Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokraside İttifaklar

Davut Çiftçi

Yüzyılın Ortadoğu’su son iki yüz, üç yüz yıl gibi sadece Ortadoğu çevresini değil, dünyadaki tüm siyasal gelişmeleri belirleyen bir coğrafya haline gelmiştir. Özellikle de Batı Avrupa’da gelişen maddi uygarlığın, manevi uygarlık karşısında kendisini hâkim kılması için, Ortadoğu’yu fethederek kendi eğilimini geliştirmek istemesi; Ortadoğu’nun son iki yüzyılı bu iki uygarlığın mücadelesiyle geçmiştir. Maddi uygarlığın somut ifadesi olan kapitalist modernite sistemi, Ortadoğu’nun  siyasal, sosyal, kültürel yaşamına müdahale eden bir güç olmuştur. Kuşkusuz Ortadoğu’da tarihsel, toplumsal değerlere dayalı kültürel, sosyal yaşam büyük bir direniş içinde olmuştur. Fakat maddi uygarlık askeri ve siyasi gücüne, elinde var olan ekonomik kaynaklara dayanarak Ortadoğu’da etkili olmaya çalışmaktır.

1.Dünya Savaşı’nda bölge, böl-parçala-yönet politikasının tipik bir uygulama örneğine sahne olmuş, Ortadoğu düzeni böyle ortaya çıkarılmıştır. Emperyalistler, Ortadoğu’da devlet-iktidar geleneğini kendilerine işbirlikçi kılmışlardır. Bu açıdan da 20. Yüzyıl, Ortadoğu despotlarının dış güçlerin desteğini alarak, halklar üzerinde büyük bir baskı, zulüm kurdukları bir yüzyıl olmuştur. 20. Yüzyıl halklar için bir kâbus haline getirilmiştir. Öte yandan böl-parçala-yönet politikalar sonucu Kürdistan dört parçaya bölmüş, Araplar 22 ulus-devlete bölünerek her parçada tekli-homojen ulus-devlet sistemleri kurulmuştur.

 

Ortadoğu Düşüncesi Avrupa Rönesansındaki Etkisi

Son ikiyüz yıldır kapitalist modernist sistem, Ortadoğu’yu ulus-devlet modeliyle modernleştirmeye çalışmaktadır. Hal böyle olsa da, ulus-devlet formunun geçmişi beş bin yıllık tarihsel iktidar-devlet köklerine dayandığını bilmekteyiz. Gelinen aşamada Ortadoğu başta olmak üzere;  dünya ülkelerinde yaşanan sistemsel krizin dönemsel olmadığı gerçeğidir. Bu beş bin yıldır yoğunlaşan, biriken ve günümüzde zirveleşen beş bin yıllık devletçi sistemin krizi olmaktadır. Kapitalist modernitede zirveleşen sistem krizi ortamında etkin bir çözüm seçeneğinin ortaya çıkmamasından kaynaklanan bir durumdur. Halklar, bir çözüm seçeneğini ortaya koyamamasalarda, hem beş bin yıllık devletli uygarlığa hem de son beşyüz yıllık kapitalizmin ulus-devletçi modeline karşı direnişler ortaya koymuşlar; sonuçta yenilmiş ama günümüze önemli deneyler açığa çıkarmış ve büyük tarihsel miras bırakmışlar.

