Düşünce ve Kuram Dergisi

Özgürlüğün Ekonomisi Eşitliğin Siyaseti

Sezai Temelli

A. Çerçeve

Özgürlük ve eşitlik eleştirel düşüncenin normatif temellerini oluşturan en önemli değer kümeleri. Fransız devriminden bugüne özgürlük, eşitlik ve dayanışma üçlemesi kapitalizmin ahlaki açıdan eleştirisinin değişmez dayanaklarını oluşturmaya devam ediyor. Kapitalizmin bir iktidar formu olduğunu, üretim meselesinin siyasi, iktisadi ve toplumsal olarak bütünlüklü bir formasyona sahip olduğunu, ekonomik indirgemeciliğin güçlü bir illüzyon yarattığını, sistemik hareketlerin ‘özgürlüğün tahakkümü eşitsizliğin düzenlenmesi’ biçiminde kendisini var edegeldiğini kapitalizmin uzun tarihi içinden okumak mümkün. Bu çoklu üretim formasyonu içinde yol alan sermaye birikim rejimi olarak kapitalizm aslında gelişmiş ve karmaşık bir iktidar yapılanmasını bize anlatmakta. Bu bağlamda tahakküme ve eşitsizliğe karşı konuşmak kapitalizme, bu iktidar aklına karşı değerler kümesi içinden konuşmak anlamına geliyor. 

Bütünlüklü çoklu üretim şemasını parçalayarak, özellikle siyaseti ve ekonomiyi birbirinden olabildiğince yalıtarak düzenleyen kapitalizm, yarattığı üretim şemasıyla özgürlüğü iktisadi alanın çitleriyle tahakküme alırken, eşitsizliğin yeniden üretimini de özgürlük yoksunluğunda var edebiliyor. Yönetici sınıfların ve akademinin elbirliğiyle ürettiği bu dogmatik liberal düşünsellik hakikatin üstünün örtülmesini sağlayan belki de en önemli örtü! Kapitalist sisteme karşı eleştirel düşüncenin özgürlük ve eşitlik değerler kümesinden hareket etmesi bizatihi hem maddi hem de düşünsel dünyada üretilmiş bu yoksunluğa ve eşitsizliğe karşı olma hali olarak praksisi var ediyor. Diğer anlatımla, özgürlük ve eşitlik arayışlarını bize anlatılan hâkim öğreti ötesinde sürdürmek ekonomi ve siyaset alanlarının yalıtılmışlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir uğraşı olmak zorunda…

Sermaye birikim rejimi özünde kompleks bir artı değer üretimidir. Farklı dönemsellikler ve formasyonlar altında artı değer üretiminin genişleyerek ve büyüyerek sürdürülebilirliğinin sağlanması ve el konulan artığın yeniden paylaşımı kapitalist iktidar ilişkilerinin temel belirleyenidir. Bu çerçevede iktidar ilişkilerinin düzenleyicisi olarak devlet bu formasyon altında kapitalist devlettir. Kapitalist devlet en yalın haliyle bir artı değer yönetim modelidir diyebiliriz. Çünkü artı değer üretimi bir yanıyla eşitsizliklerin yeniden üretimidir, diğer yanıyla özgürlüğün tahakkümünü gerekli kılar. Burada belirtmek gerekir ki; bu yaklaşım tüm toplumsal ilişkilerin ve maddi olan olmayan üretim ilişkilerinin artı değer üretimine gömülü olduğunu kabul eden bir tezdir. Artı değer üreten veya üretme potansiyeli olan tüm üretici güçlerin ve üretim sürecinin militarist bir akılla disipline edilmesi, kontrol altına alınması ve düzenlenmesi iktidar için mutlak bir zorunluluktur.    

Bu model modernite olarak adlandırılan bir yaşam tarzı üzerinden toplumla buluşurken yarattığı ilişkilerin düzenleyicisi olarak devlet eliyle kendi toplumsal üretim mekaniğine de böylece kavuşabiliyor. Kapitalizm sürdürülebilir üretkenliğine uygun toplumsallığı sağlamak adına bir düzenleyici olarak devleti de bu bağlamda tarihsel mirasını gözeterek bu ilişkiler içinde yeniden üretir. Şiddet ve kutsal rızanın kapitalist iktidar formunda yeniden ortaya çıkmasını sağlayıcı mekanizma burada modern kapitalist devlettir artık. Devletin tarihsel olarak kapitalist sistem içinde kendi tarihselliğinden kopuşu işte bu iktidar ve üretim ilişkileriyle olan bağında saklıdır diyebiliriz. Kapitalizmin devletin içinde iktidar örgüsünü genişletip onunla özdeş hale gelmesi kapitalist sistemin gelişimi adına kritik bir rol oynarken, toplumsalın buna uygun gelişimi de devletin modern zamanlarda zor ve ideolojik aygıtlarını sisteme uygun hale getirmesiyle başarılmıştır.   

