Düşünce ve Kuram Dergisi

Dersim Tertelesi

Haydar Işık

“Neticeyi söylüyorum. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti….” İhsan Sabri Çağlayangil’in bu sözleri, Dersimlilerin “TERTELE” kavramıyla ne kadar da eksiksiz uyuşmaktadır. Tertele; vurma, imha etme, yakma,soy-sopunu ortadan kaldırma anlamında kullanılıyor. Yahudiler, Hitler’in endüstriyel soykırımına SHOA derken, Avrupalılar HOLOCAUST demekteler. Kürtlerin Kirmanci lehçesinde kullandıkları “TERTELE” ise, bu anlamda bir soykırım gördüklerini ifade etmek için kullanılıyor. Yukardaki sözlerin sahibi; zamanın devlet görevlisi, Emniyet Amiri, Dersim soykırımında önemli fonksiyonu olduğu bilinen, valilik ve Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil’dir. Hiç de sıradan olmayan hatta birinci dereceden katliam sorumluları arasında yer alan zatın sadece bu sözlerine bakınca bile1948 Birleşmiş Milletler soykırım tanımına da uygun olarak Kemalist Türk devletinin Dersim’de soykırım yaptığı gerçeği ortaya çıkıyor. Ayrıca o yıllardaki basının, Türk ordusunun hangi kahramanlıklar göstererek “çıban başı” gösterilen Dersim üzerinden silindir gibi geçtiğini, orduyu kutsayan yorum ve haberleri ve henüz daha yaşayan Dersimlilerin anlatımları soykırım yapıldığını ortaya koyuyor.

1937/ 38 yıllarında Kemalist Devletin orantısız güç kullanarak Dersim’de soykırım yaptığı gerçeğini görmezlikten gelmek, onu onaylamak anlamına eşdeğerdir. Soykırımları unutmak ve unutturmak yeni soykırımlara kapı açar. Türk devleti, Dersimlilerin “TERTELE” dediği bu soykırımı 70 yıl boyunca gizledi, unutturmaya çalıştı. Yazılıp çizilmesini yasakladı. Kürtlerin, Gernika’yı ebedileştiren Pablo Picasso gibi ressamı yoktu, olsa da imkan verilmezdi. Devletin egemen ideolojisi, Dersim isyan etti, dedi. Adeta kurdun kuzuya yaptığı gibi Dersimliler suçlu gösterildi. Yapılan soykırımı gizlemeye matuf her yola başvuruldu. Bu yetmemiş gibi Onur Öymen ve benzeri ırkçı çevreler devleti haklı çıkarıyor. Oysa Alman devleti her yıl Holocaust’un mağdurlarını anıyor. Devlet Başkanı Gauck bu yılki konuşmasında: “Es gibt keine deutsche Identität ohne Auschwitz”, Ausschwitz’siz Alman kimliği olmaz, derken Türkiye, yaptıklarıyla yüzleşmekten kaçınıyor. Dersim’e karşı sessizliğini sürdürüyor.

Diaspora Dersimlileri ise, 70 yıl sonra da olsa soykırımın unutulmaması için önemli çalışmalar yaptılar. Avrupa Parlamentosu’nda beş enternasyonal DERSİM Konferansı gerçekleştirip unutturulmak istenen soykırımı hatırlanır duruma getirdiler. 2008 yılında Avrupa Parlamentosu salonlarında yapılan 1. Enternasyonal Dersim Konferansı’na konuşmacı olarak katılan Halklar Hukuku uzmanı Prof. Dr. Ronald Mönch: ”Türk hükümeti, Dersim de 1937/38 yıllarında yapmış olduğu bölgesel Dersim Katliamı konusunu hiç bir zaman tartışmadı. Türk halkı da onu izleyerek konuyla yüzleşmedi, yüzleşmek zorunda kalmadı. Türk üniversiteleri, bilim kurumları Dersim için araştırma yapmadı. 20. Yüzyılın büyük soykırımları; Ermeni, Yahudi, Sinti-Roma,(…) Dersim’i unutturdu. Dünya şimdiye kadar Türkiye’yi Dersim ile yüzleşmeye zorlamadığından dolayı Türkiye Dersim’i inkar etmeye bile ihtiyaç duymuyor.”diye konuşmuştu.(Dersim Konferansları, Azad Ronahi)

Dersim tragedyası onca derin olmalı ki, onu yaşayanların evlatları, gecikmiş olsalar da unutmadılar ve unutturmadılar. Diaspora Dersimlileri her yıl Bakanlar Kurulu’nun 4 Mayıs Dersim imha kararı günü ile Seyid Riza’nın 15 Kasım idam gününü geleneksel anılan günler haline getirdiler. Tertele Dersim’i anlamak için öncesi yıllara bir göz atalım.

