Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu Ortak Evinin İnşası

Cezmi Kartal

“Ortadoğu devrimleri kapitalist modernite kapılarına göre değil, kendi tarihsel değerlerine uygun olarak güncel ve bilimle bütünleşerek başarılı olabilir.” 
A.Öcalan

Giriş

2010 yılında başlayan ve bütün Ortadoğu’yu etkisi altına alan isyan ve başkaldırıların, 21. Yüzyılda çehresini değiştirebilecek kapasitede bir süreç olarak ele alınması yanlış olmayacaktır. Halkların kendiliğinden bir eylemi olarak ortaya çıkan bu değişim enerjisinin altında, Ortadoğu toplumunun artık mevcut statükoyu kabul etmediği, yoksulluk ve sömürüyü bir kader olarak görmediği, ulus-devlet tarzını parçalayıcı yapıların, totaliter, diktatoryal rejimlerin ve iktidarların çözüm yeteneğinin olmadığını, batı modernitenin, onun dayattığı yaşam ve kültürün bölge sosyolojisine uymadığı, dayatılan karşı İslam anlayışlarının (ılımlı ve radikal) toplumu güçsüz kıldığı gerçeğini görmek mümkündür. Birbiri ardı sıra devrilen diktatörler tüm bu sorunların temsili olarak öne çıktığından kaynaklı başkalarının hedefi de doğal olarak bunlar oldu. Ancak sorunun mahiyetinin çok daha kapsamlı olduğu kısa sürede görüldü. Bunlardan ilki kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu hesapları olurken (tarihi bağlamı içinde) ikincisi toplumun alternatifsiz olması, kendi başkaldırıları ardından kültür, politik, ekonomik ve zihni inşalarını gerçekleştirmemesi olmaktadır. İlki küresel ve bölgesel güçlerin müdahalelerini doğurup yoğun bir hegemonik rekabet mücadelesini ortaya çıkarırken ikincisi artık çözüm yeteneklerinin olmadığı görülen İhvan ve IŞİD gibi kendini İslam olarak sunan örgütlerin palazlanmasına yol açtı. Halkların çok daha farklı taleplerinin olduğu ve ortaya çıkan tabloyla uyuşmadığını söylemek mümkün. Bu noktada tartışılacak husus, isyan ve başkaldırıların ruhunu temsil eden yeni bir başkaldırı, örgütleme ve inşanın gerçekleşmesidir. Artan hegemonya mücadelesinin üstünlüğü ele geçirildiği ortadadır. Tekrardan 1. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek bir emperyal dizayn kapıdadır. Halkın aleyhine gelişmelere gebe bu savaşın ancak halkların güçlü, demokratik tutum ve birliğiyle savaşı moderniteler çelişkisine kaydırmasıyla engelleyebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu noktada Ortadoğu toplumları, kendi tarihlerinden beslenerek güncelde alternatif bir birlik kurabilir. Rojava’da inşası gerçekleşen demokratik ulusun, Ortadoğu’yla uyumlu bir sistem olduğu gerçeğine dayanarak bunun Ortadoğu ortak evi perspektifiyle geniş bir konfederal birliğe dönüştürülmesi ortak bir zorunluluktur. 

 

Ortadoğu Alternatif Sistem Arayışında Komünal Hareketler

Ortadoğu toplumu alternatif sistem arayışında komünal eşitlikçi ve demokratik değerlere yabancı bir toplum değildir. Bir Avrupa retoriği olan demokrasi, insan hakları ve eşitlik yaklaşımını ne kapitalist liberalizme ne de bölge sosyolojisine uymayan tarihsel materyalizme dayandırmaya ihtiyacı vardır. Elbette Batı’nın komün tarihinden beklenebilir ancak olduğu gibi uygulanması pratikte birçok zorluğu ve zihni engeli doğurur. Bu noktada da Ortadoğu toplumu için “Bazı tarihsel örneklerden Zerdüşt, Musa, İsa, Muhammed örnekleri son derece öğreticidir. Bu örnekler Ortadoğu toplumları için devrimler ve devrimciler için nasıl bütünlüklü, yoğun tempolu, ilkeli ve pratik olmaları gerektiği konusunda binlerce yıl öncesinden bizleri uyarmaktadır.” Keza bu dini geleneğin en devrimci ve alternatif sistem inşalarını gerçekleştiren Mazdeki, Babeki, Karmati, İsmaili, Harici ve El Muhtare komünal sosyal hareketler, tarihi referansımız olabilir. Ortadoğu evi ile demokratik ulus inşasının başarısı ve daha geniş bir mekânsal açılım kazanması bu tarihselliğin zihni ve eylemsel olarak güncellenmesiyle mümkündür. 