Liberal düşünce tarihinin kapitalist iktidar tarihiyle senkronize bir yolculuk sergilemesi şaşırtıcı olmasa gerek. Bu sistemin biricik düşünsel referansı olan liberal düşünce siyasi ve iktisadi alanları sistemin işleyiş dinamiklerine en uygun biçimde birbirinden kopartmayı başardı. Hatta bu ‘bilimsel çabanın’ eleştirel düşünceyi de fazlasıyla etkilediğini söyleyebiliriz. Ekonominin piyasa alanına, siyasetin de yönetsel alana taşındığı bu ayrışma tahakküm ilişkilerinin dikotomik bir anlayışla gelişmesinin sonucudur. Dikotomi burada özellikle ekonominin siyasetten koparılmasını ifade ediyor. Para ve vergi otoritesi olarak devletin piyasa tanrısının emrine girdiği bu sapkın ilişkide piyasa da iktidarın kendisini yeniden üretebileceği ilişkiler ağını var ediyor. Piyasa burada kuşkusuz bir pazar değil, bu anlamıyla kapitalist sistemin kamusallığının üretildiği bir alan ve toplumsalın buraya gömülmesi toplum ve birey özgürlüğünün çitlenmesi adına büyük önem taşımakta. Piyasa aslında ekonomik gerçeklikten kopuk bir dinamiğe sahiptir diyebiliriz. 

Tahakküm özünde piyasa – devlet kamusallığın da sistemin toplumsal emeğe yönelik düzenleyiciliği barındırıyor. Artı değerin üretimi ve ona el konulması her şeyden önce toplumsal emeğin sömürü ilişkileri içinde özgürlüğünden yoksun kalmasına muhtaçtır. Diğer taraftan toplumsal alanda eşitsizliğin yeniden düzenlenmesi bir yanıyla üretim – tüketim ilişkilerinin düzenlenmesi anlamına gelir, bu bizatihi piyasa tarafından yutulmuş kamusallığın sistemik ilişkiler içine sıkışmasını gerekli kılar. Bu gereklidir ama yeterli değildir. Bu kamusallık bir ulus ihtiyacı duyar ki, bu da devletin ulusla buluşmasıyla yeterlilik koşulunun da sağlanması anlamına gelir. Modern ulus devlet kapitalist devletin sahne yüzü olarak tarihte yerini alır. Neden ulus sorusunun yanıtı aslında nasıl bir tahakküm gerekliliğiyle açıklanma olanağına sahip. Militarist bir düzeneğin, disipline edilmiş emeğin ve kontrol toplumunun yaratılmasında bir ulus gereksiniminin oynadığı rolün ne denli kritik olduğunu kapitalist sistemin büyük sancılar içinde kıvrandığı zamanlardan öğrendik. Faşizmin neden sisteme içrek olduğu, liberal demokrasinin kaçış rampasını nasıl oluşturduğunu mutlaka aklımızda tutmalıyız. 

Piyasanın kamusalı yutması gibi ulus da çokluğu yutmaktadır. Bu kısa çerçeve özgürlük meselesinin politik ve ekonomik düzlem içinden bütünlüklü bir anlayışla nasıl okunmasına yönelik basit bir çabayı barındırıyor. Liberal düşünce ve onun karşıtlığında biçimlenen eleştirel düşüncenin birçok varyantında özgürlük meselesinin ekonomiden yalıtılmış bir siyaset içinden okunmasının yetersizlikleri veya ekonomizm içinden okunması nedeniyle düşünselliğin barındırdığı eksiklikleri aşmaya yönelik bir çabayı güçlü ve ısrarlı şekilde sürdürmek zorundayız. Meselenin çok boyutlu ve birçok değişkeni barındıran ama bütünlüklü çözümü amaçlayan bir anlayışla ele alınıp yorumlanması kapitalizmin tarihinin önemli uğraklarının sağlıklı bir analizini gerekli kılıyor. 