Tertele Öncesi

“Tertele” kavramı Dersim’de bir milad olarak kullanılır. O dönem insanına ne zaman doğdun diye sorulunca; “Ez Tertele ra verî ” Tertele’den önce “Tertele ra dime” Tertele’den sonra doğdum derlerdi. Büyük olayların zamanı bu Tertele’ye göre ifade edilirdi. Yani bir çeşit İsa’dan önce ve sonra olduğu gibi Dersimlinin kafasına kazınmıştı. Dersim halkının kafasına ve ruhuna bunca yerleşen ve aradan üç hatta dört nesil geçtiği halde unutulmayan Tertele’ye geliş de insanlık tarihinin övünç duymadığı, utandığı bir tarihtir.

Sultan Abdülhamid yönetimindeki Osmanlı Devleti, Pan İslamist anlayışla halkları bir arada tutarken, zamanında Ermeni pogromları yapılıyor, bu politikasına Sunni Kürt aşiretleri alet ediliyordu. Hamidiye adıyla anılan alaylar, önce Ermeni meselesini çözecek ardından ise, Kürtler arası mezhep çatışması yaratarak mızrağın sivri ucu Kürt Kızılbaş-Alevilere yöneltilecekti. O zamanlar Türk ordusunu modernize eden Prusya kışla eğitiminden geçmiş Alman subayları, Sultan’ın Pan İslamizm’inin çağın koşullarına cevap veremeyeceğini, bu nedenle İttihat ve Terakki hareketinin Pan Türkizm’iyle daha iyi mevziler kazanacağına inandıklarından, Turancılık azgın bir şekilde geliştirildi.

Feldmarschall Colmar Freiherr von der Goltz, (1843-1916) Türk ordusunu reorganize eden ve “Goltz Paşa” olarak anılır. Türk ordusunun Genelkurmay Başkanı olarak görülen bu Paşa şöyle demektedir: “Solange Abdülhamit und die Herrschenden Klassen am Ruder bleiben, ist an eine Rettung der Türkei nicht zu denken.” (1883) Abdülhamit ve hükmeden sınıf iktidarda kaldıkça, Türkiye’nin kurtuluşu düşünülemez. (Alte Kameraden- Emrullah Nutku sayfa 7)

Birinci Dünya Savaşı gölgesinde 1915/17 yıllarında Ermeni halkı; Türkiye’nin müttefiki, silah arkadaşı, bazı araştırmacılara göre, Alman devletinin de bilgisi dahilinde, planlı, programlı tarzda soykırım gördü. Bu dönemi anlatan belge ya da yorumlarda bir buçuk milyon Ermeninin hayatını kaybettiği sıkça okunur. Batı Anadolu’dan toplanıp Suriye’deki Tuz çölüne sürülen kafileler Orta Anadolu’dan geçirilirken ganimet yapmaları için Müslüman Türk halkının saldırısına açık bırakılır. Bunun gibi Kürdistan’dan geçirilen kafileler de çapulcu Kürtlerin saldırısına uğrar. İşte içinde bulunduğumuz yıl yüzüncü yıldönümü anılacak olan bu Ermeni soykırımı, insanlık tarihinin ilk planlı programlı soykırımıdır.

O tarihlerde Dersim’de Kürtler ve Ermeniler barış içinde birlikte yaşamaktadır. 1915/17 soykırımından kaçmayı beceren azımsanmayacak kadar Ermeni Dersim’de Kürt aşiret ve ailelerine sığınır. Irkçı-Turancı devlet Dersimli Kürtlerden bu Ermenileri istedikleri halde onlar vermezler. Dersim, çok defa üzerine gidilen ama sonuç alınamayan savaşlara sahne olan bölgedir. Kürt Kızılbaş halk; insanı kıble gördüğünden, ve inancındaki insana saygı gereği sığınanları vermezler. Yeni Cumhuriyetin liderleri, Dersimlilerin bu davranışını unutmamış olmalıdır.