Devletli sınıflı uygarlığın doğuşundan günümüze dek Ortadoğu’da güçlü tarihsel bir direniş ve alternatif model arayışının olduğunu dile getirmek yanlış olmayacaktır. Tamamen anti uygarlıkçı karaktere sahip kabileler bu direnişin ilk halkasını oluşturur. Uygarlığın hemen doğuşunda Zagroslardaki komünal kabilelerin oluşturduğu konfederal birlik bunun en somut örneği olmaktadır. Aşağı Mezopotamya’da sömürü üzerine kurulu devletlerin kralları kendilerini tanrı ilan edip askeri ve ekonomik tekel ile toplumu baskı altına alırken, yukarı Mezopotamya’nın eşitlikçi kabileleri farklı kesimleri de içine alarak daha demokratik bir yaşam kurdular. İonzi (Yanzi) denilen bu kabile demokrasisinde her kabile kendi özerk varoluşunu gerçekleştirirken dönemsel olarak genel konfederal birliğin yönetimini de üstleniyorlardı. Akad yayılmacılığının karşısına böylesi birlik ile çıkan Gutti kabile konfederasyonu MÖ 2000’lerde ‘Ur hanedanlığını yıkarak 3. Ur dönemi olarak anılan Gudea hanedanlık sürecini başlattılar. Merkezi uygarlık alanlarında başlangıçta komünal bir sistem inşa eden bu kabileler devleti aşan bir modernite inşasını gerçekleştiremediklerinden dolayı dağılmak zorunda kaldı. Ancak sahip olunan komünal eşitlikçi değerler ve bu noktada uygarlıklı güçlerle var olan çelişki uzun binyıllar devam etti. Akadlardan Babillere, Asurlara kadar bütün merkezi uygarlık güçlerinin yıkılıp dağılmasında komünal kabilelerin rolü belirleyicidir. Merkezi uygarlık alanlarında iç içe geçen devlet ve demokratik toplum yapıları yeni bir çıkış ve alternatifi zorunlu kıldığından kaynaklı Zerdüşti ve tevhidi dinlerde karşılık bulan, temelinde kabile geleneğinin olduğu dini çıkışlar, direniş ve alternatif arayışının ikinci halkasını oluştururlar. Kabilelerden dini hareketlere kayan direniş çevrimlerinin birçok sebebini saymak mümkündür. Her şeyden önce gelişen maddi uygarlık yeni bir zihni çıkışı dayatıyordu. Merkezi uygarlık kültürünün toplumun ahlaki-politik yapısını aşındırması, baskı ve sömürü düzeyinin artması, kabile geleneğinin mevcut yapısıyla kendisini sistemleştirememesi diğer önemli sebepler olarak belirtilebilir.Zerdüşt’ten İbrahim’e, Musa’dan İsa ve Muhammed’e dinler çağı her ne kadar güçlü bir alternatif yaratmayıp demokratik uygarlığı başat sistem olarak inşa edemeseler de toplumun savunulmasında, ahlaki değerlerin büyütülmesinde önemli bir rol oynadığı inkar edilemez. Fiziki ve manevi direnişleriyle uygarlığı geriletmiş, merkezi iktidar güçleri yıkmıştır. Dinler özünde kabile geleneğinin uygarlık içi alanlarından yeniden düzenlenmesiydi. Buna en somut örnek Zerdüşti harekettir. 

Doğayla uyumlu bir yaşam, kadın erkek eşitliğinin, iyi güzel ve doğru olanın yüceltilmesi üzerinden toplumsal ahlaka dönük güçlü vurguların temsili olan Zerdüşti hareket, Asur zulmü altında bulunan Med kabilelerinin zihni aydınlanmasını sağlayıp yaşamını yeniden kurgulayarak sistemleşmesini sağladı. Med aşiret konfederasyonu Kawa efsanesinde karşılığını bulan devrimle Asurları yenilgiye uğrattı ve Akamenid gibi farklı kabile ve etnisiteleri de içine alarak ortak bir yaşam inşa ettiler. Hikmetler çağı olarak adlandırılan dönemin ahlaki çıkışı bugünün Ortadoğu toplumu için de en temel referans olmaktadır. İbrahim’i çıkışta da benzer bir karakter görmek mümkündür. Kendini tanrı ilan edip bütün sömürü sisteminin ve egemen sınıfın çıkarlarını temsil eden Nemrud’a karşı insanın olmayacağını dillendirmek büyük bir zihni devrim olmaktadır. “Özellikle toplumsal doğa söz konusu olduğunda Allah adına eylem kesinlikle toplumsal mücadele demektedir.” İbrahim’in Nemrud’a karşı başkaldırısını da bu noktada anlamak mümkün. Günümüz ulus-devlet tanrısına onun modern versiyonlarına karşı İbrahim’i duruşu yeniden sergilemek önemlidir. İbrahim’in Allah’ı metafizik ilkelere bağlaması bir yandan iktidarların meşruiyetinin altını oyarken öbür yandan tevhidi Allah inancıyla yeryüzündeki tüm insanlığın eşitliğinin zihni temellerini de atıyordu. Maddi uygarlık güçlerinin gerilemesi, toplumun ahlaki olarak kendini sürdürebilir duruma getirmesi dinsel direnişle mümkün olmuştur. Ancak uygarlığı aşma kabiliyetini gösteremediği ve bir şekilde iktidarlara eklemlendiği için dinsel hareketlerin demokratik, eşitlikçi ahlaki yönü esas alan sosyal komünal hareketler direnç ve alternatif hareket arayışında üçüncü bir halka olarak tarih sahnesine çıktılar. 