Onlardan kimi örnekler verecek olursak eğer; Hz. İbrahim’in “İnsan tanrı olmaz.” sözü ile eski sınırsız ve sorgulanamaz iktidar süreçlerinin sorgulanmasının hedefi olmazdı. Nemrut zulmüne karşı devrimsel zihniyet değişimini ifade eder, Hz.İbrahim. Yine Zerdüşt inanç ve felsefesiyle birlikte kaderciliğe darbe vurmuştur. İnsanların kaderini “insanın kendi kendisinin belirleyeceğini belirtir”. Bu da toplumu güçlü yapan demokratik duruşu açığa çıkarmada devrimsel zihniyet değişimini ifade eder. Felsefi, düşünsel olarak iktidar-devlet sistemine karşı mücadeleyi ortaya çıkarır. Bu düşünce akımlarının bir devamı olan Hz. Musa, binlerce düşünce akımından beslenir; zulme karşı isyanın özgürlük ve demokrasi arayışını ifade eder. “Firavuna karşı isyan etmeliyiz, bu zulüm kabul edilemez.’’ sözü ile Mısır firavun köleci sistemine karşı Yahudi halkını örgütleyerek bir isyana dönüştürür. Yine Hz. İsa’nın Hristiyanlık düşüncesi, sadece bir etnisiteye hitap etmediği, bütün halkları ve ezilenleri kapsayan özelliği ile evrenselleştiği; despotik ve şovenist köleci Roma imparatorluğunu sarstığıdır. Dıştaki demokratik komünal değerlerden güç alan etnik topluluklar, Roma’yı yıpratırken; içerdeki kölelerin isyanı ve manastırların adalet ve eşitlik duygularının toplumda mayalaması sonucu,  köleci devlet dağılarak feodal devletçi bir toplum sistemine geçilmiştir. Buna köleciliğin biraz daha yumuşatılmış hali demek uygun düştü. Bir başka örnekte İsa, Hz. Muhammed’in zamanı ve İslam dininin ortaya çıkmasıdır. Arap yarımadasında bulunan, Arap Kureyş kabilesinin yozlaşmış paganizm inanç sistemine karşı devrimsel zihniyet değişiminin ifadesidir. İlk dönemlerde Danışman kurumu (Şural) geleneği ortaya çıkmış. Buna dayanışma gibi bir meclis denilebilir.  Özünde bu çıkışın zulme ve haksızlığa karşı bir isyandı. Çıkışında özgürlükçü özü, demokratik komünal değerler taşıyor. Ortadoğu’da gelişen bu düşünce akımlarının demokratik direniş geleneği, devrimsel zihniyet değişimine yol açtığı ortadadır. Bu temelde gelişen felsefe ve ideoloji Avrupa’da gelişen demokratik süreçlere de etkide bulunduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Buna göre;