1923 yılında Lozan Antlaşmasıyla İngilizler, Fransızlar vb. Cumhuriyetin tapusunu yeni sahiplerine teslim edince, Kurtuluş savaşına özerklik temelinde katılan Kürtlere verilen sözler unutulur. Bu döneme kadar da Hıristiyan halklar zaten önemli oranda ortadan kaldırılmıştır. Geriye sadece Kürtler kalmıştır. İttihat Terakki ideolojisinden gelen Kemal Atatürk; Kürtlere ihtiyacı olduğu zaman “Kürt-Kürdistan” hatta “Kürtlere otonomi” kavramlarını çekinmeden kullanırken, kendisini güvende gördüğü için, 8 Eylül 1925 yılında çıkardığı Şark İslahat Planı adındaki kanunla, bahsettiği otonomiyi vermediği gibi Kürdistan kavramı ve Kürtçe yasaklatılır. Bu kanun çerçevesinde Kürtlerin tenkil, tehcir ve tedip edilmeleri için Türk ordusu harekete geçirilir.

Şark Islahat Kanunu 14. Madde

“Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan Malatya, Elaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarşancak, Çemişkezek, Ovacık, Hısnımansur, Behisni, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde; hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kurum ve kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine muhalefet etmek ve direnmek suçundan cezalandırılır.”

Şark Islahat Kanunu ardından yapılan uygulamalar üzerine pek çok anekdot anlatılmaktadır. Pazara giden Kürt, Türkçe bilmediğinden konuştuğu her kelime için 5 kuruş para cezası vermek zorunda kalır. Devlet bu kanunla, Kürtleri Türk, Aleviyi Hanefi yapmak, yani homojen bir ırk yaratmak için gereken tüm kanunsuzlukları yapmaya başlar. Kürtlere karşı katliam ve sürgün artık devlet politikası olmuştur.

Ayrıca Kemalist devlet bu kanunla, Kürtlerin çimentosu olan dil birliğini ortadan kaldırıp Kürt ulusunu ruhsuz bırakmak istemiştir. Yani Şark Islahat Kanunu ile Kürdün “ben” diyebileceği her şeyi ortadan kaldırılmak hedeflenmiştir. Tertele sonrası yıllarını iyi hatırlıyorum, Dersimliler, işe yaramayam Kirmanci anlamına da gelen “Kirmanciya beleke” gibi sözler ederdi.

Alman bilim insanı Wilhelm von Humboldt: “Die Sprache ist gleichsam die äusserliche Erscheinung des geistes der Völker; ihre Sprache ist ihr Geist und ihr Geist ihre Sprache, man kann sich beide nie identisch genug denken.” (Anadil, halkların adeta ruhsal dış görüntüsüdür; anadil, ulusun ruhu; ruhu ise anadilidir, insan bu ikisinin özdeşliğini nekadar düşünse azdır,) diyor. Bunun böyle olduğunu bile Kemalist rejim Kürdün anadilini yasaklamakla ruhuna zincir vurmak, Şark Islahat Kanunu ile kölelik karanlığına atarak ulus bilincini de kırmak istemiştir. Bu yolla da ilk once Kürt; kendisine güvensiz bakan, korkak ve efendi hayranı bir haletiruhiyeye bürünmelidir. Bunun için de önemli bir adım olarak okullara Latin alfabesi de getirilerek, Medrese eğitimi geleneği de ortadan kaldırılır. Bu suretle Kürtler adeta bir gecede cahil yapılmak istenir. Ayrıca Kürtlere zorla Türkçe dayatıldığından, kurtuluş sadece Türk olmak ve Türkçe öğrenmekte aranır hale getirilir.

Şeyh Said Serhildanı ve Ararat Direnişi sırasında devlet orantısız şiddet kullanır. Türk Basını; “Zilan Deresi lebaleb ceset doldu.” Diye yazarken, 1930 Ağustos ayında Alman Sosyal Demokrat Partisinin yayın organı Vorwärts Gazetesi 18. sayfada iki sütun üzerinden okurlarına bu katliamı şöyle vermektedir: “Mit der Niederwerfung des jüngsten Aufstandes im persischen und türkischen Kurdengebiet wird das Schicksal der Kurden als Volk in der Geschichte des modernen Orients für immer besiegelt sein.”

Makalenin özünü teşkil eden bu cümleyle gazete okuruna şunu iletiyor. “İran ve Türk sınırındaki Kürt bölgesinde bastırılan isyanla, halk olarak Kürtlerin kaderi, modern Oriyentte mühürlenmiş bulunmaktadır.” Kürt halkına yalnız bir yol bırakılır; ya Türk olacaksın, ya öleceksin.

