Düşünce ve Kuram Dergisi

Özgür Politika ve Hakikat Demokratik Modernitede Politikanın Yerelliği ve Evrenselliği

Abdulvahap Kavak

Politika, toplumun kendi yaşamı üzerinde söz söyleme, tartışma ve karar alma hakkına sahip olması demektir. Bu anlamda toplumun kendisi olma ve özgür olması ile direkt bağlantılıdır. Devlet bu özgürlük iradesinin kendisine devredilmesini dayatarak, toplumun kendi kendisini yönetme işi olan politika yapma iradesine el koyar. Adeta, “Ben seni senin adına yönetir, tartışır, karar verir ve planlarım,” der. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, buna, “idare etme” demektedir.

Günümüz Ortadoğu toplumlarının en büyük handikaplarından biri, özyönetim iradelerinin gasp edilmiş olmasıdır. Bu gasp sadece devlet eliyle yapılmış değildir. Ortadoğu’da her siyasal ve örgütsel-toplumsal yapının içinde üst sınıflar oluşmuş olup, bunlar da devletleşme zihniyetini kendileri üzerinden kendi kurumsallıklarına taşırmaktadır. Aşiretlerden mezheplere, sivil toplum örgütlerinden derneklere, sendikalardan siyasi partilere dek bütün örgütsel kurumlaşmalar devlet zihniyetiyle örgütlenip devletçiliği, yani toplum adına toplumu idare etmeyi dayatır. Bir nevi devlet içinde devlettirler. Öcalan, ahlaki-politik önermesinde bulunurken, verili politika ve ahlakın bu tarz kullanımı aşma temelinde bir hedef gözetmiştir. Kendisi hakkında söz, tartışma ve karar hakkına sahip olmayan toplumlar, özgürlükleri bastırılmış olan toplumlardır. Hangi iyi niyet ve güzel amaçla yapılırsa yapılsın, devletçi tarzda yapılan politika daha fazla sömürü ve daha fazla özgürlük yitimini beraberinde getirecektir.

 

Politika ve Ahlak

Politika, günümüzde iktidarcı-devletçi zihniyet tarafından iktidar olmanın aracı, hatta çoğunlukla kendisi olarak tanımlanır. Onun için toplumların en çok kaçtığı, kaçındığı alanların başında politika gelmektedir. Aslında kaçılan politika değil, devleti ele geçirme temelinde gerçekleştirilen iktidarcılık, iktidar oyunlarıdır. Öte yandan, bir taraftan devletleşme hastalığı olarak politikadan kaçılırken, diğer yandan toplumun (sınırları daraltılmış ve koşulları zorlaştırılmışsa da) kendi ahlaki örgüsüne uygun pratikleşme, özgürlük alanlarını yaşama olarak kendi politikasını sürdürür. Çünkü politika da tıpkı ahlak gibi toplumların temel varoluş biçimlerinden birisidir. Ahlak, toplumun tarihsel hafızası, gelenekselliği içinde oluşan ilke ve ölçüleri iken, politika da bu ilke ve ölçülere uygun tartışma, çare bulma, karar alma ve yapma eylemidir. Geniş anlamıyla ahlakın güncellenmesidir.

Günümüzde devlet idaresi ve iktidarcılık olarak pratikleşen “politika”, tüm kurumsal, örgütsel ve ideolojik yapıların temel handikaplarından biridir. Özgürlük ile politika arasındaki ilişki, devlet ile politika arasındaki ilişkiye dönüştürülüp, bu algı normalleştirilmiştir.

Ahlak, varoluşun temelini “özgürlük amacı” olarak belirlerken, bu amaç doğrultusundaki tüm işler ise politika, yani “özgürlük sanatı” olmaktadır. Ahlak, özgürlük ve politika arasında böylesi oluşturucu bir döngü vardır. Politika, toplumun kendi öz işidir. Araya başkaları girdiğinde iktidar ilişkisi açığa çıkar. Kendi öz işlerini kendileri yapamayanlar, politik olmaktan ve özgürlük yolunda yürümekten çıkmış olurlar.

Kapitalist modernitenin politik işleyişini de bu parametrelerle ele alarak analiz etmeliyiz. Çünkü günümüzde politika olarak geliştirilen tüm ilişkilerde esas olarak toplumların kendileri hakkında karar almaktan uzaklaştırılması vardır. Zaten devletin kendisi bürokratik militarist işleyişiyle toplum üzerinde pek çok noktada iradi ve idari tasarrufu toplumdan onay almadan geliştirmektedir. Sistematik işleyiş bu iken, kapitalist modernite, sanki bütün toplumlar, bütün gruplar kendileri hakkında karar verebilmiş gibi bir yanılsama yaratmaktadır. Meclis sistemlerinden seçim tarzlarına, siyaset anlayışlarından siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin amaç ve hedeflerine kadar her şey kapitalist modernitenin “demokrasi” illüzyonuyla perdelenmektedir.

