Düşünce ve Kuram Dergisi

Dünya Demokratik Uluslar Konfederasyonu

Ali Fırat

Andre Gunder Frank’ın ‘farklılık içinde birlik’ formülü doğru olmakla birlikte aşırı bir genellemedir. Nasıl yaşama geçirileceğine ilişkin hiçbir açıklama sunmamaktadır. Yanlışlığı ise, sistem içinde daha iyi ve farklı modern yaşamların (teori ve pratikte) olabileceği konusunda umutlu olmasıdır. I. Wallerstein, bu konuda olumlu ve radikaldir; sistem içinde çözüme hiç inanmamaktadır. Yaşanan bunalımın, sistemsel ve yapısal olduğunu, bıkmadan tekrarlamakta ve çok doğru olarak belirlediği entelektüel, ahlaki ve politik görevlere dört elle sarılmayı önermektedir. Eksikliği, hangi sistem sorusuna kapsayıcı çözümler sunamamasıdır. Entelektüel sermayenin ne denli kapitalist moderniteye bağlı olduğunu ve ondan radikal kopuşun zorluğunu dile getiren hayli ders çıkarılması gereken şeyler söylemektedir. Andre Gunder Frank’ın, ‘Farklılık içinde birlik’ arayışı doğrudur ama yetersizdir. Tarihsel-Toplumun bütünlüğünü, kesintisizliğini ve sürdürülmesindeki farklılıkları birlik içinde doğru bir yoruma tabi tutmak gerekir. Toplumsal Doğaya karakterini veren, farklılık içinde birliğini sürdüren, tarihselliğini ve ana bütünlüğünü ifade eden belirleyici unsur rolünü oynayan, ahlaki ve politik toplum tanımıdır.

Birlik olmadan farklılık anlam ifade etmez. Farklılıklar, birliğe bağlı olarak olur. Mühim olan, birliği neyin temsil edeceğidir. Bazen devlet, bazen demokrasi, ahlaki ve politik boyutlar, zihniyet biçimleri ve ekonominin durumu, farklı birlik temelleri olabilir. Önemli olan, hangi farklılıkların hangi birlik temelinde geliştiğini tespit etmektir. Toplumsal Doğaya hem tarihsel hem de bütünlüklü anlamını veren ve farklılaşma içinde birliğini temel varoluş özelliği olarak temsil eden ana unsuru, ahlaki ve politik toplumdur. Klanın birliğini sağlayan, ahlak ve politikadır. Ahlâkını yitiren klan, dağılmış, dağıtılmış veya yok edilmiş klandır. Aynı özellik, politika için de belirtilebilir. Klan toplumu, çok basit ama hayati bir politik topluluktu. Bir gün bile politika yapmazsa ölürdü. İnsanlığı birleştirecek ilk hal, belki de klan toplumunun ana özellikleriydi. Klanı, ‘ahlaki ve politik toplumun en saf hali’ olarak nitelemeye çalıştık. Aile, klan içinde ilk farklılaşan kurumdur. Uzun süre anacıl aile dönemi olarak yaşandıktan sonra, köy-tarım devriminin ardından (tahminen M.Ö. 5000’lerde) gelişen erkek egemenlikli hiyerarşik otorite altında ataerkil aile dönemine geçildi. Kadın üzerindeki sahiplik, ilk mülkiyet düşüncesinin temeli oldu. Peşi sıra erkek köleliğine geçildi. Kapitalist şebekeler, kârın en önemli kaynağını, aile içinde kadın emeği üzerindeki sömürüyle gerçekleştirdikleri halde, bunu örtülü kılarak aileye ek yük olarak bindirmişlerdir. Aile, âdeta düzenin sigortası kılınarak en tutucu dönemini yaşamaya mahkûm edilmiştir. Binlerce yıl saygınlığından çok şey yitiren kadın, büyük saygınlık ve güç kazanmadıkça, anlamlı aile birlikleri gelişemez. Erkek-kadın birlikteliği için en ideal yaklaşım, ahlaki ve politik topluma bağlı özgürlük felsefesini esas alanıdır. Zorla birlik olmaz, anlamlı birlikler özgür birliklerdir. Ulusların birliğinden söz edilirken de aynı örnek verilir. Nasıl ki kadın erkek arasında zorla birlik olunmaz ise ulusların birbirleriyle ilişkilerinde de zorla birlik olmaz, eşit, özgür, gönüllü birlik olmalı denilir.   Kabile ve aşiretler, klan ve aile, gelişen üretim ve güvenlik sorunlarının çözümünde yetersiz kalınca, kabile biçimine dönüşme gereği duymuşlardır. Sadece kan bağına dayanan birlikler değil üretim ve güvenliğin gerekli kıldığı çekirdek toplum unsurlarıdır. Binlerce yıllık geleneği temsil ederler. Kabile, ahlaki ve politik toplumun en güçlü yaşandığı toplum biçimlenişidir. Aşiretler, kabile topluluklarının bir nevi federasyonu olarak daha da önem taşımışlardır. Köleci uygarlıkların saldırıları karşısında yok olmamak için birleşme ve direnme ihtiyacı, aşiret örgütlenmesini doğurmuştur. Aşirette, ortak zihniyet ve örgütsel birlik esastır. Kavimler ve uluslar,kabile ve aşiretler halinde gelişme kaydeden toplum, daha yerleşik hale gelip ortak dil ve kültürünü geliştirdiğinde ve özündeki ahlaki ve politik toplum kimliğini sürdürdükçe kavim ve ulus olarak şekillenmeye başlar. Toplumlar, başlangıçtan itibaren kavim ve ulus kimliğinde doğmazlar, ancak Ortaçağda kavim ve Yakınçağda da ulus kimliğine çok daha fazla yaklaşmışlardır. Kavim, ulusun bir nevi kimlik malzemesidir. Yakınçağla (kapitalist çağ-kapitalist modernite) birlikte kavimlerin, iki yoldan uluslaştığı, resmi uygarlığın kavim asabiyetini modern milliyetçiliğe dönüştürüp devlet, burjuvazi ve kentin yeni toplum şeklini devlet-ulusu olarak belirlemeye çalıştığı görülür. Hâkim bir etnik grup, çekirdek rolü oynar. Ona ait kimlik, tüm ulusa mal edilir. Hatta kimlikleri çok farklı kabile, aşiret, kavim ve uluslar, zorla bu etnik grubun dil ve kültürü içinde eritilmeye tabi tutulur. ‘Vahşi uluslaştırma’ denilen yol budur. 