Sıra Dersim’de

Kemalist devlet Kürdistan’a mezar suskunluğu getirdikten sonra yüzünü otonom yaşayan Dersim’e çevirir. Dersim, Kürdistan’da düşürülmeyen son bölgedir. Dar bölgede bir kaç dil-lehçe ile inancın yan yana yaşadığı Dersim’de Kürtler Kızılbaş Alevi, devletin resmi dini ise Sunni İslam’ın Hanefi mezhebidir. Dersim Alevilerinin sabah güneşinin dala, taşa, duvara düşen ilk huzmelerini öperek dua ettiklerini iyi hatırlıyorum. Ateşe, dağlara ve doğaya kutsallık verdikleri bugün bile görülmektedir. O nedenle de Dersim’de Allah “Xizir” veya “Haq” diye çağrılırdı. Yaşayan her canlıya yaşama hakkı tanıyan Kızılbaşlık, komşusuna ve dardaki herkese oldukça insancıl ve sosyal davranırdı. Yalan, hırsızlık ve sahtekarlıktan kaçınma toplumun en temel ahlaki karakteridir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı orduları yenilip geri çekilirken, Ruslara karşı savaşıp onları Erzurum’a kadar geriletecek denli savaşçı olan Dersimlilerin devlet ile ilişkileri oldukça mesafelidir. Bundan dolayı da Dersim’de dış bölgeler hariç vergi vermek ve askere gitmek henüz görülmemektedir. Bu özellikleriyle Dersim’e , devlete ait ve onu temsilen hiç bir kurum girmemiştir.

Kemalist devlet tek ulus yaratan değişim dönüşüm için tüm olanaklarını kullanırken, “çıban başı” olarak gördüğü Dersim’e neşter vurmayı planlar. Bunun için de 1934 yılında “Tunceli Kanunu” çıkarılır. Bu kanunla, ırkçı-tekçi yapısına uygun tarzda Kürtçe gümüş kapı anlamındaki Dersim adı yerine Katliamda da görüleceği gibi “Devletin Tunç Eli” manasında Tunceli ismi konulur. Bu kanun; Kürdistan’da düşürülmeyen bölge olan Dersim’de tenkil, tedip ve tehcire olanak vermek için çıkarılmıştır. Bir yandan da son darbeyi vurmak için Dersim içlerine kadar gönderdikleri yetkililere rapor hazırlatırken, aynı anda Dersimli aşiret reisleri ve nüfuz sahibi şahsiyetlere yol yapımı, kışla yapımı müteahhitlikleri, biraz Türkçe bilenlere nahiye müdürlükleri, ordusuna iaşe taşıma görevleri verilir. Bazı aşiret beyleri, “ona verilirse bana da verilsin” diye de düşünerek gönüllü olurlar. Devlet, o güne kadar yapılmayan, görülmeyen metotlar ve satın alma yoluyla Kürtler arasından ihbarcı ve ihanetçi çıkarır. Bu şekilde de daha askeri harekat başlatılmadam önce Dersim’i kontrol altına alır. Paralel olarak dağlık Dersim kasabalarına yol yapımı, kışla inşaatları sürdürür. Osmanlının bunca sefer yaparak giremediği Dersim’e Kemalist devlet 30’lu yılların ortasında “medeniyet getiriyorum” diyerek girmiş olur.

Bu yıllarda Türk ordusunda en etkili ve yetkili subaylar Balkan’lardan gelenlerdir. Aynı zamanda İttihatçı olan bu subaylar, İmparatorluğu kaybetmenin acısını adeta Kürtlerden çıkarırken, o savunulan “teklik” ideolojisine hayat verilmek istenir. Diğer yandan yine bu subaylar, 30’lu yıllarda Almanya ve İtalya’da yükselen ırkçı faşist düşüncenin sempatizanlarıdır. İspanya’da süren iç savaşta, dünya ilericileri Franko faşizmine karşı oluşturdukları devrimci tugaylarla yer alırken, 26 Nisan 1937 yılında Alman faşist rejiminin hava kuvvetleri Bask’ın Gernika (Guernica) kasabasını bombalarken, Türkiye’ye, 1. Dünya Savaşı’ndaki gibi bir olanak doğmuştur. Dünya ilericiliği faşizmle ve İspanya iç savaşıyla meşgulken, Kemal Atatürk bu kargaşanın gölgesinde 4. Mayıs 1937 de Bakanlar Kurulunu toplayıp çok kısa bir metinle Dersim Tertelesi’ni başlatma kararı alır.