Avrupa’yı Rönesans’a götüren temel noktanın halkın beslediği okullardan geçtiğidir. Fakat Abdullah Öcalan, “15. Yüzyılda başlatılan Rönesans’ın babası da annesi de doğulu binlerce yıllık sülalenin son çocuğudur.” der. İnsanlık tarihi için önemli bir duraktır,  Rönesans ve Reformların yapısı. Şehir üniversitelerinde ve manastırlarda düşünce ile mayalanması öne çıkmıştır. “İlk ütopyacılar Thomas More, Francis Bacon, sonraları Fourier Robert Owen ve Proudhon çok sayıda komünal toplumsal sistemleri tasarlayan kişilerdir. Bu düşüncelerin belli düzeyde kitlelere mal olması ile toplumda özgür ve demokratik düşüncenin derinleşmesi ve yaygınlık kazanmasını sağlıyor. Laik ve sekülerizm  dediğimiz düşünce aydınlar içerisinde gelişiyor.”  Laik düşünceyi savunmak Kiliseyle ittifak yapan Krala karşı bir mücadele anlamına geliyor. Toplum tabanında duygu ve zihniyetin giderek yaygınlaşması sonucunda demokratik halk devrimlerini ortaya çıkarıyor. 1648’de Cromwel öncülüğünde İngiliz Kralının yetkilerini sınırlayan ve bütün toplumu içine alan demokratik ittifaklar devrimine dönüşüyor. Yine Fransa da devrimden önce Avrupa toplumunda düşünsel, ruhsal şekillenme  koşullarında, burjuvazinin, aristokratların, yerel otoriterlerin içinde olduğu bir meclis sistemi oluşuyor. “Etats Generaux adı verilen bu meclis zaman zaman toplanarak  belli konularda karar alıyor ve krala iletiyor. Doğal olarak bu meclislerin varlığı kralın yetkilerini sınırlamasına neden oluyor. Fakat yeni sınıf burjuvazi ve devlet tecrübesi olan geleneksel aristokrat sınıfı adım adım halkın yetkilerini sınırlıyorlar.” Bununla birlikte devletçi üst sınıf, toplumun demokrasi anlayışının kendisini hâkim kıldığı siyasal bir düzeni kurmaları ortaya çıkıyor. Demokratik özelliklerden giderek uzaklaşan bir Etats Generaux meclisi ortaya çıkıyor. Ortaya çıkan üst sınıf demokrasi anlayışının, düzenin istikrarlı yürümesi içinde toplum ve üst sınıflar arasında bir denge kurulması adına hukuk teriminin öne çıkması yaşanıyor. Avrupa’daki demokrasinin, devleti tümden dışlamadığı gibi demokrasi ile hukuk devletin birbirinden kopmaz bağlar içinde bulunması gerektiğine vurgu yapılır. Yeni demokrasi anlayışı ile krallar ve yöneticilerin bağlı olduğu kurallar netleşiyor. Bir taraftan halk demokratik meclislerin sınırlandırdıkları kral yetkisi, diğer taraftan hukuk devleti demokratik anlayışının her kurumun ve bireyin hakkını sınırlayan adımları söz konusu oluyor. Bilindiği gibi halk demokratik sistemlerinde meclislerin iradesi esasken, yargılamak, sorgulamak, halkın denetimi ve kontrolündedir. Halk mahkemeleri ve halkın demokratik öz gücüne dayanan bir  yargı sistemini öne çıkarır. Hukuk devletinde ise üst sınıf demokrasi anlayışından türetilen bir kurumlaşma olduğu için devletin, devlet ve üst sınıf çıkarlarını korumaya dair almış olduğu, karar ve kurallara dayalı işler. Yani halkın öz gücünden uzak ve demokratik iradesini sınırlayan bir form olmaktadır. Ulus-devletin halkın demokratik sistemine karşı kendisi hukuk ve birçok kurumla güvenceye almak istediğini görüyoruz. Fakat halk devrimlerin buna ters bir sistem olduğu, tabandan gelen devrimler olduğu, demokratik özellik taşıyan, eşitlik ve özgürlüğe dayalı, çeşitlilik arz ederler. Devlet hukukunu kabul etmez. Yine 16. Yüzyıldaki İspanya şehir komünlerinin demokratik karakterli olduğu, yine Amerika devriminin niteliği de özgürlükçü, demokratik oldukları devrimlerdir. Fransa’nın 1789 devrimi komünistler dahi bir çok renk yer almaktadır. Özcesi Rönesans sürecindeki toplumsal kaostan çıkışta özgür-eşit ve demokratik toplum ittifaklarının eğilimi mevcut olduğu için önemi de bir o kadar yüksektir. En somut örnekte İngiltere’de ki Düzleyicilerin, Yaygaracıların ve Kazıcıların öncülüğünde ortaya çıkan halk tabanlı ittifak blokları ile demokratik bir devrime dönüştüğüdür. Fransa da Bastillerin alınışı ile ateşlenen devrimin fitili demokratik ittifaklar temelinde gelişmiştir. Ruhban sınıfı, soylu sınıfı, köylü işçi tabanından oluşan halk ittifak bloklarıyla devrim demokratik temellere dayanmıştır. Yine Fransa’da 1793 yılının Şubat-Mart aylarında kötüleşen askeri durum ve ekonomik kriz öfkeliler adında halk tabanlı örgütlenmeleri, gelişmiş Devrim Cumhuriyetçi Kadınlar Cemiyeti başta olmak üzere farklı parti ve halk tabanlarıyla demokratik bir ittifaka dönüşmüştür. Son olarak Sovyet Rusya’da 1905 yılının Ekim Genel Grevi olarak bilinen halk tabanlı sol-sosyalist parti ittifakları imparatorluğu sarmıştır. Menşevik, Bolşevik ve sosyalist devrimcilerin öncülüğünde demokratik ittifaklar bloku ortaya çıkmıştır. Özgür, eşit bir yaşamı inşa etmesi hedeflemişlerdir. Burada vurgulanması gereken esas nokta; demokrasi adına ortaya çıkan bir çok düşünce akımının bir müddet sonra iktidarcı-devletçi sistemin hâkimiyeti koşullarında sistemin bir mezhebi haline dönüşmüşlerdir. Olumsuz boyutu bu iken olumlu boyutu ise özgürlük ve demokrasi açısından insanlık bilincini geliştirmede hizmetleri olmuştur. Bu devrimler başarıya ulaşmıştı. Fakat ideolojik, politik, siyasi alanda öncülüğünü yapan devrim önderleri ve partiler devlet formunu zorunlu bir aşama olarak görmüşlerdi. Demokrasinin kalıcılaşması, laik düşüncenin ve halk devriminin korunmasının, ulus-devlet formuna ulaşmak ile mümkün olacağını belirtmişlerdir. Bu durum halk demokrasisinin öldürülmesi, onun yerine iktidarcı, bürokratik, otokratik bir ‘demokratik’ üst sınıf anlaşmasının devamı demekti. Burada temel eksiklik devletin zorunlu bir aşama olarak görülmesidir. Devletin baskıcı, totaliter yapıya her zaman ihtiyaç duymuş, bunun sonucu demokratik dönüşümün yapılmamasıdır. İster sol-sosyalist iktidar-devlet bloku olsun ister monarşi iktidar -devlet bloku olsun, devletin her zaman dayandığı bir siyasal kimliği temsil eder. Devrimlerin çözüm olarak devleti ele geçirip sosyalizme gitme ilkesi sosyalizmin temel değerleriyle çelişmiş, yozlaştırılmış, sistem içileşmeleriyle sonuçlanmıştır. Bunların en somut örneği Sovyet Rusya’sında 70 yıllık Reel Sosyalizm sisteminin 70 yıl sonra çökmesi, kapitalizme ön ayak olmuştur.

