Düşünce ve Kuram Dergisi

Özgür Politika ve Hakikat Ortadoğu’da Batı Uyuşmazlığı ve Demokratİk Modernite 

Düzgün Kaya

 

Ortadoğu, insanlığın manevi ve maddi değerlerinin yaratım mekânıdır.

 

Ortadoğu’nun günümüzde yaşadığı şiddet ve savaş sarmalına dayalı kaos, tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle örtüşmeyen bir durumdur. Her gün silahların konuştuğu, bombaların patladığı ve çocuk, genç, kadın, yaşlı demeden onlarca insanın öldüğü, kadınların kaçırılıp tecavüz edildiği, insanların başının kesildiği, insanların yakıldığı Ortadoğu, kendi tarihsel-toplumsal gerçekliğine yabancılaşmış bir Ortadoğu’dur. Bu yaşanılanlardan sadece Ortadoğu’yu sorumlu tutmak soruna bütünlüklü bakmamak anlamına gelir. Oysa gerçek bütündür. Hakikat var olan bütünsel gerçekliğe doğru bakabilmektir. Doğru bakabilme gücünü gösterdiğimiz ölçüde Ortadoğu’da yaşanan sorunları yetkin tanımlayabilir ve çözüm yollarını ortaya çıkarabiliriz. Bunun için de Oryantalist bakış açılarının ve kapitalist modernitenin zihniyet kalıplarının dışına çıkmak gerekir. 

Derinleşmiş ve genelleşmiş bir kölelik sistemi olan kapitalist modernite günümüz dünyasında tüm toplumu köleleştirmek istemektedir. Bunun için de kapitalist modernitenin üç sacayağı olan (kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm) unsurları geliştirmektedir. İnsanın, toplumun ve doğanın iflası anlamına gelen bu unsurlar çağımızın yaşadığı temel sorunların kaynağıdır. İnsanı, toplumu ve doğayı mülkleştirerek, birbirine yabancılaştıran bu anlayışlar pozitivizmin sosyal bilimler üzerinde yarattığı tahribatlarla bağlantılıdır. Zihniyet anlamında yaşanan parçalılık, özne-nesne anlayışı kadını-erkeği, insanı-doğayı, Doğu’yu-Batı’yı vb. birbirinden ayırmış ve birbirine düşman haline getirerek savaştırmıştır. Hem kendi içinde hem de dışa karşı bu anlayışı geliştirmiştir. Bu zihniyetten çıkarı olan, kapitalist modernite ve onun azami kâr anlayışına dayalı gözü doymaz ceberrutluğudur. Bu ceberrutluk dünyayı işgal ve istila etmesini beraberinde getirirken ağırlıklı olarak da 18. yüzyıldan itibaren Ortadoğu üzerinde bu politikaların pratikleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu politikalarla birlikte artık Ortadoğu’da böl-parçala-çatıştır ve yönet anlayışı geliştirilmeye başlanmıştır. Bu süreçten itibaren Ortadoğu her gün geçtikçe kendi tarihsel-toplumsal gerçekliğinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bakar ama göremez, anlayamaz, tanımlayamaz hale gelmiştir. Kendi adına konuşamaz, tartışamaz, karar alamaz ve uygulayamaz duruma düşmüştür. İpinin başkalarının elinde olduğu bir süreçle yüz yüze kalmıştır. Kendine yabancılaşmanın, kendini yönetemez hale gelmenin başladığı süreç bu süreçtir. 

Oysa Ortadoğu tarihi ve toplumu böyle bir yabancılaşmayı kaldıramayacak kadar kadim bir varoluşsallığa sahiptir. Yukarı Mezopotamya toplumsallaşmanın ilk oluştuğu mekân olmaktadır. İnsanlık adına var olan tüm manevi değerler burada ete kemiğe bürünmüştür. Toros-Zagros Dağlarının etekleri olan bu alanlar üretimin, yaratımın, paylaşımın, dayanışmanın mekânı olarak insanın ruh ve maneviyat dünyasını şekillendirmiştir. İnsanlık burada anlam gücüne kavuşmuştur. Resim, sanat, müzik bu topraklarda filizlenmiştir. İnsanın doğal olarak yaşadığı ve yaşamını anlamlandırdığı milyonlarca yıla dayanan bu süreç Yukarı Mezopotamya’da neolitik süreçle derinlemesine insanın-toplumun tüm hücrelerine nüksetmiştir. İnsanlık varoluşu anlamında manevi ve maddi olarak ne varsa hepsini bu süreçte kazanmıştır. Tarım ve köy toplumuna dayalı olarak ahlaki ve politik toplum değerleri burada oluşmuştur. Kadın-ana öncülüğünde gelişen bu süreç toplumun kendisini bütün zenginliğiyle, çeşitliliğiyle ifade ettiği bir süreçtir. Bu süreç Dünya’nın hiçbir yerinde Mezopotamya’nın yukarısında yaşandığı kadar uzun ve derinlemesine yaşanmamıştır. Bundan dolayı Yukarı Mezopotamya ve buranın kalbi olan Kürdistan coğrafyası toplumun kök hücresinin mayalandığı mekân olmuştur. 