Bu analiz bir kriz analizidir. Bolluğun ortasında düzenli olarak yoksulluk ve yoksunluk üreten bir sistemin kriz döngüleriyle yol alması bizi şaşırtmamalı. Kapitalizm bir büyüme makinesidir, öncelikle büyüttüğü şey artı değer ve bu büyüme eşitsizliği büyütmeye devam ediyor. Kapitalist gelişim kriz sıçramalarıyla kendi tarihselliğini oluşturuyor. Bu kriz eşikleri bir yanıyla aslında eşitsizliklere ve emeğin tahakkümüne karşı yürütülen mücadelelerden kaynaklanmakta. Özgürlük ve hakkaniyet mücadelesinin genişlemesi sistemi krize sürüklerken, krizden her çıkış yeni tahakküm ve eşitsizlik ilişkilerini ortaya çıkarıyor. Krizin yeni bir kapitalist evreyle aşılması aslında kapitalizme karşı yürütülen politik mücadelenin başarısızlığına da işaret ediyor. Ne yapmalı sorusunu her eşikte yeniden sormak, bu tahakküm rejimine ve eşitsizlik makinesine son vermek adına önemli bir soru. Fakat bu soruya verilecek yanıtı kendi dönemselliği içinde yeni tezlere dayanarak üretmek en az bu soru kadar kıymetli bir çabaya muhtaç. 

 

B. Katı Olan Her Şey Buharlaştı Mı?

Marx için modern olmak katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği bir dünyanın parçası olmaktı. Modernitenin bugünkü anlamına kavuşması kendinden önceki iki yüzyıllık serüvenine bakmayı mutlaka gerekli kılar. Kapitalist modernite olarak adlandırdığımız şey, kendisinden bir kopuşu değil, devamlılığı betimleyen post moderniteyi de bu kapsamda değerlendirirsek, 19. Yüzyıl ortalarından bugüne uzanan bir tarihselliği ifade ediyor. Ekonomik ilerlemeyi önceleyen, özgürlük tellallığını devasa ekonomik gelişmenin içinden seslendiren, insan hayatını salt maddi bir güce çeviren ve kapitalist üretim ilişkileri içinde tahakküme tabi kılan bu gelişme burjuvazinin ‘devrimci’ aklına işaret etmekteydi. Yeni insan katı olan her şeyi buharlaştırıcı gücüyle tarih sahnesinde yerini alıyordu. Modernite tanrıyı gömerek yeni insanı yaratıyordu. 

Marx’ı ve döneminin tüm sosyalistlerini de heyecanlandıran katılıkların buharlaşmasıydı ve insanın maddi güce dönüşmesi ve üretici bir güç olması büyük dönüşümün belirleyicisiydi. Aslında bu güç işçi sınıfıydı ve geleceğin dünyasını, komünist dünyayı kuracak güçtü. Tüm kutsallıkların toplumsaldan koparılması büyük bir enerjiyi açığa çıkarıyordu. Kapitalizmin gelişimini besleyen o büyük enerji kapitalizmin de sonunu getirebilecek güçtü. Artık bu gücü zapt edecek bir katılık da kalmıyordu…Bütün bu gelişim öyküsünün salt iktisadi bir gelişime bağlanması modern ekonomik düzen üzerinden tüm kurgunun yaratılmasına neden oldu. Ekonomik gelişmenin kendiliğinden toplumsal gelişimi ve dönüşümü sağlayacak anlayışı siyaseti bağıl bir ilişkiye sürüklemekle kalmadı, tüm toplumu demir bir kafesin içine sürükleyerek insanların o kafesin parmaklıklarıyla biçimlenmesine de neden oldu.Süreç boyunca modern kapitalist yaşam aslında bir özgürlük alanı bırakmayacak şekilde kurumsallaşmaktaydı. Post modern döneme kadar düzenli bir kurumsallığı koruya gelen, disiplin toplumunun tüm gereklerine uygun biçimlenen bu tarihsellik, post modern dönemde iletişim teknolojisinin gelişimiyle birlikte kontrol toplumu özelinde yeniden özgürlük alanlarını düzenlemeye, tahakküm altına almaya devam etmeyi başarmıştır. Hapishaneler başta olmak üzere tüm gözetim mekanizmaları, savaş ve şiddet düzenlemeleri, medya etkisi, kutsal katılıkların geri çağrılması, kamusalın büyüyen ölçekte piyasalaşması topyekûn topluma saldırırken, bütün bu gelişmeler ironik bir özgürlük savunusuyla post dönemin kafesini oluşturdu.