Bu tespitlerden hareket ederek, Ortadoğu coğrafyamızda yaşanan hem devrimler zamanı, hem de peygamberler döneminin (en önemlisi de neolitik komünal değerlerden aldığı ahlaki-politik değerler oluyor) düşünsel akımların gerçekleşmesinin zemin olmuş bir coğrafyadır. Bu topraklarda maya tutan bu düşünce akımları, Avrupa’da rönesansına  gelişim zemini sunmuştur. Fakat kendi rönesansını gerçekleştirememiştir. Bunu başarabilmesi için başta milliyetçiliği zayıflatacak ve kıracak bir adım gereklidir. Bunun için demokratik platformların oluşturması ile milliyetçilik yerine dayanışmayı geliştirerek Ortadoğu tarihini değiştirme hedeflenecek ve değiştirilecektir.

 

Ulus-Devleti Demokrasiye Duyarlı Kılmak

Ortadoğu devletlerini despotik, milliyetçi, dinci, erkeksi ve şoven karakterlerinden vazgeçirilmesi ve demokrasiye duyarlı kılmalarını başarmaktan geçer. Bilindiği gibi kapitalist sistem son 200 yıldır bölgede olmasına rağmen Ortadoğu’yu yeniden biçimlemeye çalışmaktadır. Ve yapısal krizini Ortadoğu üzeri aşmayı hedeflemektedir. Ortadoğu’da yaşanan ve yansıtılan merkezi küresel sistemsel krizi aşma veya süreklileşme de üç farklı seçene öne çıkmaktadır.