Kürt Halk Önderi, kapitalist modernitenin ürettiği politikasızlık ya da apolitikliğe karşı ahlaki-politik toplumun aynı zamanda demokratik toplum olduğunu ifade etmektedir. Bu çerçevede herkesi gerçek anlamda politika üretmeye çağırmaktadır.

Politikasız olmak ise başkalarınca yönetiliyor olmak veya başkalarının politikalarının nesnesi olmak anlamına gelir. Günümüzde politik olmanın iktidar alanı olduğunu iddia ederek terk etmenin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu alandan çekildiğinde iktidarcılık veya sömürücülük ortadan kalkmamakta hatta politikayı bu amaçla kullananlar daha fazla bu amaçlarını gerçekleştirmektedirler. Halbuki buna politika demek mümkün değildir. Bu, ancak devletli anlayış olabilir; Öcalan’ın deyişiyle bu, devlet idaresi veya bürokrasidir. İçine girilen yarış ise politika yapmak değil, devlet idaresini ele geçirmeyi amaçlayan iktidarcılıktır.

İşte Öcalan’ın kaçınılması gerektiğini söylediği, bu iktidarcılık tarzındaki devlet güdümlü politikadır. Öcalan bu amaçla politikayı toplumsal zeminle buluşturmayı hedefler. Halkların kendi sistemlerini oluşturması çağrısının temelinde bu vardır. Zira Kürdistan ve Ortadoğu’da yürütülen iktidarcı politikalar sorun çözücü değil, demokratik dinamiklerin sisteme eklenmesini hedeflemektedir. Buna karşı halkların devletleşmeyi hedeflemeyen politikalarla demokrasiyi örgütleme sorumlulukları vardır. Çünkü demokrasi, toplumların kendileri hakkında iyi, doğru, güzel ve özgür olanı belirlemesinin, politikanın kurumsal-sistematik yapısıdır. Yani toplumların Kürdistan ve Ortadoğu’da irade sahibi olmalarıdır. Bir özgürlük eylemi olarak politikayı toplumsal sorunların çözümünde etkin bir güç haline getirmek mümkündür.

 

Demokratik Siyaset: Kendi Siyasetini Kendin Yapma

 

Politikayı, “her toplumun kendi özgünlüğünü yaşayabilme özgürlüğü” olarak anladığımızda, kapitalist modernitenin de farkları yok sayan soykırıma, tekleştirici ulus-devlet karakterine ve tam bir ahlaki-politik toplum öğütücülüğü/kırımı olduğuna şahitlik etmiş olacağız. Ulus-devlet her halkın, dinin, mezhebin ve kültürün politik işleyişinin tek unsurda birleşmesi ve hatta kaybolmasıdır. Bu ise faşizmdir. Bu anlamda ulus-devlet mekânizması, toplumun politik işleyişini en çok zorlayan bir makine düzeneğidir. Çünkü baskın olan unsur diğer tüm unsurları kendisinde bedenleştirerek onlar adına siyaset yapar. Yani onların politika yapma hakkını ellerinden alır. Halbuki toplumlar özgün ve özerk yapılarından dolayı kendi politikalarını kendileri yapmak durumundadır. Bunun tarihsel, kültürel ve coğrafik temelleri vardır. Kapitalist devletin ulus-devleti, toplumların bu özgün ve özerk yapılarını tahrip edip soğurduğunda, onları politikasız ve özgürlüksüz bırakmış olur. Bu ise aynı zamanda bir soykırım düzeneği olduğu için çok yoğun bir ahlaksızlık üretimi demektir. Çünkü soykırım bir halk adına yapıldığında herkes bu suça bulaştırılmış sayılır.

Yani sistem, ahlaksızlığı ve politikasızlığı birbiriyle ilişki halinde geliştirmektedir. Kürdistan’da yürütülen savaş ve siyasetin, yaşanan çatışmaların birkaç yıl sonra bir arada yaşama imkânı bırakmayacak tarzda yürütülmesinin altında tam da kapitalist modernitenin bu saldırısı vardır.

İkinci sorun ise siyaset algımızla ilgilidir. Siyasetin merkezine demokrasiyi alıp, bunun topluma uzun, orta ve kısa vadeli her sorunu çözecek bir alan olduğunu söyleriz. Bu tanıma genellikle itiraz edilmez. Ancak öz inşanın bu temel tarzına yaklaşımda zihniyet sorunlarından kaynaklı yöntem hataları yaşanabilmektedir. Zihniyet kodlarımız, işlevsellik boyutunda, klasik siyaset özgü kalıpları öne çıkarabiliyor. Buna, devletin kendisine mal ettiği çarpık ve toplumsal öz inşanın reddi olan resmi siyaset de denilebilir.

