Düşünce ve Kuram Dergisi

Küresel Birliğin Dayanışma Ağı, Ulus Üstü Direniş ve Mücadele

Ergin Atabey

Kapitalist modernitenin yapısal krizi devresi krizlerini daha şiddetli bir şekilde etkiledikçe 3. Dünya Savaşı’nı ortaya çıkartmıştır. Reel sosyalizmin yenilgisinden sonra tam da kapitalist modernitenin zaferi ilan edilmişken 3. Dünya Savaşı’nın 1. Körfez (1991) Savaşı’yla başlaması aslında yaşanılan kapitalist modernitenin zaferi olmadığı, bugün net bir şekilde görülmektedir. Reel sosyalizmin yenilgisiyle kapitalist modernite ideolojik, kültürel, ekonomik vb. yönleriyle birlikte askeri savaş ile de hegemonyasını sağlamlaştırmaya çalışırken son otuz yıllık süreçte bunu tam olarak başaramamıştır. 3. Dünya Savaşı’nın startını 1. Körfez Savaşı ve Ekim 1998 komplosu ile verirken hızla hegemonyasını önce Ortadoğu’dan sağlamlaştırıp küresel çapta zaferini ilan etmeyi umuyordu. Ancak Ortadoğu’nun tarihsel kültür değerlerinin direnişi ve demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayla Ekim 1998 komplosunun fiziksel esaret dışında boşa çıkarılması kapitalist modernitenin hesaplarını altüst etti. Her ne kadar kapitalist modernite güçleri BOP projesi ve 2011’den itibaren gelişen Ortadoğu halklarının isyanını kendi lehine kullanmaya çalışıp hamle yapmak istemişse de istediğini elde edememiştir. Tersine halkların direnişi sürmüş, kapitalist modernite güçleri arasındaki hegemonya mücadelesi, savaşı Suriye’den Libya’ya, Akdeniz’den Karabağ’a ve en son da Ukrayna’ya kadar geniş bir alana yayıldı ve krizi derinleşti.

Bu noktada 3. Dünya Savaşı’nın iki özelliğinden bahsetmek mümkündür. Birincisi; kapitalist modernite güçleri 3. Dünya Savaşı’nda kendi içlerinde bir hegemonya mücadelesi ve savaşı içindeler. ABD ve eksenindeki devletler ile AB arasında, AB içinde Almanya ve Fransa arasında, ABD-AB ve Rusya-Çin arasında ciddi bir hegemonya mücadelesi ve savaşı var. Bu hegemonya mücadelesi ve savaşı kapitalist modernite hegemonyası pramidi içinde kimin nerede  konumlanacağı ve ne kadar pay alacağıyla ilgilidir. İkincisi, kapitalist modernite güçleri (ABD-AB-Rusya-Çin) ve bölgesel işbirlikçileri ulus-devletler aynı cephede yer alıp devlet dışı topluma (halklar-etnik kültürel toplum, kadınlar, işçiler, gençler, dini kültürel toplum, kısacası tüm ezilenler) karşı ciddi bir mücadele ve savaş içindeler. Kapitalist modernite güçleri devlet dışı topluma karşı kendi aralarındaki hegemonya mücadelesine rağmen birleşip her türlü ezme, sömürme, baskı ve egemenliği altında tutma mücadelesini, savaşını yürütmektedirler. Böylece devlet-dışı toplumun alternatif sistemin geliştirilmesini, demokratik özyönetimlere kavuşmalarını, dolayısıyla özgürleşmelerini engellemektedir. Kuzey Doğu Suriye özyönetim sistemine karşı geliştirdikleri politika ve soykırım savaşının önünü açmaları bunun en somut örneği ve ifadesidir.Ukrayna, NATO-Rusya savaşı öteden beri eksikliği hep yaşanılan devlet-dışı toplumun ulus üstü direniş ve mücadele hattının oluşturulmasının zorunluluğunu bir kez daha açığa çıkartmıştır. Aslında devlet dışı toplum, 3. Dünya Savaşı koşullarında hem paradigmasal ve hem de sistemsel olarak böylesi bir hattın oluşturulması için önemli imkanlara sahiptir. Demokratik modernitenin demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması ve alternatif demokratik konfederalist sistemi oldukça elverişli zemin ve imkanı ortaya çıkartmıştır. Devlet-dışı  toplumun aktivist dinamiklerine düşen sorumluluk yerel, bölgesel ve küresel çapta inisiyatif olarak yeni dönemin ulus üstü birlik, direniş ve mücadele ağını oluşturmalarıdır. Böylesi bir ağ oluşturulurken en önemli husus, geçmiş enternasyonallerin içine düştükleri hata ve yanlışlara düşmemektir. Bu yönüyle geçmiş enternasyonaller ne taklit edilmelidir ne de tekrarı olunmalıdır.

