Düşünce ve Kuram Dergisi

Radikal Demokrasi Kuramı ve İnşasına Dair Notlar

Nilüfer Şahin

Demokrasi, sınıflı uygarlık ve devletin tarih sahnesine çıkışından bugüne ezilenlerin, mülkleştirilenlerin hem toplumsal hem bireysel ütopyası oldu.

Kavramın kendisi, tarihte Yunan site devletlerinin yönetim biçimi olarak karşımıza çıkar. “Modern Demokrasi” kavaramı da Atina demokrasisine dayanır. Siyasal açıdan “halkın yönetimi” Antik Yunan’da toprak sahipliğine dayanan “yurttaşların” oluşturduğu sınıflarla sınırlıydı. Kadınlar ve köleler, özgür ama topraksız halk bu “yurttaşlık” ve dolayısıyla da demokrasinin dışındaydılar. Biçimsel (teknik) yönünü dışta tutarsak bilinen modern demokratik yönetim modelleri Atina demokrasisini aşamamıştır. Eşit halklar, yönetmeye dolaysız katılım, farklı kimliklerin tanınması ya da sınıf egemenliğine dayanmayan bir demokrasi modeli gelişmemiş, inşa edilmemiştir. Burjuva anlamda demokrasi, bir tür “idare tekniği” sınırlarında kalmış, sosyalist demokrasiler ise paternalist (devlet fikri aşıldığında dahi) kaldıkları müddetçe tam demokrasi olmaktan uzaklaşmışlardır. Sorun kuramda mı, “yanlış pratik”lerde mi? Genel kanı bütün sorumluluğu “yanlış pratiklere” yükleme yönündedir. Fakat bu yargı Nietzsche’nin “umudu hakikat sanıyorsunuz” sözünü çağrıştırır daha çok. Zira onca deneyimden sonra kuramı sorgulamadan tekrarlanan pratikler bir tür sisifos eylemi ortaya çıkarmaktan öteye götürmemektedir.[1]

Öcalan’ın savunmaları, demokrasi üzerine kuramsal tartışmaların yeni olanaklarını da yaratıyor. Her ne kadar pratik yönü (özerklik modeli, meclisler, komünler, hiyerarşik olmayan örgütlenme modelleri vb.) ile öne çıksa da, bu pratik esaslı bir kurumsal alt yapıya dayanır. Çıkış noktası, bugüne kadar uygulanmış demokrasi modellerinin reddidir. Çünkü kurgulanmış ve uygulanagelmiş tüm demokrasiler devlet eksenlidir.

Devlet ve demokrasi için birbirine karşıt olan karakterinin deşifre edilmesi, oluşturulan demokrasi modelinin kuramsal temelidir. Bu yaklaşım iki önemli tespite götürür bizi;

1-         Halkın kendini doğrudan yönetmesi olarak demokrasi devletsizlikle gerçekleşme olanağına kavuşur. Öyle ise demokrasi esas olarak devletin dönüşmesiyle değil, halkın kendini yönetme kabiliyeti edinmesi ile mümkün olabilir.

2-         Devlet bir yapı olarak demokrasiyi genişletmez, demokrasi halkın öz yönetim yeteneği olarak sönümlendirir. (Devletle, demokrasisin genişletilmesi uğruna geliştirilecek ilkeli ama taktik uzlaşmalar bu bahsin dışındadır. Bkz. Bir Halkı Savunmak: “…Doğrusu devlet uzun bir sürenin sonunda sönmesi gereken devlet ve demokrasilerin ilkeli bütünlüğünü yürütebilmektir’’)

Buradan kuramla beraber, demokrasi kavramının da yeni bir bağlama oturtulduğunu görürüz. Literatürde Atina’nın sınıflı köleci demokrasisine atfen kullanılan kavram (Demokrasi), bu bağlamdan alınıp eşitlikçi ilk toplumların (ve onların devamı olan halk komün deneyimlerinin) tarihsel bağlamına oturtulur. Böylelikle Radikal Demokrasi tanımı, kuramsal ve kavramsal açıdan temellendirilmiş olur.

Aynı bir analizin konusu olmakla birlikte, Avrupa merkezli Radikal Demokrasi ile Öcalan’ın Radikal Demokrasinin ayırımlarına kısaca değinmek yerinde olur. Laclam ve Mouffe ile anılan Radikal Demokrasi ancak biçimsel olarak, Öcalan’ın Radikal Demokrasisine benzetilebilir. Burjuva liberal bir muhalefet önermesini aşmayan bu batı merkezli Radikal Demokrasi sistem içidir. Ufhu, Toplumsal devrimin ilkesel reddi ve yerine “halkın” verili demokratik haklarını genişletmek uğruna mücadele etmesi ile sınırlıdır.