Moderniteden post modern döneme geçişteki bu süreklilik olabildiğince kafa karışıklıklarıyla eleştirel düşünce alanını da fazlasıyla etkiledi. 68 kırılmasından sonra siyaset bir kez daha tali işlevine geri döndü…

Oysa kapitalist devletin kendisini var ettiği zemin hiç değişmedi ve her zaman için kontrole muhtaçtı. Bu toplumsal emeğin tahakkümünün gerekliliği ve toplumsalın bu eksende düzenlenmesinin zorunluluğunun bir sonucuydu.

Kapitalist modernitenin son büyük döngüsü küreselleşme dönemi belki de yeni katılıkların nasıl yeniden üretildiğinin karşımıza çıktığı bir dönem oldu. Kapitalizmin kendinden önce katı olan her şeyi buharlaştırmadığı gibi, kendi katılıklarını da var etmişti. Küreselleşme dönemi bu katılıkların akışkan hale gelmesiydi; bu dönem akışkan modernite dönemi olarak da okundu. İnsanı sürekli olarak istihdam fazlası haline getiren, onu kodlayan, çokluğu ulus vatandaş kimliğine sıkıştıran takıntılı bir anlayış olan modernleşme sürecinin akışkan bir forma kavuşması onun katılıklarından kurtulduğu anlamına gelmiyor. Akışkanlık bu anlamıyla bir kopuşu değil, mekânın yeniden düzenlenmesi anlamını taşımaktadır diyebiliriz.  Daha fazla üreterek, ekonomik büyüme yoluyla kendi ütopyasının gerçekleşeceğine inanan liberal yaklaşım küresel-neoliberal dönemde piyasa fetişizminin o denli peşine takılmıştır ki siyasi özgürlükler meselesi de bu dönemde daha silik hale gelmiştir. Bu ekonomik özgürlüklerin var edildiği anlamına gelmemeli, tam tersine derinleşen ekonomik eşitsizliklerin kabulüne yönelik bir siyasetsizliğin üretimi olarak değerlendirilmesi gereken bir sürüklenme halidir.  Bu sürüklenme beklendiği üzere ekonomik performansın otoriter rejimler eliyle yükselmesine yol açarken demokrasi meselesinin de giderek daha fazla özgürlük yoksunu bir yere evrilmesine neden oldu. Bu kapitalist iktidarın geçici bir kaçışı değil, artık süreklileşmiş bir sistem arzusuna işaret ediyor. Teknolojik gelişme, iklim krizi, nüfus artışı, sürdürülmesi giderek güçleşen büyüme dinamiği demokratik sistem içinde tüm katılıklara rağmen aşılamaz hale gelmişse o zaman iktidarın ‘tahditli özgürlük’ alanına yönelik tahammülsüzlüğü de artar. Başıboşların, işsizlerin, göçmenlerin, ezilen sömürülen halkların büyük tehdit olarak algılanması meseleyi fazlasıyla izah etmekte… 

Profesyonel emek döneminden kitlesel emeğe ve nihayetinde toplumsal emeğe giden gelişme çizgisinde emeğin tahakkümü bir özgürlük alanı düzenlemesine tekabül ediyor ki, bu da sistemin kendi katılıklarının, kafesinin biçimini bize sunuyor. Politik alanda bir özgürlük meselesinin bağıl bir durum olarak ele alınması, ekonomik anlamda bir düzeneğe bağlanması başlı başına bir sorunsal olarak kendisini kapitalist modernite tarihi boyunca koruya geliyor.Bu denli büyüme ve gelişmeye karşın bunca yoksulluk ve yoksunluğun var olması özgürleşemeyen toplumsal emeğin sömürü ve tahakküm ilişkileri içine sıkışmasını ifade ediyor. Bu kafesin, kırılması ve kapitalizmin katılıklarının buharlaşması ancak kapitalist iktidara karşı ortaya çıkacak olan çok yönlü özgürlük mücadelesinin gelişiminde saklı olsa gerek.   