 

Geçmiş Enternasyonallerden Çıkarılacak Dersler

Yeni dönemin birlik, direniş ve mücadele hattı ve ağı oluşturulurken geçmiş enternasyonallerden gerekli dersleri almak oldukça önemlidir. Her tarihsel süreç kendi özgün koşullarına göre oluşumları ortaya çıkarır. Yeni dönemin kendine özgü koşulları olmakla birlikte birlik, direniş ve mücadelenin başarısı için geçmişte girilen hatalara düşmemek başarı için gereklidir.

Her ne kadar enternasyonalizm düşüncesi Marks ve Engels’e mal edilse de bu düşünce Fransız Devrimi’yle gelişmiştir. Fransız Devrimi sürecinde enternasyonalizm düşüncesi “insanların kardeşliği” fikrine dayalı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanlığın kardeşliği fikri mutlakiyetçi monarşiye karşı olduğu kadar burjuva sınıfına karşı da tüm insanlığın birleştirilmesini esas alan bir fikirdi. Ancak söz konusu fikrin oluşuma, somut pratiğe ve eyleyişe kavuşturulamaması, slogan olarak tarihe mal olmasını sağladı.Marks ve Engels, “insanların kardeşliği” fikrini proletaryanın enternasyonalizmine çevirdi. Salt işçi sınıfının birlik ve mücadelesini esas alan proletarya enternasyonalizmin çıkış noktası şuydu: Gerek tek ülkede ve gerekse de dünya çapında burjuvazinin çıkarları karşısında işçi sınıfının çıkarı ve mücadelesine dayalı toplumsal devrim! Bu temelde, “Bütün dünya işçileri, birleşin!” sloganıyla Marksist enternasyonalizmin ideolojik ve politik hattı belirlenmiş oldu.

1.Enternasyonal (1864-76) bu ideolojik ve politik eksende oluşturuldu. Her ne kadar hem birey ve hem de yerel-ulusal düzeydeki örgütlenmelerin katılımına açık olsa da 2. Enternasyonal, yapısal olarak çıkmazları içeriyordu. Birincisi, tüm devlet dışı toplumun birlik ve mücadele oluşumu değildi. Salt işçi sınıfını esas almıştır. Bu nitelik 2. ve 3. Enternasyonallerin de esas handikapı oldu. Enternasyonalin dar, marjinal kalması, toplumsallaşamaması bu niteliğin sonucuydu. İkincisi, ideolojik hegemonyayı esas almıştır. Bunun sonucu olarak anarşistler başta olmak üzere farklı kesimler enternasyonalden tasfiye edildiler. Enternasyonal homojen bir nitelik kazanırken Marksist ideolojik hegemonya enternasyonale damgasını vurmuştur.Yukarıda dile getirdiğimiz iki temel yapısal sorun nedeniyle 1. Enternasyonalizm, Paris Komünü mücadelesi karşısında hiçbir şey yapamamıştır. Bu durum Engels’te hayal kırıklığına yol açtı. Engels hayal kırıklığını, 1. Enternasyonalizmin uluslararası işçi hareketi önünde bir köstek haline geldiği şeklinde ifade ederken yapısal sorunları görememiştir. Engels’in çıkışı, 1. Enternasyonalizmin sonunu ve 2. Enternasyonalizmin kuruluşunu ilan etmiştir. Ancak Marks ve Engels’in ideolojik-politik ve örgütsel hattından kopmamıştır. Yeni bir nitelik olarak Marks ve Engels, 2. Enternasyonal’in önüne işçi partisini koymuştur. Bu yönüyle enternasyonal devlet-iktidar eksenli bir nitelik kazanmıştır.