 

Ortadoğu’nun 15.000 Yıllık Hakikati 

Ortadoğu toplumsallaşmanın mekânı olduğu kadar olumsuz hiyerarşinin, iktidarın, devletin de ortaya çıktığı mekândır. Yukarı Mezopotamya toplumsallaşmanın mekânı olurken Aşağı Mezopotamya’da hiyerarşik-devletçi uygarlığın mekânı olmuştur. İnsanlığı maddi ve manevi anlamda besleyen mekân Ortadoğu’dur. Ortadoğu’nun neolitik değerleri ve bu değerlerle beslenen Sümer ve Mısır uygarlığıdır. İlk mitoloji, dinler, felsefe, bilimin merkezi Ortadoğu’dur. Geliştirmiş olduğu anlam ve yapı gücüyle hem Doğu’yu hem de Batı’yı beslemiştir. Bütün insanlığa beşiklik etmiştir. Zihinsel ve maddi anlamda hep üretmiş, yaratmış ve vermiştir. Yani hem demokratik uygarlığın hem de devletçi uygarlığın merkezi Ortadoğu olmuştur. Bu yönleriyle insanlık adına yarattığı olumlu ve olumsuz değerleriyle 13. yüzyıla kadar insanlığa öncülük etmiştir.

İnsanlığın tarihsel-toplumsal gerçekliğinde böylesine bir anlam ve yapı gücüne sahip olan Ortadoğu, orijinal bir şekillenmeye sahip olmuştur. Her şeyden önce kendine güvenen bir kimliğe, duruşa sahiptir. Bilgelerin, dervişlerin, peygamberlerin, filozofların yatağıdır. Düşünce zenginliğiyle, etnisitelerin çokluğuyla, dillerin ve dinlerin çeşitliliğiyle farklılıkları kendi içinde barındıran ve farklılıklarla yaşamasını bilen bir kültürel zenginliğe, renkliliğe, jeo-kültüre sahip olmuştur. Ortadoğu’yu Ortadoğu yapan böyle bir mozaiğe sahip olmasıdır. Hep kendi kökleri üzerinde yeşermesini bilmiş ve kendi ayakları üzerinde durmuştur. Kendi adına konuşan, tartışan, karar alan ve kendi kendini yöneten ve kendisini savunan bir gerçekliğe sahip olmuştur.

  1. yüzyılın ortalarından itibaren felsefenin, tartışmanın önünün alınması ve giderek teolojinin gelişmesiyle beraber öncülük rolünü kaybetmeye başlamıştır. Kendi içine kapanma dogmatik dincilikle de birleşince Ortadoğu toplumlarının üzerine kara bir örtü inmeye başlamıştır. Bu süreçten itibaren düşünce dünyaları ve yaşam tarzları giderek kararmıştır. Bu duruma düşmesinin dıştan kaynaklı yanları olsa da asıl belirleyici olan kendi içinde yaşamış olduğu düşünce tartışmalarının dogmatik dincilik yoluyla engellenmesidir. Avrupa’da Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma hareketleri gelişip özgür tartışma ve buna dayalı gelişme koşulları açığa çıkarken, Ortadoğu; üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halde kalmıştır. Ancak tüm bu olumsuz durumlara rağmen yaşamış olduğu tarihsel-toplumsal köklülük dışardan gelen şeylere kapalı olmasına yol açmış ve kabullenmemiştir. Bunları kendi cevherine uygun bulmamıştır. Biçimde kabullenmiş görünse de öz ve içerik olarak kabullenmemiş ve özümsememiştir.