Kemal Atatürk, en iyi eğitimli ve donanımlı Muhafız Alayının usta erlerini ve subaylarını Elazığ’a gönderirken, manevi kızı pilot Sabiha Gökçen’in de beline kendi tabancasını bizzat bağladıktan sonra Dersim’i bombardımana gönderir. Dersim on binlerce asker tarafından ihata edilir. Dersim’e giriş çıkışlar yasaklanır.

Dersimliler askerin saldırısını. “Lau lau esker ame, eştra koyene ma ser, koy bi gewr.” Asker geldi, dağlarımıza çıktı, dağlar gri oldu, diye hayret ederek anlatır. Dersim halkının suçu neydi? Önce Kürt olmak, sonra Kızılbaş Alevi olmak ve kendisine sığınan Ermenileri korumaktı. Dersim devlete karşı kesinlikle isyan etmediği halde, hatta pek çok aşiret reisinin devletle çok iyi ilişkileri olduğu bilindiği halde, 1937 yılı Mayıs ayında karadan ve havadan saldırı başlatıldı. Batı Dersim’de Seyid Riza ve kendisine yardım veren iki aşiret, devletin orantısız gücü karşısında çok kayıp verir.

Seyid Riza, barış görüşmeleri için Erzincan’a giderken 10 Eylül 1937 de Muti Köprüsünde askerler tarafından yakalanır ve Elazığ’da sözde bir mahkeme ile (İhsan Sabri Çağlayangi’in ifadesine göre bir pazar günü 75 yaşın üzerinde olan Seyid Riza’nın yaşı küçültülür, henüz 18 olmayan oğlu Reşik Hüseyin’in yaşı da büyütülür.) tercümana gerek görmeden, yargılananların anlamadığı dil ile karar verilip yedi kişi 15 Kasım 1937 günü darağacına çekilir. Kemalist militarizme karşı duran ve 75 yaşında darağacına çekilerek idam edilen Seyid Riza, asılmadan önce: „Ben vicdanım gereği hareket ettim. En yüksek idealim, halkımın ve memleketimin özgürlüğüdür.“ demiştir.

Ordu o kışın geri çekilir. Ancak 1938 baharı saldırı tüm şiddetiyle başlar. Koçgiri’de katliam yapan Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı Abdullah Alpdoğan daha korkunç bir şiddetle Dersim’de katliam yapar. Dokunulmazlığı olan istediğini asan ve kesen Alpdoğan 1938’de Doğu Dersim aşiretlerinden devletle işbirliği içinde olanlar dahil tenkil ve tehcire tabi tutar. Tehcir edileceksiniz diye köylerinden toplanan Kürtlere toplu katliam uygulanır.

Burada okura gerçekliğin boyutunu anlatmak için üç tipik örnek vermek istiyorum.

  1. Aliye Gülabi Ailesi, Sait Kırmızıtoprak’ın (Dr. Şivan’ın) akrabaları 54 can, sürgüne götürüleceksiniz diye toplayıp Nazimiye kasabasının arkasında kurşuna dizip yakarlar.
  2. Nazimiye Aşağı Mahallede oturan Use Mirç diye anılan sonradan Yeğin soyadı alan köklü ve geniş aileden sadece bir kişi hapishanede olduğu için kurtulur. Bebekler bile süngülenir.
  3. Çukur Beyleri diye anılan Sülü Bey ve Hasan Bey bütün aile efradıyla sürgün yoluna çıkarıldıktan sonra Mazgirt arkasında kurşuna dizilirler.

Örnek verdiğimiz bu aile büyüklerinin devlete karşı herhangi bir hareketi olmadığı gibi devletle iyi ilişkiler içinde oldukları bilinir. Türk devleti, 1937 yılında kendisine karşı direnen bir kaç aşireti imha ederken, amacının sadece bu aşiretleri tenkil, tedip ve tehcir olduğunu söyler. Seyid Riza, her ne kadar öbür beylerin dikkatini çekse de, onlar devletin politikasına aldanırlar. 1938 yılında; direnen, direnmeyen, dünyadan habersiz veya haberdar olan, devletten ihale alan ile almayana karşı Alpdoğan tenkil ve tehcir harekatı başlatır. Asıl Tertele işte bu yıl gerçekleşir.