2.Enternasyonal’in Alman sosyal demokrasisinin sonunu getirmiştir. Her ne kadar 2. Enternasyonal Marksist ideolojik-politik hegemonyasında olduğu yönünde bir görüntü verse de esas olarak şovenizm ve revizyonizmin etkisi altındaydı. Nitekim 1. Dünya Savaşı koşullarında 2. Enternasyonalizmin önde gelen partileri ulus-devletlerinin yürüttüğü kapitalist modernite savaşına onay verdiler. Böylece 2. Enternasyonal de yapısal niteliği sonucu çöktü, dağıldı.

3.Enternasyonal (1919-43) Lenin’in Ekim Devrimi sonrası dile getirdiği, “Oportünizm etkisindeki 2. Enternasyonalizm öldü. Yaşasın 3. Enternasyonal…” sözleriyle temeli atıldı. Lenin’in oportünizm eleştirisi önemli olmakla birlikte 3. Enternasyonal ideolojik hegemonya, işçi sınıfının esas alınması ve devletçi-iktidarcı eksene oturtulan yapısal sorunları aşamadı. Bu nedenle 3. Enternasyonal (Komünist Enternasyonal ve Komintern de deniliyor.) ideolojik-politik ve örgütsel olarak Bolşeviklerin ve SSCB’nin eksenine oturdu. Lenin, 2. Enternasyonal’in hedefini, “Uluslararası bir Sovyet Cumhuriyeti kuruluş yolundadır.” biçiminde belirlerken aslında rol ve misyonunu da ortaya koymuştur. Bu yönüyle 3. Enternasyonal her şartta ve her koşul altında SSCB devletinin, yeni proletarya diktatörlüğünün çıkarları doğrultusunda işlev gördü; SSCB’nin desteklenmesini esas aldı. Her ne kadar 2. Kongrede Lenin’in kaleme aldığı, ulusal ve sömürge hareketlerin desteklenmesi kararı olsa da özünde bu yönlü politikası SSCB’nin dış politikasının bir parçası olarak uygulandı. Bunun sonucuydu ki 3. Enternasyonal’in 1946’daki dağılışı, Stalin’in Batı devletlerine, SSCB’nin dış politikası ekseninde bir jesti olarak pratikleşti.Günümüzdeki Sosyalist Enternasyonal (1950) ise bir sivil toplum kurumu kadar bile etkili değildir. Kongreden kongreye sesi çıksa da ulus üstü politik arenada esamesi bile okunmuyor. Nostaljik bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir.

 

Devlet Dışı Toplumun Dayanışma Ağı

Yeni dönem ulus üstü direniş ve mücadele hattı, enternasyonallerin tarihsel değerlerini bağrında taşımakla birlikte onları aşmak durumundadır. Bunun  için en temel çıkış noktası demokratik konfederalizm eksenli olmayı esas almasıdır.

Demokratik konfederalizm ne ulus-devlet ne de proletarya diktatörlüğüdür, devlet-iktidar dışı bir sistemdir. Bu nedenle demokratik konfederalizmi esas alan yeni dönem ulus üstü direniş ve mücadele hattı, ağı herhangi bir devletin iktidarın çıkarı, iç-dış politik çizgisi temelinde oluşturulamaz. Esas alacağı politik direniş ve mücadele hattı devlet dışı toplumun eşitliği, özgürlüğü ve demokrasisidir.