 

Zoraki Bir Bileşen: Kapitalist Modernite ve Ulus-Devlet

Kapitalist modernitenin azami kâr anlayışına dayanan ulus-devlet anlayışı ve endüstriyalizm gerçeği karşısında duruşu böyledir. Ortadoğu, kapitalist tekel güçleri için her zaman ele geçirilmesi gereken bir bölge olarak ele alınmıştır. Hem başta petrol olmak üzere yer altı ve yer üstü zenginlikleri hem de düşünsel, inançsal ve kültürel farklılığından dolayı bu bölgede hâkimiyet kurmak her zaman Batılı güçlerin amaçlarından biri olmuştur. Kapitalist modernite döneminde de bu durum devam etmiş ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan yapay sınırlara dayalı ulus-devlet anlayışlarıyla bu amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. Ortadoğu’nun toplumsal dokusuyla örtüşmeyen bu ulus-devlet anlayışları Ortadoğu’nun ruhsal yapısının bozulmasına yol açmıştır. 

Köleci ve feodal devletçi sistem dönemlerinde yaşanan işgal ve istilalar olsa da toplumun kendisine yabancılaşması ve yabancı yönetim anlayışı öne çıkmamıştır. Egemen-işbirlikçi kesimlerin çıkarlarıyla bağlantılı bu anlayış daha fazla onların şahsında öne çıkmış olsa da, toplum kendi demokratik-komünal kültürel değerleriyle yaşamasını bilmiştir. Yabancı yönetimlere ve bunların uzantısı olan egemen-işbirlikçi kültür ve yaşam anlayışına kapalı kalmıştır. Ancak kapitalist modernitenin azami kâr anlayışı ve buna dayalı oluşan ulus-devlet yapılanması toplumsal yabancılaşmayı ve yabancı yönetim kültürünü topluma musallat etmede önemli bir aşama kaydetmiştir. Ulus-devlet anlayışıyla toplumsallaşmanın ana hücresi Kürdistan coğrafyası ve toplumu, kendi iradesi dışında dört parçaya ayrılarak “yabancı yönetime” dayalı bir sömürgeciliğe tabii tutulmuştur. Kapitalist moderniteye göbekten bağımlı bölge ulus-devletleriyle hem toplumsal gerçekliği, hem coğrafyası üzerinde her türlü tasarrufun yapılabileceği bir alan haline getirilmiştir. 

İran’a da aynı yöntemi dayatarak sonuç almaya çalışmışlardır. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan sorunların kaynağı kapitalist modernitenin tekelci anlayışından gıdasını alan ulus-devlet yapılanmasıdır. Ulus-devlete dayalı oluşturulan böl-parçala-çatıştır ve yönet politikasıdır. Kaynağını ahlaki ve politik toplumun zayıflamasından alan bu yapılanma Ortadoğu’nun başındaki en büyük beladır. Hiyerarşik-devletçi sistemin ortaya çıkmasıyla başlayan ve kadının düşüşüyle gelişen bu süreç kapitalist modernite ve onun Leviathan’ı ulus-devlet tarafından kadın şahsında ahlaki-politik değerlerin dibe vurmasıyla korkunç boyutlara ulaşmıştır. 

İnsanı insana, erkeği kadına, insanı doğaya, dili dile, dini dine, etnisiteyi etnisiteye, kültürü kültüre düşman kılan bu yapılanmadır. Bu yapılanmayla toplum birbirine yabancı hale getirilmiştir. Anlam-yapı arasında yaşanan parçalanma sosyal yaşama bir bütün sirayet ederek sosyal dokuyu bozmuştur. Bu bölgenin az çok sorunları olsa bile geçmişten beri bir arada yaşayan etnisiteleri, inançları, mezhepleri, kültürleri bir arada yaşayamaz hale gelmiştir. Ulus-devlet anlayışının yarattığı milliyetçilik zehri bütün topluma yayılmış ve bir kanser hücresi gibi toplumu tüketmiştir ve tüketmeye devam etmektedir. İsrail-Arap savaşları, Şii-Sünni mezhep savaşları, İslam-Hıristiyan gibi Doğu-Batı sıcak ve soğuk savaşları vb. biçimde toplum kendi içinde ve dışında sürekli savaş hali içinde bırakılmıştır. Toplum var olduğu tarihsel-toplumsal gerçekliğine yabancı hale getirilmiştir. Bütün renklerin bir arada yaşadığı Ortadoğu giderek tek renkliliğe bürünmeye başlarken kendisine yabancılaşmaya başlamış, kendisini tanıyamaz, en küçük sorunlarını dahi çözemez hale gelmiştir. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar bu gerçekliklerle bağlantılıdır. Ortadoğu tanınmaz haldedir. Tarihine yaraşır bir durumda değildir.