Birincisi; kapitalist sistemin neoliberal ve postmodern anlayışla donatılmış esnek bir ulus-devlet formasyonu,

İkincisi; kendisini 12. yüzyıldan bu yana ilmiye sınıfı ile bilimsel, felsefi ve toplumsal gelişmelere kapatan eski ulus-devletlerin çözüm modeli,

Üçüncüsü; halkların tarihsel düşünsel akımlardan almış oldukları, demokratik ve özgür bir yaşamı inşa etme çözüm modelidir. Üçüncü çözüm modelinden hariç diğer her iki model çözüm gücü olmayacağıdır. Bugün yaşanan kriz ve kaosların gerçek sebepleri ve nedenleridirler. Toplumun sorunlarını giderecek çözüm modeli olmaktan uzaktırlar. Sadece yaşanan küresel krizlerini aşmak temelindedir. Ortadoğu da siyasal yapı demokratik olmaktan uzaktır. Bunun tek sorumlusu kendisini dayatan her iki çözüm modelidir. Bu her iki modelinde oligarşik, totaliter yapılarından taviz vermediği ortadadır. Sağ ve Sol adına geliştirilen politikaların çoğu devlet odaklı despotik varyant karakterlidir. Mevcut siyasal sistem tek bir kimlik, dil, din ve kültürü kabul etmektedir. Her ne kadar Avrupa ulus-devletlerinde kimi kültürel haklar tanınmış olsada, toplumun sorunlarına cevap olmadığı ortadadır. Buna karşı gelişen hakların üçüncü çözüm yolu, modeli, bu devletlerin halk demokrasilerine duyarlı hale getirilmesi, mevcut sınırlar içinde Kürt, Alevi, Türk, Laz vb. halkların demokratik haklarının kabul edilmesini, farklılıkların dışlanmadığı, ötekileştirilmediği bir çözüm modelidir.

Demokrasi ve devletin birbirini tanıması ve uzlaşması temel hedeftir. Yine devlet odaklı olmayan talepler temelinde siyasetin demokratikleştirilmesini esas alır. Buna göre günümüzde yerel meclisler demokrasilerin gereğidir. Demokrasinin kurumlaşması ile Kürt halkı başta olmak üzere tüm etnik halk ve topluluklar kendilerini örgütler, meclislerinin oluşmasını esas alırlar. Bu da üçüncü çözüm yolu modeli olan, Kürt halkının ve siyasi partilerinin öncülüğünü yapmaya çalıştığı, demokratik özerklikten geçtiğinin vurgusunu yapmakta. Demokratik siyasetin temelinde demokratik toplum ve demokratik cumhuriyete erişileceğini belirtir. Komünden halk kongresine kadar örgütlü bir demokrasi yaratılması, örgüt ve çalışma tarzında demokratik işleyişini esas alır. “Her yerde yerel yönetimlerin yaygınlaştırılmasını ve halk seçimleriyle belirlenmesini, azınlık haklarını tanınmasını ve çoğulcu katılımcılığı esas almayı öne  çıkarır.” Toplumu oluşturan her kesimin demokratik temelde yerellerde örgütlenmesini esas alır, bu örgütlenmeler her biri kendi demokratik  iradelerini koruyarak yerellerdeki ekonomi, sosyal ve kültürel yaşamı örgütleyip geliştirmek için demokratik konfederal temelde bir araya gelir. Bir meclis koordinasyonla ortak iradeyi somutlaştırırlar. Bireyin tabandan katılımıyla bilinçli, etkin ve iradeli olması yaşanan sorunlara hâkim olacakları ölçülerde öz yönetimlerinin de örgütlenmesi konfederal için önemlidir. Bölgesel ve tüm ülke düzeyinde kültür haline gelecek olan yerel yönetimler demokratikleşmeye güç katar. “Birkaç yerel birim kendi özgünlüklerini ve bağımsız kimliklerini önemli oranda koruyarak bir araya gelip bir konfederasyon oluşturur. Böylece demokratik konfederalizm hem merkeziyetçi toplumu boğan ve bireyin iradeli katılımını engelleyen sistemi aşarak demokrasiyi tabana yayar hem de yerel dar görüşlülüğü ortadan kaldırır.” Kadın, gençlik ve diğer kesimler kendilerini örgütleyerek bu konfederasyonun en etkin gücü olabilir.