Toplumsal, siyasal bir devrimin içinden önerilen Radikal Demokrasi ise varoluş koşulları ve sistem alternatifi bir paradigmaya dayanması itibari ile devrimcidir.

Öcalan’ın Radikal Demokrasisi kuşkusuz burada değinilenden çok daha geniş kapsamlı bir model. Şimdilik değinmediğimiz demokrasi ve ekoloji bağı örneğinde olduğu gibi, insanın insanla, insanın toplumla ve insanın doğa ile ilişkisinin yeniden tanımlandığı, “doğaların” tümünü içeren Radikal Demokrasi Kuramına burada yalnız temel ayırımlarıyla değindiğimizi belirtelim.

 

Kuramdan İnşaya

Bir bakıma inşa süreci de diyebileceğimiz bir dönemece Kürt halkı ve özgürlük hareketi, demokrasinin çatısını otuz yıl süren mücadele içinde çatmış olarak giriyor. Bütün devrim süreçleri halklar için demokrasi okuludur. Kürtler bu konuda birkaç kuşağını eğitmeyi başararak, inşa sürecine köklü bir demokrasi bilinci ile giriyor.

Öncelikle bugüne kadarki devrimlerde kuruluş, inşa süreçlerinin dışına-kıyısına düştüğüne tanıklık ettiğimiz kadınlar, Kürt devriminin özneleridir uzun zamandır. Artık kolayca geri döndürülemeyecek bu konum, şimdiden Radikal Demokrasinin hanesine yazılmış bir kazanım olarak duruyor.

Diğer taraftan, tarihlerinde merkezi iktidarla(devletle) sınırlı ilişkide olma nedeniyle Kürtler, bu merkezsiz yönetilme alışkanlıklarını(kültürlerini), ilkesel olarak da iktidarın rengi bilinci ile (bu son 15 yılın gelişmesidir) pekiştirdiler.

Bu yapısal dönüşümler, inşa sürecinin başkaca temel sorunlarına odaklanmayı kolaylaştıracaktır. İnşa sürecinde demokrasinin nasıl derinleştirileceği sorusu kuşkusuz parantezi kapanmayacak bir cümle ile yanıtlanabilir. Ancak orta vadede iki temel sorunla başa çıkılması, çözülmesi gerekir. Birincisi, Demokratik yönetme eylemi özgür-eşit katılımı gerektiriyorsa bu ancak “İktisadi Demokrasi” olarak formüle edebileceğimiz eşit ekonomik koşullar temelinde mümkün olabilir. Bu nasıl başarılacaktır?

Yaşanmış tüm devrim pratiklerinde görülebileceği gibi, İktisadi Demokrasinin gelişmediği durumda, siyasal-toplumsal demokrasi ilerletilememiştir. Radikal Demokrasinin başarılması bu nedenle siyasal-toplumsal demokrasi ile İktisadi Demokrasinin dönüşümlü ilişkisinin kurulmasına, ikisinin uyumuna bağlıdır.

Nedir İktisadi Demokrasi? Sosyalizm deyimlerinde göz ardı edilen temel faktörlerden biridir öncelikle. Ekonomik eşitliği ücretlerin eşitlenmesi, eşit çalışma olanaklarının yaratılması ile sınırlayan sosyalizm modelleri bu yanıyla İktisadi Demokrasinin uygulanamamasının yaratacağı sonuçlara iyi örnektir. Bu deneylerde işçiler görece eşit çalışma, eşit ücret ve ekonomik şartları elde edebildiler. Ancak ekonominin nasıl örgütleneceğine hiçbir zaman karar veremediler. Merkezi olarak hazırlanan ekonomik planların uygulayıcıları konumunda tutuldular. Bugün artık merkezi ekonomik planlamaların teknik açıdan da uygulanamaz olduğunu (demokrasi fikri ile bağdaşmazlığı ile birlikte) biliyoruz. Ancak yerel siyasal üretim modelinin otomatik olarak, her alanda demokratik ilişkiler yaratmayacağını da görmek gerekir. Ekonominin örgütlenmesi bağlamında, yerel yönetim kendiliğinden ekonomik eşitliği getirmez, bunun için İktisadi Demokrasinin ilkesel olarak benimsenmesi zorunludur. Bu anlamda İktisadi Demokrasiyi tanımlarsak; ekonomik kaynakların denetimi, ekonomik faaliyetin ve bölüşümün planlanmasına halkın katılımı, daha doğru ifade ile halkın karar sahibi olması olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle İktisadi Demokrasiyi ekonomik eşitliğin temeli olarak yaşamsallaştırmak, Radikal Demokrasiyi biçimsel olmaktan çıkaracak temellerden biridir diyebiliriz. Radikal Demokrasinin inşası ve derinleştirilmesinde ikinci temel konu, partiler ve halk ilişkisinin nasıl kurulacağı sorunudur. Bu yalnız pratiğin değil kuramın da sorunudur. Başarısız deneylerin bıraktığı miras tartışılırken (Sovyet, Çin, Küba vs.) haklı olarak devlet aracılığı ile demokrasi inşa etme çabası eleştirilmiştir. Fakat bu yaklaşım bir diğer mekanizmayı, halk ve parti ilişkisinin demokratik bir inşada nerede olduğu sorununun üzerini örtmemelidir.