 

C. Ekonomi Üzerine Tezler: Özgürlük ve Eşitlik İçin Nasıl Bir Ekonomi, Nasıl Bir Siyaset? 

Öcalan Kapitalist Uygarlık incelemesinde bir alt başlık olarak “Kapitalizm Ekonomi Değil İktidardır” başlığıyla kapitalist sistemi farklı bir çerçevede inceler. Burada ileriye sürülen tezleri yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız yaklaşım üzerinden kısaca ele alarak özgürlüğün tahakkümü eşitsizliğin düzenlenmesi çerçevesinde değerlendirmek kapitalizmi yorumlamak adına önemli bir çabayı barındırmakta. Diğer yandan özgür ekonomi eşitlikçi siyaset adına da önemli bir başlangıç olarak değerlendirmek gerekir. Kapitalist sistemi salt ekonomik alan içinden okumanın veya bu alanın belirleyici ağırlığını öne alan yaklaşımların, genelde siyasal sistemi kapitalist sistemden yalıtan sağ ve sol ortodoksinin tıkanmışlığını aşma adına önemli tezler ile buluşuyoruz. Bu tezlerin yukarıdaki tartışmanın davet ettiği çerçeve özelinde ne yapmalı sorusuna ‘belirleyici zaman-uzam’ üzerinden yine önemli yanıtlar üretme gücünün olduğunu da söylemeliyiz. 

Tez 1: Kapitalizm ekonomi karşıtıdır. Sistemi salt liberal düşüncenin betimlediği ekonomik ilişkiler içinden okumaya veya ekonomi indirgemeciliğine karşı kapitalizmi iktidar formunda okuma adına bu tez ileri sürülmektedir. Krizlerin ekonomik krizlere indirgenemeyeceğini, krizlerin bir iktidar, kapitalist modernitenin krizi olduğunu, ekonomik krizler olarak tezahür eden krizlerin bu iktidar krizi içinden okunabileceği ileri süren Öcalan, kapitalist iktidar ilişkileri dışında bir ekonomi anlayışına dair vurgu yaparak ekonomik alanın özgürleştirilmesine yönelik bir düşünceyi paylaşıyor. Liberal düşüncenin ekonomi anlayışı ‘ekonomi bilimi’ olarak sunulan piyasa ekonomisidir ve bu ekonomi anlayışı kapitalist sistemin yeniden üretimi adına toplumsal emek üzerinde bir düzenlemeyi barındırır. Piyasa dışında bir ekonomik düzlemi kabul etmeyen, bunu bilimsel görmeyen bu dogmatik anlayış kamusal alanı da piyasa içine çekmeye ve kendi sermaye döngüsü içinde rasyonalize etmeye çalışır. Bu kuşkusuz bir iktidar ilişkisidir.

Tez 2: Kıtlığa dayalı krizler yapay krizlerdir. Kapitalist sistemin ürete geldiği krizlerin bir diğer önemli açıklaması kıtlık meselesi üzerinden ele alınmaktadır. Üretim ilişkilerinin iktidarın yeniden üretilmesi ile birlikte ele alındığında kıtlıkların yaratılması hegemonya adına vazgeçilmez bir tahakküm ilişkisi yaratma aracıdır. Kapitalist sistemde ekonomi bir kıtlık fiyatlaması üzerinden eşitsizlikleri yeniden yaratarak artı değeri büyütür ve el koyar. Fiyat tanrının görünmez elidir ve bu mekanizmaya olan bağımlılık ve onun yüceltilmesi de kapitalist iktidarın vazgeçilmez ekonomiyi düzenleme aracı olmasından dolayıdır.

Tez 3: Kapitalizmin sadece ekonomi karşıtlığı değil, aynı zamanda toplum karşıtlığıdır. Kapitalist modernitenin toplumsal alanı emeğin tahakkümü ve eşitsizlerin yeniden üretimi bağlamında nasıl düzenlediğini yukarıda kısaca ele aldık. Öcalan iktidar toplum karşıtlığı üzerinden toplumsalın özgürlüğünün de nasıl boyunduruğa alındığını kapitalist iktidar çözümlemesiyle ele alıyor. Kapitalistlerle işçilerin tarafsız bir hakem gözetiminde boğuşmadığını, kapitalist devletin tüm mekanizmalarıyla toplumu kuşattığını, sermayenin cansız bedenine ruh katan şeyin bu iktidar sınıfı olduğunu bu tez kapsamında değerlendirmek özgürlük ve eşitlik mücadelesinin neden bir karmaşık ve kapsamlı bir politik mücadele olması gerektiğini vurucu bir biçimde açıklıyor. 