Öcalan, “Ortadoğu ve hatta bütün dünya halkları için geçerli çözüm demokratik konfederalizmdir. Demokratik konfederalizm devlet olmayan demokratik ulus örgütlenmesidir. Demokratik konfederasyon azınlık örgütlenmesidir. Buna demokratik ulus ve kültür örgütlenmesi diyorum. Her köyde demokratik bir komün çıkar. Her kültürel örgütlenmenin ve diğerlerinin tümünün birleştirilmesi konfederasyondur. Çizgi olarak yaşatılmalıdır.” der. Demokratik konfederal örgütlenme hem yerel sorunları (ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel) için örgütlenmeyi derinleştirir, hem de ulusal sorunları milliyetçi olmayan temelde çözme mücadelesi verir çünkü, demokratik konfederalizm aynı zamanda demokratik uluslaşma olduğunun altını çizer. Öcalan, “Ulusu pazar etrafında örgütlenen bir birlik ve toplumsal form olarak görmez. Bu tanımlama burjuvazinin kendini ve ulus-devleti meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir.” der. Ulusal kimlik konfederal sistemle soyuttan somut hale gelir. Çünkü her birey ve yaşanan koşullar içinde kendini ifade eder. Yerinde, kendini ulusal kimlik içinde göstermesini destekler. İnkarcı politikaların sonucunda ulusal kimlik içinde tanımlanmayan bir sürü halk, birey ve topluluğun olduğu ortadadır. Bu inkarcı sistemlere karşı, sistemin sağlam zemine oturması için bir mücadele sonucu olduğu açıktır.

Bugün ulus-devletin katı, bürokratik ve anti toplumcu siyaseti ile kapitalist modernist sistemin yeni ideolojik akımı olan postmodern ve neoliberal anlayışıyla Ortadoğu ve dünyada yaşanan toplumsal sorunlar aşılamaz. Milliyetçilikle beslenen ulus-devlet, kendi kendini yok etme aşamasına gelmiştir. Alternatif bir sistem modeli olan demokratik konfederalizmin ortaya çıkardığı demokratik özerklik sistemin, bölgeler için konfederal örgütlüğün güçlü bir alternatif olduğudur. Burada devleti yıkma ve yeni bir devlet inşa etme yoktur. Devleti demokrasiye karşı duyarlı olmasını sağlar. Buna da Abdullah Öcalan “devlet+demokrasi” formülü önermektedir. Devamla; “Demokratikleşen bir Türkiye ve Kürdistan koşullarında devlet kendisine ister üniter desin ister demesin merkezi devletin yetkilerinin sınırlanacağı, yalnız Kürt halkının değil, Türkiye halkının da devletin bugüne kadar elinde tuttuğu birçok yetkiyi demokratik bir irade olarak devralacağı açıktır.” der. Devleti sınırlayan, yetkilerini halka devreden alternatif bir sistemdir.