Kapitalist modernitenin ulus-devlet anlayışıdır. Alternatifi demokratik modernitenin ulus anlayışı, demokratik ulustur. Bu temelde ikinci yol uluslaşma, ahlaki ve politik toplum kapsamındaki aynı veya benzer dil ve kültür gruplarının demokratik siyaset temelinde demokratik topluma dönüştürülmesiyle gerçekleştirilir. Tüm kabileler, aşiretler ve kavimler hatta aileler, ahlaki ve politik toplum birimi olarak uluslaşmada yer alırlar. Kendi lehçe ve kültür zenginliklerini, bu ulusa aktarırlar. Yeni ulusta, kesinlikle bir etnik grubun, mezhebin, inancın, ideolojinin tek başına egemenliğe damgasını vurmasına yer yoktur. En zengin sentez, gönüllüce gerçekleştirilenidir. Hatta birçok farklı dil ve kültür grubu bile aynı demokratik siyaset aracılığıyla demokratik toplumlar olarak, ulusların ortak üst birimi halinde, ulusların ulusu kimliği altında yaşayabilir. Toplumsal doğaya uygun olan da bu yoldur. Demokratik ulusta aynı zamanda köy ve kentin uyumlu birliği, ideolojik ve yapısal olarak temel öneme haizdir. Toplumsal doğa, ancak bu uyum temelinde varoluşunu güvence altında sürdürebilir. Köy veya modern köy, bir eko-topluluk olarak, ekolojik ölçekli ekonomik birimler olarak varoluşunu yeniden kazanabilir. 

 

Ulus-Devlet Dini Olarak Milliyetçilik

Modernite, ulus-devlet özellikle ‘Birlikçilik-Üniterlik’ ile Tanrının Bir’liği kavramı arasında yakın bir ilişki vardır. Tarihte nasıl bazı kabileler ve kavimler, tanrılarıyla birlikte tasfiye edilip hâkim kabile veya kavim içinde eritilmişlerse, tanrıları da hâkim kabile ve kavim tanrısının içinde eritilip tekleştirilir. Tanrı Bir’liği kavramına, bu sosyolojik gerçeklik içinde baktığımızda anlamına daha kolay varırız. İçinde sömürgecilik, asimilasyon vardır. Tüm silahların, tekçi bir yapıda yoğunlaşması, tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar toplumun, politik güçten düşürülmesi dolayısıyla ekonomik varlığından soyulması anlamına gelir. Ulusal birlik adı altında çoğunlukla hâkim bir etnisite veya dinî cemaatin kültür normlarını resmileştirip, geriye kalan tüm kültürel varlıklara karşı savaş açar. “Ulusal birliğe zararlıdır” deyip, binlerce yıldan beri varlığını koruyan ne kadar din, etnisite, kavim, ulus, dil ve kültür varsa ya zorla ya da maddi teşviklerle hepsinin sonunu hazırlar. 

Binlerce yıldan beri süzülüp gelen dil ve kültür değerleri, grupları ile birlikte tam bir çılgınlıkla ‘ulusal birlik’ yaratma kutsal eylemi uğrunda kurban edilir. Ulus-devlet dini olarak milliyetçilik, bu yönüyle çelişik gibi görünse de temelde aynı olan iki fenomen halinde kendini gösterir: Bunlardan birincisi, ‘üniter devlet’ tanrısallığı biçimindedir. Ulus içinde, tek tanrı devleti olarak çok hassastır. Uluslararası alanda, bu tek tanrı biçimi, kendini Süper Hegemon olarak yansıtır (Süper Hegemon, ABD’nin Başkanı G. W. Bush’un kendisinin Tanrı adına görevlendirildiğini söylemesi bunun kanıtıdır). Süper Hegemon, Hegel’in deyişiyle (gerçi kendi dönemindeki Napolyon ve Fransa için söylemişti) “yeryüzüne inmiş tanrının yürüyüş hali” dir. İkincisi, her ulus-devlet, tanrı olarak Süper Hegemonun ulus-putudur. Bu biçimde kendini çoğaltması, birliğinin parçalanması ve çok tanrılı bir sisteme geçiş anlamına gelmez; put olarak çoğaltılması anlamına gelir. Solda hâlâ etkili olan ve yüz elli yıl reel sosyalist solun resmi görüşü olan, “Merkezi ulus-devlet olmadan demokrasi ve sosyalizm olamaz” görüşü, korkunç bir kendini aldatmadır. Bunun vahim sonuçları, özellikle Almanya’da başta Rosa Luxemburg olmak üzere çok sayıda sosyalistin ve demokratın imhasında görüldü; reel sosyalist sistemin çözülüşünde yaşandı. Hiçbir aldanma, sosyalizme ve demokrasiye bu denli zarar vermemiştir. Andre Gunder Frank’ın sosyalizm, kapitalizm, kölecilik ve feodalizm gibi temel toplum-biçim kavramlarını ideolojik gerçekler olarak değerlendirmesi doğruya daha yakın yaklaşımdır. Bu kavramların toplumsal gerçekliği izahtan çok perdelemeye hizmet ettiğini söylemesi de yabana atılmaması gereken bir düşünce olup üzerinde durulmaya değerdir. 

 

Tarihsel-toplum çözümlemesine bu temelde daha zengin bir katkı sunduğu açıktı. Tarihi ve mekânı, sosyolojiye dâhil etmek, gerçekleşecek olan yaşamın nasıl akıp yol aldığını, Tarihte ve ‘şimdide’ ne olduğumuzu anlamamızı sağlar. Eğer tarih ve şimdi, birbirine çok yakınsa, yine Mekânlar, bir merdivenin basamakları gibi peş peşe gelip birbirlerini tamamlıyorlarsa, o zaman, insanlığın bir bütün olduğunu, kavimler, dinler, devletler, uluslar, ittifaklar, BM’ler ve enternasyonaller olmadan da zaten birliğini ve bütünlüğünü yaşadığını daha iyi yorumlayacağız. Demek ki sözde birlik arayan kurumlar, bunun tam tersini gerçekleştirenler oluyor. Kapitalist modernitenin ulus-devlet sistematiği ağır sorunlar yaşasa ve çatlaklıkları her gün artsa da halen ulusal, bölgesel ve küresel alanda en güçlü sistematiğe sahiptir. Sayıları iki yüzü aşan ulus-devletler, bölgesel birlikler (başta Avrupa Birliği-AB-, ABD-Kanada-Meksika -NAFTA-, Güneydoğu Asya-APEC) ve küresel BM (Birleşmiş Milletler) ile temsil edilmesine karşılık, demokratik uygarlık sisteminin, Dünya Sosyal Forumu gibi gevşek ve formsuz, devlet ve iktidar olmayan çeşitli emekçi ve halk birlikleri çok yetersizdir. Yetersizlik, ideolojik ve yapısal temeldedir. Bu yetersizliği gidermek için Dünya Demokratik Konfederalizmi, yerel ve bölgesel, ulusal demokratik konfederasyonlar, bunların parti ve sivil toplum aygıtları geliştirilmek durumundadır. 