Sosyal komünal hareketler toplumcu gelenekten beslenen, dini çıkışların komünal demokratik özünü esas alan devrimci hareketlerdir. Dinlerin devrimci yorumu bu çıkışları hedeflerine iktidarları alıp alternatif bir sistem inşasına girişmişlerdir. 

MS 400’lerde Sasani hanedanlığına karşı çıkışını gerçekleştiren Mazdeki harekete bu sosyal, komünal hareketlerin en belirgin temsilcilerinden biri olmaktadır. Zerdüşti, Manici düşünceyi somut uygulayabilir bir paradigmaya kavuşturan Mazdek İran coğrafyasında geniş bir taraftar kitlesi kazandığı Sasanilere savaşın içine girdi. Toplumcu değerleri kurmak istediği komünal düzenle yüceltmek isteyen Mazdeki çıkışı, isyan ettiği ve ele geçirdiği tüm bölgelerde yeni bir toplumsal yaşam inşa etmiştir. Her anlamda ortaklığa dayanan Mazdeki paradigmanın merkezinde, “Mal ve servetlerin paylaşılması, kadın erkek arasındaki eşitlik ve insanlar üzerinde iktidar ve tahakküm kurulamayacağı” düşüncesi yer almaktadır. Zerdüşt’ün iyi ve kötü düalizmini alan Mazdekizm, iyi-kötü savaşını olduğu gibi toplumsal çelişkilere uyarlamıştır. Kötü sınıflı yapıyı, özel mülkiyeti temsil ederken, iyi toplumun komünal eşitlikçi değerlerini temsil eden, ortaklaşmacı bir yaşam idealine sahip olan ahlaki-politik bir toplum terimi olmaktadır. Mazdek’in katledilmesi sonrası aynı direniş geleneği Hürremi ve Babeki hareketle varlığını devam ettirir. Mazdeki’nin eşi Hürrem bin Kade’nin öncülüğünü yaptığı hareket İran coğrafyasında başka isimler altında yayıldı. Başta Alevilik ve Horasan coğrafyasının komünal toplum yaşamı olmak üzere eşitlikçi geleneğin bin yıllarca sürmesine, demokratik uygarlık değerlerinin yaşatılmasına çok güçlü katkılarda bulundu. Karşıt İslam anlayışının iyice hâkim olduğu 800’lü Abbasiler devrinde Babek ile bu direniş geleneği daha da kök saldı. Mazdeki düşünceyi bir program haline getiren Babek hareketi merkezine özgürlük düşüncesini koyup kurtarılmış alanlar oluşturmaya çalışır. Katledildiğinde sarf ettiği şu sözler hareketin karakterini en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. “Ey zavallılar siz hiçbir zaman özgürlük yangısının ne demek olduğunu anlayamayacaksınız. O yangı ki yüreği yakıp küle çeviriyor. Özgürlük o ister tatlı ister acı olsun yalnız oydu benim vecdegâhım.” Erdebil ve Zencan gibi alanlarda hâkimiyet kuran Babekilerin yanı sıra farklı Mazdeki hareketler de İsfahan gibi yerlerde isyana kalkmış ve Babek’le birleşmeye çalışmışlardır. Yıllarca süren savaşın ardından Babekilerin merkezi konumunda bulunan Bezz kentinin düşüşüyle hareket dağılır. Benzer komünal sosyal hareketlerin varlığı İslam sonrası dönemde de gelişme kaydetmiştir. İslam’ın eşitlikçi yanlarını esas alan bu hareketler, onu toplumsal, kültürel ve eşitlikçi komünal ekonomi kurumlaşmalarla aşmıştır. Aynı dönemde çıkış yapan Karmati ve Zenc hareketleri tüm bu sosyal, komünal hareketleri anlamamız için somut örnekler olmaktadır. Birbiriyle ilişki halinde bulunan belli bir program birliği olsa da güçlerini birleştirmeyen bu iki hareket karşıt İslam’a büyük darbeler vurmuşlardır. Kuran’ın “kölelere özgürlük ayetini kendine bayrak edinen Zenc hareketi, 14 yıl süren El-Muhtara (özgürlük kenti) deneyimini yaşamış, Abbasi saldırılarıyla yüz binlerce köle katledilmiş kentte hiçbir iz kalmamacasına yıkılmıştır. 