Dersimliler 70 ila 100 bin arası insanın katledildiğini söylerler. R. Tayip Erdoğan, Başbakan iken devletin 50 bin insan katlettiğini ifade etti. Mağaralara sığınan yaşlı, kadın ve çocuklar zehirli gaz ile imha edilir. İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek, Dersim’de yapılanların W. Shakespeare’in hayal gücünü aşan tarzda gördüğünü söyler. Kemalist devletin ölçüsüz şiddeti Dersimlilerin ağıtlarında saklıdır.

Türk subayları savaş ganimeti olarak Kürt kızlarını yanlarında götürürler. Bu olayı, yakından bilen biri olarak, ilk defa romanlarımda işledim. Nekadar sürgün edildi, kesin bir rakam olmasa da on beş bin Dersim Kürdü, Türk il ve ilçelerine, nüfusun %10 nu geçmeyecek şekilde, aileler parçalanıp sürgün edilir. “Modern Türkiye”; Kemal Atatürk buyruğu ve arkadaşları İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar ve diğerlerinin yardımıyla Dersim’de hiç kapanmayan bir yara açarlar.

2008 Dersim Konferansı’nda Prof. Dr. Ronald Mönch şöyle konuştu:

“Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, O’nun hükümet üyeleri, sorumlu komutanlar ve bölge valileri, bu failler bugünün kriterlerine göre insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılabilir.” demişti. Dersim Konferansı-Azad Roni sayfa 48

Avrupayı kan gölüne çeviren Hitler’in Dersim’de yapılanları bilmemesi düşünülemez. Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında; Hitler’in bir Türk delegasyonu kabul ederken, Kemal Atatürk’ün iki öğrencisi var. Birincisi Mussolini diğeri de benim dediğini, “Ulu Önder”’e övgü olarak görmüş olmalı ki sitayişle yazıyor. Kemal Atatürk, gerçekten de öğrencisine ders verir tarzda Dersim Tertelesi’ni gerçekleştirir.

Etnik Arındırma

Türk ordusu kendi ifadesiyle; Dersim üzerinden silindir gibi geçip, İkinci Dünya Savaşı gölgesinde on binleri katletmiş, on binleri sürgün etmiş, köyleri yakıp yıkmış, tarlaları ateşe vermiş, hayvan sürülerine el koymuş, stratejik dağlık bölgeleri yasak bölge ilan etmiş, bütün bunlara ragmen tesadüfen hayatta kalan insanları açlık, yokluk, hastalıkla başbaşa bırakmıştır. 1942 den itibaren iyi hatırlıyorum, kış uzun sürüp erzak bitince, annem çocuklarını bahara çıkaramayacak diye ağlardı. Kar kalkıp kenger, sing, moresing gibi bitkiler filizlenince o sene ölmeyeceğimize inanırdık. Dersim açlık yoklukla terbiye ediliyordu.

1944 yılında tek kelime Türkçe bilmeden ilkokula gitmemi de hatırlıyorum. İspartalı öğretmenimiz Sabahattin Ataöz elinde bir çubukla sınıfa girince ayağa kalkıp hazırolda duracağımız söylendi. Öğretmen; “Türküm, doğruyum…” derken biz kulağa yansıyan şeklini bağırırdık. Kürtçe konuşmamız yasaktı. Sopa yememek için evde bile konuşmamaya çalışırdık, çünkü ispiyonları vardı. Bize Türk olmak, Türkçe öğrenmek zorla dayatılmış, Kürtlük utanılır hale getirilmişti.

Dersim’in bütün kasabalarında olduğu gibi bizim Kasabamızda devasa bir kışla vardı. Kürtlerin arkadan kesilen kafalarının götürüldüğü mekan, “Uygulama Kız İlkokulu” dedikleri köylerden toplanan Kürt kızlarıyla dolduruldu. Türklük bu okullarda babası, annesi, akrabası katledilen çocuklara şırınga edilirken, Dersim Türkleştirilmişti. Kırklı yıllarda Kürdistan’da mantar gibi biten Kürt çocuklarının devşirildikleri “Köy Enstitüleri”, Türkçülüğü ırkçılığa götüren asimilasyon fabrikalarıydı. Bu kurumlarda Kürt olmak elbette düşünülemezdi. Burada okura bir olayı aktarmak istiyorum. Türkçe öğretmenimiz Mehmet Gülay, Akçadağ Köy Enstitüsü’nün üçüncü sınıfında tek tek öğrencilere, “Sizin evde hangi dil konuşuluyor?” diye sorunca, ben Kürtçe demiştim. Yanımda oturan akrabam Ali ise “Türkçe” deyince, dayağı da göze alarak “Öğretmenim yalan söylüyor. Akrabam. Onlar da Kürtçe konuşuyor.” demiştim. Nedense beni dövmemişti. Sonradan öğrendim ki kendisi de Kürtmüş.