 

Asıl Olan Meclisli, Tartışmalı Karar Alma Yeteneğidir

Ne Nietzsche gibi doğruyu söylemekle yetindim ne Michel Foucault gibi insanlık olarak ölümümü ilan etmeye razı oldum; ne Adorno gibi kaderci, küskün biri olarak “başa gelen çekilir” dedim ne de Andre Gunder Frank gibi ‘farklılık içinde birlik’ arama sloganına sığınmayı yeterli buldum. Hatta I. Wallerstein’ın tersine entelektüel, ahlaki (etik) ve politik görevlerin önemini belirlemenin yeterli olduğuna da inanmadım. Alternatifini denemeyi, çok daha gerçekçi ve cesurca buldum. Demokratik modernite, modern ulus-devletin evrenselci, düz ilerlemeci ve kesinlikçi (olasılıklar ve alternatiflere kapalı yöntem anlayışı) yöntemle çizdiği yolda gerçekleştirmek istediği homojenleşmeye (tek tipleşmeye), sürü ve kitle toplumuna; çoğulcu, olasılıkçı, alternatiflere açık ve demokratik toplumu görünür kılan yöntemlerle cevap verir. Farklı siyasi oluşumlara açık, çok kültürlü, tekelleşmeye kapalı, ekolojist ve feminist özellikleriyle, temel toplumsal ihtiyaçlara cevap veren ve topluluk tasarrufuna dayalı ekonomik yapısıyla alternatifini geliştirir. Kapitalist modernitenin ulus-devletine karşı demokratik modernitenin siyasi alternatifi, demokratik konfederalizmdir. 

Ahlaki ve politik topluma dayanır. Demokratik siyasete dayanır. Ulus-devletin katı merkezli, düz çizgili, bürokratik yönetim ve idare anlayışına karşılık, tüm toplumsal gruplar ve kültürel kimlikler kendilerini ifade eden siyasi oluşumlarla toplumun özyönetimini gerçekleştirirler. Çeşitli düzeylerde atamayla değil seçimle başa gelen yöneticilerle işler görülür. Asıl olan meclisli, tartışmalı karar alma yeteneğidir. Başına buyruk yönetim geçersizdir. Genel merkezî koordinasyon kurulundan (meclis, komisyon, kongre) yerel kurullara kadar her grup ve kültürün bünyesine uygun, çok yapılı, farklılıklar içinde birlik arayan kurullar demetiyle toplumsal işlerin demokratik yönetimi ve denetimi gerçekleştirilir. Süper hegemonik gücün denetimi altındaki ulus-devletlerin BM’li birliklerine karşılık, ulusal toplumların Dünya Demokratik Konfederal Birliği’nden yanadır. Gerek sayısal gerek niteliksel olarak, çok daha geniş toplulukları demokratik siyaset kriterlerince Dünya Demokratik Konfederasyonu’nda birleştirmek daha güvenlikli, barışçıl, ekolojik, adil ve üretimsel bir dünya için şarttır. Toplumsal doğanın, esnek zekâ olarak, özgürlük kapasitesi yüksek, farklılıklar içinde birlik olarak varoluş haline demokratik modernite demek uygun düşebilir. Belki şu soru sorulabilir: Bir sistem bu kadar farklılığı nasıl kaldırabilir? Buna verilecek yanıt, ahlaki ve politik toplum esasında birliktir. Her birey ve grubun ödün vermeyeceği tek değer, ahlaki ve politik toplum olarak kalmaktaki ısrardır. Farklılık için, eşitlik ve özgürlük için tek ve yeterli koşul, ahlaki ve politik toplumdur. Demokratik toplum, bu tarihsel-toplumun modern hali olarak kendini gittikçe daha çok kanıtlamaktadır. Kapitalist modernitenin ulus-devletinin gözünde politik toplum, kendi varlığına, birliğine ve bütünlüğüne karşı bir tehdittir. Hâlbuki toplumun varoluş hali olan politik unsuru, daraltmanın da ötesinde fiilen kullanılamaz hale getiren ulus-devlet idareciliği ve bürokratizmi, toplum üzerinde sadece Demokles’in kılıcı olarak durmuyor, saat saat toplumu doğruyor. Çağımızın politik felsefesinin en temel sorunu, bu gerçeklik olduğu gibi faşizm olarak da pratikte yaşamın önündeki en büyük engeldir. Demokratik modernite ile ne kapitalist ne de sosyalist olarak yeni bir toplum tipi yaratılıyor. Demokratik modernite, bu kavramların, toplumu nitelendirmekten uzak propaganda kavramları olduklarını belirtiyor. Şüphesiz bir toplum gerçekleştiriliyor ama bu toplum; ahlaki ve politik ilkenin azami rol oynadığı, sınıfsallaşmanın pek gelişme imkânı bulamadığı dolayısıyla iktidar ve devlet aygıtlarının ya zorlarını dayatamadıkları ya da karşılıklı uzlaşmayla birbirini tanımanın gerçekleştiği, farklılık içinde birlik, eşitlik ve özgürlüğün hem bireyselliğin (bireyciliğin değil) hem de toplumsallığın özelliği olarak yaşandığı bir modern demokratik toplumdur. Daha fazla eşitlik, özgürlük ve demokrasi, bu toplumun doğası gereği, demokratik siyaset kurumunun yol açtığı değişim ve gelişimin sonucudur. Demokratik konfederalizm, ulus-devlet sistematiğinden kaynaklanan olumsuzlukları aşma potansiyeline sahip olduğu gibi toplumu politikleştirmenin de en uygun aracı konumundadır. Basittir ve uygulanabilir. Her topluluk, etnisite, kültür, dinî cemaat, entelektüel hareket, ekonomik birim vb. birer politik birim olarak kendilerini özerkçe yapılandırıp ifade edebilir. Federe yapı veya özerklik, kendilik denilen kavramı, bu çerçeve ve kapsamda değerlendirmek gerekir. Her kendiliğin, yerelden küresele kadar konfederasyon oluşturma şansı vardır. Yerelin en temel öğesi, özgür tartışma ve karar hakkıdır. Her kendilik veya federe birim, katılımcı demokrasi olarak da kavramlaştırılan doğrudan demokrasiye uygulama şansı tanıması nedeniyle eşsizdir. Bütün gücünü doğrudan demokrasinin uygulanabilirliğinden alır. 

 