Toplumsallığın ve devletçi uygarlığın yaratım mekânında kan gövdeyi götürmektedir. Bir arada yaşamanın hoşgörüsü kalmamıştır. Kimsenin kimseye tahammülü kalmamıştır. Toplumsal değerler parçalanıp küçültülerek anlamından ve değerinden uzaklaştırılmaktadır. Birlikte yaşamanın, paylaşmanın, dayanışmanın yerini şiddet ve savaş almıştır. Kan ve şiddet eldeki yegâne metot olarak tüm sorunlara uygulanmakta, böylece yaşam dayanılmaz bir hal almaktadır. 

Bunun temel kaynağı Ortadoğu’nun yaşadığı yabancılaşma ve bu yabancılaşmayı dayatan tekelci kapitalist güçlerdir. Ortadoğu’nun toplumsal genlerini kapitalist modernite güçleri bozmuştur. Bunların yarattığı yabancı yönetim anlayışları bu durumu ortaya çıkarmıştır.

Bugün Ortadoğu’daki devletlere bakıldığında devleti yönetenler kendi halkından insanlar olmasına rağmen halkına yabancılaşmıştır. Kendi halkına yabancı bir yönetim ortaya çıkarılmıştır. Halkının ve toplumunun çıkarlarını gözeten ve ona dayalı yönetim yerine ya geleneksel ya bir zamanlar reel sosyalizmden gıdasını alan kaba totaliter anlayış ya da kapitalist modernitenin çıkarlarını ve onun yaşam anlayışını topluma dayatan veya bunların sentezi biçiminde bir yönetim açığa çıkmıştır. Yaratılan yabancı yönetim kapitalist modern kültüre dayalı ulus-devlet yönetimidir. Ruhunu ve gıdasını toplumsal değerlerden almayan, güç odaklarına dayanan ve onların hizmetinde olan yönetim anlayışı kendi toplumuna yabancılaşmış yönetimdir. Bu anlamda Ortadoğu yabancı yönetime açılmış bir bölge haline gelmiştir. Bu yönetim anlayışıyla bölgenin sadece yeraltı-yerüstü zenginliklerine değil tarihsel-toplumsal gerçekliğine de peşkeş çekilmiştir. Sadece coğrafyası değil toplumsal gerçekliği de mülkleştirilmiştir. Üzerinde her türlü tasarrufun yapıldığı bir bölge haline gelmiştir. 

Sosyalitesi bozulan bölge Liberal ideolojinin saldırıları karşısında savunmasız hale gelmiştir. Kendi geleneğinden kültüründen koparılmıştır. Özentili, bireyci, kendi değerlerine yabancı, batı taklitçisi bir insan-toplum yaratılmaya başlanmıştır. Kendi iç dinamiklerine dayalı gelişmenin önünün alınması ve kapitalist modernite saldırılarına açık hale gelmesi; sıkışmış, ucube bir yapılanma açığa çıkarmıştır. Devletçi kültür geleneğinden kaynağını alan ve kapitalist modernitenin ulus-devlet anlayışıyla toplumu tek tipleştirmeye çalışan bu zihniyet Ortadoğu toplumlarına zorla giydirilmiş bir elbise olmaktadır. Ortadoğu, zorla giydirilen bu elbiseyi her an bırakıp atmaya hazırdır; yeter ki kendi tarihsel toplumsal gerçekliğiyle örtüşen bir çıkış yolu bulsun.

 

Ortadoğu’da Demokratik Modernite

Ortadoğu için bu çıkış yolu demokratik modernitedir. Bu sadece Ortadoğu için değil tüm insanlık için bir çıkış yoludur. Toplum ancak bu şekilde kapitalist modernitenin kafesinden, bireyci yaşam anlayışından kurtulabilir. İnsan-toplum ancak bu yolla kendi özüyle buluşabilir ve dayatılan mülkleşme, yabancılaşma ve yabancı yönetimin önüne geçebilir. Bunun için de kapitalist modernitenin üç sacayağı olan kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizme karşı ekonomik, ekolojik ve demokratik topluma dayanan bir zihniyetle toplumun kendini yeniden yapılandırması önemli olmaktadır.