Osmanlı dönemiyle birlikte Arap kabilelerinin Ortadoğu’nun en zengin tarım arazilerine el koyup büyük çiftlikler kurması sonrası, çiftliklerde çalıştırılmak üzere Afrika’dan binlerce insan köleleştirilip bu alanlara getirildi. Kapitalizmin Amerika kıtasında şeker plantasyonlarında çalıştırmak üzere Afrika’dan götürdüğü kölelerin sayısını katbekat aşan bu köleleştirme hareketi, Ali bin Muhammed öncülüğüyle güçlü bir isyanla karşılık buldu. Oldukça zor koşullarda çalıştırılan, açlıkla, salgın hastalıklara kırılan köleler, Ali bin Muhammed’in özgürlük çağrılarına kulak verip hareketin saflarına katıldı.Birçok çiftlikte isyana kalkan, çiftlikleri ele geçirilip komünal bir yaşam kuran köleler, El-Muhtara kentini kurarlar. Medine dönemi Akabe kardeşlik anlaşması kendilerine örnek alan kentte kimsenin kimseden üstün olmadığı bir eşitlikçi yönetim anlayışını oturttukları gibi özel mülkiyeti tümden ortadan kaldıracak, bütün malların ortaklaşa kullanıldığı bir ekonomik düzen inşa ettiler. Savunmadan yönetime üretim ve dağıtıma kadar demokratik bir sistem kuran Zencler, 14 yıl süren bir komünal topluluğunun güncelde örnek alınabilecek bir deneyimi açığa çıkardılar. 883 yılında Abbasiler yıkılan kentin ardından büyük bir miras bıraktı. Karmatilerin aynı dönemde kurdukları ve El Muhtara ile benzer özellikler taşıyan komün kentleri olan Darül Hicreler de Ortadoğu komünal yaşamında önemli bir deneyimdir. Karmati düşünce yapısını hareketin önderlerinden olan Hasan bin Main’in şu sözlerinde açıkça görmek mümkündür, “Gün geldiğinde beklenen Mehdi Zuhur ettiğinde aslan ve boğa aynı havuzdan su içecek, çoban koyunlarını kurtlara teslim edip gidecek, kötülüğün yerini iyilik alacak, sapıklıklar sona erecek, sahibine hakkı verilecek ve her insan doğduğu günkü gibi eşit ve özgür olacak.” Karmatiler ele geçirdiği tüm alanlarda kendi komünal ekonomik düzenlerini kurdular. Dar-ül Hicre olarak anılan komünal düzen, özel mülkiyetin olmadığı toplulukta üretilen bütün malların eşitçe dağıtıldığı ve Beytülmal denilen merkezi bir hazine ile herkesin yararlandığı bir fon oluşturulmuştur. Kendi paralarını bastırdıkları gibi ticaret ağlarını da genişletmişlerdi. Yemen’den Mağrip ülkelerine, İran’a kadar yaygınlık kazan bu sistem yaklaşık 200 yıl boyunca komünal yaşamlarını sürdürüp demokratik uygarlığın en güçlü temsilcilerinden birini yarattılar. 

Elbette sosyal komünal hareketleri bunlarla sınırlamayınız. Ebu Müslim Horasani’den İsmail’i öğretisine, Hallacı Mansur’dan Hasan Sabbah’a, Şeyh Bedrettin’e kadar onlarca çıkışa rastlamak mümkün. Ortadoğu toplumu yaşamın en saf halini ortaya koyan bu hareketleri bir zihniyet, kültür olayı olarak ele alıp daha geniş toplum kesimlerinin yaşam tarzı olarak ele almak daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Sonuçta bu sosyal hareketler toplumdaki demokratik komünal damarı esas alıp çıkışlarını gerçekleştirmiş ve toplumun bu ahlaki politik yapısını beslemiştir. Bir hareket olarak çıkış yapmayan yüzlerce komünal demokratik topluluktan söz etmek, Ortadoğu’da bu topluluklara rastlamak mümkün. Ehli Hak’tan Alevilere değin yüzlerce cemaat, topluluk bu geleneğin yaşamsal ve kültürel taşıyıcısı ve hafızasıdır. Günümüz Ortadoğu direnişçiliği ve alternatif model, birlik arayışları için bir referans ve eğitim alanı olarak bu tarih, toplumun yaşamında yeni olan, sosyolojisini ifade eden bir tarihtir. İster zihniyet boyutuyla ister kültürel kurumlaşma boyutuyla yaşanabilir, uygulanabilir modern güncellemeleri yapabilir bir fenomendir. Ortadoğu toplumu açısından komünalite, eşitlik ve demokrasiyi, ahlak zihniyet ve kutsallıklara dayanan inanç ve maneviyatın bir yansıması ve gerçekleşmesi olarak ele almak gerekmektedir. Güncel arayışları salt ekonomik belirlenimciliğin donuk maddi komünalite ve ortakçılığına indirgememek ya da böyle ele almamak önemlidir. En bariz biçimiyle ifade edecek olursak, komünalite maddi çıkarların ortaya çıkardığı bir durum gibi gözükse de özünde iyi, güzel ve doğru olana duyulan inanç ve kutsallık metafiziğine dayanır. Alternatif arayışlar söz konusu Ortadoğu olunca İbrahim’i duruşta olduğu gibi zihniyette başlamalı ve yaşama yön vermelidir. Bunun güncel tartışmasını önemli bir deneyim olarak ortaya çıkan özgürlük hareketi, onun paradigması ve inşası üzerinden somutlaştırabiliriz. 