Türkiye’de HDP öncülüğünde kurulan bir ittifak söz konusudur. Diğer ittifaklardan farklı olduğunu iddia eden, çoğulcu ve halka dayalı, demokrasi anlayışıyla ortaya çıkacağını belirtiyor. Kendisini Emek ve Özgürlük İttifakı adıyla tanımlar. HDP’nin program ve parti tüzüğünde yukarıda belirtmiş olduğumuz üçüncü model, alternatif halk sistemini esas aldığını bilmekteyiz. Fakat HDP dışında bu ittifakta yer alan diğer sol-sosyalist partileri sistemi kabul ediyorlar mı? Ya da yaklaşımları nelerdir? Bilindiği gibi Avrupa devrimlerinin tek hedefi monarşi iktidarlarını yıkıp yeni iktidarlarla demokrasiyi getirtmekti. Bunu başardılar da. İktidarı yıktılar lakin yerine gelen demokrasi değildi. Katı bir monarşi zihniyetiyle dolan totaliter, despotik sol blok iktidarıydı. Bu ittifakta da HDP dışında diğer ittifak ortağı olan partilerin demokrasiyi araç olarak kullanıp iktidara ulaşıp demokratik bir iktidar devletle halka dayalı bir sistem ortaya çıkaracaklarını sanıyorlarsa büyük bir hata işlemiş olurlar. Buna göre özgür emek ittifak alternatif bir güç yaratabilir mi? Toplumun eşit ve özgür geleceğini inşa etmede öncülük yapabilir mi? Demokratik devrimler ittifakını derinleştirip farklı halk, parti kesimlerini ittifaka dahil edebilir mi? Öz yönetim anlayışa karşı varlığını korumaya çalışan yönetimlere karşı yerel yönetimleri inşa edebilir mi? Halkın tabandan örgütlenerek bilinçlendirildiği ve siyasi arenada konfederasyon temelli ortaya çıkmasını sağlayabilir mi? Bunları başardığı vakit üçüncü model olarak alternatif ortaya koyduğumuz modele öncü güç olabilir. Emek ve özgürlük İttifakının bu yolculuğunun bir kilometre taşı olacağı ve başaracağını umuyor ve diliyoruz.

Yine Öcalan’ın şu örneğini vermeden geçemeyiz: “Ortadoğu’da ulusal sorunların bu kadar çıkmaz haline gelmesinin en temel nedeni batıdan kaynaklanan milliyetçilik ve bu temelde oluşturulan ulus-devletler olduğudur” der. Uulus-devlet ve kapitalist modernitenin en çok hedef aldığı cins kadın cinsidir. Bugün kadın evde gönüllü bir köle iken, dışarıda sözde sınırsız bir özgürlük alanı kendine verilmekte. Giyiminden tutalım yürümesine kadar, reklam afişlerinde seks objesine dönüştürülmüş, değer olarak görülmeyen nesnel bir varlığa indirgenmiştir. Sayısı belli olmayan her gün kadın katliamlarının, tecavüz ve tacızın, istismarların tek sebebi ulus-devlet ve kapitalist sistemin kendisidir. İster sosyalist iktidar bloku ister sağ tabanlı iktidar olsun; her ikisi de devletin temsili demokrasi anlayışı ile hareket eder. Merkezden aşağıya doğru bir örgütlenme biçimi söz konusudur, halktan kopuktur. Demokratik özerklikte ise tabandan merkeze doğru örgütlenme söz konusudur. Burada kadın meclisleri başta olmak üzere bütün kesimler kendilerini meclislerde  örgütlerler. “Konfederal örgütlemede yer alan  her birimin bağımsızlığı önemli düzeyde vardır. Kendi örgütleme alanlarında kendileri sorumludur, konfederasyonlar işlevlerine göre örgütlenmelerde  oluşacağı gibi coğrafi birimlerin esas aldığı bir ölçekte de oluşabilirler. Her coğrafya (yerel) birim kendi içinde yerel örgütlenmesini sağlar.”[1]

Türkiye’nin birçok yerinde bölgesel demokratik konfederal örgütlenmeleri kurulabilir. Özgür ve emek bloku bunun öncülüğünü yapabilirse, tüm farklılıkların demokratik bir platform zeminde birleştirirse, devletin sahte üs sınıf demokrasi anlayışı yenilmiş olur. Abdullah Öcalan’ın çizgi olarak ortaya koyduğu demokratik konfederalizmin öncülüğünün pratikte verecekleri mücadele düzeylerinde ortaya çıkan sonuç belirleyecektir.

 

 

[1] Abdullah Öcalan
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.