Bu yolla ahlaki ve politik toplum değerleri, kendi kökleriyle buluşup yeniden yeşererek anlam kazanabilir. Bütün etnisiteler, dinler ve mezhepler, diller ve kültürler kendi gerçekliği içinde yeniden bir arada yaşayarak demokratik ulus haline gelebilir. Halkların, kültürlerin birbirine yabancılaşmasının önüne geçilerek farklılıkların bir zenginlik olduğu anlayışıyla bir arada yaşamanın koşulları açığa çıkabilir. Toplum, kendi tarihinden ve toplumsal gerçekliğinden gücünü alarak kendi ihtiyaçları ve sorunları için tartışmalar yürütüp, karar aldığı ve pratikleştirdiği bir gücü kazanarak demokratik siyasetle kendini yönetir bir hale gelebilir. Bunun kurum ve kuruluşlarını oluşturabilir. Kendini savunabilir bir düzeyi kazanarak daha eşit ve daha özgür yaşam olanaklarına kavuşabilir. Ortadoğu tarihi bu yaşam tarzının örnekleriyle doludur. 

Ortadoğu toplumu kabileler, aşiretler, mezhepler, uluslar ve direniş hareketleri olarak zengin bir komünal-demokratik kültüre sahiptir. Komünal yaşam Ortadoğu toplumlarının temel yaşam tarzı olarak var olmuştur. Kapitalist moderniteye kadar da devletin çok fazla toplum üzerinde etkisi olmamıştır. Topluluklar, toplum her zaman kendisini yönetmesini bilmiştir. Devlete ihtiyaç duymamıştır. Kendi sorunlarını kendisi çözmüştür. Toplum ve topluluklar bunun farkında olarak yaşamış ve arayışları buna göre olmuştur. Zaten devlet yönetimi sorun çözen bir yönetim değil, sorunların kaynağıdır. Topluma ilişkin sorunların kaynağı olduğu kadar doğaya ilişkin sorunların kaynağı da kapitalist modernitedir. Bu, azami kâr zihniyetine dayalı endüstriyalizm anlayışıdır. Bu zihniyetin aşılması için eko-endüstri anlayışına dayalı bir endüstrinin pratikleşmesi önemli olmaktadır. Ancak bu şekilde ekolojik sorunların önüne geçilebilir. Yoksa mevcut durumda toplum ve doğa çoktan SOS işareti vermektedir.

 

Kürdistan Devrimi, Demokratik Modernite ve Ortadoğu

Ortadoğu’nun içinde bulunduğu kaostan çıkması için demokratik modernite zihniyetine dayalı olarak ahlaki-politik toplumun, demokratik ulusun ve eko-endüstrinin kendisini yapılandırması önemli olmaktadır. Bunun için, 13. yüzyıldan beri içine düşmüş olduğu dogmatik zihniyetten kurtulması ve kapitalist modernitenin yaratmış olduğu yabancılaşmayı her boyutuyla aşması gerekmektedir. Bunun yolu da zihniyet devriminden geçmektedir. Ortadoğu gerçeği böyle bir devrimi yapacak güce sahiptir. Tarihsel-toplumsal gerçekliği buna elverişlidir. Toplumsallaşmanın yaratım kaynağı Kürdistan’daki gelişmeler sanki tarihi yeniden canlandırır gibi bütün halklara umut vermektedir. Mülkleştirmenin, yabancılaşmanın ve yabancı yönetimin en ağır uygulandığı bu topraklar ve Kürdistan toplumu, kendi kökleriyle yeniden buluşarak üzerindeki ölü toprağını atmıştır. 

Kadın-ana tarihteki rolüne benzer bir öncülükle yine aynı topraklarda rolünü oynamaktadır. Kürdistan kadını, devletçi kültürün ve özelde kapitalist modernist kültürün kendinden çaldığı değerleri yeniden alarak eşit ve özgür yaşamın kapılarını açmaya başlamıştır. Kadın’da gelişen bu düzey bir bütün olarak topluma etki etmekte ve ayaklanan kadınla özgür toplumun yaratılabileceğini göstermektedir. Bu gerçeklik sadece Ortadoğu açısından değil bütün dünya kadınları ve halkları için örnek olmaktadır. Devlet nasıl kadını düşürdükçe giderek kendisini tüm toplumun ve doğanın başına en büyük felaket haline getirdiyse yine kadında yaşanacak özgürleşme düzeyiyle toplum kendi tarihine, değerlerine ve kültürüne sahip çıkacak hale gelecektir. Kürdistan kadını ve toplumu bu konuda önemli bir zihniyet devrimi yaşamaktadır. Başta Türkiye’nin demokratikleşmesi olmak üzere bir bütün olarak bölgenin demokratikleşmesinde Kürdistan devrimi önemli bir misyona sahiptir. Bu gerçeklik her gün geçtikçe Ortadoğu’yu daha fazla etkileyecektir. Ortadoğu’nun zihniyet devrimini yapmasında Kürdistan devrimi katalizör bir rol oynamaktadır. Bu durum birleşik kaplar misali bütün bölgeyi giderek etkileyen bir düzey kazanacaktır. 

