alanları toplumsal alan dışında egemenlerin bakış açısıyla inşa edilmişlerdir. Tarih boyunca bu alanlarda ortaya çıkan ezilenlerin emekleri, mücadeleleri, düşünsel üretimleri ise adeta hırsızlanmış, bunlara egemen bilimcilik tarafından el konulmuştur. En başta kadın tüm bu alanlardan dışlanmıştır. Toplum dışına itilen kadın, bilim alanının da dışında tutulmuştur. Jineoloji, yani kadın bilimi el konulan tüm bilimsel değerleri esas sahiplerine ulaştırmanın da adı olacaktır. Kadının toplumsal kimliğini inşa ederken, onu toplumsal özgürlük sorunlarının çözüm gücü haline gelmesini de sağlayacaktır. Bu açıdan cinsiyetçiliğin aşılmasında da Jineoloji, tarihi bir öneme sahip olmaktadır.

Açıktır ki, ‘21. yüzyıl kadının ve halkların devrim yüzyılı olacaktır’ belirlemesinin yaşam bulma şartlarından olan tüm özgürlüksel zihniyet-ahlak ve politik alt ve üst yapı, yine kadın özgürlüğü temelindeki ahlaki ve politik toplumun inşasında Jineoloji temel rol oynayacaktır.

Kadının ve toplumların özgürlük sorunu, güncellik ve tarihsellik birlikteliği içinde ele alındıkça, tüm sömürülerin aşılması açısından alternatif zihniyeti-ahlakı ve politikayı geliştirmek kaçınılmazdır. Kadının mevcut özgürlük mücadelesini, Jineoloji ve yeni sosyal bilimlerin adı olan Özgürlük Sosyolojisi temelinde toplumsal mücadelelerin esası haline getirmesi, 5000 yıllık çözüm arayışlarının anahtarı olacaktır.

O anahtarla ‘tüm kilitleri açmaya ve özgür yaşamı yeniden yaratmaya!’ diyelim.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.