 

Demokratik Ulus ve Toplumsal Sözleşme

Ortadoğu toplumunun yüzyılı aşkın bir süredir emperyalist boyunduruk altında her türlü sömürgeye maruz kaldığını, kapitalist modernitenin ulus-devlet, milliyetçilik, dincilik liberalizm gibi kültürel dejenerasyonlarına uğratıldığı düşündüğümüzde inşa ve birlik forumu, bu tarihsel deneyimlerin modernleştirilmesiyle başarılı olabilir. Kutsallık ve gelenek gibi yaşama yön veren olgular üzerinden birlik formunu tartışmak daha gerçekçi ve doğru olandır. Son on, on iki yılın toplumsal hareketliliğini gözlemlediğimiz de Ortadoğu toplumunun hiç olmadığı kadar müşterek bir toplum inşa ve kurumlaşma yakın olduğunu göreceğiz. Ancak kontrolün küresel ve bölgesel güçlere bırakacak denli de örgütsüz. Hem bu örgütlülüğü sağlayacak hem de ortak yaşamı Ortadoğu ortak evi olarak kuracak bir demokratik uluslaşma toplumsal sözleşme birlik arayışına yanıt olabilir. 

Ortadoğu’da yaşamın yeniden inşasını tartıştığımızda batı tarihi, felsefesi onun tarihsel materyalizmi ya da idealizmini sorgulamak önemlidir. Avrupa’nın özgün koşullarında gelişim kateden ve yaşamı üreten bu yaklaşımlara bel bağlamamak ya da olduğu biçimiyle uygulamaya dökmemek önemlidir. Kapitalist modernite sistemini bir şekilde belirleyen Hegel devletçi idealizmi ile Marx ekonomik belirlenimciliği Ortadoğu toplumunun gelişim diyalektiğini açıklamamaktadır. Hegel’in tanrının yeryüzündeki hali olarak sunduğu ulus-devleti reddetmek gerekir. Burjuvazinin din ve tanrının yerine ikame ettiği bu aşkın birliğin bir tapınak unsuru ve yaşamı ona göre belirleyeceği bir varlık olamayacağı ortadadır. Tanrıyı yere indirip biricikliğini ve tekliğini millet, devlet, bayrak, pazarda temsile kavuşturan burjuvazi Nietzsche’nin deyimiyle kendi putunu yarattı. Bu putun tanrı temsilini Nemrut ve Firavun panteonunda özde hiçbir farkının olmadığını ve sorunların kaynağı olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Ulus-devlet iktidarı ta başından beri burjuvazinin ekonomik çıkarlarını güvenceye alınması amacıyla kurulduğu ortadadır. 

Zaferini de tanrıya olan kulluğu yerine bir gösteri nesnesi haline dönüştürdüğü vatandaş bireyi yaratarak ve önüne hukuk kurallarına belirlenmiş görevler koyarak kendine bağladı. Toplumsal ahlak ve kültürden kopan bireyin kendi hayatı üzerinde hiçbir söz hakkına sahip olamayacağı ve eşit, özgür komünal toplumun idealini kendinde gerçekleştiremeyeceği ortadadır. Aşırı rasyonel araçsal kılınmış birey ve toplum maneviyat ve büyüsellikten uzaklaştığı oranda kendi ahlaki politik doğasına da yabancılaşır. Hakikati dile getirdiğini iddia eden liberal ve reel sosyalist söylemlerin çözüm yeteneği olmadığı fazlasıyla görüldü. Ulus-devletin doğurduğu faşist rejimler, büyük savaşlar, soykırım ve sömürü gerçeği 20. Yüzyıla damgasını vururken reel sosyalist, ulusal kurtuluşu ve sosyal demokrat hareketler de bırakalım çözüm olmayı liberalizmin sol mezhebi, onu tamamlayanı olmanın ötesine geçemediler. Ortadoğu’daki bütün sorunların kapitalist modernitenin söylem ve eylemelerinin bir yansıması olduğu açıktır. Ancak yüzyıllık müdahalede gelinen nokta derin bir krizden başka bir şey değildir. Kendini üretme sorunu yapmakta, ulus-devlet işlememektedir. Büyük bir coğrafyaya yayılmış isyanlarla artık rahatlıkla dile getirilebilir ki, Ortadoğu toplumu bir yol ayrımındadır. Ortadoğu ortak evi olarak ifade edilebilecek bölgesel birlik modeli, bu yol ayrımını derinleştiren ve yeni alternatif bir paradigmayla halkların yaşamını yeniden örgütlediği bir sürece çoktan girmiş bulunuyoruz. Demokratik ulus ve toplumsal sözleşmeci birlik modeli Ortadoğu gibi çok etnikli, inançlı toplumlar için doğru bir alternatiftir. Demokratik ulus, devletçi ulus modellerinin tekçi yapısını aşarak toplumu demokrasi, ahlak ve politika üzerine kurulan birlikte bir varoluş sürecine götürü. Tüm farklılıkların iç içe yaşamı ürettiği, zenginleştirdiği demokratik ulusun temel ilkelerini ortak zihniyet ve bu zihniyete göre kültürel kamulaşma olarak ortaya koymak mümkün. “Ulus inşa modellerinin geniş yelpazeli tanımları olsa da hepsini birleştiren genel bir tanımı da mümkündür. O da ulusun zihniyet bilinç ve inançla ilgili tanımıdır. 