Demokratik konfederalizm, çoklu devlet dışı toplumun sistemidir. Ne salt tek bir etnik kültürel yapının, kadınların, emekçilerin ne de salt gençlerin, köylülerin ve dini kültürel toplulukların sistemidir. Bu yönüyle tekçiliği kabul etmez. Tüm devlet dışı toplum dinamiklerinin demokratik katılımına dayalı oluşturulur. Bu nedenle devlet-iktidar hegemonyacılığına da kapalıdır. Bireysel katılımdan parti, sendika, hareket, sivil toplum kuruluşlarına kadar devletçi-iktidarcı hegemonyacılığa, milliyetçiliğe, dinciliğe, cinsiyetçiliğe ve ekolojinin talanı ve yok edilmesine karşı olan herkese ve kuruma açıktır. Her dinamik devlet dışı toplumun eşitliği ve özgürlüğü temelinde, kendi özgün ideoloji-politik ve kurumsal niteliğini koruyarak ulus üstü direniş ve mücadele ağı içine yer alabilir. Farklılıklar birlik ve mücadele önünde engel değildir. Tersine, birlik ve mücadelenin gerekçesidir.

Aslında şimdiye değin devlet dışı toplumun aktivist dinamiklerin birlik ve ortak hareket etme önündeki en önemli engellerden biri, genel ve ideolojik direniş ve mücadele ağı söz konusu engeli ortadan kaldırıyor. Böylece en önemli sorun aşılmış oluyor.Yeni dönemin ulus üstü direniş ve mücadele ağı, somut ortak kurumsal oluşumları gerekli kılmaktadır. Hem işlevselliği hem de demokratik doğrudan katılımı açısından en fonksiyonel oluşum meclislerdir. Yerelden bölgesele, oradan da küresele doğru oluşturulacak olan meclisler ulus üstü direniş ve mücadelenin siyasal ağı olarak rol oynayabilir.

Söz konusu ağ için şu formülasyon esas alınabilir:

Her ülkede genel ağın siyasi iradesi olarak meclislerin belirlediği ülke kongreleri

Her ülke kongrelerin belirlediği bölgesel kongreler

Her bölgesel (Örneğin; Ortadoğu, Avrupa, Afrika vb.) kongrelerin belirlediği küresel kongre

Bu temelde üç aşamalı olarak yerelden genele doğru oluşturulacak olan meclisler ve kongreler ağ olarak politik aktivist yön ve çerçeve belirleyip rol oynayabilirler.Meclislerin doğrudan katılıma açık olması hem ortak politik yönün ve hem de önceliklerin belirlenmesinde netleştirici ve ön açıcı rol oynayacaktır.

3.Dünya Savaşı koşullarında böylesi bir ağın oluşturulmasına gereksinim vardır. Önemle belirtmek gerekir ki ulus üstü direniş ve mücadele ağın oluşturulmasında öncelikle temel sorumluluk demokratik modernite aktivistlerine düşmektir. Gerek yarım yüzyıllık bir geleneğe sahip oluşları ve gerekse de en dinamik aktivist olmaları böylesi bir sorumluluğu onlara yüklüyor. Böylece 3. Dünya Savaşı koşullarında devlet dışı toplumun alternatif hattı oluşturulmuş olup kapitalist modernitenin iki ucu olan NATO ve Rusya’dan herhangi birini desteklemek ikileminden kurtarmayacaktır. Bu aynı zamanda milliyetçiliğin ve savaşın da karşı hattı olma niteliğini taşıyacaktır. Devlet dışı toplum, kapitalist modernitenin NATO ve Rusya taraflarından birinden yana olmak zorunda değildir. Üçüncü seçenek olarak kendi özgürlük, eşitlik ve demokratik tarafını oluşturup alternatifini geliştirerek tarihsel rolünü oynayacaktır.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.