Temel bir rolü olmasının gerekçesi de budur. Ulus-devlet, doğrudan demokrasinin ne kadar inkârı ise, Demokratik konfederalizm de tersine o kadar onun oluşturucu ve işlevselleştirici biçimi konumundadır. Doğrudan katılımcı demokrasinin ana hücreleri olarak federe birimler, koşullar ve ihtiyaçlar gerekli kıldığı kadar konfedere birliklere dönüşme esnekliği bakımından da eşsiz ve idealdir. Doğrudan katılımcı demokrasiye dayalı birimleri esas almak kaydıyla geliştirilecek her tür siyasi birlik, demokratiktir. En yerelde doğrudan demokrasinin uygulandığı, yaşandığı birimden en küresel oluşuma kadar geliştirilen politik işlevselliğe, demokratik siyaset demek mümkündür. Gerçek demokratik sistem, tüm bu süreçlerin yaşanmasının formülasyonudur. Toplumsal doğa dikkatlice gözlemlenirse, ulus-devletin ‘demirden kafes’ niteliği ile demokratik konfederalizmin en uygun özgürleştirici niteliği rahatlıkla anlaşılabilir. Ulus-devlet, toplumu ne kadar bastırıyor, tek tipleştiriyor ve demokrasiden uzaklaştırıyorsa, demokratik konfederalist model de o kadar özgürleştirici, çoklaştırıcı ve demokratikleştiricidir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da federe ve kendilik birimlerini çok zengin bir kapsamda düşünmektir. Bir köy veya şehir mahallesinde bile konfedere birliklere ihtiyaç olacağını anlamak büyük önem taşır. Her köy veya mahalle rahatlıkla bir konfedere birlik olabilir. Örneğin köyün ekolojik birimi yani federesinden özgür kadın, özsavunma, gençlik, eğitim, folklor, sağlık, yardımlaşma ve ekonomi birimlerine kadar çok sayıda doğrudan demokrasi birimi köy çapında birleşmek durumundadır. Bu yeni birimler birimine de rahatlıkla konfedere (federe birimlerin birimi) birim veya birlik denilebilir. Aynı sistemi yerel, bölgesel, ulusal ve küresel seviyelere kadar taşırdığımızda, demokratik konfederalizmin ne denli kapsayıcı bir sistem olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Demokratik modernitenin temel boyutlarından (demokratik ulus, ahlaki-politik toplum, eko-endüstri) üçünün de birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğunu konfederalizm sistematiği ile daha iyi anlamak mümkündür. Her boyut bu sistem içinde kendini tartışma, değerlendirme, kararlaştırma, yeniden yapılandırma ve eylemselleştirme potansiyeline sahip olduğu için, toplumsal doğanın tarihsel-toplum gerçekliği ve bütünselliği de en iyi biçimde sağlanmış oluyor. 

 

Geniş Bölgesel Federasyonlar

İdeal olan ‘farklılık içinde birlik’ halinin en uygun biçimi demokratik ulus olabilmedir. Demokratik Konfederalizm, kapitalist modernitenin ulus-devlet eliyle yürüttüğü monolitik, homojen, tek renkli faşist toplum modelinden kaynaklanan etnik, dinsel, kentsel, yerel, bölgesel ve ulusal sorunların temel çözüm aracı olarak demokratik ulus seçeneğini sunar. Demokratik ulusta her etnisite, dinsel anlayış, kentsel, yerel, bölgesel ve ulusal gerçeklik kendi öz kimliğiyle ve demokratik federe yapısıyla yer alma hakkına sahiptir. Demokratik ulusların küresel birliğinin BM’ye alternatifi Dünya Demokratik Uluslar Konfederasyonu’dur. Kıtasal parçalar ve büyük kültürel alanlar daha alt düzeyde kendi Demokratik Ulus Konfederasyonlarını oluşturabilirler. 

Çağımız, bilim ve tekniğin alabildiğine geliştiği bir dönemden geçerken, yurtseverlik ile enternasyonalizmi de geliştirmiştir. Egemenlerin küreselciliği kadar, emekçilerin ve ezilenlerin daha kardeşçe ve gerçek anlamına kavuşan küreselciliği de bir o kadar gerekli ve gerçektir. Artan küreselleşme ve özellikle yeni bilimsel-teknik gelişmenin zorladığı dünya çapındaki pazar ve piyasa güçlerinin oluşumu, ulusal pazar ve devletini (ulus-devleti) engel konumuna sokmuş bulunmaktadır. Dolayısıyla ulus ve ulusal-devlet, dünün feodal hanedanlarının tutucu rollerine benzer bir konuma gelmektedir. Giderek önem kazanan uluslar-üstü siyasal, hukuksal ve ekonomik birimler ortaya çıkmaktadır. Bölgesel çapta ekonomik ve siyasal oluşumlar önem kazanmaktadır. Uluslararası toplum, tarihin en güçlü dönemini yaşamaktadır. Eskinin birçok ulusal devleti, federal birlikler yönünde evrim göstermektedir. Dünyanın en güçlü devleti olarak ABD’nin federal niteliği, Avrupa’nın tümünde benzer bir AB federalizmine doğru yol alınması, yeni doğrultuyu göstermektedir. Halkların çıkarına en uygun çözüm, özgürlüklerine ve eşit hak anlayışlarına bağlı olan ortak siyasi ve ülkesel birlikler kurmak, yine ortak ulusal değerler yaratmaktır. Halen illa bir küçük devletim olsun diye onlarca yıl boş yere kan dökülmektedir. Böyle olacağına, hak eşitliğine dayalı ve özgür birlikteliği esas alan siyasi ve ülkesel bütünlükler, halkların tarihi, ekonomik ve tüm kültürel varlıkları açısından en zenginleştirici bir yaşama imkân vermektedir. Halkların çıkarı, ayrılıkçılığa dayanmayan, hak eşitliğini ve özgürlüğü esas alan çeşitli birlikte yaşama biçimlerindedir. Özgürlük mücadelesinin enternasyonal karakteri de bundan ileri gelmektedir. Halklar asıl kişiliklerini, tutarlı ve gerçekten uygulanan demokratik sistem altında geliştirmektedirler. Halklara kalsa, bir ‘Dünya Federasyonu’nda yaşamak başta gelen idealleridir. Küçük devletçikler halkların değil, egemenlik peşindeki beyliklerin, şoven karakterli her tür dar sınıf ve etnik, milliyetçi kesimlerin idealleridir. Geniş bölgesel federasyonlar, her türlü kültürel farklılıkların, dil, din ve ırk ayrımcılığının anlamsızlığını ortaya koyan çağdaş demokratik biçimler olarak varlıklarını sürdürmekte ve gelişmektedirler. En ileri ve demokratik devletler; ABD, AB ve BDT gibi birlikler altında toplanmaktadır. Buna zorlayan da halkların kültürel varlığı ve siyasal katılım gücüdür.  Toplumdan aileye, devletten ekonomiye kadar her düzeyde gücün ve olanakların adil dağılımına ve özgürlüğe dayalı çoğulcu bir yapı gelişmektedir. Bu çerçeve; devletin bir yandan demokratik evrimini geliştirirken, diğer yandan yeni anayasalar hareketinin de önemli bir hedefi olarak, konfederasyonlardan, demokratik anayasa yerel demokrasiye kadar zengin bir biçimlenmeye götürmektedir. Bu olgu, zoraki birlik anlayışından doğan sakıncaları giderdiği gibi, sonuçta tüm taraflara daha çok kaybettiren ayrılıkçı mikro devlet sakıncalarını da ortadan kaldırmaktadır. ABD, AB ve BDT gibi olgular, çağdaş demokratik devletin evrim yönünü gösteren, özünde yeni toplum ve demokratik siyasetin zorunlu kıldığı tarihsel gelişmelerdir. BM kendini yenilemezse, aşılmaya mahkûm bir devletlerarası model gibi durmaktadır. Benzer kıtasal ve bölgesel birlikler, yenilenme ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Siyasi alanda, eski model devletlerarası birlik anlayışı ne kapitalizmin küreselliğine ne çağın demokratik uygarlık ölçülerine cevap olabilmektedir. Bunlar, klasik kapitalizm ve reel sosyalizmin denge durumunun ürünüydüler. Bu dönem aşıldığına göre, siyasi yapılanmaları da aşılmak durumundadır. Sorunların, ne kadar karmaşık da olsa siyasi sınırlar, farklı din ve ideolojiler, etnik ve ırki nedenlerle çatışmaya dönüşmeden çözüme kavuşturulması, yeni siyasi kültürün en önemli özelliğidir. Bu gelişmenin en somut ifadesi, Avrupa Birliği (AB) olgusunun giderek gelişmesidir. AB sadece bir siyasi birlik olmayıp, genel uygarlık prensibidir. Genişleme ve derinleşme sorunları vardır. Tüm Avrupa ülkelerini federal bir çatı altında birleştirmesi güçlü bir olasılıktır. Daha geri bir Avrupa’ya yol açması düşünülemez. Dünyayı da en çok bu yeni uygarlık projesiyle etkilemesi gündemdedir. Demokratik uygarlığı ne kadar derinleştirir ve genişletirse, dünyadaki öncü konumunu da o denli pekiştirebilir. Fakat bu konum, kapitalizmi doğuran koşulların varlığı ve kapitalist yaşamın kök salmış olmasından ötürü, fazla ilerleme potansiyeline sahip değildir. Yeni uygarlıksal gelişmenin sağ güçlerini temsil edecektir. 