Bu durumda ulus ortak zihniyet dünyasını paylaşan insanlar topluluğudur.” Demokratik ulus bu kolektif bilinç ve zihniyet yaşamı ahlaki politik inşası noktasında ekonomiden yönetime, siyasetten savunmaya dek pratikleştirir. Demokratik ulus inanç, düşünce, etnik kökene bakılmaksızın ilkeler bütününü ifade eden zihniyete sahip herkesi kendi sistemine dahil eder. Bu noktada ortak zihniyetten ne kastedildiği de önemli olmaktadır. Belki de açık uçlu, katılımı esas alan sözleşmeci müşterek toplum inşası öncelikle bu noktanın netleştirilmesi üzerinden ilerlemelidir. Toplumun doğal yapısı ve birleştirici kolektif duruşunu ifade eden ahlak ve politika temel ilkeleridir. Antropoloji verilerinin de işaret ettiği gibi toplumun doğal hali devlet ve iktidara dayanmayan bir ahlak ve politikayı yaşamında hakim kıldığıdır. Ahlak, tüm insan eylem ve davranışlarını doğruya yönlendiren ilkeleri tanımlar. En dar anlamda insan olmanın, belli bir anlamı sezmenin, iyi, doğru ve güzel olanın farkına varmadır. Doğa ve toplumsal yaşamda ret ve kabul ölçülerinin birlik üzerinden gerçekleşmesidir. Ahlaki olan bireysel ve toplumsaldır. Bu anlamda kendi dışındaki varlık alemi üzerinde tahakkümü değil uyumu esas alır. Daha çok yaşamın üretilmesi olarak politika da topluluk olmanın temel şartıdır. Kendi yaşamını bilinçli eylem ve davranışla yeniden yeniden kurmaktır. Ahlaki ve politik temel üzerinden yaşamı ve toplumsal birlik arayışını anlamlandırmaya çalıştığımızda karşımıza demokrasi, ekoloji ve kadın özgürlükçü bir zihniyet dünyası çıkmaktadır. Özellikle Ortadoğu da toplumun bu zihniyete yabancı olmadığını görüyoruz. Bunu tarihsel direnişlerden Muhammedi demokratik İslam’da, dinlerin ve inançların özünde görmek mümkündür. Bu ilkeler üzerinde kurulacak birliğin güçlü bir zemini de vardır. İnanç, gelenek ve kutsallık üzerinden bin yılların yarımı olan ortak bir zihniyet dünyasını paylaşan Ortadoğu halklarının iktidar, devlet hatta moderniteyi aşmalarının, sorunları çözmenin, özgür ve eşit bir Ortadoğu yaratmalarının önünde engel yoktur. Yeni alternatif paradigmalar kapitalist modernitenin kriz yaşadığı, savaştığı ve demokratik modernite güçlerinin de direndiği Ortadoğu coğrafyasında başarıya ulaşacaktır. Kapitalist moderniteye karşı alternatif çoğulcu birlik modeli Kürtlerden Araplara, Farslardan Asurilere, Durzilere Müslümanlardan Yahudilere, Süryanilerden Alevilere ve diğer onlarca farklılıkları içine alabilir, birlikte bir demokratik ulus olabilir. Bu noktada toplumsal sözleşmeyi birliğin ruhunu bedenleyeceği bir alan olarak görmek ve değerlendirmek mümkündür. Ortadoğu ortak evi toplumsal sözleşmeye dayanan bir birliktir. Hukuk çoğunlukla devlet çıkarlarının toplum karşısındaki savunusu iken, sözleşme yapısı gereği demokratik olduğu ve bu yönlü bir katılımı mümkün kıldığından dolayı devlet karşısında toplumu korumanın ve ahlaki politik var oluşumunun gerektirmesinin birlik formudur. Sözleşme bireye dek inen ortaklaşmacı bir özyönetim inşasıdır. Sözleşmenin temel anlayışını, mantığını ortaya koymak önemlidir. Toplumu bir arada tutan temel ahlak ve politika olduğunu belirtmiştik. Yazılı olmayan bu kurallar bütününü toplumun doğal halinin sözleşmeci tutumu olarak ortaya koymak yanlış olmayacaktır. Demokratik ulusa dayalı toplumsal sözleşme doğa durumundan toplum olmaya geçiş değildir. Toplumsal sözleşme toplumun doğal yapısını bozan devlet ve iktidarı aşarak, demokratik toplum olarak ifade ettiğimiz üçüncü doğanın insanıdır. Toplumun doğal halini savaşçı bir karakter olarak ele alan Hobbes, insan doğasının bireyci olduğunu ve bu temeldeki çıkar çatışmasının herkesin herkesle yürüttüğü bir savaş durumunu açığa çıkardığını söyler. İnsanın felaketi olacak bu değerden çıkıp toplum olmanın şartını insanların onlar adına karar verecek bir sözleşme düşüncesine bağlar. Buna karşı doğal durumun barışçıl özellik taşıdığını belirten Locke, insanın özünde savaşçı bir yapıya sahip olmadığını ihtiyaçlarını karşılama noktasında belli bir bağımlılık ilişkisine dayandığını ve çıkarlarının ancak bu yolla gerçekleştirebileceğini söyler. Hobbes’in aksine Locke, sözleşmeyi sivil topluma dayanan hukuk normları üzerinden ifade eder. İnsan doğasının iyi ve özgün olduğunu belirten Raussean ise insanın doğa durumunda mutlu olduğunu ancak kendini ihtiyaçlar ve içgüdüler üzerinden açığa vuran zorunluluk ve özgürlüğün insanları doğal durumdan çıkararak toplum haline getirdiğini belirtir. 