Demokratik modernite bir zihniyet devrimidir. İnsanın; insana, topluma, doğaya bakışında köklü değişikliklere yol açmaktadır. Kapitalist modernitenin bütün zehrini akıtacak ve toplumu kendi küllerinden yeniden yapılandıracak bir zihniyet ve eylem gerçeğidir. Kapitalist modernitenin yarattığı zihniyet kalıplarından, yaşam anlayışlarından ve alışkanlıklarından kurtulmak için her şeyden önce zihniyette devrim yapmaya ihtiyaç vardır. Zihniyette devrim yapmadan hiçbir şey başarılamaz. Şu anda Ortadoğu toplumlarının önündeki temel sorun böyle bir devrimi yapma sorunudur. Kapitalist modernite ve onun ulus-devlet politikaları ancak bu şekilde boşa çıkarılır. Toplumu yeniden inşa etmek için öncelikle demokratik modernite zihniyetinde bir devrime ihtiyacımız vardır. İnsanın-toplumun düşünce biçimi değiştirildikten sonra her şey değiştirilebilir. Kapitalist modernitenin toplum aleyhine yaptığı bu durumu, toplum lehine yapmak en önemli mücadele olmaktadır. 

Ortadoğu toplumları kapitalist modernitenin yaratmış olduğu zihniyet ve yapılanmaları hiçbir zaman benimsememiş ve özümsememiştir. Her zaman bununla çelişkili olmuştur. Bu dayatmalar biçimsel olarak kalmış ruhsal, manevi dünyasına fazla etki etmemiştir. Bundan dolayı böyle bir zihniyete açıktır. Yeter ki bunun farkına varabilsin. O zaman Ortadoğu halklarının önünde hiçbir gerici güç kalamayacaktır. Demokratik modernite zihniyeti toplumun ruhsal ve bedensel yapısıyla bütünleşerek tarihiyle buluşmasını sağlayacaktır. Demokratik kültür bu bölgenin genlerinde vardır. Toplum demokratik olarak var olmuştur. Demokratik yaşam ve yönetime açıktır. Önündeki temel engel topluma içten ve dıştan dayatılan yabancılaşmadır. Bunun önüne de ancak demokratik modernite zihniyetiyle geçilebilir. Bu yolla insan kendi doğasıyla buluşabilir, kendisine ve topluma anlam vererek doğayla buluşabilir. İçinde yaşadığı doğaya da daha fazla anlam verebilir. Demokratik ve ekolojik bir toplum haline gelerek kendine yetebilir. Ekolojik bilinçle bütün bir doğa ve evrenle bağını kurarak yaşama daha bütünlüklü bakabilecek hale gelebilir. Bu anlayışla; kapitalist modernitenin herşeyi parçalara ayırıp birbirine yabancılaştırdığı ve iktidarını sürdürdüğü zihniyetin önüne geçilerek, bu topraklarda yaşamın dokusu yeniden örülerek barış içinde yaşanabilir. 

Kapitalist modernitenin yaratmış olduğu zihniyet çarpıtmalarından, kaos ve krizden ancak demokratik modernite zihniyetine dayalı bilimsel, anlamsal, edebi, ekonomik, ekolojik vb. alanlarda yapılandırılacak akademilerle çıkış sağlanabilir. Akademilerin önemine ilişkin Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü adlı savunmasında şunları dile getirmektedir: “Zihinsel anlam birikimi için hem tarihte, hem de modernitenin demokratik kefesinde oluşmuş birikimin akademik örgütlenmesi sağlam bir başlangıç olabilir. Unutmamak gerekir ki, tarihin ilk akademileri olarak Sümer zigguratları, Nippur, Babil, Nusaybin, Urfa, Bağdat Bilge Evleri uygarlıkların onlarsız edemeyeceği gerçeğin de ifadesidirler. Demokratik modernite akademiyasız gelişemez.” Dolayısıyla bu bilge evlerini güncelleyerek yeniden canlandırmak gerekir. Ancak bu şekilde daha demokratik, eşit ve özgür bir Ortadoğu inşa edilebilir. 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.