Devletin kendisine mal ettiği bozunuma uğramış siyaset tarzının yolu, tuzaklar, hileler ve kısırdöngülerle doludur. “Reel durum” analizlerinin pragmatizmin günü kurtarma kaygısının üzerinde yürüyen hâkim siyaset anlayışı, bu ve benzeri yollarla toplumun katılımını engellemektedir. Bunlar, bilinçli kurgulanan yöntemlerdir. “Gündem belirleme”, “gündem saptırma” dediğimiz gündemin içine hapsedilen klasik siyaset tarzı, amaçlanan şeyin araçları olmaktadır. Bu amaç, toplum mühendisliği biçiminde oluşturulup toplumu asli görevlerinden alıkoymaya çalışarak, onu güncelin sığ algısı içinde köreltip yapay şeyler üzerine odaklamaktadır. Toplumun demokratik siyasetten düşmesini, enerjisini tüketip iş yapamaz hale gelmesini koşullayan bu yöntemi, AKP sonuna kadar kullanmaktadır. Bu tuzağa, legal zeminde çalışma yürüten kurumlarımız ve kişiler de yoğunca düşebilmekte, siyaseti söylem radikalliği üzerinden tanımlayan tutumlarla karşılamaktadır. Oysa demokratik siyasetin iddiası, verili iktidar siyasetinin aksine, çalışma alanı olarak iktidar aygıtlarının kavram ve metaforlarıyla söylem ve eylem üretmek değil, toplumsal inşa görevleriyle yükümlü olmalıdır.

Politika, bir de komünal yapıların iç işlerini düzenleme faaliyetidir. Bu anlamda ahlaki ve politik toplumun sürdürülmesini sağlamanın temel yolu demokratik siyasettir. Siyasetle demokrasi arasındaki ilişki komünalite üzerinde gelişir.

Devletli sistem, komüne ait olan kendi işini (kendi siyasetini) kendin yapma hakkına el koyarak siyasetin demokratik niteliğini ortadan kaldırır. Demokratik olmayan siyaset ise bürokratik siyasettir. Bürokratik siyaset dışsal, kategorik ve devlet tandanslıdır. Nitekim hem liberal hem de reel sosyalist anlayıştaki temel ortaklık, siyasetin demokratik niteliğini by-pass etmek olmuştur. İşte demokratik ulus bu çarpıtmayı ortadan kaldırarak kendisini demokratik siyasetle inşa etme ve demokratik siyasetle sürdürme iddiasındadır.

Elbette bunlar ciddi soru ve sorunlardır; toplumun özgürleşme faaliyeti olarak demokratik siyaset dışında verilecek mucizevi bir cevap yoktur. Kürt Halk Önderi’nin savunmalarında ayrıntılı olarak ortaya koyduğu düşüncelerden hareketle şöyle söyleyebiliriz:

Devlet, egemenliği örgütleyen teklik ise; demokrasi, özgür-toplumsal öz yönetimi örgütleyen birliktir. Bu ikisi birbirleriyle bağdaşmaz. Yapısal olarak iki farklı alandır. Kurumsal olduğu kadar, kurumsal yapıları itibariyle de ayrışırlar. Fakat kuram (zihniyet) ve kurumun (yapı) yanı sıra, bu ikisinin ayrıştığı en önemli ayak, işleyiş biçimidir. Yani siyasetlerinin karakteridir. Devlet, bürokratik siyaseti yürütür; toplumsal yönetimler ise demokratik siyaseti esas alır.

Bu nedenle bürokratik siyaset devletin asli işleyişidir. Siyasetin toplumdan çalınması, toplumsal ahlak ve politikanın inkârı anlamına gelir. Bürokrasinin geliştiği her zemin ve kurum kendini nasıl ve neyle adlandırırsa adlandırsın (ister Sovyet, ister konfederalizm) devletleşmiş demektir. Bu kurumların yapısal olarak tabana dayalı kurumları yetmemektedir. Aynı zamanda işleyişlerin de demokratik kılınması gerekmektedir. Demokratik siyaseti, işleyişin esası olarak benimsemeyen her kurum, nihayetinde bürokratikleşmekten ve devletleşmekten kurtulamaz.