 

Demokratik Ortadoğu Seçeneği

Ortadoğu’ya bir bütün olarak baktığımızda, dünyanın birçok bölgesinden daha geride bulunduğu gözlenmektedir. Büyük tarihi geçmişinin çok uzağında seyretmektedir. O tarihten habersizdir ve layık olmanın yanına bile varmış değildir. Ne tam Avrupa uygarlık değerlerine, ne de Ortadoğu’nun köklerine dayanan, teslimiyete yakın bir özümsenme ve sahte bir bağımsızlık çizgileriyle çıkarlarını örgütlemiş marjinal gruplar tarafından yönetilmektedir. İstisnai olarak tarihe yaraşır bazı önderlikler çıkmış da olsa, genel yapıyı zorlamaktan uzak kalmıştır. Rönesans ve Aydınlanmasını bir bütünlük içinde gerçekleştiremeyen Ortadoğu’nun, bu tabloyu bozması zordur. Ama tüm dünya, bölgesel ve uluslararası birliğe giderken, Ortadoğu’nun kendi içinde bu kadar ortak bir stratejiden ve birlik adımlarından uzak durmaları, hiçbir ülke ve halkının çıkarına olmaz. Ortadoğu’nun birbirine çok yakın, adeta bir federasyon hükmünde olan tarihi de bu dağınıklığı kaldırmaz. Çağ, tarih, ülkelerin iç ve bölgesel koşulları, giderek daha çok Demokratik Ortadoğu’ya zorlamaktadır. 

Demokratik Ortadoğu seçeneği, stratejik bir hedef olarak her zaman göz önünde bulundurulmak durumundadır. Bu temelde öncellikle ulusallık ve birlik kavram ve kuramlarına; hem siyasi hem hukuki yönleriyle açıklık getirmek, doğruları ve yanlışlarıyla ortaya koymak son derece önemlidir. Ortadoğu kültürü, dünyanın diğer tüm bölgelerinden daha fazla kardeşlik ve dayanışma duygularına sahiptir. Ayrıca coğrafik, demografik, ekonomik, sosyal ve kültürel içiçelik, ortak bir siyasayı zorunlu kılmaktadır. Milliyetçiliğe, aşiret taassubuna, mezhep çatışmalarına dayalı içe kapanık birliklerin, uzun vadeli gelişme ve kendilerini koruma şansı yoktur. Bu objektif gerçekliğin, üst tabakalar tarafından olumlu değerlendirildiğini söylemek doğru olmaz; tersine, İlkçağ’da etnik ve kentler arası savaşlarla, Ortaçağ’da din ve mezhep çatışmalarıyla, Yakınçağ’da da milliyetçilik kavgalarıyla paramparça edip yönetmeyi, politik sanat bellemişlerdir. Halk önderliğinin geliştirmeye çalıştığı, başta komşu ulusların halkları olmak üzere tüm halklarla ve kültürlerle kardeşlik, özgür birliktelik ve genel olarak demokratik kriterlerde çözüm stratejilerine karşı, sinsi bir düşmanlık geliştirmektedirler. Ancak hem ideolojik hem de pratik olarak gelişme gösteren demokratik birlikler temelinde Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ve birliğine engel olunamıyor. Bazıları istemese de, ırkçı hâkim ulus milliyetçiliği ile ezilen burjuva milliyetçiliğinin, sahipleri olsa da eski solculuk ile siyasal İslam’ın da artık rollerinin kalmadığı ve olamayacağı bir döneme girilmiştir. Halklar milliyetçi sloganlar kadar demagojik çatışmacı yaklaşımları da benimsemiyor; demokratik sistem altında, hukuk devletiyle birlikte yolsuzluklardan arınmış, enflasyondan kurtulmuş, işsizliği çözebilen, adaletli paylaşımı gözetleyen bir ekonomik düzen ve tarihi özlemi olan barış, özgürlük ve adalet istiyor. Halklar uyanmıştır. Oyunun da sonu gelmiştir. Dönem, halkların özgür birlik dönemidir. Tarihin girdiği doğrultu budur. Bütün iç ve dış koşullar, demokratik dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. Gerçek birlik demokrasinin tam uygulanmasında aranmalıdır. Tarihin merkezî akışında tez-antitez-sentez döngüsü, bir kez daha harekete geçmek durumundadır. Somutlaştırırsak, öncelikle Dicle-Fırat vadilerini paylaşan ve tarihte hep bütünlük halinde yaşamış olan kültür üzerinde yeniden bütünlüklü bir çıkışa şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. 

 

Bugün adına Suriye, Irak ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları denilen yapay çizimlerin, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İngiliz ve Fransız hegemonyasından miras kaldığı, tarihsel-toplumsal kültürün bu temelde parçalanmasının, jeostratejik böl-yönet politikasının gereği olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu sınırların yapaylığını, derinliğine ve bütün sonuçlarıyla kavramadan, tarihin Verimli Hilal’inde anlamlı kültürel birlikler inşa edilemez. En büyük ahmaklık, bu sınırların kutsallığına (en kutsal olmayan, yabancı hegemonyanın en uğursuz çizimleri) inanıp bütünlüklü bir kültürel çıkışa niyet etmemek ve bu çıkışı aklına getirmemektir. Kültürel bütünlükten kasıt, eşitlik, özgürlük ve demokratik değerler etrafında örülen maddi ve manevi kültürdür. Böylesi bir kültür, milliyetçi olmayan bir ulusallık, dinci olmayan bir dinsellik, cinsiyetçi olmayan bir toplumsallık ve pozitivist olmayan bir bilimsellik zihniyetiyle yorumlanmak ve inşa edilmek durumundadır.