Sıdıka Avar’ın “Dağ Çiçekleri”ni okuyanlar, o zamanın ilerici görülen İnönü yönetiminin nasıl ırkçı ve faşist karakterli olduğunu, zamanında en büyük asimilasyon ve etnik arındırma yapıldığını göreceklerdir. Dedesinin soykırımını temize çıkaran CHP’li Gülsün Bilgehan: “Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.”

Burada dikkat edilmesi gereken; bu anlayışa bakınca görüyoruz ki, bugünün resmi Türk devlet anlayışıyla Tertele’yi amaçlayan anlayışın aynılığıdır. Kürdü, iyi Türk ve Hanefi yapmak doğru bir motif olarak görülüyor. Bu nedenle katletme ve sürgünün doğruluğu anlatılmak isteniyor.

Tertele sonrası yıllarda aynı renk ve harmoni için devlet, Dersimlileri Kemalist boya kazanına atıp sonra tornadan geçirip Türk ve Hanefi çıkarmaya çalışıyordu. Kürtçe coğrafi isimler Türkleştirilmiş, dağların yamaçlarına “Ne mutlu Türküm diyene!” ve benzeri sloganlar yazılmış, batıda Türk için doğal olan haklardan bile mahrum kimliksiz, kültürsüz, tarihsiz, aşağılanan bir toplum yapısı Dersim’de boy veriyordu. “Biz Kürt değiliz, Türk oğlu Türküz!” diyen, Aleviliği Türklüğe bağlayan, “Horasan’dan gelen özbezöz Türküz!” diyenler giderek çoğalıyordu. Dersim’de soykırım yapan Türk büyüklerinin adları cadde ve bulvarlara veriliyor, Dersimlilere; efendisini seven sömürgeci şartlandırma empoze ediliyordu. Kürtçe isimlere yasak getirilirken pek çok Dersimli, doğan çocuklarına “Kemal” ve “İsmet” adlarını veriyordu. Herşeyden önemlisi, Dersimlinin en doğal ve temel insani hakkı olan anadiliyle eğitim öğretim görmesi yasaklanıyordu. Bu demektir ki, kültürel soykırım 1938 den beri sürüyor. Devlet, Tertele sonrası Dersim Kürtleri üzerindeki baskısını sürdürdü. Bu baskı nedeniyle Dersim nüfusu toprağından, sosyal köklerinden ayrılmak zorunda bırakıldı. Diaspora Dersimlileri Dersim’de yaşayanlardan bir kaç defa daha fazladır. Devlet Dersim’e yönelik barajlar yaparak demografiyi bozdu. Buna baskı ve askeri önlemler de eklenerek halkımız kutsal topraklarından tümüyle kovulmak istendi.

Yurdu kaybettirilip, yabancı bir ülkede yaşamak zorunda bırakılan birinin ruhunda kırılmalar yaşanır. Güvencede yaşadığı hayat, asıl vatanını unutmasına yardım edemez. Dersim; onun varlık nedeni, Dersim; onun anadili, Dersim; doğayı ve insanı sevme anlayışı demektir. Dersim; aynı zamanda onun travmasıdır. Bu travmaya son vermenin yolu, Türk devletinin “Tertele Dersim” ile yüzleşmesi, dünyadaki örneklere benzer geçmişini sorgulaması, Dersimlilere karşı tarihi yanlışlarından ayrılıp onları oldukları gibi görüp haklarını vermesidir.

 

 

 

 

Kaynakça
1)Almanca’dan çevrileri: Wilhelm Köhler’den  Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bitlis ve Halkı,
2)Prof. Egon Von Eickstedt’in “İlk Çağlardan Günümüze/ Türkler, Kürtler, İranlılar”,
3)Jürgen Roth’un Kürdistan’da Direniş
4)David Kherdian’nın Hilalin Gölgesinde-Bir Ermeni Kızın Yazgısı
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.