Sovyet Rusya deneyiminde başlangıçta rövanşta olan konfederalizmin merkezi devlet adına hızla ortadan kaldırılması, reel sosyalizmin çözülüşünün en temel nedenidir. Ulusal kurtuluş hareketlerinin başarılı olamayışı ve kısa süre içinde yozlaşmaları demokratik siyaseti ve konfederalizmi geliştirememeleriyle yakından bağlantılıdır. Dolayısıyla her şeyden önce demokratik konfederalizm, demokratik siyaseti kendi işleyişinin esasına yerleştirerek kendini bürokratik siyaset sistemine, devlete kapatmalı ve onlara alternatif olarak gerçekleşmelidir. Demokratik siyaset, demokratik konfederalizmin kendisini devletten ayrıştırdığı en temel hususlardan birisidir.

“Demokratik siyaset, demokratik konfederalizmin inşa tarzıdır. Demokratikliğini de bu tarzdan alıyor. Karşıt modernite gittikçe merkezileşen, toplumun en iç gözeneklerine kadar yayılan iktidar ve devlet aygıtlarıyla kendini sürdürmeye çalışırken; aslında politik alanı da yok etmiş oluyor. Buna mukabil demokratik siyaset, toplumun her kesimine ve kimliğine kendini ifade etme ve siyasi güç olma olanağını sunarken, politik toplumu da birlikte oluşturmuş oluyor.”[1]

Halk yönetiminin kuruluş tarzı, devlet yönetimi ilkesinden kopuşu ve özgür bir yaratımı esas almadan başarılı olamayacaktır. Toplumsal yapılar işlemlerle bağlantılı olarak kendi iç yapısında değişimlere gider. Demokratik siyaseti, yapının işleyiş formu olarak belirlememiz aslında kurumların-yapıların dogmatikleşme, katılaşma ve dolayısıyla bürokratikleşme eğilimine karşı en önemli güvenlik mekânizmasını toplumun kendisine vermektedir.

Demokratik siyaset her şeyden önce gücün merkezileşmesini engelleyecek tarzda toplumun her alanda, tüm yerellerin kendilerini meclisler tarzında örgütlenmesini esas alır ve güçler ayrılığı gibi bir sorunu bulunmamaktadır. Tüm güç, yerellerin ve meclislerindir. Halkın yönetmesini bilmediği hiçbir güç yoktur. En karmaşık organizasyon olan toplum, kendini komünler halinde var etmeyi biliyorsa, her türlü güç birikimini de kanalize edebilecek demokratik bir anlayışa sahiptir. Günümüzde devletin merkezi organlarının yüklendiği işlerin ezici bir çoğunluğu yerel, özerk birimlerin kendi öz yönetim faaliyetleri olarak ele alınmak durumundadır. Geriye sadece çok cazip bazı ortak işler kalmaktadır – ki bunlar da yerellerin demokratik iradesiyle oluşmuş yerli meclisler ve organlar eliyle yürütüldüğünden, denetleme işleri ilk kademe meclislerden itibaren tam demokratik siyasetin özüne uygun olarak toplumun kendisi tarafından yapılacaktır.

“Demokratik siyasette yerellik ve evrensellik ilişkisi nasıl olur?” sorusunun cevabı, ifade ettiğimiz şeylerin cevabında içkindir. Bu açıdan özel olarak soruya tanımlar yaparak cevap verme gereği duymuyoruz. Fakat illa ki bir cevap geliştirmek gerekirse; bunu da ayrı bir soruya dayandırarak şunları ifade edebiliriz: Ulus-devlet ve onu besleyen, ondan beslenen varyantlar ne kadar “yerel” imalatlardır? Yerelliği biçimseldir gerçekte, ama ulus-devlet kapitalist modernitenin evrenselci-iktidar paradigmasıdır. Yerelliği buradan beslenir. Yerel, evrenseli etkiler, ondan etkilenir. Peki durum böyleyken demokratik modernitenin yerel politikası onun evrensel perspektifinden ve bizzat uygulamasından soyutlanabilir mi?

Demokratik toplumun politik nedenler dünyasının mücadele gereçleri ulus-devletin varlığıyla sınırlandırılamaz. Daha geniş bir anlam evrenine sahiptir. Fakat hem yerel hem de evrensel olarak kendisini ulus-devlet politikası karşısında da anti tez olarak örgütleyerek konumlandırır. Küresel iktidar güçleri kendilerini merkeze alarak projelerini tüm insanlığa ve doğuya dayatırlarken, demokratik siyaset evrensel düşünüp yerel uygulamayı esas alır. Elbette farklı deneyimleri ortaklaştırır da… Küresel demokrasi perspektifi bunun ifadesidir.

Özcesi; demokratik siyasette yerellik ve evrensellik iç içedir. Dolayımsız bir ilişkidir bu. Uzağa bakmaya gerek yok; Rojava Devrimi tam da bunu söylemektedir.

 

[1] Öcalan, Abdullah. Demokratik Uygarlık Çözümü V: Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü; Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak. Amara Yayıncılık. İstanbul: 2015

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.