Tez 4: İşsizlik bilinçli yaratılan bir süreçtir. Marx’ın yedek işsizler ordusu tezinin geliştirildiği bu başlık aslında kapitalizmi iktidar formunda okumayla özdeş bir yaklaşım. İşsizlik salt ekonomik değil, yönetsel bir amaca da uygun olarak yaratılır. Gerçek bir ekonomide işsizlik sorunu kendiliğinden ortadan kalkar, çünkü kapitalist üretim ve dolaşım ağı ücretli emek tahakkümünü bu ilişki içinde üretmektedir. 

Tez 5: Kapitalizm sadece ekonominin değil, ekonomiyi optimal düzeyde gerçekleştirebilecek bilim ve tekniğin de düşmanıdır. Bilimin, tekniğin ve kapitalizmin son döneminde endüstri 5.0 olarak tanımlanan teknolojik gelişmenin toplumun özgürleşmesini sağlayabilecek bir ekonomik yaşamın gelişimine değil, kapitalist iktidar ilişkilerinin yeniden üretimine hizmet ettiğini bu tezle ileri sürer. Teknolojinin gelişimini yapay zekâ örneğinde ele aldığımızda aslında bu tezin ileri sürdüğü gerçeklik insanlığın kendi mezar kazıcılarını nasıl ürettiğini açıklaması adına çok çarpıcıdır. 

Toplumun bunca sorununa, yoksulluğa, açlığa çare üretemez bir bilimin Mars yolculuğuna ve yapay zekaya odaklanması işsiz kalabalıkların, tehlikeli sınıfların yönetilme sorununu da büyütmeye devam ediyor. Otoriter rejimlerin de daha fazla kapitalist sistem tarafından tercih edilmesi teknolojik gelişimin yaratıcı yıkımında saklıdır diyebiliriz. Karlar için yaratıcı, toplum için yıkıcı…

Tez 6: Kapitalizm ekonominin en temel ilkesi olan ahlâkın, moral değerlerin de düşmanıdır. Ahlak meselesini ekonomik tercihler ve ekonomik yönetim meselesinin içine taşımak ekonomin insani boyutunu yeniden hatırlatmaya yönelik önemli bir tez. İnsanı, toplumu görmeyen, üretici ve tüketicilerden oluşmuş robotik kimlikler üzerinden sistemin çözümlemelerine karşı insanın bir arada yaşama ve toplumsal gerçekliğini üretme adına moral değerlere atıf yapılması sermayenin cansız bedenine tutsak bir aklın eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor.  

Tez 7: Kapitalizm ekonominin ana gücü, yaratıcısı kadının da düşmanıdır. Toplumsal eşitsizliklerin birincil kaynağı cinsiyet eşitsizliğidir ve kapitalist sistem tarafından sürekli üretilen bu eşitsizlik tahakkümün toplumsallaşması adına kritik önemdedir. Kadın emeğinin boyunduruk altına alınması sistem için kritik önemdedir. Katılıkların sürekliliğini belki de en iyi tasvir eden kısım kadına yönelik toplumsal eşitsizliklerin kapitalist modernite içinde nasıl sofistike yöntemlerle yeniden üretilmesidir.

Tez 8: Küreselleşmeyle birlikte spekülatif zihniyetin (Finans Kapitalin) gerçek yaşamdan kopuk bir alana dönüştürülmesi kapitalist ekonominin gerçek niteliğini ortaya koymaktadır. Küreselleşme ve finans kapital sürecini analiz eden bu tez, yoksulluğun, açlığın ve tüm yaşanan ıstırapların finans piyasalarında ortaya çıkan spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklandığı görüşünü burada formüle etmektedir. Finans kapital çağı gerçekten de kapitalizm tarihi açısından en yakıcı eşitsizliklerin, savaşların ve şiddet girdaplarının yaratıldığı bir dönem oldu. 