Söz konusu deneylerde devlet “işçi” sınıfının devleti, parti de “işçi partisi” olarak tasarlanmış, ancak bürokrasi partiden başlamıştı. Partilerin yönetme sürecindeki meşru konumunun zamanla özerk bir iktidar biçimine dönüşmesi, bugün de üzerinde durulacak derslerdendir. Radikal Demokrasinin bu riske kapatılmasının garantileri teorik-ideolojik olarak vardır. Pratik açıdan da hiyerarşik olmayan model, gelenekten radikal kopuşun olanağını veriyor. Yine de pratiğin, kimi özgün sorunları ile kopuşu meşakkatli hale getireceği öngörülebilir.

Koşulların (kuşatılmışlık, halkın henüz deneyimli öncü kadar sistemin yarattığı sorunlarla başa çıkamayacağı gerçeği) partilerin merkezi rolünü uzun süre oynamasını zorunlu kılması düşünüldüğünde partinin konumu ve halkın kendini dolaysız yönetimi arasındaki gerilimin ne yönde aşılacağı Radikal Demokrasi’nin uzun vadede nasıl şekilleneceğinin yanıtı olacaktır. Bu noktada; partinin meşru rolü ve halkın kendini yönetmesinin ilkesel olması arasındaki bağın zamanla halkın kendini dolaysız yönetmesi lehine sürekli gelişmesi gerekir. Partilerin süreci, koşulları, halkı, buna hazırlaması inşa süreçlerinin temellerinden bir diğeridir. Sürecin buyönde işlemesinde tarihsel deneyimler iki zorluğa işaret ediyor. İlki; partilerin paternalist eğilimi, yani pratikte halkın ebediyen partinin merkezi rolü ve yönetimine(yaşamın her alanında) ihtiyaç duyacağı fikri. İkinci zorluk ise; halkın kendi kendini yönetme, karar verme konusunda göstereceği direnç, yani öz yetkisini partiye aktarma devretme eğilimidir. Bu eğilim partilerin halkla kurduğu ilişkiye göre güçlenip zayıflatacak bir eğilimdir. Öz iradesi ile yönetmeye, karar alma süreçlerine kapılabildiği ve katılımın sonuçlarını somut olarak denetleyebildiği oranda halk partinin paternalist eğilimine direnebilir ve kendini yönetme eyleminde daha gayretli olabilir. Sovyet deneyimi bu açıdan da incelenmeye değer örneklerle doludur. Orada “uzmanlar ve devlet memurları (bunların çoğunluğu parti kadrolarıdır) karşısında hayal kırıklığına uğrayan işçiler kinikleşmiş ve “bırakın memurlar bize göz kulak olsun” diyorlardı. İşçileri bu düşünceye sevk eden faktörün parti kadrolarının babacıl yaklaşımları olduğunu bugün de akılda tutmakta yarar var.

Öcalan son savunmalarında; halk kendi kendini yönetmeyi öğrenene kadar partinin rolü sürecektir diyor. Bu, partinin güncel meşru rolüne bir vurgu olmakla birlikte, muğlâklığa yer vermeyecek biçimde, partinin rolüne, doğrultusuna ve zamansal sınırına dair bir belirlemedir aynı zamanda. Ayrıca paternalist eğilime karşı “olumlu otorite”yi çıkarmak olarak da okunabilir.

Son olarak denilebilir ki Demokrasi, özelde Radikal Demokrasi dinamik bir yapı olarak, birçok bileşeni ile bugünden öngörülemeyecek sorun ve çözümlerini kendi içinde taşıyor. Fakat temel ilkeleri bugünden ortaya konmuş bir modelin bu aşamada sorunu ilkeleri pratikleştirmektir artık. Bu, kuramın yaşamda sınanması olacaktır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

-Adalı savunmaları
-Devlet Gibi Görmek (James C. Scott)
-İktisadi Adalet ve Demokrasi ( RobinHahnel)
-Kadınların Tarihi (Cilt 1)
-Sovyet İktisadının Eleştirisi ( A. Carlo)
[1] Sisifos metaforu, hakikatle ısrarı esinlenmesi nedeni ile anlamlı ancak, paradoksal biçimde yanlış temeller üzerinde pratiği kurmada ısrara da gerekçe yapılması nedeni ile sorgulanmaya değer bir metafordur.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.