Demokratik modernitenin ahlaki ve politik toplum unsurları; hukuk ve iktidar fetişizmi yaratan ulus-devletçi hegemonyayı aşarak demokratik toplumun gelişimine yol açar. Bölgenin jeopolitikasını parçalayan, kısırlaştıran, ucu kapalı ve katı kimlikli iktidar tekelciliği yerine, bölge ve hatta dünya çapında ucu açık, esnek ve demokratik siyaset anlayışıyla şiddetle ihtiyaç duyulan olanca farklılığı içindeki bütünselliği ve kardeşliği mümkün kılar. Tarihsel-toplumsal kültürün bütünlüğü üzerinde demokratik toplumu gerçekleştirir. Demokratik ulusların bütünlüğüne giden yolu açar. Kapitalist modernitenin yol açtığı sorunlara çözüm için yakın geçmişte geliştirilen Bağdat Paktı, CENTO, RCD (Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Örgütü) türü ulus-devlet birliklerinin, bünyesel nedenleri dolayısıyla çözümleyici ve uzun ömürlü olmadıkları bilinmektedir. Halen yaşatılmak istenen Arap Birliği, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü) gibi örgütlerin, bölgenin hiçbir önemli sorununa çözüm getiremedikleri ve etkisiz kaldıkları yine ulus-devlet niteliklerinden ötürü anlaşılır bir husustur. Kaldı ki bölgenin her ulus-devleti, kendine özgü bir kapitalist hegemonik merkeze bağlıdır. Bağlı oldukları merkezin denetimi dışına çıkacak kapasiteden yoksundur. Toplantı üstüne toplantı, zirve üstüne zirve yapmalarına rağmen, çözümsüz ve etkisiz olmaktan kurtulamamaları bu gerçeklikle bağlantılıdır. Ulus-devletçi zihniyetin kıskacındaki Irak, İsrail-Filistin, Suriye, İran, Türkiye, Pakistan, Afganistan sorunlarına elbette sorunun bizzat kaynağı olan bir zihniyetle çözüm getirilemez. Sorun kaynaklı zihniyetlerin, bölgenin tümünde yaşanan siyasal-toplumsal sorunlara yaklaşımlarının, son iki yüz yılda yol açtığı tahribatlar ve kaybettirdikleri yeterince ders vericidir. Hem laikinin hem de dincisinin, çözüm geliştirmek şurada kalsın, çözümsüzlüğü derinleştirmekten öteye rol oynamadıkları yeterince açığa çıkmıştır. 

Ortadoğu jeokültürü, jeopolitikasına yansıtılmak durumundadır. Bunun için en uygun çerçevenin Demokratik Komünal ve Konfederatif (devlet konfederalizminden  ve federasyonundan bahsetmiyorum) olacağı açıktır. Çünkü ne kadar farklı birlik veya komün varsa, hepsine ana komün veya konfederasyon çerçevesinde yer vardır. Olası politik bütünlük merkezlerinden birisi, Dicle-Fırat tarım-su-enerji komünüyle bağlantılı olarak, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni, Suriye Arap Cumhuriyeti’ni (Büyük Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin-İsrail dahil) ve Irak Federal Cumhuriyeti’ni yıkma temelinde değil bu devletleri süreç içinde reformlarla dönüştürerek inşa edilebilir. Mevcut cumhuriyetler, ulus-devlet niteliğini başlangıçta korusalar da süreç içinde esnek, ucu açık ulus-devlet kimliklerine dönüşerek demokratik birliğe doğru adım atabilirler. Ortaya çıkacak siyasi oluşum, ABD ve AB’den de daha ileri bir demokrasiye açık olmak durumundadır. Komünal demokratik unsurların ağır basacak olmasından ötürü böyle olacaktır. İçerisinde bölgenin mozaiği durumunda olan bütün kimlikler, bu oluşumların içinde yer alabilir. Öncelikle bu kimlikler, demokratik ulus birimleri olarak inşa edilebilir. Böylesi bir inşa, ulus-devletin içerdiği ucu kapalı, katı, tek dilli, tek etnisiteli milliyetçilikten kaynaklanan çatışma riskini asgariye indirebilecektir. Tarihte de binlerce yıl sürüp gelen iç içe yaşam gerçekliğini yenileyebilecektir. 

Bölgenin kadim kültürlü halkları olan Arap, Kürt, Ermeni, Yahudi, Asuri (Süryani-Keldani), Türk, Türkmen, Kafkas kökenliler, Fars bazı etnisiteler (aşiret ve kabileler) demokratik ulus kimlikli olarak inşa edildiklerinde, hem tarihsel kültür benzerliğine uygun karşılık vermiş hem de kapitalist modernitenin ulus-devlet aracılığıyla körüklediği böl-yönet çıkmazından, çatışma ve savaşlarından kurtulmuş olacaklardır. Açık uçlu ve esnek kimlikli olmaya özen gösterdiklerinden, aralarında çok zengin ve verimli bütünlükler dolayısıyla kardeşlikler geliştirebileceklerdir. Tarihte örneklerine çokça rastlandığı gibi aynı yaklaşım, dinsel kimlikler için de geçerlidir. Ezici çoğunluğu ortak bir teolojik inanca dayalı olduğu için, bütünlük daha da kolay gelişebilir. İbrahimî Dinler olarak Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık, tüm mezhepleri ve tarikatlarıyla tarihte çokça yaşandığı gibi aynı ucu açık, esnek dinsel kimlik anlayışıyla birbirlerine yaklaşıp verimli sentezlere yol açabileceklerdir. Oluşturulacak siyasal bütünlük içinde çok dillilik ve kimlik armaları, ortak vatan ve ortak ulus bağlamında sorun teşkil etmez. Kentlilik, yerellik, bölgesellik, tarihsel kültürel özelliklerine uygun kimlikler olarak demokratik birim niteliğinde inşa edileceğinden, var olan farklılıklar için ideal sinerji mekânları olarak anlam kazanacaktır. Tüm bu kimliklerin, ahlaki ve politik niteliği esas olacaktır. Hukuk, ahlâk ve politikanın hizmetinde olacak, ahlâk ve politikanın yerini tutmayacaktır. Bölgenin çekim merkezi olarak geliştirilecek demokratik konfederalizm (Federasyon, demokratik birlik vb. unvanlar da mümkündür), ekolojik ve ekonomik komünleri esas alacağından (çünkü toprak-su-enerji başka türlü verimli kılınamaz), Kapitalist Modernitenin üç mahşeri atlısı olan kapitalist kârcılığın, endüstriciliğin ve ulus-devletçiliğin yol açtığı yapısal kriz, kaotik durum, çatışma ve savaş ortamlarına karşı en ideal ve tarihsel yanıt niteliğinde olacaktır. Ulus-devlet kavgalarından çıkarılması gereken tarihsel ders, ulus-devlet olmayan demokratik siyasi oluşumlarla, ekolojik ve ekonomik komünlerle başta komşu uluslar olmak üzere tüm bölge halklarını demokratik modernite çözümüne ortak etmektir. 