Tez 9: Tarihte hiçbir savaşın, doğal felaketin insan toplumuna yapamadığı kötülüğü ve düşmanlığı kapitalizm denilen sistem ekonominin can damarlarına basarak, sıkıştırarak, kopartarak, suni damarlar takarak gerçekleştirmektedir. Bir uygarlık aşaması olarak kapitalizme ilişkin saydığımız bu dokuz başlık şüphesiz ciltler dolusu kanıtlamalı çözümleme gerektirmektedir. Öcalan’ın kendi yöntemi içinde ele aldığı ekonomi çözümlemesi öncelikle bir kapitalist sistem-iktidar eleştirisidir. Bu eleştiri aynı zamanda ekonomiyi özgürleştirme adına önemli düşünsel bir hamledir. Radikal demokrasi anlayışı çerçevesinde ekonomik alanın inşası adına bu eleştirilerin önemi büyük. Bundan öte nasıl bir kurucu siyasetin var olacağı adına da kendi özgürlükçü eşitlikçi ekonomi politiğini yaratma çabasını barındırdığını da söylemeliyiz.   

Artı değer üretimi ve toplumsal emeğin tahakkümü ekonomik alan özelinde ağırlıklı olarak belirginleşse de aslında politik ve toplumsal alanı da bütünleyen bir üretim ve tahakküm ilişkisi yaratıyor. Modern kapitalist ulus devletin tüm kodları bu üretim sürecinin içinden çıkıyor. Marx’ın meta ile başlaması da aslında tüm bu kompleks üretim ilişkisinin açıklanmasına yönelik. Metaya gömülü artı değerin meta üretiminden öte bir toplumsal formasyon olarak tüm iktidar ilişkilerini üreten meta soyutlaması tüm bu karmaşık ilişkilerin doğru bir şekilde yerli yerine oturtulması açısından önemli. Marx’ın eksik bıraktığı iktidar-devlet çözümleme sürecini Marxistler uzun yirminci yüzyıl boyunca geliştire geldiler. Kapitalizmin tüm büyük dönüşümlerine, kriz uğraklarına dair kapitalizmi anlamak, yorumlamak hep öncelikli oldu. Ama değiştirebilecek siyasetin üretimi, yıkıcı bir anti kapitalist hattı üretme konusunda hala eksiğiz. 

Öcalan’ın kapitalist sisteme ve onun ekonomi anlayışına karşı geliştirdiği tezler kapitalist modernite ve ulus devlet eleştirileri ve çözümlemeleriyle birlikte okunmalı. Yukarıda dile getirilen eksikliği giderme adına çok önemli bir praksisi aslında konuşuyoruz. Demokratik modernite ve demokratik ulus çözümlemeleri ekonominin nasıl demokratikleşebileceğine, kapitalist iktidarın tahakkümünden ekonominin nasıl kurtulacağına dair bütünlüklü bir çözümlemeyi günümüzde ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Kendisinin de belirttiği üzere bu tezlerin üzerinde daha fazla çalışmalı ve konuşmalı…

 

Okuma Listesi;
  • Bauman, Z. Akışkan Modernite, 2017, Can yay., İstanbul
  • Berman, M. Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, 1999, İletişim yay., İstanbul
  • Bonefeld, W. (der)., Açık Marksizm, 2016, Otonom yay., İstanbul
  • Finchelstein,F. Faşizmden Popülizme, 2019, İletişim yay., İstanbul
  • Hardt,M. ve Negri,A. Ortak Zenginlik, 2009, Ayrıntı yay., İstanbul
  • Hardt,M. ve Negri,A. Meclis, 2017, Ayrıntı yay., İstanbul
  • Jessop, B. Devlet, 2016, Epos yay., Ankara
  • Marx,K. Grundrisse, 1979, Birikim yay., İstanbul
  • Neocleous,M. Faşizm, 2018, NotaBene yay., İstanbul
  • Öcalan,A. Kapitalist Uygarlık, Demokratik Uygarlı Manifestosu II. Cilt, 2013, Azadi Matbaası
  • Sennett,R. Yeni Kapitalizm Kültürü, 2009, Ayrıntı yay., İstanbul
  • Thalheimer,A. Ve Diğ. Faşizm ve Kapitalizm, 2018, Ayrıntı yay., İstanbul
  • Wright,E.O. Yirmi Birinci Yüzyılda Anti-Kapitalist Olmak, 2020, NotaBene yay., İstanbul
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.