İnsanın doğal durumunun ahlak ve politikaya dayalı bir toplum olduğu dile getirmesi yanlış olmayacaktır. İnsanlık tarihi toplum tarihiyle eşgüdüm bir gelişme ve ilerlemeye sahiptir. Ortadoğu’da verimli hilalde gelişim topluluk yaşamının özgür, eşit doğayla uyumlu olduğunu arkeolojik veriler ortaya koymaktadır. Dolayısıyla sözleşme toplumu toplum olmaktan çıkaran onu ahlak ve politikasız bırakan devletli, sınıflı uygarlığa karşı yeniden tarihsel köklerini referans olarak yeni bir toplumsallaşma sürecidir. Sözleşme toplumun devlet olmayan yöneliminin yeniden örgütlenmesi, güncellenmesi, doğru ilkeler etrafında ortaklaştırılmasıdır. Ahlak ve politika toplumun doğal, yazılı olmayan sözleşmeleridir. Ancak beş bin yıllık merkezi uygarlık saldırılarını göz önüne getirdiğimizde yeni toplumsallaşma süreci, özellikle Ortadoğu açısından bunu aşacak yeni bir modernite inşasıyla gerçekleştirebilir. Demokratik ulusa dayalı toplumsal sözleşme, toplumun yerel ve evrensel karakterinin en özgür biçimde ifadeye kavuşacağı bir alan olarak görmek gerekir. Bunun nasıl uygulanacağı halkların baharı süreciyle başarılı bir devrim sonucu gerçekleştirilen Rojava toplumsal inşası üzerinden somutlaştırabiliriz. 

 

Rojava Toplumsal İnşası

Geride bıraktığımız on-on iki yıllık halkların başkaldırısı sürecinde devrimler çoğunlukla yolundan saptı. Daha doğru bir ifadeyle doğru yolu bulma ve kendi kaderini belirleme noktasında örgütlü bir yapısı olmadığı için bu sonuç ortaya çıktı. Sadece Rojava Devrimi başkaldırıyı takip eden, hegemonik rekabet savaşı koşullarında ayakta kalabildi, kendini koruyup geliştirebildi, toplumsal inşasını gerçekleştirebildi. Rojava toplumsal yapısı hem yukarıda belirttiğimiz birlik formülü hem de yaşamın üretilmesi noktasındaki kurumsallaşmasıyla Ortadoğu ortak evi için somut bir örnek teşkil ettiği ortadadır. Rojava, bölgenin kaderini belirlemek isteyen bölgesel ve küresel hegemonik güçlerin karşısında halkların özgürlük özlemine alternatif somut bir sisteme kavuşmasıdır. Bu noktada yapılacak şey Rojava’nın kendi genişliğine ve derinliğine yayması, Ortadoğu konfederal birliği için gerçek bir zeminin atılması için elzemdir. Geride bıraktığı süreçte konfederalizmin, demokratik ulusun, halkların birlikte yaşamını ifade eden toplumsal sözleşmenin yeterli bir deneyim ve eğitim imkânı yakaladığını söylemek mümkün.Bu noktada kısaca da olsa Rojava’nın önemini kavramak, yarattığı tecrübeyi anlamak için önemli gördüğümüz bazı hususları dile getirebiliriz. Rojava’nın en öne çıkan en temel özelliği, özerklik ve birlik formunu farklı toplumsal kesimlerin olduğu bir coğrafyada başarıyla uygulanmasıdır. 