Zengin tarihsel mirasın yığdığı sorunlarla güncel kriz, çatışma, katliam ve soykırımlara karşı somutlaştırılması gereken çözümün ilk ortaklaşa adımı, Dicle-Fırat demokratik konfederasyonu düşüncesi veya projesi olabilir. Böylesi bir düşünce Arap, Türk, Kürt ve Fars çoğul uluslarıyla azınlık ulus ve kültürleri arasındaki çatışmalı, asimilasyonist süreci tersine çevirip dayanışmacı, komünal demokratik siyasi oluşumlarla barışa, ulus-devlet ötesi ortaklıklara yol açabilir. Dicle-Fırat Demokratik Konfederasyonu projesi, bu tarihin mecrası doğrultusunda atılacak en anlamlı ilk adım olacaktır. Hiç kuşku duymuyorum ki bu proje, üzerinde adım adım ve çok yönlü yükseltilecek ekolojik, ekonomik ve demokratik toplum komünleri, tarihine ve kültürüne yaraşır Demokratik Ortadoğu Çağı’nın altın değerinde başlangıcını oluşturacaklardır. Demokratik Ortadoğu Çağı, hem eski tarihin uyanışı hem de yeni tarihin özgür yaşamının haykırışı ve sevinci olacaktır. Ortadoğu Demokratik Modernite Projesi, ABD hegemonyasının çizdiği BOP’tan (Büyük Ortadoğu Projesi) daha gerçekçidir. Bir projenin gerçekliğini belirleyen, tarihsel arka planı ve kültürel temelidir. Neolitik ve uygarlık çağının ana akış istikametine bakıldığında, böylesi bir tarih ve ortak kültürel temelin oluştuğu teslim edilecektir. Ortadoğu kültüründe AB türünde birlikler, bir ütopya, proje olmanın berisinde kriz ve çatışmaların, parçalanmışlıkların ve yabancılaşmanın arayışa zorladığı her alanda adım adım inşa edilmesi gereken evrensel-tikel yaşam gerçekleridir. Toplumsal birlik için sınırlar, eski önemini yitirmişlerdir. İletişim olanakları, farklı mekân sınırlarına rağmen dünyanın her alanındaki bireyler ve topluluklar arasında bütünleşmeyi mümkün kılmaktadır. Kültürel bütünlüğün çatı örgütü Ortadoğu Demokratik Uluslar Konfederasyonu olarak inşa edilmelidir. Demokratik ulusların inşası, mevcut ulus-devlet sınırlarına dayandırılamaz. Daha da önemlisi, demokratik ulusların çizilmiş sınırları olamaz. Yoğunlaşmış ulusal bölgeler, yereller, kent ve köyler olabilir. Ama çok uluslu karışık yereller, bölgeler ve kentler de olabilir. Daha normal olanı da budur. Tarih hep iç içe yaşayan kabileler ve kavimlerle, dinler ve mezheplerle dolu sayısız bölge ve kente tanıklık etmiştir. Tarihte ünlü yetmiş iki milletli Babil’den boşuna bahsedilmemiştir. Ulusların ortak vatanı da olabilir. Tarih, bu gerçekliğin örnekleriyle de doludur. Ayrıca saf toplum, saf ulus anlayışları, asla bilimsel değildir. Şüphesiz, aynı tek dili konuşan uluslar olabileceği gibi çok dilli olanları da olabilir. Çok sembollü uluslara dair örnekler de az değildir. Tarihte örneği olmayan model, ulus-devlet tekelciliğidir, homojenliğidir. Bu modelin, gayri insani ve vahşi karakteri herkesin malumudur. Dolayısıyla ucu açık ve esnek ulus kimliklerine dayalı Demokratik uluslar konfederasyonu, tarihsel ve toplumsal gerçekliklere sadece uygun olmakla kalmaz aynı zamanda ideal ifadesidir de. Konfederasyonu, bir devletler birliği olarak değil demokratik komünler birimi olarak düşünmek gerekir. Demokratik komünler, içinde yer aldıkları ulusal toplumsal birimlerin yönetimi olarak düşünülmelidir. Oluşumları, demokratik ilkelerin en iyi uygulanma ayrıcalığını taşır. Toplumun demokratik yönetiminin mükemmel örneğidir. 

 

Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği

Konfederasyonun ulusları, iktidar ve devlet gücüyle değil demokratik ilke ve uygulamalarla inşa edilir. Güce dayalı inşalar özellikle iktidar ve devlet gücüne dayalı ulus inşaları, ne kadar öyle olduğu iddia edilirse edilsin, tüm ulusal çıkarların gereği değildir; oligarşik bir zümrenin egoist çıkarları içindir. Demokrasiye dayalı ulus inşaları, gönüllü, adil ve özgürlük idealiyle sağlandığı için tüm ulusun çıkarlarına cevap verir. Demokratik ulus kavramı ve gerçeği, ulus-devlet çılgınlığına karşı geleceğin barış, adalet ve özgürlük içindeki en anlamlı toplumunu ifade eder.  Demokratik konfederasyon, hem kendinden daha büyük hem de daha küçük konfederal birliklere açıktır. Kıtasal ve dünyasal çapta Demokratik konfederalizmi teşvik eder. Sadece başka bir dünyanın mümkün olduğunu belirtmekle kalmaz, en gerçekçi, adil ve özgür dünyanın kendisi olduğunu ilan eder. Demokratik Konfederasyonlar, sadece bir devletin içinde örgütlenme ile yetinemezler. Sınırların dışında da istedikleri kadar örgütlenebilir, üst konfederal birlikler oluşturabilir ve kendi diplomasilerine sahip olabilirler. 

Demokratik ulus kuramı, her şeyden önce bu kasap tarzı kültürel bütünlüğü parçalayıp doğrama hareketinin yani ulus-devletçiliğin durdurulması ve bütünlüğün yeniden başlamasının zihniyet dünyasının kurgulanmasıdır. Demokratik ulus kuramı, Ortadoğu’nun kültürel dünyasını Demokratik uluslar birliği kavramı altında bütünleştirmeye ilkesel bir değer ve öncelik atfeder. İnşa edildiği tüm tarih çağları boyunca olanca çeşitliliği içinde bütünlük arz eden kültürel dünyamız, Kapitalist moderniteye alternatif olarak bu kavram altında bütünleştirilmek durumundadır. Son yüzyıla bakalım: Gidişat hep parçalanmaya doğru evrilmiştir. Arap kavmi, sadece yirmi iki ulus-devlete bölünmemiştir; birer proto-ulus-devletçik olarak habire birbirlerine zıt yüzlerce çelişkili zihniyete, örgütlenmeye, aşiret ve mezhebe bölünmektedir. Liberal felsefenin amacı da sömürgesel anlamda budur. Kapitalist bireyciliğin, toplumu atomize etme potansiyeli sonsuzdur. Dolayısıyla demokratik ulus kuramı, yeniden özgür ve demokratikçe bütünleşmeye giden yolda temel ilkesel bütünlüğü ifade eder. Bu kuram, ulus olmak için katı siyasi sınır anlayışı olmayan, aynı mekânlarda ve hatta kentlerde farklı ulusları çeşitli bütünlükler içinde daha üst ulusal topluluklar halinde inşa etmeyi mümkün kılan bir ulus anlayışını öngörür. Böylece birbirleriyle sınırlar yüzünden sürekli savaştırılan büyük ulusal topluluklarla daha küçük olan ulusal toplulukları, azınlıkları, aynı ulusal bütünlük içinde eşit, özgür ve demokratik kılar. Sadece bu ilkenin uygulanması bile hegemonik sistemin ‘böl-yönet’ ve ‘tavşan kaç, tazı tut’ politikalarını boşa çıkarmaya yeterlidir. Bu ilkenin muazzam barışçı, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratikleştirici değeri, sadece bu yönleriyle bile ulus-devletçi fesadın bütün savaşçı, köleleştirici, katmanlaştırıcı ve despotik faşist uygulamalarını boşa çıkarmak suretiyle üstün çözümleyici rolünü kanıtlar. Tekçi ve mutlaklaştırıcı ulus-devletçi milliyetçilik, ancak demokratik ulus zihniyetiyle durdurulabilir. demokratik ulus zihniyeti, Orta Asya’dan Hindistan’a kadar çok büyük bir çeşitlilik gösteren kültürler ve halklar için en uygun bütünleştirici çerçeveyi oluşturmaktadır. Demokratik Ulusal Birlikleri, Ortadoğu çapında geliştirmek gerekir. En uygun alternatif, Ortadoğu çapında geliştirilecek bir Demokratik Ulusal Birlik Projesidir. Ortadoğu çapında geliştirilmiş demokratik uluslar birliği, çok muhtaç olunan kalıcı barış ve güvenliği sağlar. Bunun için demokratik uluslar birliği projesi çok önemlidir. Ancak Demokratik ulus zihniyeti, tüm tarihsel kültürleri barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi içinde bir arada tutabilir. Her kültür bir yandan kendini demokratik ulusal bir grup olarak inşa ederken, öte yandan iç içe yaşadığı diğer kültürlerle daha üst düzeyde demokratik ulusal birlikler içinde yaşayabilir. Tekçi ulus anlayışı aşıldıktan sonra birbirini eritmeye ihtiyaç kalmaz. Bunun yerine kültürel bütünlükler halinde tarih boyunca yaşandığı gibi yaşanır. Ortadoğu’nun tarihsel-Toplumsal bütünlüğü de demokratik konfederalizm ve Ortadoğu demokratik ulusal birliğini gerektirir. Buna karşı ABD’nin gündemleştirmek istediği Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarı şansı pek yoktur. Zaten bu proje, ulus-devletlere dayalıdır. Benzer birçok proje, Ortadoğu’yu daha çok karışıklığa itmiştir. Son projenin yol açtığı durumlar da farklı olmamıştır. Ulus-devletçilik mantığı aşılmadıkça hiçbir proje, Ortadoğu’yu yaşadığı derin bunalımlar ve sorunlardan kurtaramaz, çatışmalar ve savaşlardan alıkoyamaz. Gerek var olan Arap Birliği gerekse İslâm Konferansı Örgütleri, aynı ulus-devlet mantığıyla sakatlanmış oldukları için, hiçbir sorunu çözümleyici rolleri olmamıştır. Mevcut zihniyet ve yapılanmalarını aşmadıkça, çözüm şansları da olamaz. Demokratik ulus modelinin dayattığı çözüm, ulus-devletlerin inkârını değil onların demokratik anayasal çözüme bağlı olmasını gerektiriyor. Batı Avrupa’da iç içe geçmiş devlet-demokrasi izdivacı, yegâne çözüm modeli değildir. Tersine, sorunları çok olan ve çözümünü erteleten bir modeldir. Ortadoğu’da denenmesi gereken model, devlet-ulusuyla demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür. Aksi halde ortaya çıkacak birlik modelleri, rolleri bakımından İslâm Konferansı ve Arap Birliği (bunlara Türki Devletler Konseyini de eklemek gerekir) gibi oluşumların ötesine geçmez. İçte demokratik anayasal sisteme bağlı ulusların (buradaki ulus kavramı ile devlet-ulusu ile demokratik Ulusun uzlaşmasından doğan üst ulus veya uluslar ulusu kastedilmektedir) kendi aralarında oluşturacakları demokratik uluslar birliği, şüphesiz büyük bir gelişme olacaktır. Sadece kalıcı barışın sağlanması değil işsizlikten tümüyle kurtulmuş yığınların komünal ekonomi ve ekolojik endüstrinin birlikteliğiyle ekonomik üretkenliği ve Kültürel Rönesans’ı yaşaması anlamına da gelecektir. Hiç kimse, mevcut bilgi ve teknoloji çağında bölgedeki işsizliği, verimsiz ekonomiyi ve umut vermeyen kültürel yaşamı bir kader olarak göremez. Böyle görenler, ideolojik körlük içinde olanlar veya sistemin ideolojik hegemonyasını yaşayanlardır. Ortadoğu ancak Demokratik Uluslar Birliği çatısı altında tarihte çok uzun sürmüş olan evrensel rolünü yeniden oynayabilir. 

Kapitalist Modernitenin ulus-devlet birimlerine dayalı birçok bölgesel birlik (Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika’daki ulus-devlet birlikleri) ve BM, kurulduklarından beri hiçbir küresel ve bölgesel soruna çözüm bulamamışlardır. Çünkü ulus-devletin bünyesel olarak yaşadığı çözümsüzlük, sorun geliştirme ve erteletme kapasitesi, bu tür bölgesel birlikler ve BM birimleri için de fazlasıyla geçerlidir. Bu başarısız örneklerin yerine, ulus-devlet birimlerini aşan birimlerle yeni birliklerin oluşturulması ertelenemez bir ihtiyaçtır. Bölgesel Demokratik Ulusal Birliklere ihtiyaç olduğu gibi mevcut BM yerine ulus-devletleri aşan demokratik ulusal birimlerden oluşan Dünya Demokratik Uluslar Birliği’ne (DUB) de şiddetle ihtiyaç vardır. İster bölgesel ister küresel düşünelim, Demokratik Uluslar Birliği’nin sadece devlet birimlerinin değil demokratik sivil toplum örgütlerinin de katıldığı bir birlik olması gerekir. Dünya barışı, savaşın kaynağı olan ulus-devletlerle sağlanamaz. Aynı zamanda krizlerin kaynağı olan modernite kurumlarıyla kalkınma da sağlanamaz. Mevcut örnekler, bu gerçeği fazlasıyla kanıtlamaktadır. Dünya barışı, demokratik uluslardan geçtiği gibi dünya halklarının çalışma hakkı ve temel ihtiyaçlarının giderilmesi de kapitalizmin çılgın kâr peşindeki Finans Tekellerinden değil, herkesin çalıştığı ve çalışmanın özgürlük sayıldığı Komünal ve Ekolojik Ekonomi ve Ekolojik Sanayileşme birliklerinden geçer. Komünal Ekonomik Birlikler Federasyonu yerel, ulusal ve bölgesel çapta Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’nin ekonomik temelini ifade eder.Sonuç olarak başta Kürtler olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Dünya Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele ve bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle yerel, bölgesel, küresel birlik ve dayanışmayla yeni bir dünya yaratmak mümkündür. 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.