Özerklik ve birlik yaklaşımının somut uygulamada katılımcı bir demokrasiyle inşası demokratik ulus üzerinden belirttiğimiz ortak zihniyet dünyasının yaratılması açısından da önemlidir ve kayda değer ilerlemeler sağladığı herkesin bilgisi dahilindedir. Konfederal birlik, ortak ev Kuzeydoğu Suriye Demokratik Federasyonu olurken, her farklılığın kendi yaşamını örgütlediği kantonlardan, kent meclislerine, oradan mahalle kent komünlerine kadar inen bir özyönetim ve özerklik pratiği hakim. Kürtlerden Araplara, Türkmenlerden Ermenilere, Asurilere kadar her etnik grup ve inanç ya da aşiret gibi sosyal gruplar parti gibi ideolojik, siyasi gruplar kendi örgütlenme, özyönetimlerini gerçekleştirme imkân ve olanaklarına sahiptir. Ayrıca kadınlarda ayrı yönetim örgütlenme haklarına sahiptir. Tüm bunlar sözleşmede açıkça ifadeye kavuşturulmuş ve uygulamada başarı kazanan hususlardır. Örneğin sözleşme, Cizire Kantonunun, orada yaşayan bütün kesimleri tanıyarak sözleşmede haklarına yer vererek ortak kanton ilan ediyor. Sadece savunma alanındaki kurumlaşmaya göz attığımızda sözleşmeci birlik modelinin nasıl hayat bulduğunu açıkça göreceğiz. Araplar Senadit güçleriyle kendi ayrı öz savunma birliklerini, Asuriler Sutoro güçleriyle kadınlar Yekîneyên Parastina Jin olarak özgün savunmalarını gerçekleştiriyorlar. Ancak hepsi gelen konfederasyon savunması birliği altında birleşirler, tüm Rojava toplumunun ortak savunma sorumluluğunu üstlenirler. Aynı anlayış komün, kooperatif, meclis, yönetim, diplomasi, siyaset olanaklarında da geçerlidir. 

Farklılıkların bir sözleşmeyle tanındığı ortak bir anlayışın hakim kılındığı, toplumsal inşalarda Rojava’da da görüldüğü gibi toplumsal farklılıklar çelişki ve çatışmanın zemini değil, daha güçlü toplumsal ilişkilerin üretildiği alanlardır. Yüzyıldır Ortadoğu coğrafyası bitmez tükenmez savaşların mekânı olmuşsa ve bu durum 3. Dünya Savaşı’yla hâlâ devam ediyorsa bunun en temel sebebi, Ortadoğu cetvelle çizilmiş sınırlara bölen ulus-devlet tekçiliği, milliyetçiliğini dayatan kapitalist modernite güçleri ve onların yerel işbirlikçi destekçileridir. Özünde Ortadoğu toplumu ahlaki ve politiktir. Dolayısıyla yeni bir toplum inşa etmekten çok aslında temel mesele bu iktidar ve devletlerin toplum üzerindeki baskı gücünü kıracak, ortadan kaldıracak toplumsal örgütleme ve inşayı sağlamaktır. Rojava’da bu noktada önem kazanır. Rojava iktidarın parçalandığı, toplum üzerindeki etkinliğini kaybederek dağıldığı ve özgürlüğün inşa olarak arttığı bir deneyimdir.

 

Sonuç

Şu an içinde bulunduğumuz 3. Dünya Savaşı’nın en belirgin karakteri uzun süreye yayılmış bir savaş olmasıdır. Küresel kapitalizmin yapısal krizine eşlik bu savaşlar sistemi ömrünü uzatmak istemektedir. Bu seçenek imkân dahilinde olduğu gibi tersi yani yeni modernitenin çıkışı sistemleşme olanağı da her zamankinden fazladır. Ancak bunu sistemin kendiliğinden çözülüşüyle gerçekleşecek bir şey olarak ele almak yanlış olacaktır. Sistemin iç krizlerinden medet ummak yerine tüm demokratik modernite güçlerinin bu çöküş sürecinde kendilerini örgütlemeleri, alternatif modellerini inşa etmeleri sistemin sonunu belirleyecek esas eylem olacaktır. Bu dünya savaşı diğer dünya savaşlarının aksine demokratik modernite güçlerine daha fazla çıkış şansı tanımaktadır. Savaşın merkez üssü olan ve kapitalizm ile kültürel, zihniyet ve yaşam biçimi olarak hemhal Ortadoğu dünya ve insanlık açısından tarihi bir misyonu oynamanın eşiğindedir. Demokratik ulus ve toplumsal birlik modeli bu alternatif çıkış için en uygun zemindir.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.